RNK : SÜNUHAT . Sünuhat |
---|
Risale-i Nur Külliyatı
Giriş
İFADE-İ MERAM[]
Bazı âyâtı düşünürken bazı nükteler kalbime hutur ederek nota suretinde kaydettim. Elfazca zengin değilim, israfı da (sevmem), teşrifatçı elfazı (beğenmem), îcazımdan darılma. خُذْ مِنْ كُلِّ شَىْءٍ اَحْسَنَهُ kaidesiyle sana hoş gelen şeyleri al, sana hoş görünmeyeni bana bırak, ilişme!..
Said
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ
اَلَّذٖينَ اٰمَنُوا وَ عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ[]
(*[1])
Kur’an “salihat”ı mutlak, mübhem bırakıyor. Çünkü ahlâk ve faziletler, hüsün ve hayır çoğu nisbîdirler. Neviden nev’e geçtikçe değişir. Sınıftan sınıfa nâzil oldukça ayrılır. Mahalden mahalle tebdil-i mekân ettikçe başkalaşır. Cihet muhtelif olsa muhtelif olur. Fertten cemaate, şahıstan millete çıktıkça mahiyeti değişir.
Mesela cesaret, sehavet erkekte gayret, hamiyet, muavenete sebeptir. Karıda nüşûze, vekahete, zevc hakkına tecavüze sebep olabilir.
Mesela zayıfın kavîye karşı izzet-i nefsi, kavîde tekebbür olur. Kavînin zayıfa karşı tevazuu, zayıfta tezellül olur.
Mesela bir ulü’l-emr, makamındaki ciddiyeti vakar, mahviyeti zillettir. Hanesinde ciddiyeti kibir, mahviyeti tevazudur.
Mesela tertib-i mukaddimatta tefviz, tembelliktir. Terettüb-ü neticede tevekküldür. Semere-i sa’yine, kısmetine rıza kanaattir. Meyl-i sa’yi kuvvetlendirir. Mevcuda iktifa, dûn-himmetliktir.
Mesela fert mütekellim-i vahde olsa müsamahası, fedakârlığı amel-i salihtir. Mütekellim-i maalgayr olsa hıyanet olur.
Mesela bir şahıs kendi namına hazm-ı nefis eder, tefahur edemez; millet namına tefahur eder, hazm-ı nefis edemez. Her birinde birer misal gördün, istinbat et.
Mademki Kur’an bütün tabakata, bütün a’sarda, kâffe-i ahvalde şâmil bir hitab-ı ezelîdir. Hem nisbî hüsün, hayır çoktur. Salihattaki ıtlakı, beliğane bir îcaz-ı mutnebdir. Beyanda sükûtu, geniş bir sözdür.
وَ اِنَّ الْفُجَّارَ لَفٖى جَحٖيمٍ[]
Âkıbet, ikaba delildir; hadsen onu gösteriyor. Masiyetin ekseriya dünyada olan âkıbeti, bir emare-i hadsiyedir ki cezası da bir ikab vardır. Çünkü herkes hususi bir tecrübe ile hadsen görüyor ki hiçbir münasebet-i tabiiye olmadığı halde, masiyet bir netice-i seyyieye müncer olur. Bu kadar kesret ve vüs’atle tesadüf olamaz.
Eğer şu umum muhtelif hususi tecrübeler nazara alınırsa görünür ki nokta-i iştirak yalnız tabiat-ı masiyettir ki cezayı istilzam ediyor. Demek ceza, masiyetin lâzım-ı zatîsidir.
Mademki dünyada filcümle bu lâzım, sırf tabiat-ı masiyet için terettüp ediyor. Elbette bu dârda terettüp etmeyen, başka dârda terettüp edecektir. Acaba kim vardır ki küçücük bir tecrübe geçirmemiş ve dememiş ki: “Filan adam fenalık etti, belasını buldu.”
وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَٓائِلَ لِتَعَارَفُوا[]
(اَىْ لِتَعَارَفُوا.. فَتَعَاوَنُوا.. فَتَحَابُّوا.. لَا لِتَنَاكَرُوا.. فَتَعَانَدُوا.. فَتَعَادُّوا..)
Bir nefer takımda, bölükte, taburda, fırkada birer rabıtası, birer vazifesi olduğu gibi; herkesin heyet-i içtimaiyede müteselsil revabıt ve vezaifi vardır. Halita şeklinde gayr-ı muayyen olsa tearüf ve teavün olmaz.
Unsuriyetin intibahı ya müsbettir ki şefkat-i cinsiye ile intiaşe gelir ki tearüfle teavüne sebeptir. Veya menfîdir ki hırs-ı ırkî ile intibaha gelir ki tenakürle teanüdün sebebidir. İslâmiyet bunu reddeder.
وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِى الْاَرْضِ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ رِزْقُهَا[]
Rızık hayat kadar kudret nazarında ehemmiyetlidir. Kudret çıkarıyor, kader giydiriyor, inayet besliyor. Kudret-i ezeliye dehşetli bir faaliyetle âlem-i kesifi, âlem-i latîfe kalp ve zerrat-ı kâinatı hayattan hissedar etmek için edna bir sebep ile bir bahane ile kemal-i ehemmiyetle hayatı verdiği gibi; aynı derece ehemmiyetle mebsuten mütenasip, rızkı dahi ihzar ediyor.
Hayat, muhassal-ı mazbuttur, görünür. Rızık gayr-ı muhassal, tedricî münteşirdir, düşündürür.
Bir nokta-i nazarda denilebilir: “Açlıktan ölmek yoktur.” Zira şahm vesair surette iddihar olunan gıda bitmeden evvel ölüyor. Demek, terk-i âdetten neş’et eden maraz öldürür. Rızıksızlık değil.
وَ اِنَّ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ لَهِىَ الْحَيَوَانُ[]
(*[2])
Küremiz hayvana benziyor. Âsâr-ı hayatı gösteriyor. Acaba yumurta kadar küçülse bir nevi hayvan olmayacak mıdır? Veya bir mikrop, küre kadar büyüse ona benzemeyecek mi? Hayatı varsa ruhu da vardır.
İnsan-ı ekber olan âlem, tazammun ettiği manzume-i kâinat o derece hassasiyet ve âsâr-ı hayat gösteriyor ki bir cesetteki aza, ecza, zerrat izhar ettikleri tesanüd, tecazüb, teavünden daha ziyade muntazam, muttarid, mükemmel âsârı gösteriyor. Acaba âlem insan kadar küçülse yıldızları zerrat ve cevahir-i ferde hükmüne geçse o da bir hayvan-ı zîşuur olmayacak mıdır?
Şu âyet dehşetli bir sırrı telvih eder. Kesretin mebdei vahdettir, müntehası da vahdettir. Bu bir düstur-u fıtrattır.
Kudret-i ezeliyenin feyz-i tecellisi ve eser-i ibdaı olan kâinattaki kuvvetten umum zerrata, her bir zerreye birer zerre-i cazibe halk ve ihsan ederek ve ondan kâinatın rabıtası olan müttehid, müstakil, muhassal cazibe-i umumiyeyi inşa ve icad etmiştir. Nasıl ki zerratta reşehat-ı kuvvet olan cazibelerin muhassalası bir cazibe-i umumiye vardır. O da kuvvetin ziyasıdır. İzabesinden neş’et eden bir istihale-i latîfesidir.
Kezalik kâinata serpilmiş katarat ve lemaat-ı hayatın dahi muhassalı bir hayat-ı umumiye var olmak gerektir. Hayat varsa ruh da vardır. Öteki gibi münteha-i ruh, bir mebde-i ruhun cilve-i feyzidir. O mebde-i ruh dahi hayat-ı ezeliyenin tecellisidir ki lisan-ı tasavvufta hayat-ı sâriye tesmiye ederler.
İşte ehl-i istiğrakın iştibahının sebebi ve şatahatın menşei: Şu zılli, asla iltibas etmeleridir.
وَ لَا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ اَمْوَاتٌ بَلْ اَحْيَٓاءٌ وَ لٰكِنْ لَا تَشْعُرُونَ[]
(اَىْ وَلٰكِنَّهُمْ يَشْعُرُونَ اَنَّهُمْ اَحْيَاءٌ مَا مَاتُوا)
Şehit kendini hay bilir. (*[3]) Feda ettiği hayatı, sekeratı tatmadığından gayr-ı münkatı’ ve bâki görüyor. Yalnız daha nezih olarak buluyor. Başka meyyite nisbeti şuna benzer ki: İki adam rüyada lezaizin envaına câmi’ bir bahçede geziyorlar. Biri rüya olduğunu bilir, ehemmiyet vermez. Diğeri ise yakaza bilir, hakiki mütelezziz olur.
Âlem-i rüya, âlem-i misalin zılli ve o da âlem-i berzahın zılli olduğundan, desatirleri mütemasildir.
[[مَنْ قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ اَوْ فَسَادٍ فِى الْاَرْضِ فَكَاَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمٖيعًا وَمَنْ اَحْيَاهَا فَكَاَنَّمَٓا اَحْيَا النَّاسَ جَمٖيعًا]][]
Şu âyet haktır, akla münafî olamaz. Hakikattir; mücazefe, mübalağa içinde bulunamaz. Halbuki zahir düşündürür.
Birinci Cümle: Adalet-i mahzanın en büyük düsturunu vaz’ediyor. Der ki: Bir masumun hayatı, kanı hattâ umum beşer için olsa da heder olmaz. İkisi nazar-ı kudrette bir olduğu gibi nazar-ı adalette de birdir. Cüz’iyatın küllîye nisbeti bir olduğu gibi hakkın dahi mizan-ı adalete karşı aynı nisbettir. O nokta-i nazardan, hakkın küçüğü büyüğü olamaz.
Lâkin adalet-i izafiye cüzü külle feda eder. Fakat muhtar cüzün sarîhan veya zımnen ihtiyar ve rıza vermek şartıyla… Eneler nahnüye inkılab edip mezcî cemaat ruhu tevellüd ederek, külle feda olmak için fert zımnen rıza-dâde olabilir. Bazen nur, nâr göründüğü gibi şiddet-i belâgat da mübalağa görünür.
Şurada nükte-i belâgat üç noktadan terekküp ediyor:
Birincisi: Beşerin fıtratındaki istidad-ı isyan ve tehevvür, gayr-ı mahdud olduğunu göstermektir. Hayra olduğu gibi şerre dahi insanın kabiliyeti nâmütenahî gibidir. Hodgâmlık ile öyle insan olur ki heves ve ihtirasına mani her şeyi, hattâ elinden gelirse dünyayı harap ve nev-i beşeri mahvetmek ister.
İkincisi: İstidad-ı fıtrînin haricde derece-i kuvvetini izharla, mümkünü vaki suretinde göstererek, nefsi zecredip –demek o damar-ı gadir ve isyan çekirdeği güya bi’l-kuvveden bilfiile çıkıp imkânatı vukuata inkılab ederek, müstaid olduğu semeratı verip bir şecere-i zakkum suretinde hayalin nasbü’l-aynına vaz’eder– tâ matlub olan teneffür ve inzicarı, nefsin dibine kadar işletilsin. İrşadî belâgat böyle olur.
Üçüncüsü: Kaziye-i mutlaka bazen külliye ve kaziye-i vaktiye-i münteşire bazen daime suretinde görünür. Halbuki bir fert, bir zamanda hükme mazhar olsa kaziyenin mantıken sıdkına kâfidir. Ehemmiyetli bir kemiyet olsa örfen dahi doğrudur. Nasıl ki her mahiyette bazı hârikulâde efrad veya o nev’in nihayet derecede tekemmül etmiş bir fert veya her fert için acib şeraite câmi’ hârika bir zaman bulunur ki sair efrad ve ezmine o ferde veya o zamana nisbeten, zerreler kadar küçücük balıklar balina balığına nisbeti gibidir.
Bu sırra binaen cümle-i ûlâ çendan zahiren külliye ise fakat daime değildir. Fakat beşere kātilliğin zaman cihetiyle en müthiş ferdini nazara vaz’ediyor.
Öyle zaman olur ki bir kelime bir orduyu batırır, bir gülle otuz milyonun mahvına sebep olur. Nasıl ki oldu da… Öyle şerait tahtında olur ki küçük bir hareket insanı a’lâ-yı illiyyîne çıkarır. Öyle hal olur ki küçük bir fiil, insanı esfel-i safilîne indirir.
Böyle kaziye-i mutlakada veya münteşire-i zamaniyede böyle haller, büyük bir nükte için nazara alınır. Böyle acib fertler ve acib zamanlar ve haller mutlak, mübhem bırakılır.
Mesela insanlarda veli, cumada dakika-i icabe, ramazanda leyle-i kadir, esmaü’l-hüsnada ism-i a’zam, ömürde ecel meçhul kaldıkça sair efrad dahi kıymettar kalır, ehemmiyet verilir. Taayyün ettikçe, sairleri rağbetten düşer.
Yirmi sene mübhem bir ömür, nihayeti muayyen bin seneye müreccahtır. Zira vehim, ebediyete ihtimal verdiğinden mübhemde nefsi kandırır. Muayyende ise yarısı geçtikten sonra darağacına tedricen takarrub gibidir.
Tenbih: Bazı âyât ve ehadîs vardır ki mutlakadır, külliye telakki edilmiş. Hem öyleler vardır ki münteşire-i muvakkatedir, daime zannedilmiş. Hem mukayyede var, âmm hesap edilmiş.
Mesela, demiş bu şey küfürdür. Yani o sıfat imandan neş’et etmemiş, o sıfat kâfiredir. O haysiyet ile o zat küfür etti denilir. Fakat mevsufu ise imandan neş’et ettikleri gibi ve imanın tereşşuhatına da haize olan başka masume evsafa mâlik olduğundan, o zat kâfirdir denilmez. İllâ ki o sıfat küfürden neş’et ettiği yakînen biline. Zira başka sebepten de neş’et edebilir. Sıfatın delâletinde şek var. İmanın vücudunda da yakîn var. Şek ise yakînin hükmünü izale etmez. Tekfire çabuk cüret edenler düşünsünler!..
İkinci Cümle: اَىْ مَنْ اَحْيَاهَا فَكَاَنَّمَا اَحْيَا النَّاسَ جَمٖيعًا
İhya, mana-yı zahiriyy-i mecazî itibarıyla, hasenenin gayr-ı mahdud tezauf düsturunu gösterir. Mana-yı aslî itibarıyla halk ve icadda şirk ve iştiraki, esasıyla hedm eden bir bürhana remizdir. Zira bu cümle ile beraber مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ tarafeyndeki teşbih, iktidar manasını ifham ettiğini dahi nazara alınsa mantıken aks-i nakîz kaidesiyle istilzam ediyor ki
مَنْ لَا يَقْتَدِرُ عَلٰى اِحْيَاءِ النَّاسِ جَمٖيعًا
لَا يَقْتَدِرُ عَلٰى اِحْيَاءِ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ
demek işareten delâlet ediyor.
Mademki insanın, mümkinatın kudreti, bilbedahe semavatın, küre-i arzın halkına, icadına muktedir değildir. Bir taşın, hiçbir şeyin halkına da muktedir olamaz.
Demek arzı ve bütün nücum ve şümusu tesbih taneleri gibi kaldıracak, çevirecek kuvvetli bir ele mâlik olmayan kimse kâinatta dava-yı halk ve iddia-yı icad edemez.
Sun’î tasarrufat-ı beşeriye ise fıtratta cari olan nevamis-i İlahînin sereyanlarını keşif ile tevfik-i hareket edip lehinde istimal etmektir.
İşte bu derece bürhanda vuzuh, parlaklık Kur’an’ın rumuz-u i’cazındandır. Gelecek âyet bunu ispat edecektir.
مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ[]
Zira kudret zatiyedir. Acz tahallül edemez. Melekûtiyete taalluk eder. Mevani tedahül edemez. Nisbeti kanunîdir. Cüz ve küll, cüz’î ve küllî hükmüne geçer.
