Yenişehir Wiki
Advertisement

Önceki Risale: Şuaat-ü Marifet-ün NebiyyÂsâr-ı Bediiyyeİşârât: Sonraki Risale

ﺭُﻣُﻮﺯْ

Rumûz

Müellifi Bediüzzaman Said-i Nursî

İfade[]

Herkes insanlarla meşgul. Ben insanlardan usandım. Misâlîlerle mübahese daha hoşuma gidiyor. Çünkü münsiftirler.

Garibdir ki; Bir iki senedir uyanık iken zihnimde bir karanlık oluyor. Bâzan nisyan-ı mutlak basar. Âlem-i menama girdikçe bir vuzûh geliyor, daha iyi görüyorum. İşte iki gece âlem-i mânâda iki suale mâruz oldum.

Birinci gecede cevaba hazırlanırken uyandım.

İkinci gecede cevabı verdim. Daha itmam etmeden uyandım.

ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ

Birinci Sual[]

İ'câz-ı Kur'ân'ı îcâz ile beyan et!

Cevap:

İ'câz-ı Kur'ân, yedi menabi-i küllîyeden tecellî ve yedi anasırdan terekküb eder.

Birinci Menba'[]

Lafzın fesahatından, nazmın cezaletinden, mânânın belâğatından, mefhumların bedaatından, mazmunların bera'atından, üslûbların garabetinden tevellüd eden nakş-ı acibdir.

İkinci Unsur[]

Umur-u kevniyedeki gaybdan, hakâik-i İlahiyedeki gaybdan, mâzideki gaybdan, müstakbeldeki gaybdan terekküb eden ilmül-guyûbdur.

Üçüncü Menba'[]

Lafzi cihetiyle; pek çok ve üsul-u arabiyece sahih, nazar-ı belağâtta müstahsen, hikmet-i teşri'iyeye münasib pek vâsi' vücûh ve ihtimalâtın şümulünden.

Ve mânâ cihetiyle; meşârib-i evliya, ezvâk-ı ârifîn, mezahib-i sâlikîn, mesalik-i fukehâ, turuk-i mütekellimîn ihatasından.

Ve ahkâm cihetiyle; hakaik-i ahvâl, desatir-i saadet-i dâreyn, vesail-i terbiye, revabıt-ı hayat-ı içtimaiyyenin istî'abından.

Ve ilmi cihetiyle; ulûm-u kevniye, ulûm-u ilâhiyeye istiğrakından.

Ve makasıd cihetiyle; müvazenet ve ittirad ve desatir-i fıtrata mütabakatından neş'et eden câmiiyyet-i harikulâdedir.

Dördüncü Unsur[]

Her asrın derece-i fehim ve edebine; ve her asırdaki tabakatın derece-i isti'dad ve kabiliyetine ifaza-i nur, her bir asra ve her asırdaki herbir tabakaya kapısı küşâde ve herbirisini irza etmekle hasıl olan harikulâde tazeliğiyle ihatasıdır.

Beşinci Menba'[]

Nakil cihetiyle; ahbar-ı evvelîn ve ahirîn, hakâik-i gayb ve şehâdet, serair-i İlâhiye, revabıt-ı kevniyeye dair hikayatıdır ki: Ne vâki', ne akıl ve mantık onu kabul etmese de tekzib edememiş. Kütüb-ü sabıkanın ittifakından musaddıkane, ihtilafî yerlerde musahhiha-ne hikayatından neş'et eden ihbarat-ı sadıkasıdır.

Altıncı Unsur[]

Tazammun ettiği ve tesis ettiği Din-i İslâmdır ki; Onun misline ne mazî muktedir olmuş. Ne müstakbel muktedir olabilir.

Yedinci Menba'[]

Şu altı menba'dan çıkan envar-ı sittenin imtizacından tevellüd eden hüsn-ü hakikiden hâsıl olan zevk-i i'câzdır ki, hadsen bilinir. Tabirine lisan ve fikir kâsırdır.

Eğer desen: Tasvirden anlaşılır ki; Taaddüd-ü mesalik ve ihtilaf-ı turuk matlubdur?

Cevab: Evet matlubdur. Hem zarurîdir. Eğer hodgamlıkdan neş'et eden inhisar zihniyetiyle başkaların reddine kalkışırsa ﺍﻟْﺒُﻐْﺾُ ﻓِﻰ ﺍﻟﻠَّﻪِ sû-i isti'mâl ederse, o vakit ihtilâf zarardır. Yoksa ﺍَﻟْﺤُﺐُّ ﻟِﻠَّﻪِ düsturunu esas tutsa, tekamülde teavün kanununu bilse, şeriatın vüs'atını, tabîbliğini düşünse ihtilaf, imtizaca sebeb olur.

