Yenişehir Wiki
Register
Advertisement
  • Arapça karakterlerin görüldüğü pdf formatı için : tıklayınız
Dosya:30-Rum.pdf
ROMEİKA_(Rumca)_ÖĞRENİYORUM_(1.BÖLÜM)._(Μαθαίνω_Ρομέικα,_Я_учусь_Ромейке,_Ich_lerne_Romeika)...

ROMEİKA (Rumca) ÖĞRENİYORUM (1.BÖLÜM). (Μαθαίνω Ρομέικα, Я учусь Ромейке, Ich lerne Romeika)...

RUMEYKA veya ROMEİKA (Rumca) ÖĞRENİYORUM (1.BÖLÜM)

Bakınız

Şablon:Rumbakınız - d {{Rumbakınız}}


Wikipedia-logo-tr
Vikipedi'den Rum Suresi/Elmalı Orijinal ile ilgili bir şeyler var

Bizans-Sasani savaşları (602-628) [1] Ninova Savaşı'nda Göktürk devleti Bizans ile koalisyon içerisinde. Muhtemelen bazı Hristiyan Türklerin kaynağı bunilişkiler olabilir.Gagavuz ya da gök oğuzlar ya da kalk oğuzlar gibi.
Rum .روم Rûm Roum/ Urum . EngOrm or Orum. أورم . Urum erenleri geldi Rum diyarına Farsça Urum getirdim demek. Urumiye Urmia or Orumiyeh (Persian: ارومیه‎, pronounced [oɾumiˈje] (listen); Azerbaijani: اورمیه و‎, romanized: Urmiya, Kurdish: Ûrmiyê ,ورمێ‎; Syriac: ܐܘܪܡܝܐ‎, romanized: Urmia, Turkish: Urmiye) Fakat Urumiye Başkonsolosu var. Urum language . Urumca. Urum lisanı .The Rum Diary (novel) Rum Ortadoks Kilisesi . كنيسة الروم الملكيين الكاثوليك. Mersin Rum Ortadoks Kilisesi Cemaati Arap olmasına rağmen Rumca ibadet ettiklerinden denilmektedir. 1970 lere kadar böyle rumca ibadet ettiler. أم المهاجر الرومية روم (تجويد) اختلاس وروم أتراك عثمانيون
ضاية رومي Rum (Arabic pronunciation: ˈruːmˤ; singular Rûmi), also transliterated as Roum (in Arabic الرُّومُ ar-Rūm; in Persian and Ottoman Turkish روم Rûm; in Turkish: Rum Türkçe ve Rumca müşterek kelimeler .وادي رم . دولة سلاجقة الروم Roum . Roumi Rumiyat غجر ويسموا انفسهم روم أو رومني. لغة رومنية أو لغة الغجر الرسمية. كنيسة الروم الكاثوليك. أم رومان بنت عامر الكنانية زوجة أبي بكر الصديق وأم عائشة زوجة النبي محمد. * روم (شراب) * سورة الروم. * روم (أوهايو). * روم (تكساس). * روم (شعب). * الأروام، وأحدهم رومي، نسبة إلى رومية. * سلاجقة الروم وهم من سلالة تركية حكمت بلاد الأناضول. * بلدة روم (جزين) اللبنانية وهي قرية بقضاء جزين في محافظة الجنوب. * عناصر الأمن القومي (قسم روم). * سي دي-روم (قرص مضغوط). * إرنست روم، كان ضابطاً في الجيش الألماني الإمبراطوري. * روم سيرفس. * أبرشية دمشق للروم الملكيين الكاثوليك. * سلالة جوليو كلاوديان الحاكمة (التصنيف أباطرة الروم). * الأتراك العثمانيون كان يقال لهم الروم، وفقاً للمؤرخ ابن بشر وغيره من المؤرخين في زمانه.[1] * الاختلاس والرَّوم عند القراء، تخفيف الضمة أو الكسرة إلى ثلثها عند الوقف وثلثيها عند الوصل. * الرَّوم، هو الإتيان بثلثي الحركة بصوت خفي بحيث يسمعه القريب دون البعيد * شحمة الأذن أو الرَّوْمُ (Lobulus auriculae)، هي الجزء السفلي من الأذن الخارجية. * جلال الدين الرومي. * لحم الديك الرومي. * جبن رومي. * الفن الرومي القديم (فسيفساء رومانية). * ضاية رومي. * أم المهاجر الرومية. * لغة رومية (لاتينية). * نساء الحضارة الرومية. * وهب رومية. * نرجس الرومية (نرجس والدة المهدي). * ماجدة الرومي. * لفظ مقلوب (قسم رومية). * دجاجيات هجينة (قسم تهجين الدجاج والديك الرومي). * الروميات Bahr-i Rum Akdeniz Bahr-i Pontus Karadeniz أورم الجوز نرجس والدة المهدي زوجة الحسن العسكري الإمام الحادي عشر وأم الإمام الثاني عشر والأخير وهي كانت من أحفاد قياصرة الروم ثم كتب الهادي رسالة باللغة الرومية وطبعَ عليه خاتمه وأرسلها بيد أحد خاصته وحمّله ثمناً كي يشتريها ووصف له الفتاة والمكان. "أورم الجوز" على المَسلَّة المصرية حيث جرت فيها حرب كبيرة بين فرعون مصر "نارام سين" وبين "الحثيين"». وقد ذُكِر في شرح القاموس "المحيط": «وفي "أورم الجوز"
Rum Suresi - Rum Suresi/1-10 - Rum Suresi/11-19 -Rum Suresi - Rum Suresi/Elmalı Orijinal - Rum Suresi/1-10 - Rum Suresi/Elmalı Orijinal *Arapça karakterlerin görüldüğü pdf formatı için : tıklayınız  :Dosya:30-Rum.pdf
Eşrefoğlu Rumi
Rumi Takvim
Roma - Roman - Romen - Romanya - Romenya
Urum - Ur - Urmak - Urumeli - Urumi

Urumiye - أورميه. Urumçi - Urumluk - Urumcuk
Urum erenleri geldi Rum diyarına - Hacı Bektaşı Veli
roum
Rumenia - Romania - Romanya)- Romenia (Romenya) - Meriç nehri doğu ve batı yakasına verilen ad.
Türkçe ve Rumca müşterek kelimeler
Rumca - Rumeyka - Greekçe - Helence - Elence - Elenika - Yunanca
Rumeli - Rumia Polanya'da bir şehir - Rum Ortodoks Kilisesi
Urumca; Urumlar tarafından konuşulan bir dil Urum; Vikimedya anlam ayrımı sayfası Urum (hill); hill in Kenya, Urum (river); river in Russia Urum-Basjy; Wikimedia anlam ayrımı sayfası `Urum; place in Hadhramaut, Yemen Gryon urum; species of insect Ivan Kiroff Urumoff; Bulgarian botanist (1856–1937) Urum Dere; river in Bulgaria Urum al-Sughra; village in Syria
The "Byzantines" referred to themselves as Rhomaioi to retain both their Roman citizenship and their ancient Hellenic heritage. In fact, the overwhelming majority of the "Byzantines" themselves were also very conscious of their uninterrupted continuity with the ancient Greeks. Even though the ancient Greeks were not Christians, the "Byzantines" still regarded them as their ancestors. A common substitute for the term Hellene, other than Rhomaios, was the term Graikos (Γραικός), a term that was used often by the "Byzantines" (along with Rhomaios) for ethnic self-identification. Evidence of the use of the term Graikos can be found in the works of Priscus, a historian of the 5th century AD. He stated in one of his accounts that on an unofficial embassy to Attila the Hun, he had met at Attila's court someone who dressed like a Scythian but spoke Greek. When Priskos asked the person where he had learned the language, the man smiled and said that he was a Graekos by birth. Many other "Byzantine" authors speak of the Empire's natives as Greeks [Graikoi] or Hellenes such as Constantine Porphyrogennitos of the 10th century. His accounts discuss about the revolt of a Slavic tribe in the district of Patras in the Peloponnese. Constantine states that the Slavs who revolted first proceeded to sack the dwellings of their neighbors, the Greeks (ton Graikon) and then moved against the inhabitants of the city of Patras. Overall, ancient Hellenic continuity was evident throughout the history of the Eastern Roman Empire. The "Byzantines" were not merely a general Orthodox Christian populace that referred to themselves as merely "Romans". They used the term for legal and administrative purposes, but other terms were used to distinguish themselves ethnically. In short, the Greek inhabitants of the Eastern Roman Empire were very conscious of their ancient Hellenic heritage and could preserve their identity while they adapted to the changes that the world was undergoing.
ar أورم الصغرى en Urum al-Sughra fa اورم الصغری pl Urum as-Sughra
أورم الكبرى ar ناحية أورم الكبرى en Urum al-Kubrah Subdistrict fa ناحیه اورم الکبری hr Urum al-Kubrah (nahija) hyՈւրում ալ-Քուբրայի շրջան nlNahiya Urum al-Kubrah
Suheyb-i Rumi
Şablon:Rum - Şablon:Rumca -
Şablon:Rumbakınız - Şablon:Rumcabakınz

Sh:»3793[]

RÛM

sûretu-r rûmî

  • Mekkiyyedir.
  • Âyetleri - altmış.
  • Kelimeleri - sekiz yüz on dokuz.
  • Harfleri - Üç bin beş yüz on dört.
  • Fasılası - vav- nun- mim- harfleridir

Evvelki sûrede mu'cize istiyenlerden bahsile « ve kâlû lev lê unzile aleyhi êyêtün min rabbihî kul inneme-l êyêtü ındallâhi, evelem yekfîhim ennê enzelnê aleyke-l kitâbe yutlê aleyhim » buyurulmuş, ve mücahede ve ihsan ile hatmolunmuştu. Bu Sûrede de Kur'anın her türlü mu'cizeye kifayeti anlatılmak için gaybdan haber vererek kat'î mu'cize olduğu fi'len tebeyyün etmiş bir âyet ile başlanıp âyâti ilâhiyye tafsıl olunacaktır. Şöyle ki:

Bismillahirrahmanirrahim

1: Elif lâm mîm.2: Gulibetir rûm(rûmu).3: Fî ednel ardı ve hum min ba’di galebihim se yaglibûn(yaglibûne).4: Fî bıd’ı sinîn(sinîne), lillâhil emru min kablu ve min ba’d(ba’du), ve yevme izin yefrahul mu’minûn(mu’minûne)5: Bi nasrillâh(nasrillâhi), yansuru men yeşâ’(yeşâu), ve huvel azîzur rahîm(rahîmu).6: Va’dallâh(va’dallâhi), lâ yuhlifullâhu va’dehu ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).

Sh:»3794[]

7: Ya’lemûne zâhiren minel hayâtid dunyâ, ve hum anil âhıreti hum gâfilûn(gâfilûne).8: E ve lem yetefekkerû fî enfusihim, mâ halakallâhus semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ illâ bil hakkı ve ecelin musemmâ(musemmen) ve inne kesîran minen nâsi bi likâi rabbihim le kâfirûn(kâfirûne).9: E ve lem yesîrû fîl ardı fe yenzurû keyfe kâne âkıbetullezîne min kablihim, kânû eşedde minhum kuvveten, ve esârûl arda ve amerûhâ eksera mimmâ amerûhâ ve câethum rusuluhum bil beyyinât(beyyinâti), fe mâ kânallâhu li yazlimehum ve lâkin kânû enfusehum yazlimûn(yazlimûne).10: Summe kâne âkıbetellezîne esâus sûâ en kezzebû bi âyâtillâhi ve kânû bihâ yestehziûn(yestehziûne).

Meali Şerifi

elif lâ mîm 1 Rum mağlûb oldu 2 Arzın yakınında, maamafih onlar bu mağlûbiyyetlerinin arkasından bir kaç sene içinde muhakkak galebe edecekler 3 Önünde de sonunda da emir Allahın, ve o gün mü'minler Allahın nusretiyle ferahlanacaklar 4 o kimi

Sh:»3795[]

dilerse muzaffer kılar ve azîz odur, rahîm o 5 Allahın va'di bu, Allah, va'dine hulf etmez ve lâkin nasın ekserisi bilmezler 6 Bir zâhir bilirler Dünya hayattan, Âhıretten ise hep gafildirler 7 Nefislerînde bir düşünmediler de mi? Allah o Gökleri ve Yeri ve ikisinin arasındakileri başka değil, ancak hak sebeb ve müsemmâ bir ecel ile halk buyurmuştur, bununla beraber doğrusu insanlardan bir çoğu rablarının likasına kâfirdirler 8 Ya Yer yüzünde gezib bir bakmadılar da mı? Nasıl olmuş akıbeti kendilerinden evvelkilerin? Kuvvetçe kendilerinden daha şiddetli idiler, Arzı aktarmışlar ve onu kendilerinin ı'marından ziyade ı'mar etmişlerdi, Peygamberleri de onlara beyyinat ile gelmişlerdi, demek Allah onlara zulmetmiyordu velâkin kendileri nefislerine zulmediyorlardı 9 Sonra o fenalık yapanların akıbeti en fenası oldu, çünkü Allahın âyetlerini tekzib ettiler ve onlarla eğleniyorlardı 10

1.elif lâm mîm Allahü a'lem: Kur'anın ma'nâsındaki mu'cize olan âyâttan evvel nazmındaki ı'cazı ifade eden ilâhî sirre işarettir. Sûrei «Bakare» de de geçtiği üzere «elif», boğazın en içinden: bâtından «lâm», dilden: berzahtan, «mîm» dudağın en kenarından zâhirden çıktığı için bu üç harf mahreclerin usulünü teşkil eden üç mahrecten çıkan bütün harflerin bir nazmı bedii'ni iş'ar eder.

2.<ğulibetu-r rûmi> Rum mağlûb oldu - bi'seti seniyye sıralarında şarkî Roma ile İran, Dünyanın en büyük iki Devleti idiler. Hindli Süleyman Nedevî Efendinin asrı saadet tarihinde tahrir ettiği üzere bi'setin beşinci, ya'ni Milâdın altı yüz on üçüncü senelerinde bu iki komşu ve rakîb Devlet birbirleriyle kanlı bir muharebeye girişmişlerdi. İran ikinci Husrevin, Rum Hiraklin tahti hukmünde idi. Hududları Dicle ve Furat nehirleri üzerinde birbirine temass ediyordu. Filestın, Suriyye, Mısır ile Irakın bir kısmı ve

Sh:»3796[]

küçük Asya (Anadolu) Rumlara tabi' idi. İranlılar Rumlara iki taraftan hücum ettiler, Dicle ve Furat üzerinde « ........... » Suriyyeye, Azerbaycan ve Ermenistan tarafından küçük Asyaya tearruz ettiler. İran orduları Rum kuvvetlerini her iki cebheden geri atarak denize dökünciye kadar ta'kıb etmiş, Suriyyedeki bütün mukaddes şehirleri zabteylemiş, Mîlâdın 614 üncü senesinde bütün Filestıni ve Kudsi şerifi istîlâ etmişti. Bu istîlâ esnasında bütün kiliseler yıkılmış, bütün dinî mebanî tahrib ve telvis edilmişti, İranlılara iltihak eden yirmi altı bin Yehûdî altmış binden fazla Hıristiyanı kılıçtan geçirmişlerdi. İran Kisrasının kasrı otuz bin maktulün kafa tasıyle donatılmıştı. Bu istîlâ tufanı burada durmıyarak Mısrı da basmış, Mîlâdın 616 ıncı senesinde İranlılar bir taraftan Nil vadîsini işgal ve İskenderiyyeye muvasalet, diğer taraftan bütün Anadoluyu istîlâ ederek İstanbulun Boğaziçi sahillerine kadar gelmişler, şarkî Roma imparatorluğunun payitahtı olan Kostantıniye (İstanbul) şehrinin karşısında görünmüşler, saltanatlarını Irak, Suriyye, Filestın, Mısır ve Anadoluya teşmil etmişlerdi. İranlılar girdikleri her yerde âteşgeler vücude getiriyorlar ve bu suretle Hıristiyanlığın çıktığı yerlerde âteşperestlik neşrediyorlardı. Şarkî Roma imparatorluğunun bu hezîmeti karşısında kendisine tabi' bulunan bir çok vilâyetler ısyan etmiş Afrikadaki ülkeler Avrupa tarafındaki vilâyetler, hattâ İstanbula mücavir şehirler bu Devletin hakimiyyetinden çıkmak istemişler ve çıkmışlardı. Elhasıl Şarkî Roma İmparatorluğu târmâr olmuş, haki helâke serilmişti.