Birinci Nokta: Kudret-i ezeliye, Zat-ı Akdes’e lâzıme-i zaruriye-i nâşie-i zatiyedir. Acz zıddı olduğundan bizzarure, zaruriye-i zatiye ile zıddının melzumu olan zata ârız olmaz. Madem zata ârız olamaz, kudrete bizzarure tahallül edemez. Mademki tahallül edemez, kudrette meratib bizzarure olamaz. Zira meratibin vücudu, ezdadın tedahülüyledir. Mesela, hararette meratib, bürudetin tahallülüyledir. Hüsündeki derecat, kubhun tedahülüyledir. (وَ هَلُمَّ جَرًّا)
Mümkinatta hakiki lüzum-u zatî-i tabiî olmadığından, kâinatta ezdad birbirine girebilmiş. Meratib tevellüd edip ihtilafat ile tagayyürat neş’et etmiştir.
Mademki kudrette meratib olamaz, makdûrat dahi bizzarure kudrete nisbeti bir olur. En büyük, en küçüğe müsavi, zerrat yıldızlara emsal olur.
İkinci Nokta: Kâinatın iki ciheti var, âyinenin iki vechi gibi. Biri mülk, biri melekûtiyet. Mülk ciheti ezdadın cevelangâhıdır. Hüsün kubuh, hayır şer, sıgar kiber gibi umûrun mahall-i tevarüdüdür. Onun için vesait ve esbab vaz’edilmiş tâ dest-i kudret zahiren umûr-u hasise ile mübaşir olmasın. Azamet, izzet öyle ister. Hakiki tesir verilmemiş, vahdet öyle ister.
Melekûtiyet ciheti ise mutlaka şeffafedir. Teşahhusat karışmaz. O cihet vasıtasız Hâlık’a müteveccihtir. Terettüp, teselsülü yoktur. İlliyet ma’luliyet giremez. İ’vicacatı yoktur. Avâik müdahale edemez. Zerre şemse kardeş olur.
Kudret hem basit hem nâmütenahî hem zatî, mahall-i taalluk-u kudret hem vasıtasız hem lekesiz hem isyansızdır. Büyük küçüğe tekebbürü, cemaat ferde rüçhanı, küll cüze nisbeten kudrete karşı fazla nazlanması olamaz.
Üçüncü Nokta: لَيْسَ كَمِثْلِهٖ شَىْءٌ ۞ وَ لِلّٰهِ الْمَثَلُ الْاَعْلٰى
Temsil, tasviri teshil ettiğinden temsilatla bu gamız noktayı tefhime çalışacağız.
Mesela, şemsin feyz-i tecellisi olan timsali, deniz sathında, denizin katresinde aynı hüviyeti gösteriyor. Mesela, kâinat hâilsiz şemse müteveccih olmak şartıyla, mütefavit cam parçalarından farz edilse timsal-i şems zerrede, sath-ı arzda, umumda müzahametsiz, tecezzisiz, tenakussuz bir olur. İşte şeffafiyet sırrı.
Mesela, noktalardan terekküp eden bir daire-i azîmin nokta-i merkeziyenin elinde bir mum ve muhitteki noktaların ellerinde birer (âyine) farz edilse nokta-i merkeziyenin verdiği feyz; müzahametsiz, tecezzisiz, tenakussuz nisbeti birdir. İşte mukabele sırrı.
Mesela, hakiki bir mizanın iki gözünde iki şems, iki yıldız, iki dağ, iki yumurta, iki cevher-i fert hangisi bulunursa bulunsun, sarf olunacak aynı kuvvetle, hassas terazinin bir kefesi Süreyya’ya, bir kefesi serâya inebilir. İşte muvazene sırrı.
Mesela, en azîm bir gemiyi, bir çocuk dahi oyuncağını çevirdiği gibi çevirir. İşte intizamın sırrı.
Mesela, bir mahiyet-i mücerrede bütün cüz’iyatına en asgarına, en ekberine yorulmadan, tenakus etmeden, tecezzisiz bir bakar. Mülk cihetindeki teşahhusat, hususiyat müdahale edip tağyir edemez. İşte tecerrüdün sırrı.
Mesela, bir kumandan arş emri ile bir neferi tahrik, bir orduyu tahrik eder. İşte itaat sırrı.
Zira her şeyin bir nokta-i kemali ve o noktaya bir meyli var. Muzaaf meyil, ihtiyaç; muzaaf ihtiyaç, aşk; muzaaf aşk, incizabdır. Mahiyat-ı mümkinatın mutlakā kemali, mutlak vücuddur. Hususi kemali, istidadatını bilfiile çıkaran has vücuddur. Bütün kâinatın kün emrine itaati, bir zerre neferi itaati gibidir. Kün emr-i ezelîsine mümkinin itaat ve imtisalinde, meyil ve ihtiyaç ve şevk ve incizab mümtezic, mündemicdir.
Nıkāt-ı selâse hususan üçüncü noktadaki esrar-ı sitte ile mülk ve mümkin canibinde değil, melekûtiyet ve kudret-i ezeliye cihetinde nazar edilse istinkâra incirar eden istib’ad zâil ve nefis mutmainne olur.
Şöyle: Mademki kudret-i ezeliye gayr-ı mütenahiyedir, zatiyedir, zaruriyedir. Her şeyin lekesiz, perdesiz cihet-i melekûtiyeti ona müteveccihtir, ona mukabildir. İmkân itibarıyla mütesavi, mütevazinü’t-tarafeyndir. Şeriat-ı fıtriye-i kübra olan nizama mutîdir. Avâik ve hususiyat-ı mütenevviadan cihet-i melekûtiyet mücerreddir. Küll-ü a’zam, cüz-ü asgara nisbeten, kudrete karşı ziyade nazlanmaz, mukavemet etmez. Haşirde bütün zevi’l-ervah ihyası, mevt-âlûd bir nevm ile kışta uyuşmuş bir sineği, baharda ihya ve in’aşından kudrete daha ağır olamaz.
Mezkûr üç nokta dikkat-i nazara alınsa görünür ki مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ mübalağasız, mücazefesiz doğrudur, haktır, hakikattir.
وَلَا يَتَّخِذْ بَعْضُنَا بَعْضًا اَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللّٰهِ[]
Binler nüktesinden bir nükte: Sofiye meşrebinden kat’-ı nazar, İslâmiyet vasıtayı red, delili kabul ve vesileyi nefiy, imamı ispat eder. Başka din, vasıtayı kabul eder. Bu sırra binaendir ki Hristiyan’da servet ve rütbece yüksek olanlar, ziyade dindardır. İslâmiyet’te avam ise servet ve rütbece yüksek olanlardan ziyade dine merbuttur. Zira bir zîrütbe enaniyetli bir Hristiyan, ne derece dinde mütesallib ise o derece mevkiini muhafaza ve enaniyeti okşar, kibrinde imtiyazından fedakârlık etmez belki kazanır.
Bir Müslim ne derece dine mütemessik ise o derece kibrinden, gururundan hattâ izzet-i rütebîden fedakârlık etmek gerektir.
Öyle ise kendini havas zanneden zalimlere, mazlumîn ve avamın hücumu ile Hristiyanlık havassın tahakkümüne yardım ettiğinden parçalanabilir. İslâmiyet ise dünyevî havastan ziyade avamın malı olduğundan, esasat itibarıyla müteessir olmamak gerektir.
يُخْرِجُ الْحَىَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَ يُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَىِّ[]
Pek çok desatir-i külliye ve bir kısım desatir-i ekseriyi tazammun eder. Ferde, cemaate, nev’e, mesleğe şâmildir. Yalnız ekseri düsturların mâsadakatından bir iki misal zikredeceğiz:
Lâkayt Emevîlik nihayet Sünnet Cemaate, salabetli Alevîlik nihayet Râfızîliğe dayandı.
Hem zalime karşı miskinliği esas tutan Hristiyanlık, nihayet tecellüd, cebbarlıkta ve zalime karşı cihad, izzet-i nefsi esas tutan İslâmiyet eyvah nihayet miskinlikte karar kıldı.
Hem mebdei taassup derecesinde azîmet olsa nihayeti müsaheleye, ruhsata taraftarsa nihayeti salabete müncer olan bir kısım Hanbelî, Hanefî gibi.
Hattâ en garibi, bir kısım mutaassıplar mesleklerinin zıddına olarak küffara karşı müsamaha, dostluk ve lâkayt Jönler husumet ve salabet taraftarı çıktılar. Güya mebde-i Hürriyet’teki mevkilerini becayiş ettiler.
İki âlim; bazen nâkısın oğlu kâmil, kâmilin oğlu nâkıs oluyor. Güya bakiyye-i iştiha ve şevki, tevarüsle velede geçiyor. Öteki kaza-i vatar ettiğinden, veledinden ilme karşı açlık hissini uyandırmıyor.
Şu emsilelerdeki sırr-ı düstur şudur: Beşerde meyl-i teceddüd var. Halef selefi kâmil görse tezyid eylemese; meylinin tatminini başka tarzda arar, bazen aksü’l-amel yapar.
وَ لَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرَى[]
İşte siyaset-i şahsiye, cemaatiye, milliyeye dair en âdil bir düstur-u Kur’anî.
اِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا
İşte mahiyet-i insaniyede dehşetli kabiliyet-i zulüm sırrı şudur: Beşerde hayvanın aksine olarak kuva ve müyul fıtraten tahdid edilmemiş. Meyl-i zulüm, hubb-u nefis dehşetli meydan alıyor.
Evet, ene ve enaniyetin eşkâl-i habîsesi olan hodgâmlık, hodbinlik, hodendişlik, gurur ve inat, o meyle inzimam etse öyle ekberü’l-kebairi icad eder ki daha beşer ona isim bulmamış. Cehennemin lüzumuna delil olduğu gibi cezası da yalnız cehennem olabilir.
Evvela şahıs itibarıyla: Bir şahıs çok evsafa câmi’dir. Onların içinde bir sıfat adâveti celbetse birinci âyetteki kanun-u İlahî iktiza eder ki adâvet, o sıfata inhisar etsin; mecma-ı evsaf-ı masume olan şahsına yalnız acısın ve tecavüz etmesin.
Halbuki o zalûm-u cehûl, tabiat-ı zalimane ile bir cani sıfat için o evsaf-ı masumenin hakkına da tecavüz edip mevsufa da husumet; hattâ onda da iktifa etmiyor, akrabasına da hattâ meslektaşına da zulmünü teşmil eder. Bir şeyin müteaddid esbabı olduğundan, olabilir o cani sıfat da kalbin fesadından değil belki haric bir sebebin neticesidir. O halde sıfat caniye değil, kâfire de olsa o zat cani olamaz.
Cemaat itibarıyla görüyoruz ki bir şahıs, muhteris bir intikamıyla veya müntakim bir muhalefetle, arzuyu tazammun eden bir fikir ile demiş ki: “İslâm parçalanacak.” veyahut “Hilafet mahvolacak.” Sırf o meş’um sözünü doğru göstermek, gururiyetini, enaniyetini tatmin etmek için İslâm’ın perişaniyetini –el-iyazü billah– uhuvvet-i İslâmiyenin boğulmasını arzu eder. Hasmın zulm-ü kâfiranesini, hayale gelemez cerbezeli tevillerle adalet suretinde göstermek ister.
Medeniyet-i hazıra itibarıyla görüyoruz ki şu medeniyet-i meş’ume öyle gaddar bir düstur-u zulüm beşerin eline vermiş ki bütün mehasin-i medeniyeti sıfıra indiriyor. Melaike-i kiramın اَتَجْعَلُ فٖيهَا مَنْ يُفْسِدُ فٖيهَا وَ يَسْفِكُ الدِّمَٓاءَ deki endişelerinin sırrını gösteriyor.
İşte bir köyde bir hain bulunsa o köyü masumeleriyle imha etmek veya bir cemaatte bir âsi bulunsa o cemaati çoluk çocuğuyla ifna etmek veya Ayasofya gibi milyarlara değer mukaddes bir binaya, kanun-u zalimanesine serfürû etmeyen birisi tahassun etse o binayı harap etmek gibi en dehşetli vahşetlere şu medeniyet fetva veriyor.
Acaba bir adam, kardeşinin günahıyla hak nazarında mes’ul olmadığı halde, nasıl oluyor ki bir karyenin veya bir cemaatin binlerle masumları, hiçbir zaman fena tabiatlı ihtilalciden hâlî kalmayan bir şehirde veya bir mahallede bulunan bir serkeş adamın isyanıyla, hiç münasebet olmadığı halde, o masumlar mes’ul, belki ifna ediliyor.
وَ اعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَمٖيعًا وَلَا تَفَرَّقُوا ۞ الٓمٓ ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَ فٖيهِ هُدًى لِلْمُتَّقٖينَ -KUR’AN’IN HÂKİMİYET-İ MUTLAKASI[]
Ümmet-i İslâmiyenin ahkâm-ı diniyede gösterdiği teseyyüb ve ihmalin bence en mühim sebebi şudur:[]
Erkân ve ahkâm-ı zaruriye ki yüzde doksandır. Bizzat Kur’an’ın ve Kur’an’ın tefsiri mahiyetinde olan sünnetin malıdır. İçtihadî olan mesail-i hilafiye ise yüzde on nisbetindedir. Kıymetçe mesail-i hilafiye ile erkân ve ahkâm-ı zaruriye arasında azîm tefavüt vardır. Mesele-i içtihadiye altın ise öteki birer elmas sütundur. Acaba doksan elmas sütunu, on altının himayesine vermek, mezcedip tabi kılmak caiz midir?
Cumhuru, bürhandan ziyade me’hazdeki kudsiyet imtisale sevk eder. Müçtehidînin kitapları vesile gibi, cam gibi Kur’an’ı göstermeli, yoksa vekil, gölge olmamalı.
Mantıkça mukarrerdir ki zihin, melzumdan tebeî olarak lâzıma intikal eder ve lâzımın lâzımına tabiî olarak etmez. Etse de ikinci bir teveccüh ve kasd ile eder. Bu ise gayr-ı tabiîdir.
Mesela, hükmün me’hazi olan şeriat kitapları melzum gibidir. Delili olan Kur’an ise lâzımdır. Muharrik-i vicdan olan kudsiyet, lâzımın lâzımıdır. Cumhurun nazarı kitaplara temerküz ettiğinden yalnız hayal meyal lâzımı tahattur eder. Lâzımın lâzımını, nadiren tasavvur eder. Bu cihetle vicdan lâkaytlığa alışır, cümudet peyda eder.
Eğer zaruriyat-ı diniyede doğrudan doğruya Kur’an gösterilse idi, zihin tabiî olarak müşevvik-i imtisal ve mûkız-ı vicdan ve lâzım-ı zatî olan “kudsiyet”e intikal ederdi. Ve bu suretle kalbe meleke-i hassasiyet gelerek imanın ihtaratına karşı asamm kalmazdı.
Demek şeriat kitapları, birer şeffaf cam mahiyetinde olmak lâzım gelirken, mürur-u zamanla mukallidlerin hatası yüzünden paslanıp hicab olmuşlardır. Evet bu kitaplar, Kur’an’a tefsir olmak lâzım iken başlı başına tasnifat hükmüne geçmişlerdir.
Hâcat-ı diniyede cumhurun enzarını doğrudan doğruya, cazibe-i i’caz ile revnaktar ve kudsiyetle hâledar ve daima iman vasıtasıyla vicdanı ihtizaza getiren hitab-ı ezelînin timsali bulunan Kur’an’a çevirmek üç tarîkledir:
1- Ya müellifînin bihakkın lâyık oldukları derin bir hürmeti, emniyeti, tenkit ile kırıp o hicabı izale etmektir. Bu ise tehlikelidir, insafsızlıktır, zulümdür.
2- Yahut tedricî bir terbiye-i mahsusa ile kütüb-ü şeriatı şeffaf birer tefsir suretine çevirip içinde Kur’an’ı göstermektir. Selef-i müçtehidînin kitapları gibi “Muvatta” “Fıkh-ı Ekber” gibi.
Mesela, bir adam İbn-i Hacer’e nazar ettiği vakit, Kur’an’ı anlamak ve Kur’an’ın ne dediğini öğrenmek maksadıyla nazar etmeli. Yoksa İbn-i Hacer’in ne dediğini anlamak maksadıyla değil. Bu ikinci tarîk de zamana muhtaçtır.