Elhâsıl:

Herkes kendi mesleğine "Hüve hakkun" demeli, "Hüve'l-hakk" dememeli. Veyahut "Hüve'l-ahsen" demeli, "Hüve'l-hasen" dememeli. Ey sâil-i misalî! Cevab-ı mûcez istedin, ben de mücmel cevab verdim. İzâhı istersen, birçok mücelled lâzım gelir.

İşte şu anasır-ı seb'anın, yalnız birinci unsurunun ikinci cüz'ü olan nazmın cezaletini beyan etmek için "İşârat-ül İ'caz" namındaki tefsirimi irae ediyorum. Zîrâ bütün o tefsir ancak nazmın cezaletinin bir kısmını şerh edebilmiştir.

İkinci Sual[]

Ki cevabı yarısı beyaz, yarısı siyahtır.

Dedi ki: Bürhanınıza şekk-i itiraz geldikçe; imanınız sarsılmaz mı? Bu ma'reke-i evham olan istidlâliyatla taharrî zarar vermez mi?

Elcevap: Eğer neticeyi -bürhan ile bağlı onunla ikame ve isbat suretiyle olsa; Ve tahakkuk-u hakaika ayar tutmakla adem-i delilden adem-i medlûlü tevehhüm etse zarar olur. Halbuki, iman incecik bir bürhana yüklenmez. Belki öyle bir hadse bina ve istinad eder ki; o hads öyle menabi'den kuvvet ve öyle meadinden ışık alır ki; söndürülmesi kâinatın söndürülmesidir.

Birinci Menba'[]

En azîm icma' sırrını ve en vasi' tevatürün manasını tazammun eden milyonlar ehl-i hakikatın ittifakıdır. Sırr-ı icma' ve sırr-ı tevatür noktasından tecellî eden bir hads-i mukni'le o netice zihinde karar kılmıştır. Zîrâ, herbir muhakkıkın bir bürhanı var. Ve o bürhanın mahiyeti teşhis edilmese de vücûdu katiyyen malûmdur.

Acaba dünyada hangi itiraz ve şüphe vardır ki; milyarlar huyut-u berâhinden teşekkül etmiş şu Habl-i Metini kesebilsin? Çünkü derim: Vahdete dair şu netice, hasra gelmez ehl-i tahkikin herbiri bir bürhan veya berâhin ile hakikat olarak görmüşler. Demek onların bütün bürhanları sarsılmaz bir bürhandır. Çünkü o bürhanları tanımasa da vücûdlarını bilir, hadsin zengin bir menba'ıdır.

İkinci Menba'[]

Kâinatın bütün şehadâtıdır.

Üçüncü Menba'[]

Vicdandaki fıtrattır. Bunlar gibi daha çok menba'lar vardır.

İşte bu hads, bütün menâbi'i söndürülmezse sönmez. Şübhe, bir delili, yüz delili atsa da medlûle îrâs-ı zarar edemez. Çünkü o kubbe-i âliye yalnız bir direk üstünde kâim değildir.

Zihnin cüz'iyeti hasebiyle, müşteri nazarıyla isbatına çalışmak hatardır. Belki bu istidlâlât ve berâhînin vazifesi menfîdir. Matlabı tavzih eder. Tasfiye eder. Bâzan da takviye eder.

Tedkik İki Çeşittir[]

Biri[]

Gittikçe ﻧُﻮﺭٌ ﻋَﻠَﻰ ﻧُﻮﺭٍ tenevvür eder.

Diğeri[]

Gittikçe şübehatın zulümatına düşer.

Meselâ, bir tatlı suyun menba'ı var. O menba'dan binlerce cedavil ve o cedvellerden şu'beler teferru' ederek çok yerlerde dolaşıp, bazı ecza-i aher ile bulaşmış. İşte bir adam menba'ı gördü tattı. Hakkalyakînle tatlılığını anlamış, teşa'ubatın ittisalini derketmiş. Sonra hangi cedvele, yahud herhangi fer'a rastgelse, edna bir emare tatlılığına dair ona kanaat verir. Ta aksi kat'î bir delil ile tebeyyün edinceye kadar. O vakit başka madde karışmış der. Bu nev'i nazar ve tedkik; imanın kuvvet ve inkişafına yardım eder. İkinci Nazar:

Menba'dan aşağı inmeye bedel, aşağıda gezer. Bu ise hangi fer'a rastgelse, acılığına bir emare görse şübheye düşer. Tatlılık için delil-i kat'î arzu eder. Heyhat! Her yerde bürhan ele gelmez. Böyle incecik bir fer'a, cesim bir neticeyi bindirmek ister. Gitgide şüphe, emniyetsizlik tezayüd eder.