Romalıların bu mağlubiyyeti haberi Mekkeye vasıl olduğu zaman müşrikler ferahlamış ve müslimanlara karşı şematet yapmışlardı: siz ve Nesârâ ehli kitabsınız, biz ve Faris ümmîyiz, bizim ıhvanımız sizin ıhvanınızı tepelediler biz de sizi tepeleriz» demişlerdi. Bunun üzerine bir mu'cizei

Sh:»3797[]

Muhammediyye olmak üzere bu âyet nâzil olup buyuruldu ki: gerçi Rum mağlûb oldu

3.< fî edne-l arzı> Arzın en yakınında - Mekke arzının, ya'ni Arabistanın en yakınında: Şamda yâhud Rum payitahtının pek yakınında ya'ni Anadoluda İstanbul civarında demek olabilir ki ikisi de doğrudur. O sırada Rum İmparatorluğu öyle perişan olmuştu ki dahilî ısyanlarla Devlet inhilâle uğramış, ordusu dağılmış, hazînesi boşalmış, İmparator Hirakl İstanbulu terk ederek Kartacaya kaçmağı bile kurmuştu. İranlıların galib kumandanları zaferin verdiği sermestî ile şusulhu teklif etmişler: İmparator, İranîler tarafından istenecek her şey'i verecektir. Ezcümle bin yük altın, bin yük gümüş, bin yük ipek, bin at, bin kadın teslim edecektir. Rum İmparatorluğu bütün bu zilletâver şeraiti kabul etmiş, bu esaslar üzerinde sulhu imzalıyacak murahhaslar göndermişlerdi.

Bu murahhaslar İranlıların nezdine vardıkları zaman Husrev şu sözleri de söylemiş: bu kâfi değildir. Bizzat İmparator Hirakl karşıma zincirler içinde gelerek maslûb ilâhına bedel ateş ve Güneşe tapmalıdır. İşte o mağlûbiyyet, böyle bir mağlûbiyyet idi. Böyle bir izmihlâl için de Romalıların bir kaç sene zarfında canlanıp yeniden galib geleceklerine kat'ıyyetle hukmetmek şöyle dursun ihtimal vermek bile âdeten akılların havsalasına sığacak bir şey değil idi. Fakat böyle bir hengâmda Allah tealâ Resulüne gaibden şu haberi bildiriyordu: <ve hüm min ba'di ğalebihim> maamafih onlar bu mağlûbiyyetlerinin arkasından <seya'libûne> kat'ıyyen galebe edecekler - hem uzak değil

4.<fî bıd'ı sinîn> bıd'ı sinîn içinde: ya'ni bir kaç sene zarfında - ki bidı' üçten dokuza kadardır. Netekim bu âyet nâzil olunca Hazreti Ebi Bekir radıyallahü anh o sevinen müşriklere

Sh:»3798[]

şöyle demişti: Allah sizin gözlerinizi aydınlatmıyacak, Peygamberimiz haber verdi. vallâhi Rumlar bıd'ı sinîn içinde Farislere mutlak galebe edecekler. Buna karşı Übeyy ibni Half «yalan söylüyorsun, haydi aramızda bir müddet ta'yin et seninle bahse girelim» dedi ve tarafeynden on deve üzerine bahse girişip üç sene müddet ta'yin ettiler, Ebû Bekir keyfiyyeti Resulullaha haber verdi, Resulullah sallallahü aleyhi vesellem «bıdı', üçten dokuza kadardır. Hatarı artır, müddeti uzat» buyurdu, bunun üzerine Ebû Bekir çıktı, Übeyye rast gelince o, galiba peşiman oldun dedi, hayır dedi, gel seninle bahsi artıralım, müddeti de uzatalım, haydi dokuz seneye kadar yüz deve yap, o da haydi yaptım dedi. Tirmizînin sahîhinde rivayet ettiği üzere «Bedr» günü Rumlar Fürslere galib geldiler, Ebû Bekir de sonra onu Übeyyin veresesinden aldı, Peygambere götürdü, aleyhıssalâtü vesselâm da ona bunu tesadduk et buyurdu.

<lillâhi-l emru min kablu ve min ba'du> Önünden de sonundan da emir Allahın - ya'ni Rumlar galib gelecekler diye ondan sonra Dünyada emr-ü irade, huküm ve kumanda Rumların olacak zannedilmesin, onlar galebe etmezden evvel emir, ne onların ne İyranîlerin olmayıp Allahın olduğu gibi onların galebesinden sonra yine Allahındır. O önce onları mağlûb ettiği gibi sonra da eder. <ve yevmeizin> Hem de o gün - ya'ni Rumların Fürse galib geleceği gün <yefrahu-l mu'minûne> mü'minler ferahlanacak

5.<bi nasrillâhi> Allahın nusratiyle - ya'ni ötede Rumlar İyranîlere galib gelirken aynı zamanda beriden müslimanlar da Allahın nusratiyle müşriklere karşı muzaffer olacaklar ve yalnız Rumların galebesiyle değil, Allahın bilhassa kendilerini muzaffer kılan nusratiyle sevinecekler, mü'minlere bu suretle va'd olunan bu nusrat, bu ferah

Sh:»3799[]

«Bedr» muzafferiyyetidir. Netekim tefsiri Taberîde « ve huve nusratu-l mu'minîne ale-l müşrikîne bi bedrin » demiştir. Fil'vaki' Tirmizînin rivayeti vechile Rumların Fürslere galebesi «Bedr» günü olmuştur. Fakat galebenin tafsılâtiyle tebeyyünü Hudeybiyye sıralarında ma'lûm olabildiği ve Hazreti Ebi Bekir de develeri übeyyin kendisinden değil, sonra veresesinden aldığı cihetle ba'zıları bu ferah gününü Hudeybiyye günü sanmışlardır. Hindli Süleyman Nedevî Efendi asri saadet tarihinde bunu şöyle tesbit etmiş: «Resuli ekremin işareti mucebince dokuz sene sonra bu ıhbarı nebevî tehakkuk etmiş ve onun tehakkuku «Bedr» zaferinin ihrazına tesadüf etmiştir. « müstedrek ve tirmizi » Ba'zılarına göre bu haber, hicretin altıncı senesinde Hudeybiyye musalehası esnasında tehakkuk etmiştir. Lâkin bu doğru değildir. Bu sui tefehhümün sebebi şudur: sahîhi Buharînin beyanına nazaran Hazreti Peygamberin Hirakle gönderdiği nâmeyi hamil elçi Suriyyeye muvasalet ettiği zaman Hirakl zaferini tes'id ediyordu. Bu elçi Hudeybiyye muselehası sıralarında gönderildiği için bir çokları Hiraklin o sıralarda zafer ihraz ettiğini zannetmişler. Halbuki: Hirakl zaferi çoktan kazanmış ve onu tes'id için Suriyyeye gelmiş bulunuyordu. Roma takvimine göre: bi'seti Muhammediyye altı yüz dokuz senesinde vuku' bulmuş, şarkî Roma ile İyran arasındaki muhasamat altı yüz onda başlamış on üç ile on dört seneleri harb içinde geçmiş altı yüz on altıda Romalılar mağlûb olmuşlar, altı yüz yirmi ikide mukabil harekete geçmişler, altı yüz yirmi üçte galebeye başlıyarak altı yüz yirmi beşte kat'î zaferi ihraz etmişlerdir. Mağlûbiyyetin başlangıciyle galibiyyetin başlangıcı arasında dokuz sene geçmiş olduğu gibi kat'î mağlûbiyyetle kat'î galibiyyet arasındaki müddet de dokuz seneden ıbaret bulunuyor.

«Hicreti seniyye bı'setin on üçüncü senesi olduğu için altı yüz yirmi üç hicretin ikinci senesine müsadif olmuş olur ki «Bedr» de o senedir. Demek ki Rumlar mağlûbiyyetlerinin

Sh:»3800[]

yedinci, harbin ikinci senesi galebeye başlamışlar ve onlar galebe etmeğe başladığı sıra müslimanlar da «Bedr» günü müşriklere galib gelerek ferahlanmışlar. Bununla beraber harb iki sene daha devam etmiş, bu müddette Rumlar İranîlerin işgal ettikleri bütün vilayetleri kurtararak düşmanlarını Dicle ve Furatın gerilerine atmışlardır. Bu suretle tam dokuz sene ve üç sene nihayetinde kat'î galebe tamam olarak « seya'libûne fî bıd'ı sinîn » haberi her vechile tehakkuk etmiştir. Şu halde bundan dokuz sene evvel, ya'ni hicretten yedi sene mukaddem bı'setin yedinci senesi Kur'an bu haberi verirken sarahaten dokuz sene de demeyip «bıd'ı sinîn » diye bir nevi ibham ile ifade etmesinde de vakıa mutabakat noktai nazarından derin ve şümullü bir belâğat ve cem'ıyyet varmış. Çünkü bıd'ı sinîn demekle hem galebe müddeti olan üç seneye, hem mağlûbiyyet sonundan «bedr » e müsadif ilk galebeye kadar olan yedi seneye hem de kat'î galebe müddeti olan dokuz seneye muntabık olabilecek bir işaret vermiş bulunuyor ki bunlardan birisi tasrih olunsa idi vak'anın bütün safahatı gösterilmiş olmaz ve binaenaleyh bu cem'ıyyetli tarzı ı'caz bulunmazdı. Bir de bu beyandan asıl maksad, Rumların galebesinden ziyade mü'minlerin nusrati ilâhiyye ile ferahlanacakları günün tarihini tesbit etmek olduğuna işaret edilmiş oluyor. Zira bıd'ı sinîn mübhem olmakla beraber galebe vukuuna merbut olan « yevmeizin » muayyendir. Bu cihetle âyetin bu ferah gününü gösteren mu'cizesi Rum galebesini haber veren mu'cizesinden daha şanlıdır.

Böyle iken bir çoklarının bundan zühûl etmeleri ne kadar şayanı eseftir. Evet, buyuruluyor ki «Rum mağlûbiyyetlerinin arkasından bıd'ı sinîn içinde galebe edecekler, önünde de sonunda da emir Allahın ve onlar galebe ettikleri sıra mü'minler de Allahın nusratiyle ferahlanacaklar» bu nasıl olur? demeyin <yensuru men yeşêu> o kimi

Sh:»3801[]

dilerse mansur eder - dilediğini muzaffer kılar. Ya'ni onun nusrati esbaba muhtac değil, esbab onun iradesine bağlıdır. Dün Fürsleri galib kılmış iken yarın Rumları galib kılar. Bir de bakarsın hiç ümid edilmedik bir zamanda tutan hiç bir kuvvetleri yok zannedilen mü'minleri hepsine karşı mansur ve muzaffer eder. ��ë ç¢ì  aۤȠŒ©íŒ¢ aÛŠ£ y©îᢛ� ve azîz o rahîm o - hiç mağlûb olmak ihtimali olmıyan ızzet sahibi ancak odur. Yegâne rahmet edecek olan da odur. Onun için de bir zaman olur mağlûbları galib kılar, mü'minleri nihayet zafere irdirir.

6.��ë Ç¤†  aÛÜ£¨é¡6›� Allah va'di - bu zikrolunan galebe ve nusrat öyle bir va'ddir ki onu Allah tealâ va'd buyurdu. ��Û bí¢‚¤Ü¡Ñ¢ aÛÜ£¨é¢ ë Ç¤† ê¢›� Allah, va'dine hulfetmez - binaenaleyh bunlar behemehal tehakkuk edecektir. Burada açık olarak iki va'd var. Birisi Rumların mağlûbiyyetlerinden sonra galib gelecekleri, birisi de mü'minlerin nusrat ile ferahlatacaklarıdır. Bu iki va'd çok geçmeden tehakkuk etti, Ebû Bekir bahsi kazandı. Bu suretle bunun nübüvveti Muhammediyyeyi isbat eden ilâhî bir âyet, bir mu'cize olduğu tebeyyün eyledi. Bu yüzden bir çoklarına hidayet yetişti müsliman oldular. Nüzulü daha mukaddem iken bu suretle mu'cizeliğinin tehakkuk ve tebeyyünü muahhar olmak hasebiyle tertibde obir Sûreden sonraya konuldu. Orada « ��Û ì¤Û b¬ a¢ã¤Œ¡4  Ç Ü î¤é¡ a¨í bp¥ ß¡å¤ ‰ 2£¡é©6� » diye mu'cize istiyenlere karşı « ��a ë  ۠ᤠí Ø¤1¡è¡á¤ a ã£ b¬ a ã¤Œ Û¤ä b Ç Ü î¤Ù  aۤءn bl  í¢n¤Ü¨ó Ç Ü î¤è¡á¤6 a¡æ£  Ï©ó ‡¨Û¡Ù  Û Š y¤à ò¦ ë ‡¡×¤Š¨ô Û¡Ô ì¤â§ í¢ìª¤ß¡ä¢ìæ ;� » buyurulmakla buna işaret de olunmuştu. Maamafih bu iki açık va'd arasında « ��Û¡Ü£¨é¡ aÛ¤b ß¤Š¢ ß¡å¤ Ó j¤3¢ ë ß¡å¤ 2 È¤†¢6� » ile anlatılan diğer bir va'd daha vardır ki Rumların İranlılara galib olduktan sonra ileride müslimanlara mağlûb olacaklarına işaret eder. Netekim baştaki « ��ˢܡj o¡� » ma'lûm « �� ,î Ì¤Ü¡j¢ìæ =� » meçhul sıgasıyle okunduğu takdirde Ebû Saidi Hudrî ve sâireden rivayet edilen kıraeti şazze vechile «Rum

Sh:»3802[]

galib geldi fakat onlar bu galebelerinden sonra ileride mağlûb olacaklar» diye doğrudan doğru bu ma'nâ tasrih edilmiş olur. Bu ise evvelkilerden daha uzak ve istikbale âid olmak ı'tibariyle daha mühim olan bir mu'cizedir. Fakat obirleri gibi Peygamberin zamanında zâhir olmayıp sonra tehakkuk edeceğinden âyette işaret ile gösterilip tarafı risaletten beyan buyurulmuştur. Filvakı' İranlılara galib gelen Hiraklin kendi hayatında Rum orduları Hazreti Ebi Bekrin zamanı hılâfetindeki Yermûk muharebesinde ı'tibaren İslâm mücahidleri karşısında mağlûb olmıya başlıyarak Hazreti Ömer zamanındaki futuhı Şamdan tâ İstanbulun fethine kadar devam etmiş ve bu suretle bu mu'cize dahi temamen tehakkuk ve tebeyyün eylemiştir.