3- Yahut cumhurun nazarını, ehl-i tarîkatın yaptığı gibi o hicabın fevkine çıkararak üstünde Kur’an’ı gösterip Kur’an’ın hâlis malını yalnız ondan istemek ve bi’l-vasıta olan ahkâmı vasıtadan aramaktır. Bir âlim-i şeriatın vaazına nisbeten, bir tarîkat şeyhinin vaazındaki olan halâvet ve cazibiyet bu sırdan neş’et eder.
Umûr-u mukarreredendir ki efkâr-ı âmmenin bir şeye verdiği mükâfat, gösterdiği rağbet ve teveccüh ekseriya o şeyin kemaline nisbeten değildir, belki ona derece-i ihtiyaç nisbetindedir. Bir saatçinin bir allâmeden ziyade ücret alması bunu teyid eder.
Eğer cemaat-i İslâmiyenin hâcat-ı zaruriye-i diniyesi bizzat Kur’an’a müteveccih olsa idi, o Kitab-ı Mübin, milyonlarca kitaplara taksim olunan rağbetten daha şedit bir rağbete, ihtiyaç neticesi olan bir teveccühe mazhar olur. Ve bu suretle nüfus üzerinde bütün manasıyla hâkim ve nâfiz olurdu. Yalnız tilavetiyle teberrük olunan bir mübarek derecesinde kalmazdı.
Bununla beraber zaruriyat-ı diniyeyi, mesail-i cüz’iye-i fer’iye-i hilafiye ile mezcedip ona tabi gibi kılmakta, büyük bir hatar vardır. Zira “musavvibe”nin (*[4]) muhalifi olan “tahtieci”lerden biri der ki: “Mezhebim haktır, hata ihtimali var. Başka mezhep hatadır, savaba ihtimali var.” Halbuki cumhur-u avam, mezhepte imtizaç etmiş olan zaruriyatı, nazariyat-ı içtihadiyeden vâzıhan temyiz etmediğinden, sehven veya vehmen tahtieyi filcümle teşmil edebilir. Bu ise hatar-ı azîmdir. Bence tahtieci, hubb-u nefisten neş’et eden “inhisar zihniyeti” illetiyle ma’luldür ve Kur’an’ın câmiiyetinden ve umum tabakat-ı beşere şümul-ü hitabından gafletle mes’uldür.
Hem tahtiecilik fikri, sû-i zan ve tarafgirlik hissinin menbaı olduğundan, İslâm’da lâzım olan tesanüd-ü ervah, tevhid-i kulûb, tahabüb ve teavüne büyük rahneler açmıştır. Halbuki hüsn-ü zanla, muhabbet ve vahdetle memuruz.
Bu meseleyi yazdıktan biraz zaman sonra, bir gece rüyada Cenab-ı Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizi gördüm. Bir medresede huzur-u saadette bulunuyordum. Cenab-ı Peygamber bana Kur’an’dan ders vereceklerdi. Kur’an’ı getirdikleri sırada, Hazret-i Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz, Kur’an’a ihtiramen kıyam buyurdular. O dakikada şu kıyamın, ümmeti irşad için olduğu birden hatırıma geldi.
Bilâhare bu rüyayı, suleha-yı ümmetten bir zata hikâye ettim. Şu suretle tabir etti: “Bu büyük bir işaret ve beşarettir ki Kur’an-ı Azîmüşşan lâyık olduğu mevki-i muallâyı bütün cihanda ihraz edecektir.”
وَ اَمْرُهُمْ شُورٰى بَيْنَهُمْ ۞ وَ شَاوِرْهُمْ فِى الْاَمْرِ - Şuara - Meşveret[]
(*[5]) Tarih bize gösteriyor ki İslâm ne derece dine temessük etmiş ise terakki etmiş, ne vakit dinde zaaf göstermiş ise tedenni etmiştir. Başka dinde bilakis kuvveti zamanında vahşet, zaafı zamanında temeddün hasıl olmuştur.
Cumhur-u enbiyanın şarkta bi’seti, kader-i ezelînin bir remzidir ki Şark’ın hissiyatına hâkim dindir. Bugün âlem-i İslâm’daki tezahürat da gösteriyor ki âlem-i İslâm’ı uyandıracak, şu mezelletten kurtaracak yine o histir.
Hem de sabit oldu ki bu devlet-i İslâmiyeyi bütün öldürücü müsademata rağmen, yine o his muhafaza etmiştir. Bu hususta Garp’a nisbetle ayrı bir hususiyete mâlikiz. Onlara kıyas edilemeyiz.
Saltanat ve hilafet gayr-ı münfek, müttehid-i bizzattır. Cihet muhteliftir. Binaenaleyh bizim padişahımız hem sultandır hem halifedir ve âlem-i İslâm’ın bayrağıdır.
Saltanat itibarıyla otuz milyona nezaret ettiği gibi hilafet itibarıyla üç yüz milyonun mabeynindeki rabıta-i nuraniyenin ma’kes ve istinadgâh ve mededkârı olmak gerektir. Saltanatı sadaret, hilafeti meşihat temsil eder.
Sadaret üç mühim şûraya bizzat istinad ediyor, yine kifayet etmiyor. Halbuki böyle inceleşmiş ve çoğalmış münasebat içinde, içtihadattaki müthiş fevza, efkâr-ı İslâmiyedeki teşettüt, fâsid medeniyetin tedahülüyle ahlâktaki müthiş tedenni ile beraber, Meşihat cenahı bir şahsın içtihadına terk edilmiş.
Fert tesirat-ı hariciyeye karşı daha az mukavimdir. Tesirat-ı hariciyeye kapılmakla, çok ahkâm-ı diniye feda edildi.
Hem nasıl oluyor ki umûrun besateti ve taklit ve teslim cari olduğu zamanda, velev ki intizamsız olsun, yine Meşihat bir şûraya, lâekall kadıaskerler gibi mühim şahsiyetlere istinad ederdi. Şimdi iş besatetten çıkmış, taklit ve ittiba gevşemiş olduğu halde, bir şahıs nasıl kifayet eder?
Zaman gösterdi ki hilafeti temsil eden şu Meşihat-ı İslâmiye, yalnız İstanbul ve Osmanlılara mahsus değildir. Umum İslâm’a şâmil bir müessese-i celiledir. Bu sönük vaziyetle, değil koca âlem-i İslâm’ın belki yalnız İstanbul’un irşadına da kâfi gelmiyor. Öyle ise bu mevki öyle bir vaziyete getirilmelidir ki âlem-i İslâm ona itimat edebilsin. Hem menba hem ma’kes vaziyetini alsın. Âlem-i İslâm’a karşı vazife-i diniyesini hakkıyla îfa edebilsin.
Eski zamanda değiliz. Eskiden hâkim bir şahs-ı vâhid idi. O hâkimin müftüsü de onun gibi münferid bir şahıs olabilirdi. Onun fikrini tashih ve ta’dil ederdi. Şimdi ise zaman cemaat zamanıdır. Hâkim, ruh-u cemaatten çıkmış az mütehassis, sağırca, metin bir şahs-ı manevîdir ki şûralar o ruhu temsil eder.
Şöyle bir hâkimin müftüsü de ona mücanis olup bir şûra-yı âliye-i ilmiyeden tevellüd eden bir şahs-ı manevî olmak gerektir. Tâ ki sözünü ona işittirebilsin. Dine taalluk eden noktalardan, sırat-ı müstakime sevk edebilsin. Yoksa fert dâhî de olsa cemaatin ferd-i manevîsine karşı sivrisinek kadar kalır. Şu mühim mevki böyle sönük kalmakla, İslâm’ın ukde-i hayatiyesini tehlikeye maruz bırakıyor.
Hattâ diyebiliriz, şimdiki zaaf-ı diyanet ve şeair-i İslâmiyet’teki lâkaytlık ve içtihadattaki fevza, Meşihat’ın zaafından ve sönük olmasından meydan almıştır. Çünkü haricde bir adam reyini, ferdiyete istinad eden Meşihat’a karşı muhafaza edebilir. Fakat böyle bir şûraya istinad eden bir Şeyhülislâm’ın sözü, en büyük bir dâhîyi de ya içtihadından vazgeçirir, ya o içtihadı ona münhasır bırakır.
Her müstaid çendan içtihad edebilir. Lâkin içtihadı o vakit düsturu’l-amel olur ki bir nevi icma veya cumhurun tasdikine iktiran ede. Böyle bir Şeyhülislâm manen bu sırra mazhar olur. Şeriat-ı garrada daima icma ve rey-i cumhur, medar-ı fetva olduğu gibi şimdi de fevza-i ârâ için böyle bir faysala lüzum-u kat’î vardır.
Sadaret, Meşihat iki cenahtır. Şu Devlet-i İslâmiyenin bu iki cenahı mütesavi olmazsa ileri gidilmez. Gidilse de böyle bir medeniyet-i fâside için mukaddesatından insilah eder.
İhtiyaç her işin üstadıdır. Şöyle bir şûraya ihtiyaç şedittir. Merkez-i hilafette tesis olunmazsa bizzarure başka bir yerde teşekkül edecektir.
Bu şûranın bazı mukaddimatı olan cemaat-i İslâmiye teşkilatı ve evkafın Meşihat’a ilhakı gibi umûrun daha evvel tahakkuku münasip ise de baştan başlansa sonra mukaddimat ihzar edilse yine maksat hasıl olur.
Daire-i intihabiyeleri hem mahdud hem muhtelit olan a’yan ve mebusanın vazife-i resmiyeleri itibarıyla, bi’l-vasıta ve dolayısıyla bu işe tesiri olabilir. Halbuki vasıtasız, doğrudan doğruya bu vazife-i uzmayı deruhte edecek hâlis İslâm bir şûra lâzımdır.
Bir şey mâ-vudia-lehinde istihdam edilmezse atalete uğrar, matlub eseri göstermez. Binaenaleyh mühim bir maksat için tesis edilen Dârülhikmeti’l-İslâmiyeyi, şimdiki âdi bir komisyon derecesinden çıkarıp Meşihat’taki devairin rüesasıyla beraber şûranın aza-yı tabiiyesi addetmek ve haricdeki âlem-i İslâm’dan, şimdilik on beş yirmi kadar, İslâm’ın dinen, ahlâken itimadını kazanmış müntehab ulemasını celbeylemek, bu mesele-i uzmanın esasını teşkil eder.
Vehham olmamalıyız. Korkmakla din rüşvet verilmez. Dinin zafiyeti bahanesine olan muzahref medeniyete lanet. Havf ve zaaf, tesirat-ı hariciyeyi teşci eder. Muhakkak maslahat, mevhum mazarrata feda edilmez.
وَ مِنَ اللّٰهِ التَّوْفٖيقُ
RÜYADA BİR HİTABE[]
Meali ve hatırda kalan elfazı aynendir.
1335 senesi Eylül’ünde, dehrin hâdisatı verdiği yeis ile şiddetle muzdarip idim. Şu kesif zulmet içinde bir nur arıyordum. Manen rüya olan yakazada bulamadım. Hakikaten yakaza olan rüya-yı sadıkada bir ziya gördüm. Tafsilatı terk ile yalnız bana söylettirilmiş noktaları kaydedeceğim. Şöyle ki:
Bir cuma gecesinde nevm ile âlem-i misale girdim. Biri geldi dedi:
— Mukadderat-ı İslâm için teşekkül eden bir meclis-i muhteşem, seni istiyor.
Gittim gördüm ki münevver, emsalini dünyada görmediğim, selef-i salihînden ve a’sarın mebuslarından her asrın mebusları içinde bulunur bir meclis gördüm. Hicab ettim, kapıda durdum. Onlardan bir zat dedi ki:
— Ey felaket, helâket asrının adamı, senin de reyin var, fikrini beyan et!]][[
Ayakta durup dedim:
— Sorun cevap vereyim.
Biri dedi:
— Bu mağlubiyetin neticesi ne olacak, galibiyette ne olurdu?
Dedim:
— Musibet şerr-i mahz olmadığı için bazen saadette felaket olduğu gibi felaketten dahi saadet çıkar.
Eskiden beri i’la-yı kelimetullah ve beka-yı istiklaliyet-i İslâm için farz-ı kifaye-i cihadı deruhte ile kendini yekvücud olan âlem-i İslâm’a fedaya vazifedar ve hilafete bayraktar görmüş olan bu Devlet-i İslâmiyenin felaketi, âlem-i İslâm’ın saadet-i müstakbelesiyle telafi edilecektir.
Zira şu musibet, mâye-i hayatımız ve âb-ı hayatımız olan uhuvvet-i İslâmiyenin inkişaf ve ihtizazını hârikulâde tacil etti. Biz incinir iken âlem-i İslâm ağlıyor. Avrupa ziyade incitse bağıracaktır. Şayet ölsek yirmi öleceğiz, üç yüz dirileceğiz. Hârikalar asrındayız. İki üç sene mevtten sonra meydanda dirilenler var. Biz bu mağlubiyetle bir saadet-i âcile-i (عَاجِلَۀِ) muvakkate kaybettik fakat bir saadet-i âcile-i (اٰجِلَۀِ) müstemirre bizi bekliyor. Pek cüz’î ve mütehavvil ve mahdud olan hali, geniş istikbal ile mübadele eden kazanır.
Birden meclis tarafından denildi:
— İzah et!
Dedim:
— Devletler, milletler muharebesi, tabakat-ı beşer muharebesine terk-i mevki ediyor. Zira beşer esir olmak istemediği gibi ecîr olmak da istemez. Galip olsa idik, hasmımız ve düşmanımız elindeki cereyan-ı müstebidaneye belki daha şedidane kapılacak idik. Halbuki o cereyan hem zalimane hem tabiat-ı âlem-i İslâm’a münafî hem ehl-i imanın ekseriyet-i mutlakasının menfaatine mübayin hem ömrü kısa, parçalanmaya namzettir. Eğer ona yapışsa idik âlem-i İslâm’ı fıtratına, tabiatına muhalif bir yola sürükleyecek idik.
Şu medeniyet-i habîse ki biz ondan yalnız zarar gördük. Ve nazar-ı şeriatta merdud ve seyyiatı hasenatına galebe ettiğinden maslahat-ı beşer fetvasıyla mensuh ve intibah-ı beşerle mahkûm-u inkıraz, sefih, mütemerrid, gaddar, manen vahşi bir medeniyetin himayesini Asya’da deruhte edecektik.(*[6])
Meclisten biri dedi:
— Neden şeriat şu medeniyeti (*[7]) reddeder?
Dedim:
— Çünkü beş menfî esas üzerine teessüs etmiştir.
Nokta-i istinadı kuvvettir. O ise şe’ni, tecavüzdür.
Hedef-i kasdı, menfaattir. O ise şe’ni, tezahümdür.
Hayatta düsturu cidaldir. O ise şe’ni, tenazudur.
Kitleler mabeynindeki rabıtası, âheri yutmakla beslenen unsuriyet ve menfî milliyettir. O ise şe’ni, böyle müthiş tesadümdür.
Cazibedar hizmeti, heva ve hevesi teşci ve arzularını tatmin ve metalibini teshildir. O heva ise şe’ni, insaniyeti derece-i melekiyeden dereke-i kelbiyete indirmektir, insanın mesh-i manevîsine sebep olmaktır. Bu medenilerden çoğu, eğer içi dışına çevrilse kurt, ayı, yılan, hınzır, maymun postu görülecek gibi hayale gelir.
İşte onun için bu medeniyet-i hazıra, beşerin yüzde seksenini meşakkate, şakavete atmış; onunu mümevveh saadete çıkarmış, diğer onu da beyne-beyne bırakmış. Saadet odur ki külle ya eksere saadet ola. Bu ise ekall-i kalilindir.
Nev-i beşere rahmet olan Kur’an ancak umumun, lâekall ekseriyetin saadetini tazammun eden bir medeniyeti kabul eder. Hem serbest hevanın tahakkümüyle, havaic-i gayr-ı zaruriye, havaic-i zaruriye hükmüne geçmişlerdir.
