Yenişehir Wiki
Advertisement

4. BEYİT[]

ORJİNAL METİN
LATİNO TRANSKRİPTİ
TÜRKÇE TERCÜMESİ
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
1.
هر کسی کو دور ماند از اصل خویش
Herkesi ko dur manad ez aslı xueiş
Herkesi ko dur eyle kendi aslından
Who roams in exile from his parent bow'r,
2.
باز جوید روزگار وصل خویش
Baz cüyed ruzgarı vaslı xueiş
Yine arar durur kendi vaslından
Pants to return, and chides each ling'ring hour.


{24} Bu beyt dahi makûlât-ı neylendir ve cümle-i mu’teriz eden olmak dahi baîd değildir.

Asl'dan murâd neye göre neyistan ve insana göre mertebe-i ehâdiyetdir.

Rûzgâr, zaman manâsınadır ve zaman ınde’l-arap leyl ü nehârden ibaretdir.

Ki, felek-i atlasın haraketiyle müteayyın ve şems ü kamerin vucûdu üzerine dâirdir.

Hakikat-ı zaman ân-ı gayr-ı mumkasımdır ki, cemî ezmine ve edvâre sârîdir.

Onunçün ân ile dekâyık ve dekâyık ile derecât ve derecât ile saât ve saât ileeyyâm takdîr olunur.

Pes ân münbasit olsa yevm ve yevm dahi münbasit olsa usbû' ve usbû' dahi münbasit olsa şerh ve şerh dahi münbasit olsa sene ve sene dahi münbasit olsa dehr ve dehr denilir.


Fe-emmâ ol ki, tenzil’de gelir:

Ayet Metni
Meali
Sure ve Ayet
كل يو م هو فى شأ ن
O her yevm (an) tecelli etmektedir
(Rahman 29)

Bu yevm ile murâd ân-ı İlahîdir ki, basît-ı mer’idir. Nitekim bu mahalde dahi gelir

Ayet Metni
Meali
Sure ve Ayet
و ما ا مرنا الاوا حدة كلمح بالبصر
Emrimiz de bir tekdir, bir göz kırpması gibi
(Kamer 50)

Ve buan hakikatde nefs: Rahmanî olmakla sebb-i dehrden nehy olun-muştur.

Nitekim hadîs’de gelir

Hadis Metni
Meali
Kaynak
لا تسبوا الدهر فان الدهر هوا لله
Zamana sövmeyiniz, zira zaman Allah’dır
(Sahih-i Buhari, Tefsir-i Sure 45)


Beyt-i mezkûrde rûzgâr ile murâd lâ-leyl ü lâ-nehâr âleminde olan ân-ı vasldır veya temsîle mahmûldur. Veyahud [[zikr-i[mahal]] ve irâde-i hâl tarîkıyla olan ân-ı gayrı munkasımde olan şerîf ve âlîdir.

Manâ-yı beyt budur ki;

her bir kes ki, kendi aslından dûr ve mehcûr kaldı ve gurbet ve firkat-âşinâ oldu, geri kendinin zaman-ı vaslını ve safâhâlini talep eyler ve gecen demleri hâtırından cıkarmaz .

Zira aslına meyl-i tabîî üzerine mecbûldur, etfâlin ebeveyne meyl-i incizâbı gibi, husûsan ki, karîbü’l-ahd ola. Yani meyl etmekânın şânındandır, meğer ki, âhvâl-i ârıza hasebiyle nisyân kalebe edip tezekkürüne meyl bulunmaya, şekâvet-i zâtiye erbâbI gibi.

Nitekim Kur’an’da gelir:

Ayet Metni
Meali
Sure ve Ayet
نسوا الله فنسيهم
Allah’ı unuttular, Allah da onlara kendi nefislerini unutturdu(?)
(59 / HAŞR - 19 )


Ve bu makam üç veche üzere maksûrdur.

Evvelkisi budur ki, bazı kümmel vardır ki, vücûd ve kudûm ve ahkâm-ı imkân ve hudûs üzerine gâlib verâcihdir.

Ve bundan madâ esbâb-ı ârızâ ve ahvâl-i mâniadan dahi mâsun ve mahfûzdur.

Pes bu makûleler rücüihtiyârî üzerine meftûr olup yol garîb iken vatana dönmüşlerdir. Hem merzûku’l-bidâye ve hem merzûku’n-nihâyetir. Eğerçi ki, ziyâde nâdir ise de Sehl bin Abdullah el-Tusteri ve Abdülkâdir-i Geylânî ve Muhyeddinü’l-Arabi kaddesallahü esrarehum ve embiyâ-yı azam {25} aleyhimî’s-selam dahi bu kabildendir.

Hususan bu sınıfın ekmeli bu zümrenin efdali hace-ı âlem ve dibâce-i nusha-ı vücûd-ı benî âdem sallallahü aleyhi vesellem onunçün otuz üç defa mirâc-ı ruhânî ve bir kere miraç-ı cismânî vâki olup müstevâ-yı arşa tek cesedle ve ondan alem-i terkîb ve tedbîrden müfârakat edip isrâ-ı bâsît ile hüviyet-i zâtiyye mertebesine dek terakkî bulmuş ve makdûr-ı beşerin gâyetine vûsul ile cümleden serefrâz olmuşdır.

Ve bu taife ezelen ve ebeden huzur ehlidir.