Bir de Ebû Hayyan Bahri muhıt nam tafsirinde şunu kaydetmiştir: şeyh üstaz Ebû Ca'fer İbnizzübeyr hikâye ederdi ki Ebülhakem ibni Berrecan müslimanların beyti makdisi fethedeceklerini « ����a۬ᬮ ˢܡj o¡ aÛŠ£¢ëâ¢= g aÛó g 2¡š¤É¡ ¡ä©îå 6� » kavli ilâhîsinden zaman ve günü muayyen olarak istihrac etmiş idi. Ve İbni Berrecan kendisi feth için ta'yin ettiği vakıttan evvel vefat eyledi, vefatından bir zaman sonra da müslimanlar onun ta'yin ettiği vaktıtta Kudsü feth ettiler. Müşarün'ileyh Ebû Ca'fer işbu Ebülhakem ibni Berrecanın

Sh:»3803[]

kitabullahdan istihrac ederek mugayyebata dair bir takım şeylere muttali' olduğuna ı'tikad ederdi �açg�. Muhyiddîni arabî, dahi işbu Kudüs fethi hakkındaki istihracdan bahs etmiştir. Demek olur ki âyette ancak ricalullaha münkeşif olan daha diğer iymalar da vardır.

Alusî tesirinde de der ki: Muhyiddini arabî, ırakî ve sâire gibi arifînin Kur'anı kerimden mugayyebat istihrac ettikleri meşhurdur. Bu bir takım kavaıdi hisabiyye ve a'mali harfiyye üzerine mebnîdir ki onlara dair seleften bir şey varid olmamıştır. Hazreti Ali kerremallahü vechehuye «Resulullah size başkalarından ketmeylediği bir sir söyledi mi?» diye sorulmuştu, dedi ki hayır ancak Allah tealânın bir kuluna kitabında bir anlayış vermiş olması müstesna. ��ë Û¨Ø¡å£  a ×¤r Š  aÛ䣠b¡ Û bí È¤Ü à¢ìæ ›� Ve lâkin nasın ekserîsi bilmezler. - Ya'ni bunların Allah va'di olduğunu ve Allahın va'di muhakkak vaki' olacağını bilmezler. 7. ��í È¤Ü à¢ìæ  Ã bç¡Š¦a ß¡å  aÛ¤z î¨ìñ¡ aÛ†£¢ã¤î b7›� Sâde Dünya hayattan bir zâhir bilirler - bu gün kim galib gelir, ne yüze çıkarsa ona bakar, onu bilirler ��ë ç¢á¤ Ç å¡ aÛ¤b¨¡Š ñ¡ ç¢á¤ Ë bÏ¡Ü¢ìæ ›� Âhıretten ise hep gafildir onlar - bu Dünyanın sonu nereye varacağını düşünmez ilerisi ne olacağının farkında olmazlar. 8. ��a ë  ۠ᤠí n 1 Ø£ Š¢ëa Ϭ©ó a ã¤1¢Ž¡è¡á¤®›� Ye nefislerinde bir düşünmediler de mi? - Ya'ni neye ilerisini düşünmüyorlar? Bu Dünya hayatın muvakkat olduğuna ve bunun bir sonu, hak ve sâbit bir Âhıreti bulunduğuna bütün Semavât-ü Arz delâlet edip dururken kendi kendilerine vicdanlarında ve Yâhud kendi nefisleri hakkında neye bir düşünüp de bilmiyorlar ki ��ß b  Ü Õ  aÛÜ£¨é¢ aێ£ à¨ì ap¡ ë aÛ¤b ‰¤ž  ë ß b 2 î¤ä è¢à b¬›� Allah o Gökleri ve Yeri ve ikisinin aralarındakileri

Sh:»3804[]

başka türlü değil ��a¡Û£ b 2¡bÛ¤z Õ£¡›� ancak hakk ile ��ë a u 3§ ߢŽ à£¦ó6›� ve müsemmâ bir ecel, - ya'ni muayyen bir müddet ile yaratmıştır - ya'ni aşağıda ve yukarıda ve bütün bunların aralarında bulunan kâinattan hepsinin bir ömrü, muayyen bir müddet ile bir eceli, bir sonu vardır. Bununla beraber hiç biri boşuna yaradılmamış, her biri sâbit ve bâkıy bir hakka delâlet etmek üzere bir vechi hak, bir hikmeti hakk ile yaradılmıştır.

Onun için hepsi « ��×¢3£¢ ‘ ó¤õ§ ç bÛ¡Ù¥ a¡Û£ b ë u¤è é¢6� » mantukunca bu Dünyanın fâni olup sonunda hakkın huzuruna gidilen bir Âhıret bulunduğunu anlatmaktadır. ��ë a¡æ£  × r©îŠ¦a ß¡å  aÛ䣠b¡ 2¡Ü¡Ô b¬ôª¡ ‰ 2£¡è¡á¤ Û Ø bÏ¡Š¢ëæ ›� Bununla beraber insanlardan bir çoğu her halde rablarının likasına kâfirdirler - ya'ni bir çokları yalnız Âhıretten, tefekkürden gaflet ile kalmazlar da kendilerini yaradıp yetiştiren hakkın huzuruna gidilip mükâfat ve mücazata irileceğini kat'ıyyen inkâr dahi ederler. Ya Dünyayı ebedî imiş gibi farz ederler, yâhud da bütün hılkat, hikmetsiz, gayesiz, bâtıl imiş gibi her şey'in fânî olup sonunda boşa gittiğini ve binaenaleyh insanın sonu da bir ölümle hiç olup bittiğini iddia ederler, rablarının cemal-ü celâline irmeği tanımaz küfrederler.

9.��a ë Û á¤ í Ž©,ëa Ï¡ó aÛ¤b ‰¤ž¡›� Ye o Arzda bir gezmediler mi? - O kâfirler ��Ï î ä¤Ä¢Š¢ëa›� bir gezip de baksalar a ��× î¤Ñ  × bæ  Ç bÓ¡j ò¢ aÛ£ ˆ©íå  ß¡å¤ Ó j¤Ü¡è¡á¤6›� nasıl olmuş akıbeti o kendilerinden evvelkilerin - kendilerinden evvel küfreden Ad, Semûd gibi munkarız olmuş kavmlerin? ��× bã¢ì¬a a ‘ †£  ß¡ä¤è¢á¤ Ӣ죠ñ¦›� Onlar kuvvetçe kendilerinden daha şiddetli idiler ��ë a q b‰¢ëa aÛ¤b ‰¤ž ›� ve Arzı aktarmışlar - ekin ekmek

Sh:»3805[]

veya su, ma'den çıkarmak için toprağın altını üstüne çevirmişler ��ë Ç à Š¢ëç b¬ a ×¤r Š  ߡ࣠b Ç à Š¢ëç b›� ve onu kendilerinin ı'marından daha ziyade ma'mur etmişlerdi ����ë u b¬õ m¤è¢á¤ ‰¢¢Ü¢è¢á¤ 2¡bÛ¤j î£¡ä bp¡6›�� Resulleri de kendilerine beyyinelerle, açık bürhanlar, mu'cizelerle gelmişlerdi - ya'ni onlara inanmadılar da helâk ve münkarız oldular ����Ï à b × bæ  aÛÜ£¨é¢ Û¡î Ä¤Ü¡à è¢á¤›�� demek ki Allah onlara zulmetmiyordu - cürümsüz helâk etmiyordu, buna zulüm ta'bir olunması Allah tealânın kemali nezahetini ızhar içindir. Yoksa Allah cürümsüz de helâk etse hakıkatte yine zulm olmazdı. Çünkü Allah celle celâlühu maliki hakıkîdir. Mâlikin milkinde dilediğini yapması zulm olmaz. Zulüm, gayrın hukukuna tecavüzü tazammün eder. ����ë Û¨Ø¡å¤ × bã¢ì¬a a ã¤1¢Ž è¢á¤ í Ä¤Ü¡à¢ìæ 6›�� ve lâkin onlar, nefislerine zulmediyorlardı çünkü hikmeti ilâhiyyeye nazaran cem'ıyyetlerinin ve kendilerinin helâkini ıktiza eden ma'sıyetleri ihtiyar ediyorlardı 10. ��q¢á£  × bæ  Ç bÓ¡j ò  aÛ£ ˆ©íå  a  b¬ëª¢a aێ£¢ì¬a¨¬ô›� sonra o kötülük yapanların akıbeti en kötüsü oldu - akıbetlerin en kötüsü, en kötü ukubet olan Cehennem azâbıdır. ��a æ¤ × ˆ£ 2¢ìa 2¡b¨í bp¡ aÛÜ£¨é¡›� Çünkü Allahın âyetlerini tekzib ettiler. ��ë × bã¢ìa 2¡è b í Ž¤n è¤Œ¡ëª¢@æ ;›� ve onlarla eğleniyorlardı,

��QQ› a ÛÜ£¨é¢ í j¤† ëª¢a aÛ¤‚ Ü¤Õ  q¢á£  í¢È©î†¢ê¢ q¢á£  a¡Û î¤é¡ m¢Š¤u È¢ìæ  RQ› ë í ì¤â  m Ô¢ì⢠aێ£ bÇ ò¢ í¢j¤Ü¡¢ aÛ¤à¢v¤Š¡ß¢ì栝›��

Sh:»3806[]

��SQ› ë Û á¤ í Ø¢å¤ Û è¢á¤ ß¡å¤ ‘¢Š × b¬ö¡è¡á¤ ‘¢1 È¨¬ì¯ª¢a ë × bã¢ìa 2¡’¢Š × b¬ö¡è¡á¤ × bÏ¡Š©íå  TQ› ë í ì¤â  m Ô¢ì⢠aێ£ bÇ ò¢ í ì¤ß ÷¡ˆ§ í n 1 Š£ Ó¢ìæ  UQ› Ï b ß£ b aÛ£ ˆ©íå  a¨ß ä¢ìa ë Ç à¡Ü¢ìa aÛ–£ bÛ¡z bp¡ Ï è¢á¤ Ï©ó ‰ ë¤™ ò§ í¢z¤j Š¢ëæ  VQ› ë a ß£ b aÛ£ ˆ©íå  × 1 Š¢ëa ë × ˆ£ 2¢ìa 2¡b¨í bm¡ä b ë Û¡Ô b¬ôª¡ aÛ¤b¨¡Š ñ¡ Ï b¢ë¯Û¨¬÷¡Ù  Ï¡ó aۤȠˆ al¡ ߢz¤š Š¢ëæ  WQ› Ï Ž¢j¤z bæ  aÛÜ£¨é¡ y©îå  m¢à¤Ž¢ìæ  ë y©îå  m¢–¤j¡z¢ìæ  XQ› ë Û é¢ aÛ¤z à¤†¢ Ï¡ó aێ£ à¨ì ap¡ ë aÛ¤b ‰¤ž¡ ë Ç ’¡,b ë y©îå  m¢Ä¤è¡Š¢ëæ  YQ› í¢‚¤Š¡x¢ aÛ¤z ó£  ß¡å  aÛ¤à î£¡o¡ ë í¢‚¤Š¡x¢ aÛ¤à î£¡o  ß¡å  aÛ¤z ó£¡ ë í¢z¤ï¡ aÛ¤b ‰¤ž  2 È¤†  ß ì¤m¡è 6b ë × ˆ¨Û¡Ù  m¢‚¤Š u¢ìæ ;›�

Meali Şerifi

Allah halkı ilkin yapar, sonra da çevirir onu yeniden yapar, sonra hep döndürülüb ona götürüleceksiniz 11 O saat çattığı gün mücrimler her ümidi keserler 12 Kendilerine şeriklerinden şefaat edenler de bulunmaz, şeriklerine hep kâfir olmuşlardır 13 Hem o saat çattığı gün o gün ayırd olurlar 14 İmdi iyman edib salih ameller yapmış olanlar, o vakıt onlar bir ravzada neş'elenirler 15 Âyetlerimize ve Âhıret likasına yalan deyib de küfredenlere gelince işte bunlar o vakıt azâb içinde ihzar olunurlar 16 O halde tesbih Allaha, o zaman ki akşam edersiniz ve o zaman ki sabah edersiniz 17 Hem hamd ona

Sh:»3807[]

Göklerde ve Yerde ve ikindileyin ve o zaman ki öğle edersiniz 18 O ölüden diri çıkarır, diriden ölü çıkarır ve toprağa ölümünden sonra hayat verir, sizler de işte öyle çıkarılacaksınız 19

13.��‘¢Š × b¬ö¡è¡á¤›� - Allaha karşı uydurup şirk koştukları ma'budlar.

15.��‰ ë¤™ ò§›� - RAVZA, esasında sulu, yeşillikli güzel bostan demek olup burada murad, Cennet ravzalarından bir ravzadır. 16. ��ß¢z¤š Š¢ëæ ›� ihzar olunacaklar -

İHZAR, mücrimi yakalayıp zorla mahkeme huzuruna getirmektir.

17.��Ï Ž¢j¤z bæ  aÛÜ£¨é¡›� o halde tesbih Allaha - mâdemki ilerisi öyledir: o saat gelip çatacaktır. O gün o ye's-ü ihzardan kurtulup bir ravzada neş'elene bilmek için şimdi Allaha tesbih ediniz - her şey değiştiği halde kendisi zeval ve noksandan arî, tegayyür-ü tehavvülden münezzeh, vechi ehadiyyetiyle bâkıy sübhan olan Allahı zül'celâli şirk ve noksan şaibelerinden tenzih ediniz.

TENZİH, ya yalnız kalb ile olur: cezmen ı'tikad. Veya onunla beraber dil ile olur: zikri hissî, yâhud bunlarla beraber bir de erkân ve ef'ali mahsusa ile olur ki ameli salihtir. Evvelkisi asıl, ikincisi onun semeresi, üçüncüsü de ikincinin semeresidir. Çünkü insan, kalbinden bir şeye ı'tikad edince o dilinden zâhir olur. Söylediği zaman da sıdkı, ahval ve ef'alinden belli olur. Lisan, kalbin tercümanı, amel de lisanın bürhanıdır. Erkânın efdâli ise hem lisan ile zikri, hem kalb ile niyyeti tezammun eden namazdır. Onun için namaz hem zikirdir, hem bir tenzih ve tesbihtir. Binaenaleyh tesbih denilince her nev'ine şamil olursa da mutlak kemaline masruf olacağına göre en evvel namaza mahmul olur.

Sh:»3808[]

Onun için burada beş vakıt namaz saatleri telhıs olunmuştur ki zamanın Âhırete doğru akışını gösteren en mühim inkılâb lâhzalarını ta'kıb eden bereketli saatleridir. Evvelâ makam, makamı inzar olmak ı'tibariyle geceye doğru ��y©îå  m¢à¤Ž¢ìæ ›� o zaman ki akşamlarsınız - bu iki vakta şamildir. Birisi Güneşin gurubunu ta'kıb eden mağrib (ışai evvel) ya'ni ilk akşam vaktı ki şafak denilen kızıllık veya beyazlık gaib olana kadar, ikincisi şafakın gaib olmasını ta'kıb eden ışai ahîre, ya'ni yatsu vaktı fecre kadar. Üçüncüsü ��ë y©îå  m¢–¤j¡z¢ìæ ›� ve o zaman ki sabahlarsınız - fecri sadıktan, ya'ni tan yeri ağardıktan Güneş doğana kadar. O ne güzel zaman ve ne güzel ni'met. 18. ��ë Û é¢ aÛ¤z à¤†¢ Ï¡ó aێ£ à¨ì ap¡ ë aÛ¤b ‰¤ž¡›� Göklerde ve Yerde hamid de onun ��ë Ç ’¡,b›� ve ikindiyin -

AŞİY, akşam üstü demek olduğuna göre ikindi vaktı asrı sani olmak gerektir. ��ë y©îå  m¢Ä¤è¡Š¢ëæ ›� hem o zaman ki öğlen ederseniz - bu ikisile tam beş vakıt olmuş olur.