Bedavette bir adam dört şeye muhtaç iken medeniyet, yüz şeye muhtaç ve fakir etmiştir. Sa’y masrafa kâfi gelmediğinden hileye harama sevk etmekle, ahlâkın esasını şu noktadan ifsad etmiştir. Cemaate, nev’e verdiği servet haşmete bedel, ferdi şahsı fakir, ahlâksız etmiştir.
Kurûn-u ûlânın mecmu-u vahşetini bu medeniyet bir defada kustu!
Âlem-i İslâm’ın şu medeniyete karşı istinkâfı ve soğuk davranması ve kabulde ızdırabı cây-ı dikkattir. Zira istiğna ve istiklaliyet hâssasıyla mümtaz olan şeriattaki İlahî hidayet, Roma felsefesinin dehasıyla aşılanmaz, imtizaç etmez, bel’ olunmaz, tabi olmaz.
Bir asıldan tev’em olarak neş’et eden eski Roma ve Yunan iki dehaları; su ve yağ gibi, mürur-u a’sar ve medeniyet ve Hristiyanlığın temzicine çalışmalarına rağmen, yine istiklallerini muhafaza, âdeta tenasühle o iki ruh şimdi de başka şekillerde yaşıyorlar. Onlar tev’em ve esbab-ı temzic varken imtizaç olunmazsa şeriatın ruhu olan nur-u hidayet, o muzlim medeniyetin esası olan Roma dehasıyla hiçbir vakit mezcolunmaz, bel’ olunmaz…
Dediler:
— Şeriat-ı garradaki medeniyet nasıldır?
Dedim:
— Şeriat-ı Ahmediyenin (asm) tazammun ettiği ve emrettiği medeniyet ise ki medeniyet-i hazıranın inkişaından inkişaf edecektir. Onun menfî esasları yerine müsbet esaslar vaz’eder.
İşte nokta-i istinad, kuvvete bedel haktır ki şe’ni adalet ve tevazündür.
Hedef de menfaat yerine fazilettir ki şe’ni muhabbet ve tecazübdür.
Cihetü’l-vahdet de unsuriyet ve milliyet yerine rabıta-i dinî, vatanî, sınıfîdir ki şe’ni samimi uhuvvet ve müsalemet ve haricin tecavüzüne karşı yalnız tedafüdür.
Hayatta düstur-u cidal yerine düstur-u teavündür ki şe’ni ittihat ve tesanüddür.
Heva yerine hüdadır ki şe’ni insaniyeten terakki ve ruhen tekâmüldür. Hevayı tahdid eder, nefsin hevesat-ı süfliyesinin teshiline bedel, ruhun hissiyat-ı ulviyesini tatmin eder.
Demek biz mağlubiyetle ikinci cereyana takıldık ki mazlumların ve cumhurun cereyanıdır. Başkalarından yüzde seksen fakir ve mazlumsa İslâm’dan doksan belki doksan beştir.
Âlem-i İslâm şu ikinci cereyana karşı lâkayt veya muarız kalmakla hem istinadsız hem bütün emeğini heder hem onun istilasıyla istihaleye maruz kalmaktan ise âkılane davranıp onu İslâmî bir tarza çevirip kendine hâdim kılmaktır. Zira düşmanın düşmanı, düşman kaldıkça dosttur. Nasıl ki düşmanın dostu, dost kaldıkça düşmandır.
Şu iki cereyan birbirine zıt, hedefleri zıt, menfaatleri zıt olduğundan birincisi dese “Öl!”, diğeri diyecek “Diril!”. Birinin menfaati, zarar – ihtilaf – tedenni – zaaf – uyumamızı istilzam ettiği gibi; ötekinin menfaati dahi kuvvetimizi – ittihadımızı bizzarure iktiza eder.
Şark husumeti, İslâm inkişafını boğuyor idi; zâil oldu ve olmalı. Garp husumeti, İslâm’ın ittihadına, uhuvvetin inkişafına en müessir sebeptir, bâki kalmalı.
Birden o meclisten tasdik emareleri tezahür etti.
Dediler:
— Evet, ümitvar olunuz, şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sadâ, İslâm’ın sadâsı olacaktır!..
Tekrar biri sordu:
— Musibet cinayetin neticesi, mükâfatın mukaddimesidir. Hangi fiiliniz ile kadere fetva verdiniz ki şu musibetle hükmetti. Musibet-i âmme, ekseriyetin hatasına terettüp eder. Hazırda mükâfatınız nedir?
Dedim:
— Mukaddimesi, üç mühim erkân-ı İslâmiyedeki ihmalimizdir: Salât, savm, zekât. Zira yirmi dört saatten yalnız bir saati, beş namaz için Hâlık Teâlâ bizden istedi. Tembellik ettik. Beş sene yirmi dört saat talim, meşakkat, tahrik ile bir nevi namaz kıldırdı. Hem senede yalnız bir ay oruç için nefsimizden istedi. Nefsimize acıdık. Keffareten beş sene oruç tutturdu. On’dan, kırktan yalnız biri, ihsan ettiği maldan zekât istedi. Buhl ettik, zulmettik. O da bizden müterakim zekâtı aldı. اَلْجَزَاءُ مِنْ جِنْسِ الْعَمَلِ
Mükâfat-ı hazıramız ise fâsık, günahkâr bir milletten humsu olan dört milyonu velayet derecesine çıkardı; gazilik, şehadetlik verdi. Müşterek hatadan neş’et eden müşterek musibet, mazi günahını sildi.
Yine biri dedi:
— Bir âmir, hata ile felakete atmış ise?
Dedim:
— Musibetzede mükâfat ister. Ya âmir-i hatadarın hasenatı verilecektir (o ise hiç hükmünde) veya hazine-i gayb verecektir. Hazine-i gaybda böyle işlerdeki mükâfatı ise derece-i şehadet ve gaziliktir.
Baktım meclis istihsan etti. Heyecanımdan uyandım. Terli, el pençe yatakta oturmuş kendimi buldum. Gece böyle geçti.
Aynı gün pür-ümit, başka ve dünyevî bir meclise gittim. (*[8]) Dünyevîler dediler:[]
— Neden geldin geleli siyasete karışmıyorsun?
Dedim: اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ وَ السِّيَاسَةِ
Evet İstanbul siyaseti, İspanyol gibi bir hastalıktır. Fikri hezeyanlaştırır. Biz müteharrik-i bizzat değiliz. Bi’l-vasıta müteharrikiz. Avrupa üflüyor, biz burada oynuyoruz. O tenvim ile telkin eder. Biz kendimizden hayal edip esammane tahribimizde eser-i telkini icra ederiz. Mademki menba Avrupa’dadır. Gelen cereyan ya menfî veya müsbettir. Menfîye kapılan, harf gibi دَلَّ عَلٰى مَعْنًى فٖى نَفْسِ غَيْرِهٖ yahut لَا يَدُلُّ عَلٰى مَعْنًى فٖى نَفْسِهٖ tarif edilir. Demek bütün harekâtı, bizzat haric hesabına geçer. Çünkü iradesi hükümsüzdür. Hulus-u niyeti fayda vermez. Bâhusus menfî iki cihet-i zaafla, haric cereyanın kuvvetine bir âlet-i lâya’kıl olur.
Diğer müsbet cereyan ise ki dâhilden muvafık şeklini giyer. İsim gibi دَلَّ عَلٰى مَعْنًى فٖى نَفْسِهٖ dir. Hareketi kendinedir. Tebeî haricedir. Lâzım-ı mezhep, mezhep olmadığından belki muahez değil. Bâhusus iki cihetle kuvveti, haric cereyanın müsbet ve zaafına inzimam etse harici kendine âlet-i lâyeş’ur edebilir.
Dediler:
— Dinsizliği görmüyorsun, meydan alıyor. Din namına meydana çıkmak lâzım.
— Evet, lâzımdır. Fakat kat’î bir şart ile ki muharrik aşk-ı İslâmiyet ve hamiyet-i diniye olmalı. Eğer muharrik veya müreccih, siyasetçilik veya tarafgirlik ise tehlikedir. Birincisi hata da etse belki ma’fuvdur. İkincisi isabet de etse mes’uldür.
Denildi:
— Nasıl anlarız?
Dedim:
— Kim fâsık siyasettaşını mütedeyyin muhalifine, sû-i zan bahaneleriyle tercih etse muharriki siyasetçiliktir. Hem umumun mal-ı mukaddesi olan dini, inhisar zihniyetiyle kendi meslektaşlarına daha ziyade has göstermekle, kavî bir ekseriyette dine aleyhtarlık meyli uyandırmakla nazardan düşürmek ise muharriki tarafgirliktir.
Mesela, iki adam dövüşürler. Biri, zayıf düşeceğini hissederken elindeki Kur’an’ı kavîye uzatmakla himayesini davet edip kavî bir ele vermek lâzımdır tâ beraber çamura düşmesin. Kur’an’a muhabbetini, hürmetini göstersin. Kur’an’ı, Kur’an olduğu için sevsin. Eğer kavînin karşısına siper etse himayet damarını tahrik etmeye bedel, hiddetini celbeder. Kur’an’ı kavî bir hâdimden mahrum bırakmakla, zayıf bir elde beraber yere düşerse o, Kur’an’ı kendi nefsi için sever demektir.
Evet, dine imale etmek ve iltizama teşvik etmek ve vazife-i diniyelerini ihtar etmekle dine hizmet olur. Yoksa dinsizsiniz dese onları tecavüze sevk etmektir. Din dâhilde menfî tarzda istimal edilmez. Otuz sene halife olan bir zat, menfî siyaset namına istifade edildi zannıyla, şeriata gelen tecavüzü gördünüz. Acaba şimdiki menfî siyasetçilerin fetvalarından istifade edecek kimdir, bilir misin? Bence İslâm’ın en şedit hasmıdır ki hançerini İslâm’ın ciğerine saplamıştır.
Dediler:
— İttihat’a şedit bir muarız idin. Neden şimdi sükût ediyorsun?
Dedim:
— Düşmanların onlara şiddet-i hücumundan. Düşmanın hedef-i hücumu, onların hasenesi olan azim ve sebattır ve İslâmiyet düşmanına vasıta-i tesmim olmaktan feragatidir.
Bence yol ikidir: Mizanın iki kefesi gibi; birinin hiffeti, ötekinin sıkletine geçer. Ben tokadımı, Antranik ile beraber Enver’e, Venizelos ile beraber Said Halîm’e vurmam. Nazarımda, vuran da sefildir.
Dediler:
— Fırkacılık lâzım-ı meşrutiyettir.
Dedim:
— Bizdekilerde hutut-u efkâr, telaki için mütemayilen imtidada bedel, münharifen gittiğinden nokta-i telaki vatanda, belki kürede görülmüyor. Vücud, adem gibi; birinin vücudu ötekinin ademini ister.
İnat bazen müfrit fırka mutaassıplara, dalal ve bâtılı iltizam ettirir. Şeytan birisine yardım etse melek der, rahmet okutur. Ötekinde melek görse libasını değiştirmiştir der, lanet eder. Sû-i zan ve hüsn-ü zan nazarıyla dürbünün iki tarafı gibi leh aleyhtar, vâhî emareyi bürhan, bürhanı vâhî emare görür.
İşte şu zulümdür اِنَّ الْاِنْسَانَ لَظَلُومٌ sırrını gösterir. Zira hayvanın aksine olarak kuva ve meyilleri fıtraten tahdid edilmemiş, meyl-i zulüm hadsizdir. Lâsiyyema enenin eşkâl-i habîsesi olan hodgâmlık, hodfikirlik, hodbinlik, hodendişlik, gurur ve inat o meyle inzimam etse öyle ekberü’l-kebairi icad eder ki daha beşer ona isim bulmamış. Cehennemin lüzumuna delil olduğu gibi cezası da yalnız cehennem olabilir.
Mesela, birisinin bir sıfatından darılsa mecma-ı evsaf-ı masume olan şahsına, hattâ ehibbasına, hattâ meslektaşına zulmünü teşmil eder وَ لَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى ya karşı temerrüd eder.
Mesela, muhteris bir intikam veya müntakim bir hilafıyla bir kere demiş: “İslâm mağlup olacak, kalbi parçalanacak.” Sırf o müraî ruhtan gelen, yalancı fikirden çıkan meş’um sözünü doğru göstermek için İslâm mağlubiyetini, İslâm perişaniyetini arzu eder, alkışlar, hasmın darbesinden mütelezziz olur. İşte şu alkışı ve gaddar telezzüzüdür ki mecruh İslâm’ı müşkül mevkide bırakmış. Zira hançerini İslâm’ın ciğerine saplamış olan hasım “Sükût et.” demiyor. “Alkışla, mütelezziz ol, beni sev.” diyor, onları misal gösteriyor.
İşte size dehşetli bir günah ve zulüm ki ancak haşirdeki mizan tartabilir. وَ قِسْ عَلَيْهَا
Denildi:
— Mağlubiyet malûmdu, biz bilirdik, bilerek bizi belâya attılar.
Dedim:
— Acaba Hindenburg gibi dehşetli insanlar nazarına nazarî kalmış olan gaye-i harp, sizin gibi acemilere nasıl malûm ve bedihî olabilir. Acaba fikir dediğiniz şey –el-iyazü billah– arzu olmasın. Bazen zalimane intikam-ı şahsî, arzuya fikir suretini giydirir.
Yahu pis bir çamura düşmüşsünüz, misk-ü amber diye yüzünüze, gözünüze bulaştırmaya ne mana var?
İşte misalîlerin münevver gece meclisinde ve dünyevîlerin muzlim gündüz mahfelinde akıldan akma değil, kalpte çıkan beyanatım. İster isen kabul et, ister isen etme, anlamak şartıyla. İster al gûş-u kabul câne, ister hiddet et.
RÜYANIN ZEYLİ: Rüya hacda sükût etti. Çünkü haccın ve ondaki hikmetin ihmali, musibeti değil, gazap ve kahrı celbetti. Cezası da keffaretü’z-zünub değil, kessaretü’z-zünub oldu.[]
Rüya hacda sükût etti. Çünkü haccın ve ondaki hikmetin ihmali, musibeti değil, gazap ve kahrı celbetti. Cezası da keffaretü’z-zünub değil, kessaretü’z-zünub oldu. Haccın bâhusus tearüfle tevhid-i efkârı, teavünle teşrik-i mesaiyi tazammun eden içindeki siyaset-i âliye-i İslâmiye ve maslahat-ı vâsia-i içtimaiyenin ihmalidir ki düşmana milyonlarla İslâm’ı, İslâm aleyhinde istihdama zemin ihzar etti.
İşte Hint, düşman zannederek halbuki pederini öldürmüş, başında oturmuş bağırıyor.
İşte Tatar, Kafkas, öldürülmesine yardım ettiği şahıs bîçare valideleri olduğunu “ba’de harabi’l-Basra” anlıyor. Ayak ucunda ağlıyorlar.
İşte Arap, yanlışlıkla kahraman kardeşini öldürüp hayretinden ağlamayı da bilmiyor.
İşte Afrika, biraderini tanımayarak öldürdü, şimdi vaveylâ ediyor.
İşte âlem-i İslâm, bayraktar oğlunu gafletle bilmeyerek öldürmesine yardım etti, valide gibi saçlarını çekip âh-u fîzar ediyor.
Milyonlarla ehl-i İslâm, hayr-ı mahz olan sefer-i hacca şedd-i rahl etmek yerine, şerr-i mahz olan düşman bayrağı altında dünyada uzun seyahatler ettirildi.
فَاعْتَبِرُوا
كَمَا اَنَّ الضَّرُورَاتِ تُبٖيحُ الْمَحْظُورَاتِ كَذٰلِكَ تُسَهِّلُ الْمُشْكِلَاتِ Zarurat mahzuratı mübah kılar ve keza müşkilat teshilatı getirir[]
Korkaklıkta darb-ı mesel hükmünde olan tavuk, çocukları yanında iken şefkat-i cinsiyesiyle camuşa saldırır. İşte dehşetli bir cesaret.
Hem darb-ı mesel olmuş; keçi, kurttan havfı, ıztırar vaktinde mukavemete inkılab eder, boynuzuyla kurdun karnını deldiği vakidir. İşte hârika bir şecaat.