Hem de akıl nazar penceresiyle eşyaya bakar. Halbuki mahall-i iman olan kalb, hads ve ilham gibi isimlerle tâbir edilen bir hiss-i sâdise-i batına ile hakâika bakar ki; enbiyada vahy o hisse göredir.

Nazar-ı aklî kendi desatiriyle çok fakîrdir ve dardır. Pek çok hakâika karşı kasır olur, kavrayamadığından hakikat değil der, reddeder.

Bir insî tarafından soruldu[]

ﺍَﻟْﺤَﻖُّ ﻳَﻌْﻠُﻮ ﻭَﻟﺎَ ﻳُﻌْﻠَﻰ ﻋَﻠَﻴْﻪِ

Halbuki kâfir müslümana galebe eder?

Elcevap: Sıfat-ı Kelâmdan gelen evamir-i teşri'iyeye karşı itaât ve isyan olduğu gibi; Sıfat-ı İradeden gelen evamir-i tekvîniyeye karşı da taat ve isyan vardır.

Evvelkide mükâfat ve mücazât galiben ahirette olur. İkincisinde ağleb dünyada olur.

Meselâ: Sabrın mükâfatı zaferdir. Atâletin mücazâtı sefalettir. Sa'y ve sebatın sevabı, servet ve galebedir. Şu halde, kâfirin evamir-i tekviniyeye karşı itaâti, Müslümanın evamir-i tekviniyeye karşı isyanına galebe etmiştir. Bir müslim, herbir sıfatı Müslüman olmak lâzım gelmediği gibi; bir kâfirin herbir sıfatı kâfir olmak ve küfründen neş'et etmek lâzım değildir. Veyahut galebesi ona istidraçtır, Müslümana tathîrdir.

-Şu âlemin ihtilâli nedir?

-Sa'yin sermaye ile mücadelesidir.

-Acaba ikisini barıştırmak çaresi yok mudur?

Evet vücûb-u zekat, hurmet-i riba, karz-ı hasen şerait-i sulhiyedir. Şu riba taşını altından çeksen, şu zâlim medeniyet kasrı çökecektir.

-Gavurlardaki iki cereyanları nasıl görüyorsun?

-Şimdilik biri necis, biri encestir. Tâhir-i mutlak yalnız desatir-i İslâmiyettir. Öyle ise iki cereyana da lanet!..

Evet, lâkin bize bulaşmış olan encesin temizliği hesabına onun izalesine çalışan necise necis demekle, onu da kendimize sıçratmak maslahat olmasa gerektir.

Meselâ: Bir hınzır seni boğuyor, bir ayı da onu boğuyor. Ayının bağrına dürtmekle kendine musallat etmek, akıldan ziyade cünûndur. Zâten bir cinnet-i müstevliye dünyaya dağılmıştır.

-Küfrün inşikakından ne görüyorsun?

-İttihad-ı İslâm.

-İttihad-ı İslâm nedir?

-İttihad-ı İslâm, şarkdan garba, cenubdan şimale mümted bir meclis-i nûranidir ki, elân üçyüz milyondan fazla efrad bulunur ki; gafletlerinden nâşî gayr-ı meş'ur bir surete girmiş olan bir rabıta-ı metin ile birbiriyle merbutturlar.

Misâk-ı Ezeliye ile peymân ve yeminimiz olan îman ile o cemiyete dahil olmuşuz. Ehl-i tevhidiz, ittihada memuruz. Şu cemiyetin şubeleri bütün mesacid ve medaris ve tekâya ve zevayadır. Ve şu cemiyetin reisi Resûl-u Ekremdir (A.S.M.). Kanun-u esasîsi Kur'ân-ı azîmüşşandır. Bütün efrad mabeynindeki rabıta-yı nûraniyeyi şuurî bir surette ihtizaza getirmekle, bütün o şubelere ifaza-yı nur etmek zamanı gelmiştir.

İşte kâbe-i saadetimiz olan ittihad-ı münevver-i İslâmın hacer-ül esvedi, Kabe-i Mükerreme'dir... Ve dürret-i beyzası, Ravza-i Mutahharadır. Mekke-i Mükerremesi, Ceziret-ül Arabdır. Medine-i Medeniyet-i Münevveresi, Devlet-i Osmaniyedir.