Burada öğlenin te'hıri fasılaya riayet için denilmiş ise de inzar nüktesiyle akşamın takdimindeki tekabüle riayet için ikindinin «aşiy» ta'biriyle takdim edilmiş olması makama daha münasibdir.

19.��í¢‚¤Š¡x¢ aÛ¤z ó£  ß¡å  aÛ¤à î£¡o¡›� ölüden diri çıkarır - gıdadan hayvan, yumurtadan civciv, nutfeden insan, cahilden âlim, kâfirden mü'min gibi ki uyuyandan uyanık da öyledir. Ve bu münasebetle zikrolunmuştur. Ve bil'âkis ��ë í¢‚¤Š¡x¢ aÛ¤à î£¡o  ß¡å  aÛ¤z ó£¡›� ve diriden ölü çıkarır. - Bunun misali çoktur ��ë í¢z¤ï¡ aÛ¤b ‰¤ž  2 È¤†  ß ì¤m¡è 6b›� ve Arza ölümünden sonra hayat verir. - Hazandan sonra bahara bak

Sh:»3809[]

��ë × ˆ¨Û¡Ù  m¢‚¤Š u¢ìæ ;›� işte siz de öyle çıkarılacaksınız - bu noktada tabiatçılık hatasına düşülmemek için tabiatler üzerinde hâkim olan Allah tealânın kudreti delillerinden ba'zıları ıhtar olunarak buyuruluyor ki :

��PR› ë ß¡å¤ a¨í bm¡é©¬ a æ¤  Ü Ô Ø¢á¤ ß¡å¤ m¢Š al§ q¢á£  a¡‡ a¬ a ã¤n¢á¤ 2 ’ Š¥ m ä¤n ’¡Š¢ëæ  QR› ë ß¡å¤ a¨í bm¡é©¬ a æ¤  Ü Õ  Û Ø¢á¤ ß¡å¤ a ã¤1¢Ž¡Ø¢á¤ a ‹¤ë au¦b Û¡n Ž¤Ø¢ä¢ì¬a a¡Û î¤è b ë u È 3  2 î¤ä Ø¢á¤ ß ì …£ ñ¦ ë ‰ y¤à ò¦6 a¡æ£  Ï©ó ‡¨Û¡Ù  Û b¨í bp§ Û¡Ô ì¤â§ í n 1 Ø£ Š¢ëæ  RR› ë ß¡å¤ a¨í bm¡é©  Ü¤Õ¢ aێ£ à¨ì ap¡ ë aÛ¤b ‰¤ž¡ ë a¤n¡Ü bÒ¢ a Û¤Ž¡ä n¡Ø¢á¤ ë a Û¤ì aã¡Ø¢á¤6 a¡æ£  Ï©ó ‡¨Û¡Ù  Û b¨í bp§ ۡܤȠbÛ¡à©îå  SR› ë ß¡å¤ a¨í bm¡é© ß ä bߢآᤠ2¡bÛ£ î¤3¡ ë aÛ䣠è b‰¡ ë a2¤n¡Ì b¬ë¯ª¢×¢á¤ ß¡å¤ Ï š¤Ü¡é6© a¡æ£  Ï©ó ‡¨Û¡Ù  Û b¨í bp§ Û¡Ô ì¤â§ í Ž¤à È¢ìæ  TR› ë ß¡å¤ a¨í bm¡é© í¢Š©íآᢠaÛ¤j Š¤Ö   ì¤Ï¦b ë Ÿ à È¦b ë í¢ä Œ£¡4¢ ß¡å  aێ£ à b¬õ¡ ß b¬õ¦ Ï î¢z¤ï© 2¡é¡ aÛ¤b ‰¤ž  2 È¤†  ß ì¤m¡è 6b a¡æ£  Ï©ó ‡¨Û¡Ù  Û b¨í bp§ Û¡Ô ì¤â§ í È¤Ô¡Ü¢ì栝›��

Sh:»3810[]

��UR› ë ß¡å¤ a¨í bm¡é¬© a æ¤ m Ô¢ìâ  aێ£ à b¬õ¢ ë aÛ¤b ‰¤ž¢ 2¡b ß¤Š¡ê6© q¢á£  a¡‡ a … Ç bעᤠ… Ç¤ì ñ¦ ß¡å  aÛ¤b ‰¤ž¡ a¡‡ a¬ a ã¤n¢á¤ m ‚¤Š¢u¢ìæ  VR› ë Û é¢ ß å¤ Ï¡ó aێ£ à¨ì ap¡ ë aÛ¤b ‰¤ž¡6 ×¢3£¥ Û é¢ Ó bã¡n¢ìæ  WR› ë ç¢ì  aÛ£ ˆ©ô í j¤† ëª¢a aÛ¤‚ Ü¤Õ  q¢á£  í¢È©î†¢ê¢ ë ç¢ì  a ç¤ì æ¢ Ç Ü î¤é¡6 ë Û é¢ aÛ¤à r 3¢ aÛ¤b Ç¤Ü¨ó Ï¡ó aێ£ à¨ì ap¡ ë aÛ¤b ‰¤ž¡7 ë ç¢ì  aۤȠŒ©íŒ¢ aÛ¤z Ø©îá¢;›��

Meali Şerifi

20 Ve onun âyetlerindendir ki sizi bir topraktan yarattı, sonra da siz şimdi bir beşersiniz intişar edip duruyorsunuz 21 Yine onun âyetlerindendir ki: sizin için nefislerinizden zevceler yaratmış kendilerine ısınırsınız diye ve aranızda bir sevgi ve bir esirgeme yapmış, şübhesiz ki bunda düşünecek bir kavm için âyetler var 22 Yine onun âyetlerindendir: Göklerin ve Yerin yaradılışı ile dillerinizin ve benizlerinizin muhtelif oluşu, şübhesiz ki bunda âlimler için âyetler var 23 Yine âyetlerindendir: gecede gündüzde uyumanız ve fazlından nasîb aramanız, şübhesiz ki bunda eşitecek bir kavm için âyetler var 24 Yine onun âyetlerindendir: size hem korku ve hem tama' için şimşek gösteriyor ve Semâdan bir su indiriyor da onunla Arza ölümünden sonra hayat veriyor, şübhesiz ki bunda akledecek bir kavm için âyetler var * Yine onun âyetlerindendir: Göğün ve Yerin onun emriyle durması, sonra sizi bir çağırış çağırdığı vakıt Arzdan derhal siz çıkarsınız * Hem Göklerde ve Yerde kim varsa onun, hepsi ona

Sh:»3811[]

divan durmaktadır * Hem odur o halkı ilkin yaratan, sonra onu çevirip yeniden yapacak olan ki bu ona daha kolaydır, Göklerde ve Yerde destân en yüksek şan onun ve azîz o hakîm o *

20.��ë ß¡å¤ a¨í bm¡é¬©›� ve onun âyâtındandır. - Yukarıki haberler gibi şu da Allahın ülûhiyyeti âyetlerinden: eşyanın tabiate mahkûm olmayıp tabiatler üzerinde hâkim ve onun için ba'se dahi kadir bulunduğuna delâlet eden alâmetlerindendir: ��a æ¤  Ü Ô Ø¢á¤ ß¡å¤ m¢Š al§›� ki sizleri bir topraktan yaratmış Arz üzerinde hiç insan yok iken onu bulunduğu tabiatte bırakmayıp kuru toprağa hayat vererek « ��ß¡å¤ ¢Ü bÛ ò§ ß¡å¤ Ÿ©îå§7� » müeddasınca çamurdan bir sülâleden siz insan cinsini halk etmesi ki eğer o tabiate mahkûm olsa idi câmid toprağa o tahavvülü vermek kabil olmazdı. Evvel bir insan huceyresi yaratılamıyacağı gibi bu gün de bir insan gıdası yapılamazdı, halbuki yaradılmış ��q¢á£  a¡‡ a¬ a ã¤n¢á¤ 2 ’ Š¥ m ä¤n ’¡Š¢ëæ ›� sonra da şimdi siz bir beşersiniz, intişar edip duruyorsunuz - derisi çıplak zarif bir mahluk olarak tenasül edip çoğalıp yayılıyorsunuz - bir kara toprağın bu derece tekâmüle irdirilmesi, işte hâlık tealânın rübubiyyetini ve ölüleri diriltmeğe kudretini gösteren âyâtındandır.

21.��ë ß¡å¤ a¨í bm¡é©¬›� yine onun âyâtından - ülûhiyyetin eltafını gösteren âyetlerinde: ��a æ¤  Ü Õ  Û Ø¢á¤ ß¡å¤ a ã¤1¢Ž¡Ø¢á¤ a ‹¤ë au¦b›� ki sizin için nefislerinizden - ya'ni maymun veya diğer bir hayvandan değil, kendi özlerinizden ayni insan, beşer cinsinden - zevceler halketmiş ��Û¡n Ž¤Ø¢ä¢ì¬a a¡Û î¤è b›� kendilerine ısınasınız: mey! edip ülfet eyliyesiniz diye - çünkü cinsiyyet koklaşmağa ıhtilâf ürküntüye sebeb olur. İnsan eşini başka hayvandan

Sh:»3812[]

aramak mecburiyyetinde kalsa idi ne feci' olurdu? ��ë u È 3  2 î¤ä Ø¢á¤ ß ì …£ ñ¦ ë ‰ y¤à ò¦6›� hem aranızda bir meveddet ve rahmet koymuş - izdivac vasıtasiyle öyle insanî bir seviş ve esirgeyiş ki hayvanlar gibi kızışma demlerine munhasır değil, hattâ yalnız zevclerle zevceler arasına değil umumiyyetle siz insanlar arasında bir meveddet ve merhamet hissi yapmıştır ��a¡æ£  Ï©ó ‡¨Û¡Ù ›� şübhesiz onda - nefislerinizden zevceler yaratıp aranıza meveddet ve rahmet bırakmakta ��Û b¨í bp§›� âyetler var, sâde bir âyet değil, bir çok âyetler, Allah tealânın tabiatleri halk ve tahvil edip kemale irdiren kudretiyle beraber rahmetine, ve bilhassa insanlar hakkındaki ınayeti rahmaniyye ve ahkâmı rabbaniyyesine dahi delâlet eyliyen deliller vardır. ��Û¡Ô ì¤â§ í n 1 Ø£ Š¢ëæ ›� tefekkür edecek bir kavm için - ya'ni bu âyet, çok düşünülecek bir âyettir. Hem sâde ferdin düşünmesi kâfi değil cem'ıyyetle kavm düşünmelidir. Düşünecek bir kavm için insan hılkatinin bu âyetinde öyle hikmetler, delâletler vardır ki insanlığın nasıl yüksek bir ahlâk ve sevimli bir medeniyyete müstaıd ve ne kadar mes'ud bir hayat ve nı'mete namzed olarak yaratıldığını ve bu hayatın bir rüknü olan kadının sükut ve zilletten muhafazası için sevgi ve esirgeme hisleriyle nasıl bir nizamı ictimaî ta'kıb edilmek lazım geldiğini gösterir.

22.��ë ß¡å¤ a¨í bm¡é©  Ü¤Õ¢ aێ£ à¨ì ap¡ ë aÛ¤b ‰¤ž¡›� yine onun ayâtındandır Göklerin ve Yerin yaradılışı - iki noktai nazardan Allahın vücud ve sıfatının alâmetleridir.

EVVELÂ, maddenin böyle muhtelif ecram ile yükseklere ve alçaklara ayrılarak tabiatin esasında tenevvu' husule getirilmesi kendi kendine kanunı ıttıraddan başka bir şey olmamak lâzım gelen tabiatin fevkında hâkim olan hâlık tealânın kudretini gösterir.

Sh:»3813[]

SANİYEN, Semavât ve Arzın yaradılışında öyle yüksek san'at vardır ki her noktası onu yaradan Allahın ılm-ü irâdesiyle sıfatının kemalini gösterir ��ë a¤n¡Ü bÒ¢ a Û¤Ž¡ä n¡Ø¢á¤ ë a Û¤ì aã¡Ø¢á¤6›� ve dillerinizin, benizlerinizin (renklerinizin) değişişi - lisanların ıhtılâfı ta'biri, umumiyyetle lügatlerin taaddüdünden, lehce ve şive gibi hususî söyleyiş tarzlarının ıhtilâfına kadar hepsine sadık olabilir. Arabın dili başka, Acemin dili başka, Türkün dili başka, Rumun dili başka, Frengin dili başka ilh... her kavmin dili başka başka olduğu gibi ayni kavmde muhtelif kabîlelerin, zümrelerin de dillerinde başkalık vardır, Meselâ Yemenlininki ile Necidlininkinin farkı olur. Hattâ her şahsın bile dili diğerlerinden tefrıyk olunur. Renk beniz de böyledir. Kiminin beyaz, kiminin siyah, kiminin sarı, kiminin kırmızı olduğu gibi her şahsın benzinde bile diğerlerine nazaran bir hususiyyet hissedilebilir. Sonra söylenen söze göre de renklerin bir değişişi vardır. ��a¡æ£  Ï©ó ‡¨Û¡Ù  Û b¨í bp§ ۡܤȠbÛ¡à©îå ›� şübhesiz bunda - bu halk-u ıhtilâfta - ılmi olanlar için âyetler vardır. - Ilim, temyiz ifade eder. Temyiz ve temayüz de fasıl ve ıhtilâf ile olur: buna işareten burada âlimîn buyurulmuştur. Bu surette ılm ehli olan âlimler bilirler ki:

EVVELÂ, bütün bu tenevvu' ve ıhtilâf, tabiatin ıttradını değiştirerek muhtelif tabiatler yaradan Allah tealânın kudretini gösterir. Ve bütün bu ıhtilâf içinde nizamı külli hıfz-u idare etmesi de ılim ve sun'undaki kemal ve hikmetini gösterir.

SANİYEN, demek ki elsine ve elvanın ıhtilâfında hikmet vardır. Ve bu hikmetlerden birisi de « ��ë u È Ü¤ä bעᤠ‘¢È¢ì2¦b ë Ó j b¬ö¡3  Û¡n È b‰ Ï¢ìa6� » buyurulduğu üzere intişar içinde teârüftür. Böyle muhtelif lisanları ve ırkleri muhtevi bir cemıyyet teşkil edebilmek de ancak ılm ile kabil olabilir. Demek ki bir insan ne kadar çok lisan bilirse Allah tealânın âyâtı hakkında o kadar çok ma'lûmat edinmiş olacaktır. Ve demek ki

Sh:»3814[]

ılmi sîmayi beşer de ılmi elsine gibi ulumi mühimmedendir ilh...