Fıtrî meyelan, mukavemetsûzdur. Bir avuç su, kalın bir demir gülle içinde atılsa, kışta soğuğa maruz bırakılsa meyl-i inbisat demiri parçalar.
Evet şefkatli tavuk cesareti, hamiyetli keçi ıztırarî şecaati gibi fıtrî bir heyecan, demir güllede su gibi, zulmün bürudetli husumet-i kâfiranesine maruz kaldıkça her şeyi parçalar. Rus mujikleri buna şahittir.
Bununla beraber imanın mahiyetindeki hârikulâde şehamet, izzet-i İslâmiyenin tabiatındaki âlem-pesend şecaat, uhuvvet-i İslâmiyenin intibahıyla her vakit mu’cizeleri gösterebilir.
Bir gün olur elbette doğar şems-i hakikat
Hiç böyle müebbed mi kalır zulmet-i âlem
BİRKAÇ VECİZELER[]
Hevesat-ı nefsaniye ile erkeklerin karılaşması, karıların hayâsızlıkla erkekleşmesine sebeptir.
Merak, ilmin hocasıdır.
İhtiyaç, medeniyetin üstadıdır.
Sıkıntı, sefahetin muallimidir.
Acz, muhalefetin menşeidir.
Zaaf, gururun madenidir.
Sıgar-ı nefis, tekebbürün menbaıdır.
Tenasüp, tesanüdün esasıdır.
Temasül, tezadın sebebidir.
Müsavatsız adalet, adalet değildir.
Gayr-ı meşru muhabbetin âkıbeti, mükâfatı, mahbubun gaddarane adâvetidir. (*[9])
BUNDAN YEDİ SENE EVVEL BİR RİSALEME YAZDIĞIM BİR ZEYLDİR: Gıybet ayeti ve [[İnsanlar helak oldu diyen kişi hadisi şerifi
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذٖى قَالَ :
وَ لَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضًا
وَ الصَّلَاةُ عَلٰى مُحَمَّدٍ الَّذٖى قَالَ :
مَنْ قَالَ هَلَكَ النَّاسُ هَلَكَ النَّاسُ فَهُوَ اَهْلَكَهُمْ
اَمَّا بَعْد :
Şu zamanın medeni engizisyonu müthiş bir vesile ile bazı ezhanı telkîh ile bir kısım nâmeşru evladını vücuda getirip İslâmiyet’e karşı kinini ve hiss-i intikamını icra eder. Diyanetsizliğe veya lâübaliliğe veya Hristiyanlığa temayüle veya İslâmiyet’ten şüphe ile soğutmaya bir kapı açmak ister.
İşte o desise şudur: “Ey Müslüman bak, nerede bir Müslim varsa bi’n-nisbe fakir, gafil, bedevîdir. Nerede Hristiyan varsa bir derece medeni, mütenebbih, ehl-i servettir. Demek… ilâ âhir.”
Ben de derim ki:
— Ey Müslüman! Biri maddî, biri manevî Avrupa rüçhanının iki sebebinin şu netice-i müthişiyle o neticenin tesir-i muharribanesine karşı, mevcudiyetimizin hâmisi olan İslâmiyet’ten elini gevşetme. Dört el ile sarıl, yoksa mahvolursun.
Evet, biz aşağıya iniyoruz, onlar yukarıya çıkıyor. Bunun iki sebebi vardır. Biri maddî, biri manevîdir.
Birinci Sebep: Umum Hristiyan’ın kilisesi ve maden-i hayatı olan Avrupa’nın vaziyet-i fıtriyesidir. Zira dardır, güzeldir, demir madenidir, girintili çıkıntılıdır. Deniz ve enharı bağırsaklarıdır, bâriddir.
Evet Avrupa, küre-i zeminin hamse aşeri iken nev-i beşerin bir rub’unu letafet-i fıtriyesi ile kendine çekmiş. Hikmeten sabittir ki efrad-ı kesîrenin içtimaı, ihtiyacatı intac eder. Görenek gibi çok esbab ile tekessür eden hâcat, zeminin kuvve-i nâbitesine sıkışmaz.
İşte şu noktadan ihtiyaç sanata ve merak ilme ve sıkıntı vesait-i sefahete hocalık edip talime başlarlar.
Evet fikr-i sanat, meyl-i marifet, kesretten çıkar. Avrupa’nın darlığı ve deniz ve enharı olan vesait-i tabiiye-i münakale içinde dolaşması sebebiyle; tearüf ticareti, teavün iştirak-i mesaiyi intac ettikleri gibi temas dahi telahuk-u efkârı, rekabet de müsabakatı tevlid ederler. Ve bütün sanayiin maderi olan demir madeni kesretle içinde bulunduğundan o demir, medeniyetlerine öyle bir silah-ı kuvvet vermiştir ki dünyanın bütün enkaz-ı medeniyetlerini gasb ve garet edip gayet ağır bastı, mizan-ı zeminin muvazenetini bozdu.
Hem de her şeyi geç almak, geç bırakmak şanından olan bürudet-i mutedilane, sa’ylerine sebat ve metanet verip medeniyetlerini idame etmiştir. Hem de ilme istinad ile devletlerinin teşekkülü, mütekabil kuvvetlerinin tesadümü, gaddarane istibdatlarının iz’acatı, engizisyonane taassuplarının aksü’l-amel yapan tazyikatı, mütevazî unsurlarının rekabetle müsabakatı, Avrupalıların istidatlarını inkişaf ettirip mezaya ve fikr-i milliyeti uyandırdı.
İkinci Sebep: Nokta-i istinaddır. Evet, her bir Hristiyan başını kaldırıp müteselsil ve mütedâhil maksatların birine el atsa arkasına bakar ki istinad edecek, kuvve-i maneviyesine daima imdat edip hayat verecek gayet kavî bir nokta-i istinad görür. Hattâ en ağır ve büyük işlere karşı mübarezeye kendinde kuvvet bulur.
İşte o nokta-i istinad her taraftan ellerini uzatan dindaşlarının urûk-u hayatına kuvvet vermeye ve İslâmların en can alacak damarlarını kesmeye her vakit âmâde ve dessas, medeni engizisyon taassubu ile maddiyyunun dinsizliği ile yoğrulmuş ve medeniyetlerinin galebesi ile mest-i gurur olmuş bir müsellah kitlenin kışlası veya büyük kilisesi olan Avrupa’nın medeniyetidir.
Görülmüyor mu ki en hürriyetperver maskesini takan (İ G) elini uzatıp arıyor. Nerede Hristiyan bulsa hayat veriyor. İşte Habeş, Sudan. İşte Tayyar, Artuşi. İşte Lübnan, Huran. İşte Mal Sur ve Arnavut. İşte Kürt ve Ermeni, Türk ve Rum ilâ âhir.
Elhasıl: Onları canlandıran emeldir ve bizi öldüren yeistir. Meşhurdur ki biri demiş: “Eğer bir nokta-i istinad bulsam, küre-i zemini yerinden oynatırım.” Bu faraziyede acib bir nokta vardır. Demek bu küçücük insan, nokta-i istinad bulsa küre gibi büyük işleri çevirebilir.
Ey ehl-i İslâm! İşte küre-i zemin gibi ağır ve âlem-i İslâmiyet’e çökmüş olan mesaib ve devahîye karşı nokta-i istinadımız: Muhabbet ile ittihadı, marifet ile imtizac-ı efkârı, uhuvvet ile teavünü emreden nokta-i İslâmiyet’tir.
Bak âlem-i İslâm’ın şu büyük dairenin nokta-i uzmasından tut tâ en küçük dairenin –mesela medrese talebelerinin– bir ukde-i hayatiyesi vardır. Heyet-i içtimaiyenin efrad ve revabıtı birbirine istinadı gibi o ukdeler dahi birbirine merbut, müteselsilen o nokta-i uzmaya müsteniddir. Demek bütün o ukde-i hayatiyelerini –boğmak değil– belki tenebbüh ve neşv ü nema vermekle İslâm tenebbüh edip terakkiye başlayabilir.
Yoksa biri Avrupa’nın mehasinini mesavîmizle ve telahuk-u efkârının semeratı, bizim bir şahsın semere-i sa’yi ile insafsızca, aldatıcı cerbeze ile muvazene etmekle (*[10]) Avrupa’ya şedit bir meftuniyet ve milletine karşı amîk bir nefret hissiyle, kendini Avrupa’nın veled-i nâmeşruu gösterdiği gibi fikr-i ihtilal ve meyl-i tahrip ve aldatıcı cerbezenin neticesi olan hicv-i âsiyane, müfteriyane, namus-şikenane ile kendi firavuniyetini ve zımnen medih ve gururiyetini ve bilmediği halde İslâm’a düşmanlığını göstermekle beraber firavuniyet, enaniyet, gurur hükmü ile milletine karşı şer’an, aklen, hikmeten mükellef olduğu hiss-i şefkat yerine hiss-i tahkir, meyl-i incizab yerine meyl-i nefret, meyelan-ı muhabbet yerine irade-i istihfaf, temayül-ü ihtiram yerine meyelan-ı techil, arzu-yu merhamet yerine arzu-yu taazzum, seciye-i fedakârî yerine temayül-ü infiradî ikame edip hamiyetsizliğini, asılsızlığını gösterdiğinden nazar-ı hakikatte öyle bir cani ve menfur olur ki mesela, birisi Paris’te sefahet âleminde bir âlüfte madamın kametinde istihsan ettiği bir libası, camide muhterem bir hocaya giydirmeye çalışmak gibi bir hareket-i ahmakane ve caniyanede bulunur. Zira hamiyet ise muhabbet, hürmet, merhametin netice-i zaruriyesidir. Onsuz olmaz ve illâ yalandır, sahtekârlıktır. Nefret, hamiyetin zıddıdır.
Mutaassıplara hücum eden Avrupa’nın kâselisleri her biri yüz mutaassıp kadar meslek-i sakîminde mutaassıptır. Bunlardan birisi Şekspir medhinde ettiği ifratı, şayet bir hoca o ifratı Şeyh-i Geylanî medhinde etse idi tekfir olunacaktı.
Heyhat! Bunların neresinde millete muhabbet ve millet için hamiyet!
Esefâ! Heyet-i içtimaiyeyi faaliyet ve harekete götüren çok ukde-i hayatiyelerden, bizde inkişafa başlayan yalnız fikr-i edebiyat bâhusus şairane, müfritane, edebşikenane, hodpesendane olan fikr-i hiciv ve arzu-yu tahkirdir. وَ لَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضًا Te’dib-i hakikiye karşı edepsizliktir ki birbirine saldırıyor. Fakat millete ve İslâmiyet’e karşı olan ta’rizat-ı zımniyelerini o kâselislerin yüzlerine çarpmakla beraber, onlar birbirine karşı dinsizcesine hiciv ve terzilleri ise kim bilir belki müstahaktırlar düşünüp deyip geçmek ile iktifa ederiz.
Ben zannederim ki bu milletin perişaniyetine; fazla cehaletten ziyade, nur-u kalp ile müterafık olmayan fazla zekâvet-i betra tesir etmiştir. Bence en müthiş maraz asabîliktir. Zira her şeyi haddinden geçirmekle, aksü’l-amel yaptırır.
Ey birader, âlem-i Hristiyan’ın rüçhanına sebebiyet veren ihtiyarlaşmış olan esbaba tekabül edecek genç, dinç esbab bizde inkişafa başlamıştır. Başka kitapta tafsil etmişim. Bir hikâye:
(*[11]) Bundan on sene evvel Tiflis’e gittim. Şeyh San’an Tepesi’ne çıktım, dikkatle temaşa ediyordum. Bir Rus yanıma geldi. Dedi:[]
— Niye böyle dikkat ediyorsun?
Dedim:
— Medresemin planını yapıyorum.
Dedi:
— Nerelisin?
— Bitlisliyim dedim.
Dedi:
— Bu Tiflis’tir.
Dedim:
— Bitlis, Tiflis birbirinin kardeşidir.
Dedi:
— Ne demek?
Dedim:
— Asya’da, âlem-i İslâm’da üç nur, birbiri arka sıra inkişafa başlıyor, sizde birbiri üstünde üç zulmet inkışaa başlayacaktır. Şu perde-i müstebidane yırtılacak, takallüs edecek, ben de gelip burada medresemi yapacağım.
Dedi:
— Heyhat! Şaşarım senin ümidine.
Dedim:
— Ben de şaşarım senin aklına. Bu kışın devamına ihtimal verebilir misin? Her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı vardır.
Dedi:
— İslâm parça parça olmuş.
Dedim:
— Tahsile gitmişler. İşte Hindistan, İslâm’ın müstaid bir veledidir, İngiliz mekteb-i idadisinde çalışıyor. Mısır, İslâm’ın zeki bir mahdumudur, İngiliz mekteb-i mülkiyesinden ders alıyor. Kafkas ve Türkistan, İslâm’ın iki bahadır oğullarıdır, Rus mekteb-i harbiyesinde talim alıyor, ilâ âhir.
Yahu şu asilzade evlat, şehadetnamelerini aldıktan sonra her biri bir kıta başına geçecek, muhteşem âdil pederleri olan İslâmiyet’in bayrağını, âfak-ı kemalâtta temevvüc ettirmekle, kader-i ezelînin nazarında feleğin inadına, nev-i beşerdeki hikmet-i ezeliyenin sırrını ilan edecektir.
İşte hikâyemin yarısı bu kadar.
Neme lâzım ve nefsî nefsî dediren halet-i ruhiyeyi, bir temsil ile beyan edeceğim:
Felekzede, perişan (*[12]) fakat asil bir aşiretten bir cesur adam ile tâli’i yaver, feleği müsait, diğer bir aşiretten bir korkak ile bir yerde rast gelirler. Müfahere, münazara başlar.
Evvelki adam başını kaldırır, aşiretinin zelil olduğunu görür, izzet-i nefsine yediremez. Başını indirir, nefsine bakar, bir derece ağır görür. Eyvah! O vakit “Neme lâzım, işte ben, işte ef’alim!” gibi şahsiyatla yaralanmış gururu feryada başlar. Veyahut o aşiretten çekilip veya asılsızlık gösterip başka aşirete intisap eder.
İkinci adam başını kaldırdıkça aşiretinin mefahiri gözünü kamaştırır, hiss-i gururunu kabartır, nefsine bakar gevşek görür. İşte o vakit, hiss-i fedakârî fikr-i milliyet uyanır “Aşiretime kurban olayım.” der.
Eğer bu temsilin remzini anladınsa şu müsabaka ve mücadele meydanı olan bu cihan-ı ibrette bir Müslim –mesela– bir Hristiyan veya bir Kürt, bir Rum ile manen hissiyatları mübareze-i hamiyette mukabele ve muvazene ile tezahür etse temsilin sırrını göreceksin. Lâkin şu tefavüt, herkesin zannettiği gibi değildir. Belki zahir-perestlik ve sathîlik ve galat-ı histen gelmiştir.
Ey Müslüman!
Aldanma! Başını indirme! Paslanmış bîhemta bir elmas, daima mücella cama müreccahtır. Zahiren olan İslâmiyet’in zaafı, şu medeniyet-i hazıranın, başka dinin hesabına hizmet etmesidir. Halbuki şu medeniyet suretini değiştirmesi zamanı hulûl etmiştir. Suret değişirse kaziye bilakis olur. Nasıl şimdiye kadar bidayetinde söylenildiği gibi nerede Müslüman varsa Hristiyana nisbeten bedevî, medeniyete karşı müstenkif ve soğuk davranır ve kabulünde ızdırap çeker. Suret değişse başkalaşır.
كُلُّ اٰتٍ قَرٖيبٌ ۞ اِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا
Said Nursî (rh)
[1] * Yalnız ıtlakın nüktesini beyan eder.
[2] * Hayat-ı hakikiye ancak âlem-i âhiretin hayatıdır. Hem o âlem ayn-ı hayattır. Hiçbir zerresi mevat değildir. Demek, dünyamız da bir hayvandır.
[3] * Acib bir vakıa, şu manaya bana kat’î kanaat vermiştir.
[4] * “Dört mezhep de haktır. Füruatta hak taaddüd eder.” diyenlere, ilm-i usûl ıstılahınca “musavvibe” denir.