Bir zaman İslâmiyetin secaya, revabıt, mehasin-i ahlâkına işareten rumûz tarıkıyla şöyle demiştim:

Eğer şu Kâ'be'nin zinet ve nakşını görmek istersen, işte bak! Haya ve hamiyetten neş'et eden civanmerdane humret; Hürmet ve rahmetten tevellüd eden masûmane tebessüm; Cezalet ve melahattan hasıl olan ruhanî halâvet; Aşk-ı şebabîden, şevk-i baharîden neşet eden semavî neş'e; Hüzn-ü gurubîden, ferah-ı seherîden vücûda gelen melekûtî lezzet; Hüsn-ü mücerredden, cemal-i mücellâdan tecellî eden mukaddes zînet birbiriyle imtizac edip ondan çıkan levn-i nûranî, o şark ve garbın kab-i kavseyni olan kâbe-i saadetteki tâk-ı muallasındaki kavs-ı kuzehindeki elvân-ı seb'anın; lacivert ve yeşil levninin timsalini göreceksin. Lâkin ittihad, cehl ile olmaz. İttihad, imtizac-ı efkârdır. İmtizac-ı efkâr, mârifetin şuaıyla olur.

Yüksekten Bakmak İsteyen Dessas Bir Papaza Cevap[]

Bir adam seni çamura düşürmüş, öldürüyor. Ayağını senin boğazına basmış olduğu halde; istifham-ı istihfafiyle sual ediyor ki;

Mezhebin nasıldır?

Buna cevab-ı müskit, küsmekle sükut edip yüzüne tükürmektir.

"Tükürün o la'înin o hayasız yüzüne!"

Ona değil, hakikat namına şudur:

-Birinci Sual: Din-i Muhammed nedir?

-Cevap: Kur'ân'dır.

-İkinci Sual: Fikir ve hayata ne verdi?

-Cevap: Tevhid ve istikamet.

-Üçüncü Sual: Mezahimin devası nedir?

-Cevap: Hurmet-i riba ve vücûb-u zekattir.

-Dördüncü Sual: Şu zelzeleye ne der?

-Cevap:

ﻟَﻴْﺲَ ﻟِﻠْﺎِﻧْﺴَﺎﻥِ ﺍِﻟﺎَّ ﻣَﺎ ﺳَﻌَﻰ ﻭَﺍﻟَّﺬِﻳﻦَ ﻳَﻜْﻨِﺰُﻭﻥَ ﺍﻟﺬَّﻫَﺐَ ﺍﻟﺦ

Mücahid Bir Hayvan Mersiyesi[]

ﻭَﻣَﺎ ﻳَﻌْﻠَﻢُ ﺟُﻨُﻮﺩَ ﺭَﺑِّﻚَ ﺍِﻟﺎَّ ﻫُﻮَ

İşte o cünûddan bir gâzi, şehid.

Nev'i hayvandaki meymûn, saîd.

Ey maymûn-ü meymûn!

Mü'minleri memnun, kâfirleri mahzûn, Yunanı da mecnun eyledin.

Öyle bir tokat vurdun ki, siyaset çarkını bozdun.

Lord Corcu kudurttun, Venizelosu geberttin!..

Mizan-ı siyasette pek ağır oturdun ki; Küfrün ordularını, zulmün leşkerlerini bir hamlede havaya fırlattın.

Başlarındaki maskelerini düşürüp, maskara ederek bütün dünyayı güldürdün!

Cennetle mübeşşer olan hayvanların isrine gittin!

Cennette saîdsin, çünkü gâzi hem şehidsin!...

Mühim Bir Nokta[]

İslâm gaflet edip küstü. Hristiyanlık dini fen ve medeniyeti kendine maledip iki silahla galebe çaldı.

Şimdi şarkta müthiş bir silah îmal ediliyor. Bunun hak kısmına sahip olmalı. Yoksa yine küssek, onu da Hristiyanlık İslâmiyet aleyhinde istimal edecektir. Buna karşı dayanılmaz.

Cumhur-u avama müteveccih olan bir fikir, bir kudsiyet almazsa söner. O desatire kudsiyet verecek iki muazzam rakîb din var.

Şu keskin fikir gözünü açtığı vakit, hasmını ve hasmının elindeki silahını Hristiyanlık dini bulmuştur. Öyle ise o fikir, kudsiyet almak için İslâmiyete dehâlet etmeye mecburdur.

Önceki Risale: Şuaat-ü Marifet-ün NebiyyÂsâr-ı Bediiyyeİşârât: Sonraki Risale

Advertisement