��ë ß¡å¤ a¨í bm¡é© ß ä bߢآᤠ2¡bÛ£ î¤3¡ ë aÛ䣠è b‰¡›� yine onun âyâtındandır gecede ve gündüzde uyumanız - uyuyup istirahat etmeniz ��ë a2¤n¡Ì b¬ë¯ª¢×¢á¤ ß¡å¤ Ï š¤Ü¡é6©›� ve fadlından nasîb aramanız - san'at ve ticaret gibi esbabdan birine teşebbüs ile Allahın lûtf-ü fadlından rızk istemeniz, gerek uyku, gerek kesb, ikisi de Allahın ni'metidir. Uykunun nasıl bir büyük ni'met olduğunu uykusuz kalanlardan dinlenmeli, çalışabilmenin ne büyük bir ni'met olduğunu da işsiz güçsüz kalanlardan bir sormalı. Görülüyor ki burada menam, ibtiğaya takdim olunmuştur. Çünkü çalışmak için dinlenmeğe ihtiyac vardır. Bir de istirahat, lizatiha matlûbdur, taleb ise hacet dolayısiledir. Sonra « ��ß¡å¤ Ï š¤Ü¡é6©� » buyurulmuş ve bununla şu nükteler iyzah olunmuştur:

1 - Çalışmalı, fakat kısmet olan nasîbi kendinden bilmemeli, Allahın fadlından bilmelidir.

2 - İnsan her gün bir kâr ve terakkı aramalıdır. Zira fadıl, ziyade demektir, ticaret de kâr kazanmaktır. Netekim « �ß å¡ a¤n ìô í ì¤ß bê¢ Ï è¢ì  ߠ̤j¢ìæ¥� » iki günü müsavi olan ziyanda» demektir.

3 - Aramak Hak tealânın fadlını sezmek ummaktır. Ve hattâ çalışıp arayabilmenin kendisi bile Allahın fadlındandır.

��a¡æ£  Ï©ó ‡¨Û¡Ù ›� Şübhesiz ki bunda - bu uyumada ve aramada ��Û b¨í bp§ Û¡Ô ì¤â§ í Ž¤à È¢ìæ ›� kulağı olan bir kavm için çok âyetler vardır. - Uykuda olsa uyanır, ba'se inanır. Uyuyan kimse en ziyade kulaktan uyanacağı gibi taleb ve teharrîde bulunan kimselerin de ilk işleri etrafı dinlemek istihbarattan

Sh:»3815[]

istifade etmek olacağı için burada « ��Û¡Ô ì¤â§ í Ž¤à È¢ìæ � » buyurulmuştur. Lisanlar bilindikten sonra kulak verip dinlemek de cidden münasib olur.

24.��ë ß¡å¤ a¨í bm¡é©›� Yine onun âyâtındandır: ��í¢Š©íآᢠaÛ¤j Š¤Ö   ì¤Ï¦b ë Ÿ à È¦b›� size hem korku ve hem tama' için şimşek gösterir. - Hem celâl sıfatı vardır hem cemal, ba'zan bir hâdisede iki zıd te'siri birden halk ederek ikisini birden tecelli ettirir, hem korkutur hem ümidlendirir. Meselâ size şimşek gösterir, göstermek esasen onun âyatından biridir. Bununla beraber şimşek gösterir ki onunla korku ve ümid iki zıd haleti ruhiyyeyi birden telkın eder. Korku yıldırım, tama' rahmet ümididir. O ümid tehakkuk eder mi? ��ë í¢ä Œ£¡4¢ ß¡å  aێ£ à b¬õ¡ ß b¬õ¦›� Ve Semadan bir su indirir de ��Ï î¢z¤ï© 2¡é¡ aÛ¤b ‰¤ž  2 È¤†  ß ì¤m¡è 6b›� onunla Arzı ölümünden sonra diriltir ��a¡æ£  Ï©ó ‡¨Û¡Ù  Û b¨í bp§ Û¡Ô ì¤â§ í È¤Ô¡Ü¢ìæ ›� şübhesiz ki bunda aklı olan bir kavm için âyetler var - aklı olan çok düşünmiye hacet kalmadan bir hads ile anlar ki bunu yapan ölüleri diriltmeğe kadirdir. Ölmüş bir kavm de bir şimşek parıltısı arasında Semadan inen su gibi bir neş'ei hayat ile diriliverir. Ve binaenaleyh hem onun azabından, yıldırımından korkmalı mağrur olmamalı hem de rahmetine şevk-u ümid ile sarılmalı me'yus olmamalı.

25.��ë ß¡å¤ a¨í bm¡é¬©›� Yine onun âyâtındandır: ��a æ¤ m Ô¢ìâ  aێ£ à b¬õ¢ ë aÛ¤b ‰¤ž¢ 2¡b ß¤Š¡ê6©›� Göğün ve Yerin onun emriyle durması - ya'ni vücudda kaim olması hep onun «kün» emriyledir. Cazibe ve muvazene kanunları hep onun emrinden ıbarettir. ��q¢á£  a¡‡ a … Ç bעᤠ… Ç¤ì ñ¦ ß¡å  aÛ¤b ‰¤ž¡›� Sonra sizi bir çağırış çağırdığı

Sh:»3816[]

vakıt Arzdan ��a¡‡ a¬ a ã¤n¢á¤ m ‚¤Š¢u¢ìæ ›� derhal siz çıkarsınız - kabirlerden çıkar, Mahşere koşarsınız. Burada islâm mücahidlerinin hurucunu da bir işaret vardır. 26. ��ë Û é¢ ß å¤ Ï¡ó aێ£ à¨ì ap¡ ë aÛ¤b ‰¤ž¡6›� Hem Göklerde ve Yerde kim varsa hep onundur. - Onun milkidir. ��×¢3£¥ Û é¢ Ó bã¡n¢ìæ ›� Hep ona munkaddırlar - ya'ni gönliyle itaat etmek istemiyen kâfirler bile istemiyerek de olsa nihayet ona inkıyad etmeğe mecbur olurlar. Kat'î hukmüne karşı gelemezler 27. ��ë ç¢ì  aÛ£ ˆ©ô í j¤† ëª¢a aÛ¤‚ Ü¤Õ  q¢á£  í¢È©î†¢ê¢›� ve işte odur o halkı ibtida yapan, sonra onu döndürüp tekrar yapacak olan ��ë ç¢ì  a ç¤ì æ¢ Ç Ü î¤é¡6›� ki o, ona daha kolaydır. - Ya'ni iâde ibtidadan daha kolaydır. Çünkü tabiî noktai nazardan bakıldığı zaman evvelki tabiatin hılâfı iken ikincisi tabiî olmuş olur. ��ë Û é¢ aÛ¤à r 3¢ aÛ¤b Ç¤Ü¨ó Ï¡ó aێ£ à¨ì ap¡ ë aÛ¤b ‰¤ž¡7›� Göklerde ve Yerde dâstan, en yüksek şan da onundur. - Kudreti tamme, hikmeti bâliga , hâlikıyyet, ma'budiyyet gibi en yüksek vasıflar ancak onundur. « ��Û b¬ a¡Û¨é  a¡Û£ b ç¢ì � » dır. ��ë ç¢ì  aۤȠŒ©íŒ¢ aÛ¤z Ø©îá¢;›� Ve o öyle azîz öyle hakîmdir. Öyle yüksek şanına yetişmek ıhtimali olmıyan kadir. Ve yaptığını hikmet-ü maslâhat ile muhkem yapan hakîmdir.

��XR› ™ Š l  ۠آᤠߠr Ü¦b ß¡å¤ a ã¤1¢Ž¡Ø¢á¤6 ç 3¤ Û Ø¢á¤ ß¡å¤ ß b ß Ü Ø o¤ a í¤à bã¢Ø¢á¤ ß¡å¤ ‘¢Š × b¬õ  Ï©ó ß b ‰ ‹ Ó¤ä bעᤠϠb ã¤n¢á¤ Ï©îé¡  ì a¬õ¥ m ‚ bÏ¢ìã è¢á¤ × ‚©î1 n¡Ø¢á¤ a ã¤1¢Ž Ø¢á¤6 × ˆ¨Û¡Ù  ã¢1 –£¡3¢ aÛ¤b¨í bp¡ Û¡Ô ì¤â§ í È¤Ô¡Ü¢ì栝›�

Sh:»3817[]

��YR› 2 3¡ am£ j É  aÛ£ ˆ©íå  Ã Ü à¢ì¬a a ç¤ì a¬õ ç¢á¤ 2¡Ì î¤Š¡ ǡܤá§7 Ï à å¤ í è¤†©ô ß å¤ a ™ 3£  aÛÜ£¨é¢6 ë ß b Û è¢á¤ ß¡å¤ ã b•¡Š©íå  PS› Ï b Ó¡á¤ ë u¤è Ù  ۡ܆£©íå¡ y ä©î1¦6b Ï¡À¤Š ñ  aÛÜ£¨é¡ aÛ£ n©ó Ï À Š  aÛ䣠b  Ç Ü î¤è 6b Û bm j¤†©í3  Û¡‚ Ü¤Õ¡ aÛÜ£¨é¡6 ‡¨Û¡Ù  aÛ†£©íå¢ aۤԠá¢> ë Û¨Ø¡å£  a ×¤r Š  aÛ䣠b¡ Û bí È¤Ü à¢ìæ > QS› ߢä©îj©îå  a¡Û î¤é¡ ë am£ Ô¢ìê¢ ë a Ó©îà¢ìa aÛ–£ Ü¨ìñ  ë Û b m Ø¢ìã¢ìa ß¡å  aۤ࢒¤Š¡×©îå = RS› ß¡å  aÛ£ ˆ©íå  Ï Š£ Ó¢ìa …©íä è¢á¤ ë × bã¢ìa ‘¡,î È¦be6 ×¢3£¢ y¡Œ¤l§ 2¡à b Û † í¤è¡á¤ Ï Š¡y¢ìæ  SS› ë a¡‡ a ß £  aÛ䣠b  ™¢Š£¥ … Ç ì¤a ‰ 2£ è¢á¤ ߢä©îj©îå  a¡Û î¤é¡ q¢á£  a¡‡ a¬ a ‡ aÓ è¢á¤ ß¡ä¤é¢ ‰ y¤à ò¦ a¡‡ a Ï Š©íÕ¥ ß¡ä¤è¢á¤ 2¡Š 2£¡è¡á¤ í¢’¤Š¡×¢ìæ = TS› Û¡î Ø¤1¢Š¢ëa 2¡à b¬ a¨m î¤ä bç¢á¤6 Ï n à n£ È¢ìa® Ï Ž ì¤Ò  m È¤Ü à¢ìæ  US› a â¤ a ã¤Œ Û¤ä b Ç Ü î¤è¡á¤ ¢Ü¤À bã¦b Ï è¢ì  í n Ø Ü£ á¢ 2¡à b × bã¢ìa 2¡é© í¢’¤Š¡×¢ì栝›��

Sh:»3818[]

��VS› ë a¡‡ a¬ a ‡ Ó¤ä b aÛ䣠b  ‰ y¤à ò¦ Ï Š¡y¢ìa 2¡è 6b ë a¡æ¤ m¢–¡j¤è¢á¤  î£¡÷ ò¥ 2¡à b Ó †£ ß o¤ a í¤†©íè¡á¤ a¡‡ a ç¢á¤ í Ô¤ä À¢ìæ  WS› a ë Û á¤ í Š ë¤a a æ£  aÛÜ£¨é  í j¤Ž¢Á¢ aÛŠ£¡‹¤Ö  Û¡à å¤ í ’ b¬õ¢ ë í Ô¤†¡‰¢6 a¡æ£  Ï©ó ‡¨Û¡Ù  Û b¨í bp§ Û¡Ô ì¤â§ í¢ìª¤ß¡ä¢ìæ  XS› Ï b¨p¡ ‡ aaÛ¤Ô¢Š¤2¨ó y Ô£ é¢ ë aۤࡎ¤Ø©îå  ë a2¤å  aێ£ j©î3¡6 ‡¨Û¡Ù   î¤Š¥ Û¡Ü£ ˆ©íå  í¢Š©í†¢ëæ  ë u¤é  aÛÜ£¨é9¡ ë a¢ë¯Û¨¬÷¡Ù  ç¢á¢ aÛ¤à¢1¤Ü¡z¢ìæ  YS› ë ß b¬a¨m î¤n¢á¤ ß¡å¤ ‰¡2¦b Û¡î Š¤2¢ì ¯a Ï©¬ó a ß¤ì a4¡ aÛ䣠b¡ Ï Ü b í Š¤2¢ìa ǡ䤆  aÛÜ£¨é¡7 ë ß b¬ a¨m î¤n¢á¤ ß¡å¤ ‹ ×¨ìñ§ m¢Š©í†¢ëæ  ë u¤é  aÛÜ£¨é¡ Ï b¢ë¯Û¨¬÷¡Ù  ç¢á¢ a࢚ۤ¤È¡1¢ìæ  PT› a ÛÜ£¨é¢ aÛ£ ˆ©ô  Ü Ô Ø¢á¤ q¢á£  ‰ ‹ Ó Ø¢á¤ q¢á£  í¢à©în¢Ø¢á¤ q¢á£  í¢z¤î©îØ¢á¤6 ç 3¤ ß¡å¤ ‘¢Š × b¬ö¡Ø¢á¤ ß å¤ í 1¤È 3¢ ß¡å¤ ‡¨Û¡Ø¢á¤ ß¡å¤ ‘ ó¤õ§6 ¢j¤z bã é¢ ë m È bÛ¨ó Ǡ࣠b í¢’¤Š¡×¢ìæ ;›��

Meali Şerifi

Size kendinizden bir temsil yaptı: hiç size kısmet ettiğimiz şeyde elleriniz altındaki milklerinizden ortaklarınız bulunur da onlarla siz müsavi olur kendilerinizi saydığınız gibi onları sayar mısınız? İşte akledecek bir kavm için âyetleri böyle ayırd ediyoruz * Fakat zulmedenler hiç bir ılimsiz

Sh:»3819[]

hevalarına uydular, artık Allahın şaşırdığını kim yola getirebilir? onlara yardımcılardan eser de yoktur * O halde yüzünü dine bir hanîf olarak tut: o Allah fıtratına ki insanları onun üzerine yaratmıştır, Allah yaradışına bedel bulunmaz, doğru sâbit din odur, velâkin nâsın ekserisi bilmezler * Başkasından geçerek hep ona gönül verin ve ona korunun ve namaza devam edin de müşriklerden olmayın * Onlardan ki dinlerini ayırıb öbek öbek olmuşlardır, her hizib kendilerindekine güvenmektedir * Bununla beraber insanlara bir keder dokunduğu vakıt her şeyden geçerek rablarına yalvarır, duâ ederler, sonra tarafından bir rahmet tattırıverdiği vakıt da bakarsın onlardan bir kısmı tutar o rablarına şirk koşarlar * Ki kendilerine verdiğimiz ni'mete küfran etsinler, haydi zevk edin bakalım yarın bileceksiniz * Yoksa biz onlara bir ferman indirmişiz de ona şirk koşmalarını o mu söylüyor? * Bir de biz insanlara bir rahmet tattırdığımız vakıt ona güveniyorlar da ellerinin takdim ettiği bir sebeble başlarına bir fenalık gelirse her ümidi kesiveriyorlar * Görmediler de mi? Allah dilediğine rızkı serer hem de sıkar, şübhesiz bunda iyman edecek bir kavm için âyetler vardır. O halde yakınlığı olana da hakkını ver, miskîne de yolcuya da, Allah yüzünü murad edenler için o daha hayırlıdır, felâh bulanlar da işte onlardır * Nâsın mallarında nemalansın diye verdiğiniz ribâ (fâız) Allah yanında nemalanmaz, Allah yüzünü murad ederek verdiğiniz zekât ise katlayanlar işte onlardır * Allah odur ki sizi yarattı, sonra da size rızık verdi, sonra sizi öldürür, sonra sizi diriltir, hiç sizin şeriklerinizden bunlardan birini yapacak var mı? Çok münezzeh ve çok yüksektir o sübhan onların şirkinden *

28.��™ Š l  ۠آᤠߠr Ü¦b ß¡å¤ a ã¤1¢Ž¡Ø¢á¤6 aÛƒPPP›� O sizlere nefislerinizden bir temsil yapmıştır. - Bu temsil şirkin butlânını bedahetle göstermek içindir. Ya'ni bir mâlike milkinden şerik farz

Sh:»3820[]

etmek tenakuzdur, batıldır. Bunu nefislerinizden bir pay biçerek bizzarure anlıyabilirsiniz, hiç sizin köleniz, uşağınız, hayvanınız haşerâtınız gibi elleriniz altında milkiniz olan şeyler, Allahın size bahş ettiği milkinizde sizin şerikiniz, denginiz olur da memlûk mâlikine müsavi olabilir mi? olamaz değil mi? Halbuki sizin milkleriniz Allahın vergisi, malikiyyetiniz arazî ve gelib geçicidir. Bütün mevcudat kendisinin iycaden milki olan Allah tealânın ise malikiyyeti lâyezal, milkinden çıkmak muhaldir. Allah tealâ bu hakıkatleri böyle ayırd edip anlatmıştır. İmdi sizin milkinizden size şerik olamazken Allah tealânın milkinden mahlûkatından, kullarından kendisine şerik nasıl olabilir?