[5] * Bidayet-i Hürriyet’te şu fikri Jön Türklere teklif ettim, kabul etmediler. On iki sene sonra tekrar teklif ettim, kabul ettiler. Lâkin meclis feshedildi. Şimdi âlem-i İslâm’ın mütemerkiz noktasına tekraren arz ediyorum.
[6] * Nasıl da yedi sekiz sene sonra İngiliz’in fesadıyla edildi.
[7] * Bizim muradımız medeniyetin mehasini ve beşere menfaati bulunan iyilikleridir. Yoksa medeniyetin günahları, seyyiatları değil ki ahmaklar o seyyiatları, o sefahetleri mehasin zannedip taklit edip malımızı harap ettiler. Medeniyetin günahları, iyiliklerine galebe edip seyyiatı hasenatına racih gelmekle, beşer iki harb-i umumî ile iki dehşetli tokat yiyip o günahkâr medeniyeti zîr ü zeber edip öyle bir kustu ki yeryüzünü kanla bulaştırdı. İnşâallah istikbaldeki İslâmiyet’in kuvveti ile medeniyetin mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umumîyi de temin edecek.
[8] * Bu muhavere itilafçı perdesi altında İngiliz’in ifsad siyaseti komitesinin hesabına çalışan ve şimdiki lâdinî hali ve vaziyeti ihzar eden adamlara ve onlara aldanan müptedilere karşıdır.
[9] * Avrupa’ya muhabbetimiz gibi.
[10] * Hristiyanlığın malı olmayan medeniyeti ona mal etmek, İslâmiyet’in düşmanı olan tedenniyi ona dost göstermek, feleğin ters dönmesine delildir.
[11] * Bu kitabın birinci tabından yedi sene geçmiştir. Demek on sene evvel, yani Rumî 1326 senesinde.
[12] * Demek اَلدُّنْيَا سِجْنُ الْمُؤْمِنِ وَ جَنَّةُ الْكَافِرِ mecaz değilmiş.
Etiketler: SÜNUHAT
ÖNCEKİ: SÜNUHAT – TULÛAT – İŞARAT Sonraki yazı: TULÛAT
Şablon:Sünuhat
RNK :SÖZLER: BİRİNCİ SÖZ . Azerice : Bəsmələ Risaləsi . الكلمة الاولى . THE FIRST WORD THE FIRST WORD/English&Turkish for students
(Dış link) . Birinci Söz/Audio . İng ve Türkçe karşılıklı sayfalar halinde PDF:Dosya:First-Word-11x18.pdf (Dış link) . Birinci Söz/Almanca | |
---|---|
Besmele . Bismillah . Bismillahirahmanirahim . Bismillah her hayrın başıdır . Bismillah/Sırları - 51 Besmele- [[]] | |
KAVRAM | Her hayrın başı . Mübarek kelimeler . Zikir - Şükür - Fikir |
TERCÜME | Türkçe: Birinci Söz (Besmele risalesi). Birinci Söz/Osmanlıca . Azerice : Bəsmələ Risaləsi . Birinci Söz/Azerice . Birinci Söz/Arapça . Birinci Söz/İngilizce . |
AUDİO | Birinci Söz/Audio [13] . 1.Word [14] |
VİDEO | Birinci Söz/VİDEO |
ŞERH | RNK/ŞERH :Birinci Söz/ŞERH . |
Sesli Sözler [15] .[[ http://www.kuranikerim.net.tr/risale-kulliyati.html Sesli RNK]]
Böyle bir köprü, dine dayanmak, dini bilmek, dini ilmi yönden dikkatli bir şekilde incelemek ve toplumumuzun ruhunun özünü yapan dini tanımaktan başka bir şey değildir. Birinci söz budur. (Ali Şeriati - İdeallerin Yenilgisi - İdeal Kitaplar) |
RNK• ŞUÂLAR:THE RAYS 1.Şua • İkinci Şuâ | |
---|---|
Fihrist/Şualar. ŞUALAR/Fihrist | |
1.Şua | Birinci Şuâ • tmm ses yok vifeo6 yok |
2.Şua | İkinci Şuâ . İKİNCİ ŞUÂ . İkinci Makam . Üçüncü Makam . Hâtime . |
3.Şua | Üçüncü Şuâ • ÜÇÜNCÜ ŞUÂ (Münâcat Risalesi) |
4.Şua | Dördüncü Şuâ • DÖRDÜNCÜ ŞUÂ (Âyet-i Hasbiye Risalesi) . |
5.Şua | Beşinci Şuâ • BEŞİNCİ ŞUÂ :(Muhakemat-ı Bedîiye’nin gayr-ı matbu tetimmesinde bahsedilen “Sedd-i Zülkarneyn” ve “Ye’cüc Me’cüc” ve sair “Eşrat-ı kıyamet”ten haber veren yirmi üç meseledir.) .
ON BEŞİNCİ ŞUÂ (EL-HÜCCETÜ’Z-ZEHRA) (Nur’un hakiki hayat-ı maneviyesinin ilmelyakîn, aynelyakîn ittihadından çıkan bir meyve-i imaniye ve firdevsî bir semere-i Kur’aniyedir.) . BİRİNCİ MAKAM . İKİNCİ MAKAM . TAKRİZLER . BİRİNCİ ŞUÂ (İki acib suale cevaptır ve otuz üç âyet-i Kur’aniyenin işaretleri) SEKİZİNCİ ŞUÂ (KERAMET-İ ALEVİYE) . |
6.Şua | Altıncı Şuâ • ALTINCI ŞUÂ (Teşehhüde dair iki nüktedir.) |
7.Şua | Yedinci Şuâ • YEDİNCİ ŞUÂ (ÂYETÜ’L-KÜBRA) (Kâinattan hâlıkını soran bir seyyahın müşahedatıdır.) BİRİNCİ BAB: İKİNCİ BAB: Manevî bir muhaverede bir sual ve cevap 179 |
8.Şua | Sekizinci Şuâ • |
9.Şua | Dokuzuncu Şuâ • DOKUZUNCU ŞUÂ (Onuncu Söz’ün mühim bir zeyli) |
10.Şua | 10.Şua |
11.Şua | On Birinci Şuâ • ON BİRİNCİ ŞUÂ (MEYVE RİSALESİ) (Bu risale, Denizli hapishanesinin bir meyvesi ve bir hatırası ve iki cuma gününün mahsulüdür.) BİRİNCİ MESELE . İKİNCİ MESELE . ÜÇÜNCÜ MESELE . DÖRDÜNCÜ MESELE . BEŞİNCİ MESELE . ALTINCI MESELE . YEDİNCİ MESELE . SEKİZİNCİ MESELE . DOKUZUNCU MESELE . ONUNCU MESELE (Kur’an’da olan tekrarata gelen itirazlara karşı gayet kuvvetli bir cevaptır.) ON BİRİNCİ MESELE |
12.şua | On İkinci Şuâ • ON İKİNCİ ŞUÂ (Denizli Mahkemesi müdafaatından) . |
13.şua | On Üçüncü Şuâ • ON ÜÇÜNCÜ ŞUÂ . (Üstadın talebelerine gönderdiği nurlu mektuplardır.) |
14.Şua | On Dördüncü Şuâ • ON DÖRDÜNCÜ ŞUÂ (Bedîüzzaman’ın Afyon Mahkemesi müdafaası ve mektupları ve Nur talebelerinin Afyon Mahkemesinde yaptıkları hakikatli müdafaalar.) . ses yok yazı yok video var https://youtu.be/TXYL1FpZn0c |
15.şua | On Beşinci Şuâ • |
x | Yirmi Dokuzuncu Lem’a’dan İkinci Bab • YİRMİ DOKUZUNCU LEM’ADAN İKİNCİ BAB . İçindekiler (Şualar) |
Eddâî | Eddâî • EDDÂÎ . |
Dua | Dua (Şuâlar) • DUA (Şualar) . |
İçindekiler | İçindekiler (Şuâlar) . Fihrist (Şualar) . |
İndex | Şualar/Alfabetik İndex:Dördüncü nokta . Şualar/Konu indexi |
Kaynak: [18]
İÇİNDEKİLER: İKİNCİ ŞUÂ . İkinci Makam . Üçüncü Makam . Hâtime . ÜÇÜNCÜ ŞUÂ (Münâcat Risalesi) . DÖRDÜNCÜ ŞUÂ (Âyet-i Hasbiye Risalesi) . ALTINCI ŞUÂ (Teşehhüde dair iki nüktedir.) . YEDİNCİ ŞUÂ (ÂYETÜ’L-KÜBRA) (Kâinattan hâlıkını soran bir seyyahın müşahedatıdır.) BİRİNCİ BAB: İKİNCİ BAB: Manevî bir muhaverede bir sual ve cevap 179 DOKUZUNCU ŞUÂ (Onuncu Söz’ün mühim bir zeyli) ON BİRİNCİ ŞUÂ (MEYVE RİSALESİ) (Bu risale, Denizli hapishanesinin bir meyvesi ve bir hatırası ve iki cuma gününün mahsulüdür.) BİRİNCİ MESELE . İKİNCİ MESELE . ÜÇÜNCÜ MESELE . DÖRDÜNCÜ MESELE . BEŞİNCİ MESELE . ALTINCI MESELE . YEDİNCİ MESELE . SEKİZİNCİ MESELE . DOKUZUNCU MESELE . ONUNCU MESELE (Kur’an’da olan tekrarata gelen itirazlara karşı gayet kuvvetli bir cevaptır.) ON BİRİNCİ MESELE . ON İKİNCİ ŞUÂ (Denizli Mahkemesi müdafaatından) . ON ÜÇÜNCÜ ŞUÂ . (Üstadın talebelerine gönderdiği nurlu mektuplardır.) ON DÖRDÜNCÜ ŞUÂ (Bedîüzzaman’ın Afyon Mahkemesi müdafaası ve mektupları ve Nur talebelerinin Afyon Mahkemesinde yaptıkları hakikatli müdafaalar.) . BEŞİNCİ ŞUÂ :(Muhakemat-ı Bedîiye’nin gayr-ı matbu tetimmesinde bahsedilen “Sedd-i Zülkarneyn” ve “Ye’cüc Me’cüc” ve sair “Eşrat-ı kıyamet”ten haber veren yirmi üç meseledir.) . ON BEŞİNCİ ŞUÂ (EL-HÜCCETÜ’Z-ZEHRA) (Nur’un hakiki hayat-ı maneviyesinin ilmelyakîn, aynelyakîn ittihadından çıkan bir meyve-i imaniye ve firdevsî bir semere-i Kur’aniyedir.) . BİRİNCİ MAKAM . İKİNCİ MAKAM . TAKRİZLER . BİRİNCİ ŞUÂ (İki acib suale cevaptır ve otuz üç âyet-i Kur’aniyenin işaretleri) SEKİZİNCİ ŞUÂ (KERAMET-İ ALEVİYE) . YİRMİ DOKUZUNCU LEM’ADAN İKİNCİ BAB . EDDÂÎ . DUA (Şualar) . Fihrist (Şualar) . İçindekiler (Şualar) |
RNK: TARİHÇE-İ HAYAT. Önsöz .Giriş . İlk Hayatı , Barla Hayatı . Eskişehir Hayatı . Kastamonu Hayatı . Denizli Hayatı . Emirdağ Hayatı . Afyon Hayatı . Isparta Hayatı . Hariç Memleketler . Bedîüzzaman ve Risale-i Nur . Dua (Tarihçe-i Hayatı) . İçindekiler | |
---|---|
Tarihçe-i Hayat/Önsöz Sesli risale:Önsöz. Giriş . İlk Hayatı |
RNK: MESNEVÎ-İ NURİYE | |
---|---|
Abdulmecid Nursi Tercümesi: İ’tizar . Mukaddime . Lem’alar Risalesi . Reşhalar . Lâsiyyemalar .Katre .Hubab .Habbe .Zühre .Zerre. Şemme Risalesi .Onuncu Risale .Şule . Nokta .Münderecat Hakkında . Fihrist (Mesnevî) . | |
Direkt | Abdulmecid Nursi Tercümesi: İ’tizar (Mesnevi) . Mukaddime (Mesnevi) . Lem’alar Risalesi (Mesnevi) . Reşhalar (Mesnevi) . Lâsiyyemalar (Mesnevi) .Katre (Mesnevi) .Hubab (Mesnevi) .Habbe (Mesnevi) .Zühre (Mesnevi) .Zerre (Mesnevi). Şemme Risalesi (Mesnevi) .Onuncu Risale (Mesnevi) .Şule (Mesnevi) . Nokta (Mesnevi) .Münderecat Hakkında (Mesnevi) . Fihriste-i Mesnevi-i Nuriye . |
İ'tizar . Mukaddime . Lem’alar Risalesi . Reşhalar . Lâsiyyemalar .Katre .Hubab .Habbe .Zühre .Zerre. Şemme Risalesi .Onuncu Risale .Şule . Nokta .Münderecat Hakkında . Fihrist (Mesnevî) |
RNK: Sikke-i Tasdik-i Gaybi | |
---|---|
Parlak Fıkralar ve Güzel Mektuplar 1 -Birinci Şuâ -Sekizinci Şuâ
On Sekizinci Lem’a .Yirmi Sekizinci Lem’a Sekizinci Lem’a Parlak Fıkralar ve Güzel Mektuplar 2 Dua (Sikke-i Tasdik-i Gaybî) |
RNK : BARLA LÂHİKASI • Barla Lâhikası | |
---|---|
Barla Lâhikası – Takdim• Barla Lâhikası – Takdim• Barla Lahikası/Takdim• Barla Lâhikası – Yedinci Risale• Barla Lahikası/Takriz• Barla Lâhikası/Mukaddime. | |
7. Risale | Barla Lâhikası/Yedinci Risale. Yedinci Risale olan Yedinci Mesele. Barla Lâhikası – Yedinci Risale |
21-100 | Barla Lâhikası s.21-39•
Barla Lâhikası s.40-58• Barla Lâhikası s.59-80• Barla Lâhikası s.80-102• |
103-202 | Barla Lâhikası s.103-121•
Barla Lâhikası s.121-146• Barla Lâhikası s.146-159• Barla Lâhikası s.160-180• Barla Lâhikası s.181-201 |
202-300 | Barla Lâhikası s.202-221•
Barla Lâhikası s.221-240• Barla Lâhikası s.241-261• Barla Lâhikası s.262-280• Barla Lâhikası s.280-299• |
300-392 | Barla Lâhikası s.300-321•
Barla Lâhikası s.321-340• Barla Lâhikası s.340-362• Barla Lâhikası s.363-392 |
x |
RNK:KASTAMONU LÂHİKASI | |
---|---|
- Kastamonu Lahikası/Takdim. Kastamonu Lahikası
Kastamonu Lâhikası s.10-30 Kastamonu Lâhikası s.30-51 Kastamonu Lâhikası s.52-69 Kastamonu Lâhikası s.70-91 Kastamonu Lâhikası s.91-109 Kastamonu Lâhikası s.110-129 Kastamonu Lâhikası s.130-149 Kastamonu Lâhikası s.150-166 (Lemaat’tan) Kastamonu Lâhikası s.167-189 Kastamonu Lâhikası s.190-210 Kastamonu Lâhikası s.211-230 Kastamonu Lâhikası s.231-255 |
RNK : Emirdağ Lahikası-I [20] | |
---|---|
EMİRDAĞ LÂHİKASI – I
Emirdağ Lâhikası – I – Takdim Emirdağ Lâhikası – I s.10-31 Emirdağ Lâhikası – I s.31-50 Emirdağ Lâhikası – I s.50-69 Emirdağ Lâhikası – I s.70-90 Emirdağ Lâhikası – I s.90-110 Emirdağ Lâhikası – I s.110-130 Emirdağ Lâhikası – I s.131-150 Emirdağ Lâhikası – I s.150-170 Emirdağ Lâhikası – I s.170-190 Emirdağ Lâhikası – I s.190-211 Emirdağ Lâhikası – I s.212-230 Emirdağ Lâhikası – I s.230-251 Emirdağ Lâhikası – I s.251-270 Emirdağ Lâhikası – I s.271-288 |
RNK: EMİRDAĞ LÂHİKASI – II (Son mektupları) | |
---|---|
EMİRDAĞ LÂHİKASI – II
Emirdağ Lâhikası – II s.6-26 Emirdağ Lâhikası – II s.27-50 Emirdağ Lâhikası – II s.51-70 Emirdağ Lâhikası – II s.70-90 Emirdağ Lâhikası – II s.91-109 Emirdağ Lâhikası – II s.110-128 Emirdağ Lâhikası – II s.129-148 Emirdağ Lâhikası – II s.149-170 Emirdağ Lâhikası – II s.171-189 Emirdağ Lâhikası – II s.190-210 Emirdağ Lâhikası – II s.210-229 Emirdağ Lâhikası – II s.230-247 |
RNK: ASÂ-YI MUSA Denizli Hapishanesinin bir meyvesi ve bir hatırası ve iki cuma gününün mahsulüdür. Zındıka ve küfr-ü mutlaka karşı Risale-i Nur’un bir müdafaanamesidir. | |
---|---|
{https://soundcloud.com/baharsoluklari/kardelen5-risale-i-nur-dersleri-1-soz-5-birinci-sozun-ozeti-besmele-neler Risale-i Nur Asay-ı Musa dır.] | |
I.KISIM | Asâ-yı Musa’dan Birinci Kısım: DENİZLİ HAPSİNİN BİR MEYVESİ: Zındıka ve küfr-ü mutlaka karşı Risale-i Nur’un bir müdafaanamesidir. Ve bu hapsimizde hakiki müdafaanamemiz dahi budur. Çünkü yalnız buna çalışıyoruz.