Zîra karargâhları makam-ı kalbdir. Kalb ise cennet-i âciledir. Cennetde ise zikir yoktur. Zîra zikir dardu’l gaflet manâsınadır. Ve bu manâ ise gaflet-i mûcibdir.

Pes gaflet olmayan yerde tard olmaz ve tard olmayan yerde dahi zikir olmaz. Belki huzûr-i mahz olur, deefhem cidden.

Mahkîdir ki, Şeyh Ali bin Sehl-i Isfahânî’ye rûz-i belâ hâtırında mıdır, diye süal eylemişler.

Cevabında, nice hatırımda olmaya, güyâ dünkü gün idi, demiş. Velakin Şeyhülislam Hâce Abdullah el –Ensârî kuddise sırruhu buyurmuşlar ki, bu sözde noksan vardır.

Zîra sûfî içün mâzî ve mustakbel yoktur. Ol güne henüz şeb gelmemiştir ve sûfî heman ol günde hâzırdır.

İkinci veche budur ki, bazı nüfûs-u fâzıla vardır ki, gerçi neşelerinde ahkâm-ı vücûb ahkâm-ı imkân üzerine gâlibdir. Velakin zâtlarında müstecin olan kemâlâtın zuhûru kesb ve teallüme mevkûfdur. İlâc-ı vûcûddâ kedd-i eyyâm-u leyâlî ederek bad-ı zaman maksûda vâsıl olurlar.

Bunlar mahrûmu’l bidâye ve mefzûku’n nihâyedir.

Fudayl-ı Iyâz ve Mâlik-i Dînâr ve İbrâhîm Edhem gibi, kadde-sallahü esrârühüm ve bu tâife

Ayet Metni
Meali
Sure ve Ayet
فاولئك يبد ل الله سيأ تهم حسنا ث
Çünkü Allah onların kötülüklerini iyiye çevirir
(Furkan 70)

dâiresindedir.

Tâife-i mütekaddeminin ahvâli isemahz-ı hâsenâtdır.

Üçüncü veche budur ki, nüfûs-ı zâyi’âya ahkâm-ı imkân ve kesret galebe-i külliye galebe edip

ار جعي hitâbın'dan mahrûm olmuşlardır ve cânib-i vücûb-ı vahdete yol bulamayıp berzah-ı vücûdda kalmişlardır.

Bunlar nisyân-ı kül ehlidir ve bunlar hakkında :

Kur’an’da gelir.

Ayet Metni
Meali
Sure ve Ayet
ومن كان فى هذه اعمى فهو فى الاخرة اعمى
Bu dünyada kör olan ahirette de kördür
(İSRA 72)

Bade-zâ hakk’a rücû eden nüfûs-ı mutmainne dahi irşâd yüzünden üç veche üzerinedir. Biri budur ki hak’dan bilâ-vâsıta ahz edip terbiye bulmuşlardır. Ve kimsenin sohbet-i rûhâniye veya cismâniyesine muhtâc olmamişlardır.

Bunlar {26} üveysî meşreblerdir ki, kibrit-i ahmer makûlesidir. Ve bu makama işaret edip hâce-i âlem sallallahu aleyhi vesellem buyurur;


METNİN ORJİNALİ
LATİNO TRANSKRİPTİ
TÜRKÇE TERCÜMESİ
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
" ان الله ادبنى فاحسن تأديبى
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
"Şüphesiz Allah beni terbiye etti de terbiyem güzel oldu ve bir hadîs de dahi gelir
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
METNİN ORJİNALİ
LATİNO TRANSKRİPTİ
TÜRKÇE TERCÜMESİ
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
"كنت يتيما فى الصغر وغريبا فى الكبر
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
"Küçüklüğümde yetimdim, büyüklüğümde garip
İNGİLİZCE TERCÜMESİ

ve bir dahi bi’l-vâsıta sohbet-i ruhâniye ile ahz etmişlerdir. Bunlar işrâkî meşreblerdir ki, nâdir dir.

Zîra taltî-i rûh ve isti’dâd-ı gavîye muhtaçdır. Ve biri dahi bi’l vâsita sohbet-i cismâniye ile ahz etmişlerdir ki, bunlar kesret üzerinedir.

Nitekim Hz. Mevlânâ kuddise sırrıhu Şems-i Tebrîzî dâme şemsuhu, sohbetine dâhil ve şeyh-i kebîr yanî Satrettinül Konevî şerehallahü sudûr u mu’tekadihî, Şeyh-i Ekber kuddise sırruhu’l-ather meclisine vâsıl olup terbiyeler bulmuşlardır. Ve alâ hazâ, ekser-i ehl-i sülûk bu dâirededir.

Zîra sohbet-i cismâniye yüzünden istifâde âsândır ve onlara ki, bî-sohbet ve mücâhede feth ve mükâşefe hâsıl olmuşdur. Ve bunların ekseri hallerin hazm edemeyip şerbet-i cünûn içmişler ve divânelik zincirine geçmişlerdir.

Pes, herhalde hak’dan bi’z-zât veya bi’l-vâsıta te’yid ve inâyet lâzımdır ve illâ gâyeti ya ilhâd u zendaka veya cünûndur.

Li-muharririhi;

Rehzen-i sâlik Hak’dır zinhâr  ::Hemdem-i ehl-i fünûn olma sakın
Dahil-i sohbet-i âkil ola gör  ::Silsile-i bend-i cünûn olma sakın
Advertisement