29.�2 3¡›� Fakat ��am£ j É  aÛ£ ˆ©íå  Ã Ü à¢ì¬a a ç¤ì a¬õ ç¢á¤ 2¡Ì î¤Š¡ ǡܤá§7›� o zulmedenler, ya'ni o haksızlığı yapıp Allaha şirk koşanlar hiç bir ılimsiz hevalarına tabi' oldular -

HEVA, nefsin şehevata meyli demektir ki keyf dahi ta'bir olunur. Burada « ��2¡Ì î¤Š¡ ǡܤá§� » kaydinden anlaşılıyor ki heva iki kısımdır: birisi ılme muvafık olan, birisi de olmıyandır. Ilme muvafık olan heva, nazari hakta fıtrat gayesine mutabık olan meyillerdir. Zira Şehvetlerin yaradılışı da boşuna değil, onlar insanları hılkatlerinin gayesine irdirmek için tarafı ilâhîden birer sâik ve daıyedir. Ancak Şeytanî olan zekâyi beşer onu gayesinden çevirerek ılmin zıddına olarak mücerred zevk için boşuna da israf eder. Meselâ ıffet ve tenasül niyyetiyle nikâh arzusu gayei fıtrate muvafık ve binaenaleyh ılme mutabık bir meyildir. Zina ve sifah meyli ise ılme muhalif mücerred bir hevadır. Ekseriya da heva böyle şey'e ıtlak olunur. Ve işte müşrikler bir şey bildiklerinden dolayı değil, ılme uymıyan hevâları ardında koştuklarından dolayı kendilerini hevesata esîr ederek haksızlıkla zulümkârlıkla şirke saptılar, maliki milkine ortak etmek, müsavi tutmak haksızlığıyle Allaha milkinden, mahlûkatından şerîkler

Sh:»3821[]

uydurarak onlara taptılar, onları kendilerinin mâliki imiş gibi tuttular da hurriyyetlerini onlara verdiler. ��Ï à å¤ í è¤†©ô ß å¤ a ™ 3£  aÛÜ£¨é¢6›� Artık Allahın şaşırdığını kim yola getirir? - Önce hevalarına ittiba' kendi fiılleri olarak gösterilmiş kendilerine nisbet olunmuş iken burada ıdlâl, Allaha isnad edilmiştir. Çünkü onlarda o hevaları yaradan Allah tealâ olduğu gibi arzularına göre dalâli, şaşkınlığı halkeden de odur. Bu ıdlâl de hatim ve tabı' mertebesine gelmiş bulunursa hiç bir vechile hidayet ıhtimali kalmaz.

Şu halde burada ıdlâlden murad dalâli hatim demek olur. Sûrei «Bakare» de « �� n á  aÛÜ£¨é¢ Ǡܨó Ӣܢì2¡è¡á¤� » bak ����ë ß b Û è¢á¤ ß¡å¤ ã b•¡Š©íå ›�� onlara yardımcılardan eser de yoktur - yola gelmesi ihtimali kalmamış olan o zalimleri ne Dünyada o şaşkınlığından ne de Âhırette onun muktezası olan azâbdan kurtaracak hiç bir yardımcı da yoktur. Ya'ni o taptıkları şeylerin kendilerine hiç bir faidesi olmıyacaktır. ��Ò ›� O halde - ya'ni şirk öyle bâtıl, mâlike milkinde yine milkinden şerîk farz etmek gibi nefislerinizde tecviz edemiyeceğiniz bir tenakuz, büyük bir haksızlık, Allahın tafsıl ettiği âyetlere ılim fıtratine muhalif bir hevayi dalâl ve sonunda kurtuluş da mahâl olunca 30. ��a Ó¡á¤ ë u¤è Ù  ۡ܆£©íå¡ y ä©î1¦6b›� sen yüzüne dîne hanîf olarak tut -

HANÎF, hanef masdarından bir sıfattır. Aslı lügatte hanef ise dalâlden istikamete, çarpıklıktan doğruluğa meyildir. Netekim doğruluktan eğriliğe, haktan nâhakka meyletmeğe «cîm» ile cenef denilir. Şu halde hanîfin asıl mefhumu eğriliği bırakıp doğrusuna giden demektir. Bu mefhum ile urfte İbrahim milletine ismolmuştur ki başka dînlerden, bâtıl ma'budlardan çekinip yalnız bir Allaha eğilen müvahhid demektir « ��y¢ä 1 b¬õ  Û¡Ü£¨é¡ ˠ  ߢ’¤Š¡×©îå  2¡é©6� »

Sh:»3822[]

Demek ki burada hanîfen ötedeki şirkin bigayri ılmin hevaya ittibaın tam zıddı olan meyli hakkı, istikameti, tevhidi ifade etmektedir. Ve ma'nâ şu olur: sen yüzünü dîne öyle tut, öyle tam yönel ki o eğriliklerden, o bozuk hevalardan bâtıl meyillerden sakınıp yalnız hakka meylederek dos doğru ��Ï¡À¤Š p  aÛÜ£¨é¡›� Allah fıtratine - dini veya hanîfliği iyzahtır. Ya'ni fıtrat olan Allah dinine, Allahın o fıtretine, o yaradışına sarıl ��aÛ£ n©ó Ï À Š  aÛ䣠b  Ç Ü î¤è 6b›� ki insanları onun üzerine yaratmıştır. Hepsi fıtrat mîsakında « ��a Û Ž¤o¢ 2¡Š 2£¡Ø¢á¤6� » hıtabına belâ demiştir. İnsan olarak yaradılmayı kabul etmekle yaradanın rübubiyyetine şâhid olmağa ahid vermiştir. Fıtratin fâtırına delâleti meb'deinde vicdanının derinliğinde bir hak duygusu, ma'rifetullah gizlidir. Onun içindir ki başlarının son derece sıkıldığı ıztırar zamanlarında anud kâfirler bile derinden derine yaradana bir iltica hissi duyarlar, netekim « ��ë a¡‡ a ß £  aÛ䣠b  ™¢Š£¥ … Ç ì¤a ‰ 2£ è¢á¤� » âyetiyle bu ıhtar olunacaktır.

�Ï¡À¤Š p¤� , fıtrat kelimesi hakkında yukarılarda ba'zı iyzahât geçmişti. Burada da şunu ıhtar edelim ki fıtrat, ilk yaratmak demek olan « �Ï À Š � » den masdar binâi nevi' olarak yaradılışın ilk tarz ve hey'etini ifade eder. Burada « ����aÛ䣠b  Ç Ü î¤è 6b�� » kaydinden de anlaşıldığına göre murad her ferdin kendine mahsus olan fıtrati cüz'iyyesi değil, bütün insanların insan olmak haysiyyetiyle yaradılışlarında esas olan ve hepsinde müşterek bulunan fıtrati külliyyedir. Haricî te'sîr ve kesb-ü âdet gibi derecei sâniyede vakı' olan avarızından kat'ı nazarla mülâhaza olunması lâzım gelen fıtrati ulâ ve fıtrati asliyye dahi denilen asıl fıtrattir. İnsan « �ß¡å¤ y î¤s¢ a¡ã£ é¢ a¡ã¤Ž bæ¥� » tabiati. Meselâ insanın fıtratinde iki gözü bulunması asıldır. Bununla beraber anadan a'mâ doğanlar da bulunabilir. Fakat bu umumiyyetle insanların üzerine

Sh:»3823[]

yaradıldığı fıtrati asliyye ve tabiati nev'ıyye değil, derecei saniyede arazî olarak mülâhaza edilecek bir hılkati cüz'iyye ve ferıyyedir ki insan hakıkati onsuz da tahakkuk eder. Ferdin hılkati cüz'iyyesinde her hangi bir sebeble eksiklik bulunabilirse de asıl fıtrat, sahih ve sâlimdir. Meselâ gözün fıtrati hakkın âyâtını görmektir. İyi görmiyen bir göz arazî bir sebeble hasta demektir.

Bunun gibi bütün a'zanın hılkatinde esas olan bir fıtrat vardır ki ona o a'zânın menfeati: vazifesi, fonksiyonu, fizyolojisi yâhud garîzesi ta'bir olunur. İnsan nefsinin bütün meyillerinde böyle yaradılış hikmetine doğru esaslı bir garîze vardır ki ona da fıtrat denilir. Ve fıtrat hep hakk-u hayra müteveccih bir istikamet ta'kıb eder. Meselâ insanın acıkması ve yemeğe içmeğe meyli yaşamak için kendisine lâzım veya nâfi' veya evlâ olanı almak hikmeti içindir. Yoksa zehir yutmak veya kuru bir zevk için israf ile mi'desini bozmak için değildir. O vakıt fıtrat bozulmuş, dalâle düşülmüş olur. İnsanın, insan ruh ve zekâsının aslı fıtrati de hakkı tanımak ve hak yaradanından başkasına kul olmamak içindir. İnsana ruh yanlış duysun, Şeytana uysun diye değil, hak ve hayrını duysun, meb'de' ve meadını ve ona karşı vazıfesini bilsin diye nefholunmuştur. Netekim fıtrat üzere giden veya fıtrate yakın olan safi ruhlar yalanı, eğriliği bilmez, eğrilik meyli sonradan arazî olarak iktisab olunur bir azmanlıktır.

Hasılı « �a Û䣠b¢ ß È b…¡æ¢ × à È b…¡æ¡ aÛˆ£ ç k¡ ë aÛ¤1¡š£ ò¡� » hadîsi şerifi ile anlatıldığı üzere insanlar altın ve gümüş ma'denleri gibi ma'den ma'den muhtelif hılkat ve seciyyelerde bulunabilirse de asıl insanlık fıtrati, insan tabiati noktai nazarından hepsi birdir. Benî âdemdir. İnsanın insan olmak haysiyyetiyle asıl fıtrati fâtırına inkıyad, « ��ë ß b  Ü Ô¤o¢ aÛ¤v¡å£  ë aÛ¤b¡ã¤  a¡Û£ b Û¡î È¤j¢†¢ëæ¡� » buyurulduğu vechile yaradan Allaha ubudiyyettir. Dinsizlik fıtrate muhalif bir dalâl olduğu gibi Allahdan başkasına tapmak da öyledir. Fıtrat dîni, Allah dîni, hanîflik, islâmdır.

Sh:»3824[]

« ��a¡æ£  aÛ†£©íå  Ç¡ä¤†  aÛÜ£¨é¡ aÛ¤b¡¤Ü b⢮›P ë Û é¢¬ a ¤Ü á  ß å¤ Ï¡ó aێ£ à¨ì ap¡ ë aÛ¤b ‰¤ž¡ Ÿ ì¤Ç¦b ë × Š¤ç¦b ë a¡Û î¤é¡ í¢Š¤u È¢ìæ ›� » binaenaleyh din hususu hevalara göre değil, Allahın birliğiyle insanlık vahdeti üzerine yürümelidir. Müfessirînin çoğu fıtrati, hakkı kabul ve idrâk kabiliyyeti diye, fıtrate sarılmayı da mucebince amel ile tefsir etmişlerdir.

Hazreti Enes radıyallahü anhten rivayet olunan bir hadîste « ��Ï¡À¤Š p  aÛÜ£¨é¡ aÛ£ n©ó Ï À Š  aÛ䣠b  Ç Ü î¤è 6b›P …¡íå  aÛÜ£¨é m È bÛ ó›� » buyurulmuştur. Ebû Hüreyreden rivayet olunan bir hadîsi şerifte de buyurulmuştur ki « �ß b ß¡å¤ ß ì¤Û¢ì…§ í¢ìÛ †¢ a¡Û£ b Ç Ü ó aÛ¤1¡À¤Š ñ¡ Ï b 2 ì aê¢ í¢è ì£¡… aã¡é¡ ë í¢ä –£¡Š aã¡é¡ ë í¢à v£¡Ž bã¡é¡ × à b m¢ä¤n¡w¢ aÛ¤j è¡îà ò¢ 2 è¡îà ò¦ u à¤È bõ  ç 3¤ m¢z¡Ž£¢ìæ  Ï¡îè b ß¡å¤ u †¤Ç bõ � » her doğan fıtrat üzere doğar. Öyle iken ebeveynidir ki Yehudîleştirir veya Nasrânileştirir veya Mecusîleştirir, netekim behîme derli toplu bir behîme yavrular, içlerinde bir inenmiş görür müsünüz?» Demek ki aslı fıtrat, tam ve sâlimdir, burnu kulağı sonradan kesilir. Maddeten böyle olduğu gibi ma'nen ve ahlâkan da böyledir. Fıtratin bu selâmeti şuur sahasında ve ictimaî şeraıtle terbiye muhîtınde, âdetlerin cereyanı içinde ya bozulur veya güzel bir inkişaf ile kemalini bulur. Âhıret de bu iki neticenin birine göre olur.