Bu risale, Denizli Hapishanesinin bir meyvesi ve bir hatırası ve iki cuma gününün mahsulüdür. Birinci Mesele Medrese-i yusufiye ve namaz bahsi İkinci Mesele Hapsi münferit, mapusluktan intikam almak. Üçüncü Mesele Cumhuriyet Bayramı Liseli kızlar: Biz, hayatın her bir çeşit lezzetini ve keyiflerini tatmak ve tattırmak istiyoruz, bize karışma Dördüncü Mesele İkinci Cihan Harbini 6 sene sormaması. Beşinci Mesele Altıncı Mesele Talebelere:Halıkımızı bize tanıttır sualine cevaptır Yedinci Mesele Mapuslara:Sultanı deyyan mükafat ve ceza verir Sekizinci Mesele Dokuzuncu Mesele Onuncu Mesele On Birinci Mesele |
II.KISIM | Asâ-yı Musa’dan İkinci Kısım :
Birinci Hüccet-i İmaniye İkinci Hüccet-i İmaniye Üçüncü Hüccet-i İmaniye Dördüncü Hüccet-i İmaniye Beşinci Hüccet-i İmaniye Altıncı Hüccet-i İmaniye Yedinci Hüccet-i İmaniye Sekizinci Hüccet-i İmaniye Dokuzuncu Hüccet-i İmaniye Onuncu Hüccet-i İmaniye On Birinci Hüccet-i İmaniye |
Fihrist (Asâ-yı Musa) |
RNK: Küçük Kitaplar | |
---|---|
MUHAKEMAT. DİVAN-I HARB-İ ÖRFÎ. HUTBE-İ ŞAMİYE. MÜNAZARAT. SÜNUHAT – TULÛAT – İŞARAT .GENÇLİK REHBERİ .HANIMLAR REHBERİ .KONFERANS. NUR ÇEŞMESİ .NUR'UN İLK KAPISI |
RNK :MUHÂKEMAT. MUHAKEMAT. Muhâkemat. Muhakemat | |
---|---|
Birinci Makale - İkinci Makale Üçüncü Makale. Fihrist (Muhakemat) Takriz | |
Kavramlar | Muhakeme. Muhâkeme. Muhakeme etmek. Muhakemede özür beyanı. |
Devlet | Muhakemat Müdürlüğü - Muhakemat Genel Müdürlüğü Maliye Bakanlığı |
RNK | Risale: Mukaddime (Muhakemat) - Risale:Birinci Makale (Muhakemat) - Risale:Muhakemat - Mukaddime (Muhakemat) - Bediüzzaman'ın muhakematı |
Muhakemetü’l-Lugateyn |
RNK:DHÖ. DİVAN-I HARB-İ ÖRFÎ | |
---|---|
Millet uyanmış, mugalâta ve cerbeze ile iğfal olunsa da devam etmeyecektir |
RNK:HUTBE-İ ŞAMİYE :الخطبة الشامي . THE DAMASCUS SERMON |
---|
RNK: MÜNAZARAT. Münazarat/İlk Baskı (Said Nursi'nin kitabından çıkarttığı Kürtlere hitap kısımarı dahi var) |
---|
RNK : SÜNUHAT . Sünuhat |
---|
RNK: TULÛAT . Asar-ı Bediiyye |
---|
RNK: İŞARAT |
---|
RNK: GENÇLİK REHBERİ . | |
---|---|
1.Genclik Rehberi/Önsöz • 2.Birinci Söz• 3.HÜVE NÜKTESİ. 4.Gençlik Rehberi/Mahkeme müdafaası. 5.Gençlik Rehberi/Mahkeme müdafaası/Eşref Edip. 6.Gençlik Rehberi/Mahkeme müdafaası/Sebilürreşad dergisinde yayımlanması. 7.Gençlik Rehberi/İstanbul Mahkemesi . Gençlik Rehberi/VP | |
Önsöz | Genclik Rehberi/Önsöz 1 ÖNSÖZ |
Birinci Söz | Besmele hakkındadır. Bu terminolji ve ontoloji yaşam haline gelmeli. Allah için almalı vermeli |
13.Söz | On Üçüncü Söz’ün İkinci Makamı:Aklını kaybetmeyen bazı gençlerle muhaveredir |
Mapushane öncesi | Bir Zaman Eskişehir Hapishanesinin Penceresinde Oturmuştum |
Hayvani hayat | Hem deme ki: “Ben hayvan gibi hayatımı geçireceğim.” |
Fıkra | Gençlik Rehberi’ne İlâve Edilmesi Lâzım Gelen Üstadımızın Bir Fıkrasıdır
7 Hâşiye: 8 Birden İhtar Edilen Bir Mesele-i Mühimme 9 Birkaç Bîçare Gençlere Verilen Bir Tenbih, Bir Ders, Bir İhtardır 10 Risale-i Nur Talebeleri Tarafından Sorulan Bir Suale Cevap: Âlem-i İslâmın mukadderatıyla ciddi alâkadar olan bu Cihan Harbini iki senedir sormuyorsunuz? 11 Risale-i Nur Mizanlarından On Üçüncü Söz’ün İkinci Makamı’nın Hâşiyesidir 12 Hapis musibetine düşenlere ve onlara merhametkârane, sadakatle nezaret ve yardım edenlere kuvvetli bir teselli 13 Ey hapis arkadaşlarım ve din kardeşlerim! 14 Aziz yeni kardeşlerim ve eski mahpuslar! 15 On Üçüncü Söz’ün İkinci Makamı’nın Zeyli 16 Yirmi Altıncı Lem’a’dan 16.1 Yedinci Rica Ankara kalesi tefekkürü ve Said'in hayat muhasebesidir. 17 Meyve Risalesi’nden Altıncı Mesele :Bize Hâlık’ımızı tanıttır, muallimlerimiz Allah’tan bahsetmiyorlar 18 Onuncu Söz’ün Mühim Bir Zeyli ve Lâhikasının Birinci Parçası : Haşir hakkında 18.1 Mukaddime 19 Hüve Nüktesi 20 On Yedinci Söz’ün İkinci Makamı([5]) 21 Siyah Dutun Bir Meyvesi 22 Mektup:Bayram tebriki - Üniversite - Bismark - 23 Ahmedlerin Mektubunda Bismark’ın Beyanatı 24 Otuz İkinci Söz’ün Üçüncü Mevkıfı’ndan: Ehl-i dalaletin vekili 25 MÜHİM BİR SUAL 26 Sual: Enbiya ve evliyaya muhabbet, nasıl faydasız kalır? 27 On Dördüncü Lem’a’nın İkinci Makamı 27.1 Birinci Sır 27.2 İkinci Sır 27.3 Üçüncü Sır 27.4 Beşinci Sır 27.5 Altıncı Sır 28 Yirmi Üçüncü Söz :İmanın mehasini hakkındadır 28.1 Birinci Mebhas 28.1.1 Birinci Nokta 28.1.2 İkinci Nokta 28.1.3 Dördüncü Nokta 28.1.4 Beşinci Nokta 28.2 İkinci Mebhas 28.2.1 Birinci Nükte 28.2.2 İkinci Nükte 28.2.3 Üçüncü Nükte 28.2.4 Dördüncü Nükte 28.2.5 Beşinci Nükte 29 Risale-i Nur Nedir? 30 Dr.Mustafa Hilmi Ramazanoğlu: İlim bir nur olduğuna göre, Risale-i Nur’un ilme olan en derin vukufunu gösterecek bir iki delil |
Mersin | Mersin'den gelen mesele-i mühimme |
RNK: HANIMLAR REHBERİ | |
---|---|
Gençlik Rehberi . Hizmet Rehberi |
HİZMET REHBERİ 1963 “Bu benim virdimdir” Zübeyir Gündüzalp - Hizmet Rehberi Nazilli'de hazırlandı. |
---|
RNK:KONFERANS |
---|
RNK: NUR ÇEŞMESİ : TAMİRCİ ATOM BOMBASINDAN BİR NUMUNE:Nur talebeleri tarafından soruldu ki Nur Risalelerinde denilmiş: “Küfr-ü mutlakın dehşetli tahribatına karşı tamirci bir atom bombası Risale-i Nur’dur.” Bunun bir numunesini isteriz.
Elcevap: Asâ-yı Musa mecmuaları hususan bir numunesi Altıncı, Yedinci, Sekizinci Meseleler ve Sekizinci ve On Birinci Hüccet-i İmaniye ki en derin bir feylesofla bir çocuk, onlardan en derin hakikati anlayabilir ve vehim ve vesveseleri bırakmaz. | |
---|---|
Altıncı Mesele | Altıncı Mesele Kastamonu Lise talebelerinin Halıkımızı bize tanıttır?. Muallimlerimiz bahsetmiyorlar, sualine cevaptır. |
Yedinci Mesele | Yedinci Mesele: Denizli Hapsinde bir cuma gününün meyvesidir. Mahkumlara özel deyyan ismi celilinin izahıdır. |
Sekizinci Mesele | Sekizinci Mesele |
Sekizinci Hüccet-i İmaniye | Sekizinci Hüccet-i İmaniye |
On Birinci Hüccet-i İmaniye | On Birinci Hüccet-i İmaniye |
NUR'UN İLK KAPISI | |
---|---|
Ya Müfettih el-bab .Ey kapıları açan Kapı. Bab. Nur. İlk kapı. | |
iki yol | İnsanın önünde iki yol var:
O yoldan birinde nefsi ve şeytanı dinleyip gitse esfeli safiline düşer diğerinde hak ve Kur'an'ı dinleyip gitse ala-i illiyyine çıkar kainatın bir takvimi zişanı olur. Evet ebedi ve sermedi bir cemâilin seyircisi müştakı ve ayinedar aşıkı elbette baki kalıp ebede gidecektir .işte hizbül Kur'an'ın akıbeti öyledir. İnşallah-u Teala. |
Bediüzzaman'ın Burdur'da telif ettiği 13 dersten oluşan ve muhtevası Küçük Sözlere benzeyen bir risaledir. Bu risale için Üstad "Eski Said ile yeni Said’in birbiriyle münazara edip nefs-i emmareyi susturan ve şuhud derecesindeki hakikatleri ihtiva eden on üç dersler olup bu on üç dersin doğrudan doğruya Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın âyetlerinden aynelyakîne yakın bir surette yeni Said’e ders olduğunu ve bütün bu derslerde doğrudan doğruya birinci muhatap Said olduğunu gördüm. Küçük Sözler’in ve bazı mühim Sözlerin çekirdeklerini ve bir kısmının tam izahlarını içinde gördüm." der. Üstad Burdur'dan Barla'ya geldiğinde ciltlenmiş olarak Sıddık Süleyman'a verir. Hatta Bahri Çağlar bir nüsha çoğaltır. 25 sene sonra Üstad tekrar Barla'ya gelene kadar bu kitabı saklayan Sıddık Süleyman Üstad'a bu iki nüshayı verir. Üstad da hemen Isparta'ya gönderip Nur'un İlk Kapısı adını verip çoğalttırır. |
ZÜLFİKAR | |
---|---|
Fuat Sirmen Rizeli adalet bakanı olup Zulfikarin yasaklanması için çok uğraşmış ve İstanbul başsavcısı iken rneklara çok dava açmıştır. Ali Sirmen in amcasidir. |
RNK: RNK/Tercümeleri RNK/Arabi - RNK/Azeri - RNK/English - RNK/Kurdi - RNK/Almanca |
---|
RNK: كليات رسائل النور .RNK/Arabi [21] - SÖZLER :الكلمات - MEKTUBAT: مكتوبات - LEM'ALAR : اللمعات - ŞUALAR: الشعاعات - İŞARÂT'ÜL İCAZ: إشارات الإعجاز في مظان الإيجاز - MESNEVÎ-İ NURİYE :المثنوي العربي النوري - RNK/Arabi/Mesnevi-i Nuriye - LAHİKALAR : الملاحق - SAYKAL_üL İSLAM :صيقل الاسلام - TARİHÇE-İ HAYAT:السيرة لذاتية - HİZB-İ HAKAİK-İ NURİYE : حزب الحقائق النورية - NOT:İnternette RNK arabi olarak web sayfası şeklinde ilk defa burada Yeni Wikide veriliyor. | |
---|---|
الكلمات | Sözler: Kalimat+-+Qasim_RNK.pdf : الكلمة الاولى . Birinci söz . RNK/Arabi/1.Söz . Birinci Söz/Arapça
الكلمة الأولى . الكلمة الثانية. الكلمة الثالثة. الكلمة الرابعة• الكلمة الخامسة• الكلمة السادسة• الكلمة السابعة• الكلمة الثامنة• الكلمة التاسعة• الكلمة العاشرة• الكلمة الحادية عشرة• الكلمة الثانية عشرة• الكلمة الثالثة عشرة• ﺍﻟﻜﻠﻤﺔ ﺍﻟﺮﺍﺑﻌﺔ ﻋﺸﺮﺓ• ﺍﻟﻜﻠﻤﺔ ﺍﻟﺨﺎﻣﺴﺔ ﻋﺸﺮﺓ• ﺍﻟﻜﻠﻤﺔ ﺍﻟﺴﺎﺩﺳﺔ ﻋﺸﺮﺓ• ﺍﻟﻜﻠﻤﺔ ﺍﻟﺴﺎﺑﻌﺔ ﻋﺸﺮﺓ• ﺍﻟﻜﻠﻤﺔ ﺍﻟﺜﺎﻣﻨﺔ ﻋﺸﺮﺓ• ﺍﻟﻜﻠﻤﺔ ﺍﻟﺘﺎﺳﻌﺔ ﻋﺸﺮﺓ• ﺍﻟﻜﻠﻤﺔ ﺍﻟﻌﺸﺮﻭﻥ• ﺍﻟﻜﻠﻤﺔ ﺍﻟﺤﺎﺩﻳﺔ ﻭﺍﻟﻌﺸﺮﻭﻥ• ﺍﻟﻜﻠﻤﺔ ﺍﻟﺜﺎﻧﻴﺔ ﻭﺍﻟﻌﺸﺮﻭﻥ• ﺍﻟﻜﻠﻤﺔ ﺍﻟﺜﺎﻟﺜﺔ ﻭﺍﻟﻌﺸﺮﻭﻥ• ﺍﻟﻜﻠﻤﺔ ﺍﻟﺮﺍﺑﻌﺔ ﻭﺍﻟﻌﺸﺮﻭﻥ• ﺍﻟﻜﻠﻤﺔ ﺍﻟﺨﺎﻣﺴﺔ ﻭﺍﻟﻌﺸﺮﻭﻥ• ﺍﻟﻜﻠﻤﺔ ﺍﻟﺴﺎﺩﺳﺔ ﻭﺍﻟﻌﺸﺮﻭﻥ• ﺍﻟﻜﻠﻤﺔ ﺍﻟﺴﺎﺑﻌﺔ ﻭﺍﻟﻌﺸﺮﻭﻥ• ﺍﻟﻜﻠﻤﺔ ﺍﻟﺜﺎﻣﻨﺔ ﻭﺍﻟﻌﺸﺮﻭﻥ• ﺍﻟﻜﻠﻤﺔ ﺍﻟﺘﺎﺳﻌﺔ ﻭﺍﻟﻌﺸﺮﻭﻥ• ﺍﻟﻜﻠﻤﺔ ﺍﻟﺜـلاﺛﻮﻥ• ﺍﻟﻜﻠﻤﺔ ﺍﻟﺤﺎﺩﻳﺔ ﻭﺍﻟﺜـلاﺛﻮﻥ• |
مكتوبات | Mektubat: المكتوب الأول |
اللمعات | Lem'alar: |
الشعاعات | Şualar: |
إشارات الإعجاز | İşaret-ül İcaz:إشارات الإعجاز في مظان الإيجاز. |
المثنوي العربي النوري | Mesnevi: المثنوي العربي النوري - RNK/Arabi/Mesnevi-i Nuriye |
الملاحق | LAHİKALAR : - |
صيقل الاسلام | SAYKAL_üL İSLAM : - |
السيرة لذاتية | TARİHÇE-İ HAYAT: - |
حزب الحقائق النورية | HİZB-İ HAKAİK-İ NURİYE : |
Sesli arabi RNK: * *http://www.nafizatalnoor.com/sites/all/themes/tema2/kulliyatseslisayfalar/kelimat.html |
RNK:RNK/Azerice. Sözlər .Bəsmələ Risaləsi | |
---|---|
http://www.nur.gen.tr/az.html | |