Bu vechile dînin iki kaynağı vardır: Biri fıtrat, biri kesib. Fıtrat, sırf ilâhîdir. Bir sevkı haktır. Allahın emrini yerine getirerek Allaha irmek için hep hakka doğru bir insiyak ifade eder. Kesb, enfüsî ve âfakî muhtelif şeraıt içinde hissin teheyyücleri, zihnin tefekkürleriyle alâkadar olduğundan fıtratin istikametine muhalif hevalara, zararlara haksızlıklara, ısyan ve şirke sürükliyebilir. Bundan koruyacak olan ise dîndir. Bunun için buyuruluyor ki dîne hanîf olarak yüz tut, Allahın fıtratına sarıl ��Û bm j¤†©í3  Û¡‚ Ü¤Õ¡ aÛÜ£¨é¡6›� Allahın yaratmasını değiştiren yok, yâhud Allah yaradışına bedel bulunmaz - bu cümle inşa veya ıhbar olarak bir kaç ma'nâya muhtemildir: ya'ni Allahın esas yaradışı olan fıtrati muktezası hilâfına giderek bozmağa,

Sh:»3825[]

değiştirmeğe kalkışmayın, çünkü Allahın yaradışına bedel bulunmaz, zayi' ettiğiniz bir kabiliyyeti hiç bir san'atle yerine koyamazsınız. Yâhud Allahın yarattığı fıtratin hılâfına dîn uydurmağa ahkâm vazetmeğe kalkışmayın. Siz meselâ erkeği dişi, dişiyi erkek yapamazsınız. Yâhud Allahın halkını başkalarına isnad etmeğe, başkalarını hâlık yerine koyup da şirk koşmağa, Allahın hukmünden çıkmağa çalışmayın, çünkü Allahın yarattığı milki sizin milkleriniz gibi tebdil olunmaz. Dîn, fıtrati değiştirmek için değil, fıtratteki umumî selâmeti inkişaf ettirmek içindir. ��‡¨Û¡Ù  aÛ†£©íå¢ aۤԠá¢>›� İşte doğru paydar dîn odur. Ya'ni eğriliklerden sakınıp umum insanların üzerine yaradılmış olduğu fıtrati istikametle ta'kıb etmektir. ��ë Û¨Ø¡å£  a ×¤r Š  aÛ䣠b¡ Û bí È¤Ü à¢ìæ >›� Velâkin insanların ekserisi bilmezler - de çarpık giderler, dîni fıtratte değil, âdette ararlar veya hevalarına uyar, Allahın halkını değiştirmeğe kalkarlar. 31. ��ß¢ä©îj©îå  a¡Û î¤é¡›� Hanîfen gibi hal olarak oraya merbuttur. ���« �aÓá� » emrinin ammolarak herkese hıtab olduğuna ve cemaatin lüzumuna işaret olmak üzere burada cemi' sıgası getirilmiştir. Ya'ni her biriniz Allah fıtratine, o tevhide öyle sarılın ki hepimiz tevbe ve ıhlâs ile Allaha rücu' ve dehalet ederek, ����ë am£ Ô¢ìꢛ�� hem ondan korkun ����ë a Ó©îà¢ìa aÛ–£ Ü¨ìñ ›�� namazı güzel kılın ��ë Û b m Ø¢ìã¢ìa ß¡å  aۤ࢒¤Š¡×©îå =›� ve müşriklerden olmayın - amelleriniz yalnız Allah için yapın, açık veya gizli bir şirk karıştırmayın - burada hanîfliğin tam zıddı olan müşriklik yalnız meşhur ma'nâsiyle şirki celîden ıbaret zannedilmeyip celî, hafî şirkin her türlüsünden ihtiraz edilmek için bedel tarikıyle iyzah olunarak şöyle buyuruluyor.

Sh:»3826[]

32.��ß¡å  aÛ£ ˆ©íå  Ï Š£ Ó¢ìa …©íä è¢á¤ ë × bã¢ìa ‘¡,î È¦be6›� Onlardan ki dînlerini ayırdılar da şîa şîa öbek öbek oldular - ya'ni umumî fıtrati kavrıyacak açık bir ruh ve geniş bir hak vicdanı ile hareket etmeyip her biri kendi hususiyyetine, kendi çıkarına, dar kafasiyle kendi kuruntusuna göre bir heva ile dînini ayırıp ayrı bir başbuğ arkasına düşerek şîa şîa fırka fırka olmuşlar ��×¢3£¢ y¡Œ¤l§ 2¡à b Û † í¤è¡á¤ Ï Š¡y¢ìæ ›� her bölük kendilerindekine güvenmektedirler - Fıtratten ayrılıp teassub ile hakkı gözetmemektedirler. Halbuki « ��ß b ǡ䤆 ×¢á¤ í ä¤1 †¢ ë ß b ǡ䤆  aÛÜ£¨é¡ 2 bÖ§6� » dır. Bu noktada insanların üzerine yaradılmış olduğu fıtratin başka değil, yalnız Allaha yalvarmak olduğunu göstermek için buyuruluyor ki:

33.��ë a¡‡ a ß £  aÛ䣠b  ™¢Š£¥›� bununla beraber insanlara bir sıkıntı dokunduğu vakıt ��… Ç ì¤a ‰ 2£ è¢á¤ ߢä©îj©îå  a¡Û î¤é¡›� bütün o güvendiklerinden ve her şeyden geçip yalnız yaradan rablarına gönül vererek hep ona yalvarırlar - netekim Çanakkale, Sakarya, Afyon muharebeleri sırasında biz Türkler hep böyle olmuştuk. Demek ki fıtrat dîni sâde Âllah dînidir. Her zaman paydar dîni kayyim yalnız odur. ��q¢á£  a¡‡ a¬ a ‡ aÓ è¢á¤ ß¡ä¤é¢ ‰ y¤à ò¦›� böyle iken sonra o, onlara tarafından bir rahmet tattırıverince: o sıkıntıyı açıp bir ni'met ihsan ediverince de ��a¡‡ a Ï Š©íÕ¥ ß¡ä¤è¢á¤ 2¡Š 2£¡è¡á¤ í¢’¤Š¡×¢ìæ =›� ne bakarsın içlerinden bir kısmı o rablarına şirk koşuyorlardır. - Şükredecek yerde tutarlar da bu, şundan oldu, bundan oldu, benden oldu senden oldu diyerek Allahın lûtfunu başkalarına isnad etmeğe kalkarlar. 34. ��Û¡î Ø¤1¢Š¢ëa 2¡à b¬ a¨m î¤ä bç¢á¤6›� Ki kendilerine verdiğimiz ni'meti küfran ile: nankörlükle karşılamak için ��Ï n à n£ È¢ìa®›� haydin yaşayın zevkedin bakalım

Sh:»3827[]

��Ï Ž ì¤Ò  m È¤Ü à¢ìæ ›� yarın bileceksiniz ��

35.� ��a â¤ a ã¤Œ Û¤ä b Ç Ü î¤è¡á¤ ¢Ü¤À bã¦b›� yoksa biz onlara bir ferman indirmişiz de ��Ï è¢ì  í n Ø Ü£ á¢ 2¡à b × bã¢ìa 2¡é© í¢’¤Š¡×¢ìæ ›� ona şirk koşmalarının cevazını o mu söylüyor? - Hayır öyle bir kitab ve bürhan indirilmemiştir. Lâkin onlar yukarıda söylendiği vechile bigayri ılmin hevaları ardında gitmişler, keyflerine hoş gelene veya gözlerinin korktuğuna perestiş etmişlerdir. Âlemde esbab yok değildir. Fakat hâkimiyyet, esbabın değil, Allahındır. Allah izin vermeyince hiç bir sebeble bir yaprak bile oynamaz. Böyle olduğunu fıtret bilir, onun için sıkıştığı zaman Allaha yalvarır 36. ��ë a¡‡ a¬ a ‡ Ó¤ä b aÛ䣠b  ‰ y¤à ò¦›� bir de biz insanlara bir rahmet tattırdık mı ��Ï Š¡y¢ìa 2¡è 6b›� ona güvenirler - şımarırlar gerçi « ��Ó¢3¤ 2¡1 š¤3¡ aÛÜ£¨é¡ ë 2¡Š y¤à n¡é© Ï j¡ˆ¨Û¡Ù  Ϡܤî 1¤Š y¢ìa6� » buyurulduğu üzere Allahın fadl-ü rahmetiyle sevinmek memnu değil, belki me'murünbihtir. Fakat o ferahtan maksad mün'ımı tanıyarak hamd-ü şükrünü bilmek ma'nâsına ferahtır. Burada ise mün'ımi hisaba almayıp sâde ni'mete güvenerek şimarıp hevalarına uyan kimselerin hali beyan buyuruluyor ki bunlar ibadet ederlerse bile Dünya menfeati için ederler ve sırf ni'mete güvendikleri için ��ë a¡æ¤ m¢–¡j¤è¢á¤  î£¡÷ ò¥ 2¡à b Ó †£ ß o¤ a í¤†©íè¡á¤›� ellerinin takdim ettiği sebeblerden birisile de başlarına bir fenalık gelirse ��a¡‡ a ç¢á¤ í Ô¤ä À¢ìæ ›� derhal me'yus olur, Allahın rahmetinden büsbütün ümidi kesiverirler. - Çünkü nazarları bâkı olan Allaha değil, fâniyedir.

Bir hadîsi şerifte buyurulmuştur ki mü'min tâze ekine benzer rüzgâr estikçe yatar yine kalkar, kâfir çam ağacına benzer rüzgâr estikçe güler fakat bir kerre yıkılınca artık kalkamaz.» Bunlar neye öyle ni'mete güveniyorlar

37.��a ë Û á¤ í Š ë¤a a æ£  aÛÜ£¨é  í j¤Ž¢Á¢ aÛŠ£¡‹¤Ö  Û¡à å¤ í ’ b¬õ¢ ë í Ô¤†¡‰¢6›� ya görmüyorlar

Sh:»3828[]

mı da ki Allah rızkı dilediğine açıyor da sıkıyor da - ba'zı kimselere bol ba'zılarına dar verir ve hattâ bir kimseye de ba'zan genişlik ve ba'zan darlık verir. ��a¡æ£  Ï©ó ‡¨Û¡Ù  Û b¨í bp§ Û¡Ô ì¤â§ í¢ìª¤ß¡ä¢ìæ ›� şübhe yok ki bundan iyman edecek bir kavm için çok âyetler var - bunu görenler ne ni'mete güvenirler, ne ümidi keserler, bollukta da darlıkta da Allaha iymanlarını tam tutarlar. Bunun üzerine dînin amelî tezahürü hulâsa edilerek buyuruluyor ki

38.��Ï b¨p¡ ‡ aaÛ¤Ô¢Š¤2¨ó y Ô£ é¢›� o halde ya'ni dîne hanîf olarak yüz tutup Allah fıtratına sarıl da - yakınlığı olana da hakkını ver ��ë aۤࡎ¤Ø©îå  ë a2¤å  aێ£ j©î3¡6›� miskîne de yolcuya da - hak dîninin, doğruluğunun muktezası böyle uzak yakın demeyip hakkı yerine koymaktır. Kimsenin hakkını yemedikten maada kim olursa olsun muhtac olanlara mümkin olan muaveneti yapmak, infak, tasadduk vesair envaı birr-ü hayırdan biriyle bakmaktır. Muhtac olan akribanın insanda bir hakkı olacağı gibi geçimsiz kalmış bir bîçarenin, yolda kalmış bir seyyahın bütün cem'ıyyette bir hakkı vardır. Binaenaleyh bunları gözetecek müesseseler yapılmalıdır. ��‡¨Û¡Ù ›� Bu - bunlara hakkını vermek �� î¤Š¥ Û¡Ü£ ˆ©íå  í¢Š©í†¢ëæ  ë u¤é  aÛÜ£¨é9¡›� Allah yüzünü murad edenler için - ya'ni Allahın rızasını arayanlar için hayırlıdır. ��ë a¢ë¯Û¨¬÷¡Ù  ç¢á¢ aÛ¤à¢1¤Ü¡z¢ìæ ›� Ve felâh bulacak olanlar işte onlardır. - Allah rızasını gözeterek umumî olsun hususî olsun hakkını yerine koyanlardır.

39.��ë ß b¬a¨m î¤n¢á¤ ß¡å¤ ‰¡2¦b Û¡î Š¤2¢ì ¯a Ï©¬ó a ß¤ì a4¡ aÛ䣠b¡›� Halkın mallarında nemalansın diye verdiğiniz riba - burada iki ma'nâ beyan

Sh:»3829[]

etmişlerdir. Ba'zıları bundan murad, ma'ruf olan riba, ya'ni fâiz olduğunu söylemişlerdir ki zâhir olan da budur. Netekim Süddî bu âyetin Sekıyfin ribası hakkında nâzil olduğunu rivayet eylemiştir. Çünkü Sekıyf ve Kureyş kabîleleri fâizcilik ederlerdi. Buna göre demek olur ki riba, henüz menedilmeden evvel de zemmedilmiştir. Fakat diğer bir çok müfessirîn burada riba ta'birinin mecaz olup murad, ziyadesiyle karşılığı gözetilerek verilen fazla hediyyeler, atıyyeler olduğuna kail olmuşlardır ki bu ma'nâ İbni Abbastan merviydir. Buna göre fazlasiyle karşılığı gözetilerek verilen hediyyeler bir nevi' fâizciliğe teşbih olunarak zemmedilmiş olacağından bil'ıktıza ribanın men'inde daha beliğ olmuş olur. Netekim ma'ruf riba hakkında yemek ta'biri kullanılmıştır. Şu halde ma'nâ şöyle olur: halkın mallarında riba nemalanarak fazlasiyle karşılığını almak için verdiğiniz atıyyeler, hediyyeler ��Ï Ü b í Š¤2¢ìa ǡ䤆  aÛÜ£¨é¡7›� Allah yanında nemalanmaz, artmaz - ribanın Allah yanında hiç bir sevabı olmadığı gibi halktan karşılığı maa ziyadetin alınmak niyyetiyle verilen hediyyeler de öyledir. Gerçi bu günah değildir, fakat sevabı da yoktur ��ë ß b¬ a¨m î¤n¢á¤ ß¡å¤ ‹ ×¨ìñ§ m¢Š©í†¢ëæ  ë u¤é  aÛÜ£¨é¡›� Allah yüzünü, Allah rızasını murad ederek verdiğiniz zekât ise ��Ï b¢ë¯Û¨¬÷¡Ù  ç¢á¢ a࢚ۤ¤È¡1¢ìæ ›� işte kat kat katlayanlar onlardır « ��× à r 3¡ y j£ ò§ a ã¤j n o¤  j¤É   ä b2¡3  Ï©ó ×¢3£¡ ¢ä¤j¢Ü ò§ ß¡bö ò¢ y j£ ò§6 ë aÛÜ£¨é¢ í¢š bÇ¡Ñ¢ Û¡à å¤ í ’ b¬õ¢6� » Dini tevhid hakkındaki bu emirlerden ve bu beyanattan sonra zat ve sıfatı ilâhiyye hakkında türlü felsefelerle ihtilâfa düşülmeksizin Allahı tanıtmak için şöyle buyuruluyor: 40. ��a ÛÜ£¨é¢ aÛ£ ˆ©ô›� Allah odur ki �� Ü Ô Ø¢á¤›� sizi yaratmıştır - ya'ni Allahı tanımak için onun zatı hakkında tefekküre dalmamalı, gayet açık olan ef'al-ü asarını, âlâ ve

Sh:»3830[]

eltafını düşünmelidir. Şübhesiz ki sizi yaradan var, işte o sizi yaradandır ��q¢á£  ‰ ‹ Ó Ø¢á¤›� sonra size rızk vermekte - beslemekte - dir ��q¢á£  í¢à©în¢Ø¢á¤›� sonra sizi öldürür ��q¢á£  í¢z¤î©îØ¢á¤6›� sonra sizi yine diriltir ��ç 3¤ ß¡å¤ ‘¢Š × b¬ö¡Ø¢á¤ ß å¤ í 1¤È 3¢ ß¡å¤ ‡¨Û¡Ø¢á¤ ß¡å¤ ‘ ó¤õ§6›� hiç sizin şeriklerinizden bunlardan bir şey yapan varmı? - Yok olduğu şübhesiz. ��¢j¤z bã é¢ ë m È bÛ¨ó Ǡ࣠b í¢’¤Š¡×¢ìæ ;›� Münezzeh ve çok yüksektir o sübhan onların şirkinden.

��QT› à蠊  aÛ¤1 Ž b…¢ Ï¡ó aÛ¤j Š£¡ ë aÛ¤j z¤Š¡ 2¡à b × Ž j o¤ a í¤†¡ô aÛ䣠b¡ ۡ©íÔ è¢á¤ 2 È¤œ  aÛ£ ˆ©ô Ç à¡Ü¢ìa ۠Ƞܣ è¢á¤ í Š¤u¡È¢ìæ  RT› Ó¢3¤ ©,ëa Ï¡ó aÛ¤b ‰¤ž¡ Ï bã¤Ä¢Š¢ëa × î¤Ñ  × bæ  Ç bÓ¡j ò¢ aÛ£ ˆ©íå  ß¡å¤ Ó j¤3¢6 × bæ  a ×¤r Š¢ç¢á¤ ߢ’¤Š¡×©îå  ST› Ï b Ó¡á¤ ë u¤è Ù  ۡ܆£©íå¡ aÛ¤Ô î£¡á¡ ß¡å¤ Ó j¤3¡ a æ¤ í b¤m¡ó  í ì¤â¥ Û b ß Š …£  Û é¢ ß¡å  aÛÜ£¨é¡ í ì¤ß ÷¡ˆ§ í –£ †£ Ç¢ìæ  TT› ß å¤ × 1 Š  Ï È Ü î¤é¡ ×¢1¤Š¢ê¢7 ë ß å¤ Ç à¡3  • bÛ¡z¦b Ï Ü¡b ã¤1¢Ž¡è¡á¤ í à¤è †¢ëæ = UT› Û¡î v¤Œ¡ô  aÛ£ ˆ©íå  a¨ß ä¢ìa ë Ç à¡Ü¢ìa aÛ–£ bÛ¡z bp¡ ß¡å¤ Ï š¤Ü¡é©6 a¡ã£ é¢ Û bí¢z¡k£¢ aۤؠbÏ¡Š©íå  VT› ë ß¡å¤ a¨í bm¡é©¬ a æ¤ í¢Š¤¡3  aÛŠ£¡í b€  ߢj ’£¡Š ap§ ë Û¡î¢ˆ©íÔ Ø¢á¤ ß¡å¤ ‰ y¤à n¡é© ë Û¡n v¤Š¡ô  aÛ¤1¢Ü¤Ù¢ 2¡b ß¤Š¡ê© ë Û¡n j¤n Ì¢ìa ß¡å¤ Ï š¤Ü¡é© ë Û È Ü£ Ø¢á¤ m ’¤Ø¢Šë¢æ ›��

Sh:»3831[]

��WT› ë Û Ô †¤ a ‰¤ Ü¤ä b ß¡å¤ Ó j¤Ü¡Ù  ‰¢¢Ü¦b a¡Û¨ó Ó ì¤ß¡è¡á¤ Ï v b¬ëª¢@ç¢á¤ 2¡bÛ¤j î£¡ä bp¡ Ï bã¤n Ô à¤ä b ß¡å  aÛ£ ˆ©íå  a u¤Š ß¢ìa6 ë × bæ  y Ô£¦b Ç Ü î¤ä b ã –¤Š¢ aÛ¤à¢ìª¤ß¡ä©îå  XT› a ÛÜ£¨é¢ aÛ£ ˆ©ô í¢Š¤¡3¢ aÛŠ£¡í b€  Ï n¢r©îŠ¢  z b2¦b Ï î j¤Ž¢À¢é¢ Ï¡ó aێ£ à b¬õ¡ × î¤Ñ  í ’ b¬õ¢ ë í v¤È Ü¢é¢ סŽ 1¦b Ï n Š ô aۤ젅¤Ö  í ‚¤Š¢x¢ ß¡å¤ ¡Ü bÛ¡é©7 Ï b¡‡ a¬ a • bl  2¡é© ß å¤ í ’ b¬õ¢ ß¡å¤ Ç¡j b…¡ê©¬ a¡‡ a ç¢á¤ í Ž¤n j¤’¡Š¢ëæ  YT› ë a¡æ¤ × bã¢ìa ß¡å¤ Ó j¤3¡ a æ¤ í¢ä Œ£ 4  Ç Ü î¤è¡á¤ ß¡å¤ Ó j¤Ü¡é© Û à¢j¤Ü¡Ž©,îå  PU› Ï bã¤Ä¢Š¤ a¡Û¨¬ó a¨q b‰¡ ‰ y¤à o¡ aÛÜ£¨é¡ × î¤Ñ  í¢z¤ï¡ aÛ¤b ‰¤ž  2 È¤†  ß ì¤m¡è 6b a¡æ£  ‡¨Û¡Ù  Û à¢z¤ï¡ aÛ¤à ì¤m¨ó7 ë ç¢ì  Ǡܨó ×¢3£¡ ‘ ó¤õ§ Ó †©íŠ¥ QU› ë Û ÷¡å¤ a ‰¤ Ü¤ä b ‰©íz¦b Ï Š a ë¤ê¢ ߢ–¤1 Š£¦a ۠Ġܣ¢ìa ß¡å¤ 2 È¤†¡ê© í Ø¤1¢Š¢ëæ  RU› Ï b¡ã£ Ù  Û b m¢Ž¤à¡É¢ aÛ¤à ì¤m¨ó ë Û b m¢Ž¤à¡É¢ aÛ–£¢á£  aÛ†£¢Ç b¬õ  a¡‡ a ë Û£ ì¤a ߢ†¤2¡Š©íå  SU› ë ß b¬ a ã¤o  2¡è b…¡ aۤȢà¤ó¡ Ç å¤ ™ Ü bÛ n¡è¡á¤6 a¡æ¤ m¢Ž¤à¡É¢ a¡Û£ b ß å¤ í¢ìª¤ß¡å¢ 2¡b¨í bm¡ä b Ï è¢á¤ ߢŽ¤Ü¡à¢ìæ ;›��

Sh:»3832[]

Meali Şerifi

İnsanların ellerinin kesbi ile karada ve denizde fesad meydan aldı, yaptıklarının ba'zısını kendilerine tattırmak için ki rücu' etsinler * De ki Arzda bir gezin de bakın: bundan evvelkilerin akıbeti nasıl olmuş? Onların ekserisi müşrik idiler * De de yüzünü o doğru ve sâbit dine tut, Allahdan reddine hiç çare olmıyan bir gün gelmezden evvel ki o gün hep ayırd olurlar * Her kim küfrederse küfrü kendi aleyhinedir, her kim de salâh ile çalışırsa sırf kendileri için döşemiş olurlar * Çünkü iyman edip de salih salih işler yapanlara fazlından mükâfat verecek, çünkü o kâfirleri sevmez * Ve onun âyetlerindendir müjdeciler halinde rüzgârlar göndermesi ki hem rahmetinden size tatırmak için, hem emriyle gemiler akmak için, hem arayıb fazlından kazanmanız için, hem gerek ki şükredesiniz diye * Celâlim hakkı için senden evvel bir çok Resulleri kavmlerine gönderdik de onlara beyyinelerle vardılar, onun üzerine cürm işliyenlerden intikam aldık, mü'minlere ise nusrat uhdemizde bir hakk oldu * Allah odur ki rüzgârları gönderir de bir bulut savururlar, derken onu Semâda nasıl dilerse öyle serer, parça parça da eder, derken yağmuru görürsün aralarından çıkar, derken onu kullarından kimlere dileyorsa döküverdimi derhal yüzleri gülüverir * Önce o kendilerine indirilmezden evvel ümidi kesmiş ye'se düşmüş iseler de * Şimdi bak Allahın rahmeti asârına, Arzı ölümünden sonra nasıl diriltiyor? Şübhe yok ki o her halde ölülerin diriltir, daha da her şey'e kadirdir o * Celâlim hakkı için bir rüzgâr göndersek de onu - o eseri - sararmış görseler mutlak onun arkasından küfrana başlarlar * Çünkü sen ölülere işittiremezsin, o da'veti sağırlara da işittiremezsin, arkalarını dünmüş giderlerken * Körlerin de şaşkınlıklarından yol göstericisi değilsin, ancak âyetlerimize iyman edeceklere işittirirsin de onlar islâma gelir, selâmeti bulurlar *

41.��Ã è Š  aÛ¤1 Ž b…¢ Ï¡ó aÛ¤j Š£¡ ë aÛ¤j z¤Š¡›� karada ve denizde fesad zuhura

Sh:»3833[]

geldi - fıtrî nizam bozuldu, gerek tabiî ve gerek ictimaî şeraıtta uygunsuzluk meydan aldı ��2¡à b × Ž j o¤ a í¤†¡ô aÛ䣠b¡›� insanların ellerinin kesbi yüzünden - fıtratin hılâfına ta'kıyb olunan şirk, ahlaksızlık, haksızlık, muhtelif hevalar, türlü mezheblerle beşerî ıhtirasların çarpışması sebebiyle ki ��Û¡î¢ˆ©íÔ è¢á¤ 2 È¤œ  aÛ£ ˆ©ô Ç à¡Ü¢ìa›� yaptıklarının ba'zısını Allah kendilerine (bu Dünyada) tattırmak için - temamını ise Âhırete tatacaklar, asıl cezasını orada çekecekler, fakat bu Dünyada da biraz tattırılırlar ��Û È Ü£ è¢á¤ í Š¤u¡È¢ìæ ›� gerek ki rücu' ederler diye - ya'ni amellerinin acısını biraz tatsınlar da tevbekâr olup şirkten vaz geçerek fıtrat dinine, tevhidi hakka, salâha rücu' etsinler diye. Ve işte bı'seti Muhammediyye insanları tevbe ve salâha da'vet ile selâmete çıkarmak içindir. Bunun için buyuruluyor ki: Resulüm! 42. �Ó¢3¤›� de ki ��©,ëa Ï¡ó aÛ¤b ‰¤ž¡›� Arzda bir gezin de ��Ï bã¤Ä¢Š¢ëa × î¤Ñ  × bæ  Ç bÓ¡j ò¢ aÛ£ ˆ©íå  ß¡å¤ Ó j¤3¢6›� bakın bundan evvelkilerin akıbeti nasıl olmuş ��× bæ  a ×¤r Š¢ç¢á¤ ߢ’¤Š¡×©îå ›� onların ekserisi müşrik idi - şirk koşmakla Allahın hikmetine karşı ahkâm vaz'ına kalkışmakla Allahdan kurtulmanın çaresini bulamadılar, sonunda ister istemez Allahın hukmüne râm olarak kahrolup gittiler. Onun için

43.��Ï b Ó¡á¤ aÛƒPPP›�

46.��ë ß¡å¤ a¨í bm¡é©¬ a æ¤ í¢Š¤¡3  aÛŠ£¡í b€  ߢj ’£¡Š ap§›� - Bu âyetler ıbaresiyle ahvali kevniyyedeki tasarrufatı ifade ederken işaretiyle de ahvali ictimaiyyedeki inkılâbatı temsil etmektedir. Rüzgârların inkılâbların münzirleri olduğu gibi mübeşşirleri de var. Tabiate ârız olan fesad onlarla düzelir.

Sh:»3834[]

��TU› a ÛÜ£¨é¢ aÛ£ ˆ©ô  Ü Ô Ø¢á¤ ß¡å¤ ™ È¤Ñ§ q¢á£  u È 3  ß¡å¤ 2 È¤†¡ ™ È¤Ñ§ Ӣ죠ñ¦ q¢á£  u È 3  ß¡å¤ 2 È¤†¡ Ӣ죠ñ§ ™ È¤1¦b ë ‘ ,î¤j ò¦6 í ‚¤Ü¢Õ¢ ß b í ’ b¬õ¢7 ë ç¢ì  aۤȠܩîᢠaÛ¤Ô †©íŠ¢ UU› ë í ì¤â  m Ô¢ì⢠aێ£ bÇ ò¢ í¢Ô¤Ž¡á¢ aÛ¤à¢v¤Š¡ß¢ìæ = ß bÛ j¡r¢ìa ˠ   bÇ ò§6 × ˆ¨Û¡Ù  × bã¢ìa í¢ìª¤Ï Ø¢ìæ  VU› ë Ó b4  aÛ£ ˆ©íå  a¢ë@m¢ìa aÛ¤È¡Ü¤á  ë aÛ¤b©íà bæ  Û Ô †¤ Û j¡r¤n¢á¤ Ï©ó סn bl¡ aÛÜ£¨é¡ a¡Û¨ó í ì¤â¡ aÛ¤j È¤s9¡ Ϡ計 a í ì¤â¢ aÛ¤j È¤s¡ ë Û¨Ø¡ä£ Ø¢á¤ ×¢ä¤n¢á¤ Û bm È¤Ü à¢ìæ  WU› Ï î ì¤ß ÷¡ˆ§ Û b í ä¤1 É¢ aÛ£ ˆ©íå  Ã Ü à¢ìa ߠȤˆ¡‰ m¢è¢á¤ ë Û bç¢á¤ í¢Ž¤n È¤n j¢ìæ  XU› ë Û Ô †¤ ™ Š 2¤ä b Û¡Ü䣠b¡ Ï©ó 稈 a aÛ¤Ô¢Š¤a¨æ¡ ß¡å¤ ×¢3£¡ ß r 3§6 ë Û ÷¡å¤ u¡÷¤n è¢á¤ 2¡b¨í ò§ Û î Ô¢ì۠壠 aÛ£ ˆ©íå  × 1 Š¢ë¬a a¡æ¤ a ã¤n¢á¤ a¡Û£ b ߢj¤À¡Ü¢ìæ  YU› × ˆ¨Û¡Ù  í À¤j É¢ aÛÜ£¨é¢ Ǡܨó Ӣܢìl¡ aÛ£ ˆ©íå  Û bí È¤Ü à¢ìæ  PV› Ï b•¤j¡Š¤ a¡æ£  ë Ç¤†  aÛÜ£¨é¡ y Õ£¥ ë Û b í Ž¤n ‚¡1£ ä£ Ù  aÛ£ ˆ©íå  Û bí¢ìÓ¡ä¢ì栝›�

Sh:»3835[]

Meali Şerifi

Allah, o kadir ki sizi bir za'ftan yaratmakta, sonra za'fın arkasından bir kuvvet yapmakta, sonra da kuvvetin arkasından bir za'f ve bir saç aklığı yapmakta, neyi dilerse halk ediyor, o öyle alîm, öyle kadîr * O gün ki saat gelir Kıyamet kopar, mücrimler, bir saatten fazla durmadıklarına yemîn ederler evvel de böyle çeviriliyorlardı * Kendilerine ılm-ü iyman verilenler de demektedir ki alimallah, Allahın kitabınca ba's gününe kadar durdunuz. İşte bu, ba's günü velâkin siz bilmezler güruhu idiniz * Artık o gün o zulmedenlere ma'ziretleri faide vermez ve dertlerinin çaresine bakılmaz * Celâlim hakkı için bu Kur'anda her türlü meselden temsil getirdik, yemîn ederim ki sen onlara başka bir âyet de getirsen o küfredenler yine diyecekler ki: siz her halde mubtılsiniz * Ilmin kadrini bilmiyenlerin kalblerini Allah, öyle tab'eder * Şimdi sen sabret, çünkü Allahın va'di muhakkak haktır ve sakın iykanı olmıyanlar seni hafifliğe sevk etmesinler *

Hatimedeki bu nasıhati te'yid ile tebşir siyakında hikmetleri mütezammin olan Lokman Sûresi geliyor:

Yenişehir..

Şablon:Sadeleştirilmiş ET


Advertisement