Sözlər | 1.Söz/Azerice (Bəsmələ Risaləsi) - 2.Söz/Azerice - 3.Söz/Azerice |
Ləm'ələr | 1. Ləm'ə . 2. Ləm'ə . 3. Ləm'ə . 4. Ləm'ə . 5. Ləm'ə . 6. Ləm'ə . 7. Ləm'ə . 8. Ləm'ə . 9. Ləm'ə . 10. Ləm'ə . 11. Ləm'ə . 12. Ləm'ə . 13. Ləm'ə . 14. Ləm'ə . 15. Ləm'ə . 16. Ləm'ə . 17. Ləm'ə . 18. Ləm'ə . 19. Ləm'ə . 20. Ləm'ə . 21. Ləm'ə . . Ləm'ə . |
Məktubat | 1 .Məktubat . 2 .Məktubat . 3 .Məktubat . 4 .Məktubat . 5 .Məktubat . 6 .Məktubat . 7 .Məktubat . 8 .Məktubat . 9 .Məktubat . 10 .Məktubat . 11 .Məktubat . 12 .Məktubat . 13 .Məktubat . 14 .Məktubat . 15 .Məktubat . 16 .Məktubat . .Məktubat . |
Risale-i Nur — Səid Nursi tərəfindən qələmə alınmış Quran təfsiri. Orijinal variantı osmanlı türkcəsi ilə yazılmış bu kitablar toplusu ümumi səhifə sayı 6000 səhifəyə yaxındır və 15 kitabdan ibarətdir ("Sözlər", "Məktubat", "Ləm'ələr", "Şüalar", "İşarat-ül İ'caz", "Məsnəvi-i Nuriyə", "Tarixçə-i Həyat", "Barla lahiqəsi", "Qəstəmonu lahiqəsi", "Əmirdağ lahiqəsi", "Sikkə-i Təsdiq-i Qeybi","Əsa-yi Musa", "Zülfiqar", "Sirac-ün Nur", "Tilsimlər"). |
RNK: Alfabetik RNK | |
---|---|
1-RNK/1-RNK/12 - 12 | |
A | Afyon hayatı tarihçe-i hayat -A-
Afyon Hayatı tarihçe-i hayat -B- Afyon hayatı tarihçe-i hayat -C- altıncı hüccet-i imaniye asa-yı musa 6. hüccet-i imaniye Altıncı Mektub mektubat 6. mektub altıncı mesele asa-yı musa 6. mes'ele Altıncı Söz sözler 6. söz Altıncı Şua şualar 6. şua |
B | Barla hayatı tarihçe-i hayat -A-
Barla hayatı tarihçe-i hayat -B- Barla hayatı tarihçe-i hayat -C- Barla lahikası -A- Barla Lahikası -B- Barla Lahikası -C- Barla Lahikası -D- Bediüzzaman ve Risale-i Nur tarihçe-i hayat beşinci hüccet-i imaniye asa-yı musa 5. hüccet-i imaniye Beşinci Mektub mektubat 5. mektub beşinci mesele asa-yı musa 5. mes'ele Beşinci Söz sözler 5. söz Beşinci Şuâ şualar 5. şua birinci hüccet-i imaniye asa-yı musa 1. hüccet-i imaniye Birinci lem'a ■ lemalar 1. lema Birinci mektub ■ mektubat 1. mektub birinci mesele asa-yı musa 1. mes'ele Birinci Söz - sözler 1.söz- Birinci Şua şualar 1. şua -A- Birinci şua şualar 1.şua -B- Birinci şua şualar 1.şua -C- Birinci şua şualar 1.şua -D- |
D | delail-i haşir işarat-ül i'caz
Denizli hayatı tarihçe-i hayat -A- Denizli hayatı tarihçe-i hayat -B- Denizli Lahikası -B- Denizli Lahikası -C- Denizli lahikası-A- Divan-ı harbi örfi dokuzuncu hüccet-i imaniye asa-yı musa 9. hüccet-i imaniye Dokuzuncu Mektub mektubat 9. mektub dokuzuncu mesele asa-yı musa 9. mes'ele Dokuzuncu Söz sözler 9. söz Dokuzuncu Şua şualar 9.şua dördüncü hüccet-i imaniye asa-yı musa 4. hüccet-i imaniye Dördüncü Lem'a lemalar 4. lema Dördüncü Mektub mektubat 4. mektub dördüncü mesele asa-yı musa 4. mes'ele dördüncü söz sözler 4. söz Dördüncü Şua şualar 4. şua -A- Dördüncü şua şualar 4.şua -B- |
E | ecnebi feylesoflar işarat-ül i'caz
EDDÂİ eddâi eddai Emirdağ hayatı tarihçe-i hayat -A- Emirdağ hayatı tarihçe-i hayat -B- Emirdağ Hayatı Tarihçe-i hayat -C- Emirdağ hayatı tarihçe-i hayat -D- Emirdağ lahikası -1-A- Emirdağ Lahikası -1-B Emirdağ Lahikası -1-C- Emirdağ Lahikası -1-D- Emirdağ Lahikası -1-E- Emirdağ lahikası -2-A Emirdağ Lahikası -2-B- Emirdağ Lahikası -2-C- Emirdağ Lahikası -2-D- Emirdağ Lahikası -2-E- Emirdağ Lahikası -2-F- Emirdağ Lahikası -2-G- Emirdağ Lahikası -2-H- Emirdağ Lahikası -2-J- Emirdağ Lahikası -2-K- Emirdağ Lahikası-2-I- Eskişehir hayatı tarihçe-i hayat -A- Eskişehir hayatı ■ tarihçe-i hayat -C- Eskişehir hayatı tarihçe-i hayat-B- |
F G H I | Fatiha suresi işarat-ül i'caz
Giriş tarihçe-i hayat Habbe mesnevi-yi nuriye hakikat çekirdekleri mektubat Hubab mesnevi-yi nuriye huruf-u muakattaa Sure-i Bakara işarat-ül i'caz Hutbe-i şamiye Isparta hayatı tarihçe-i hayat |
K | Kastamonu hayatı tarihçe-i hayat -F-
Kastamonu hayatı tarihçe-i hayat -A- Kastamonu hayatı tarihçe-i hayat -B- Kastamonu hayatı tarihçe-i hayat -C- Kastamonu hayatı tarihçe-i hayat -D- Kastamonu Hayatı tarihçe-i hayat -E- Kastamonu Lahikası -B- Kastamonu Lahikası -C- Kastamonu Lahikası -E- Kastamonu Lahikası -F- Kastamonu Lahikası -G- Kastamonu Lahikası-A- Kastamonu Lahikası-D- Kastamonu Lahikası-H- Katre mesnevi-yi nuriye kıyamet ve ahiret işarat-ül i'caz konferans Kur'an Nedir? Tarifi Nasıldır? işarat-ül i'caz |
L M N | Lâsiyyemalar mesnevi-yi nuriye
lem'alar mesnevi-yi nuriye Lemaât -1 Lemaât -2 mahiyet-i küfür işarat-ül i'caz mehmed kayalar'ın müdafası işarat-ül i'caz mukaddemat asa-yı musa mukaddeme mesnevi-yi nuriye mühürlenen kalpler işarat-ül i'caz Münacat lemalar nübüvvetin tahkiki işarat-ül i'caz nükte-i i'caziye işarat'ül i'caz |
O | Onaltıncı Lem'a Lemalar 16. lema
Onaltıncı Mektub mektubat 16. mektub Onaltıncı Söz sözler 16. söz Onbeşinci Lem'a lemalar 15. lema Onbeşinci Mektub mektubat 15. mektub Onbeşinci Söz sözler 15. söz Onbeşinci Şua şualar 15. şua -A- Onbeşinci şua şualar 15. şua -B- Onbeşinci şua şualar 15. şua -C- Onbeşinci şua şualar 15. şua -D- onbirinci hüccet-i imaniye asa-yı musa 11. hüccet-i imaniye Onbirinci Lem'a lemalar 11. lema Onbirinci Mektub mektubat 11. mektub onbirinci mesele asa-yı musa 11. mes'ele Onbirinci Söz sözler 11. söz Onbirinci Şua şualar 11. şua -A- Onbirinci şua şualar 11. şua -B- Onbirinci şuâ şualar 11. şua -C- Onbirinci şua şualar 11. şua -D- Ondokuzuncu Lem'a lemalar 19. lema ondokuzuncu mektub mektubat 19. mektub -E- Ondokuzuncu Mektub mektubat 19. mektub-A- Ondokuzuncu Mektub mektubat 19. mektub-B- Ondokuzuncu Mektub mektubat 19. mektub-B- Ondokuzuncu Mektub mektubat 19. mektub-C- Ondokuzuncu Mektub mektubat 19. mektub-D- Ondokuzuncu mektub mektubat 19. mektub-F- Ondokuzuncu mektub mektubat 19. mektub-G- Ondokuzuncu Söz sözler 19. söz Ondördüncü Lem'a lemalar 14. lema Ondördüncü Lemanın İkinci makamı 14. lemanın 2. makamı Ondördüncü Söz sözler 14. söz Ondördüncü şua şualar 14. şua -B- Ondördüncü şua şualar 14. şua -C- Ondördüncü şua şualar 14. şua -D- Ondördüncü Şua şualar 14.şua -A- Onikinci Lem'a lemalar 12. lema 12 sırrı Onikinci Mektub mektubat 12. mektub Onikinci Söz sözler 12. söz Onikinci Şua şualar 12. şua Onsekizinci Lem'a lemalar 18. lema Onsekizinci Mektub mektubat 18. mektub Onsekizinci Söz sözler 18. söz onuncu hüccet-i imaniye asa-yı musa 10. hüccet-i imaniye Onuncu Lem'a lemalar 10. lema Onuncu Mektub mektubat 10. mektub onuncu mesele asa-yı musa 10. mes'ele Onuncu söz sözler 10 .söz -C- Onuncu söz sözler 10. söz -B- Onuncu söz sözler 10. söz-D- Onuncu Söz sözler 10.söz-A- Onüçüncü Lem'a lemalar 13. lema Onüçüncü Mektub 13. mektub mektubat Onüçüncü Söz sözler 13. söz Onüçüncü şua şualar 13. şua -B- Onüçüncü Şua şualar 13.şua-A- Onyedinci Lem'a lemalar 17. lema-A- Onyedinci Lem'a lemalar 17. lema-B- Onyedinci Mektub mektubat 17. mektub Onyedinci Söz sözler 17. söz Otuzbirinci Söz sözler 31. söz-A- Otuzbirinci söz sözler 31. söz -B- Otuzikinci Söz sözler 32. söz -A- Otuzikinci söz sözler 32. söz -B- Otuzikinci söz sözler 32. söz -C- Otuzikinci söz sözler 32. söz -D- Otuzuncu Lem'a lemalar 30. lema-A- Otuzuncu Lem'a lemalar 30. lema-B- Otuzuncu Lem'a lemalar 30. lema-C- Otuzuncu Söz sözler 30. söz Otuzüçüncü söz sözler 33. söz -B- Otuzüçüncü Söz sözler 33. söz-A- |
R S Ş | reşhalar mesnevi-yi nuriye
Risale-i Nur ve Hariç Memleketler tarihçe-i hayat sadaka ve zekat işarat-ül i'caz seb'a semavat işarat-ül i'caz sekizinci hüccet-i imaniye asa-yı musa 8. hüccet-i imaniye Sekizinci Mektub mektubat 8. mektub sekizinci mesele asa-yı musa 8. mes'ele Sekizinci Söz sözler 8. söz Sekizinci Şuâ şualar 8. şua -A- Sekizinci şua şualar 8. şua -B- sırr-ı hilafet-i insaniye işarat-ül i'caz şemme mesnevi-yi nuriye şu'le mesnevi-yi nuriye |
T | RNK/Tahiyyât
tahliller tarihçe-i hayat Tarihçe-i hayat -B- tenbih işarat-ül i'caz tevhidin ispatı işarat-ül i'caz |
Ü | uçüncü Lem'a lemalar üçüncü 3. lema
üçüncü hüccet-i imaniye asay-ı musa 3. hüccet-i imaniye Üçüncü Mektub mektubat 3. mektub üçüncü mesele asa-yı musa 3. mes'ele üçüncü söz sözler 3. söz Üçüncü Şua şuâlar 3. şua |
Y | yedinci hüccet-i imaniye asa-yı musa 7. hüccet-i imaniye
yedinci lem'a lemalar 7. lema Yedinci Mektub mektubat 7. mektub yedinci mesele asa-yı musa 7. mes'ele Yedinci Söz sözler 7. söz Yedinci şua şualar 7 şua -B- Yedinci Şua şualar 7. şua -A- Yedinci şua şuâlar 7. şuâ -C- Yedinci şuâ şualar 7. şua -D- Yirmialtıncı Lem'a lemalar 26. lema-A- Yirmialtıncı Lem'a lemalar 26. lema-B- Yirmialtıncı mektub maktubat 26. mektub -B- Yirmialtıncı Mektub mektubat 26. mektub -A- Yirmialtıncı Söz sözler 26. söz Yirmibeşinci Lem'a lemalar 25. lema Yirmibeşinci söz sözler 25. söz -F- Yirmibeşinci Söz sözler 25. söz-A- Yirmibeşinci Söz sözler 25. söz-B- Yirmibeşinci Söz sözler 25. söz-C- Yirmibeşinci Söz sözler 25. söz-D- Yirmibeşinci Söz sözler 25. söz-E- Yirmibirinci Lem'a lemalar 21. lema Yirmibirinci Mektub mektubat 21. mektub Yirmibirinci Söz sözler 21. söz Yirmidokuzuncu Lem'a lemalar 29. lema Yirmidokuzuncu Lem'adan İkinci Bab Yirmidokuzuncu mektub mektubat 29. mektub -D- Yirmidokuzuncu Mektub mektubat 29. mektub-A- Yirmidokuzuncu mektub mektubat 29. mektub-C- Yirmidokuzuncu mektub mektubat 29.mektub-B- Yirmidokuzuncu söz sözler 29. söz -B- Yirmidokuzuncu Söz sözler 29. söz-A- Yirmidördüncü Lem'a lemalar 24. lema Yirmidördüncü mektub mektubat 24. mektub -B- Yirmidördüncü Mektub mektubat 24. mektub-A- Yirmidördüncü Söz sözler 24. söz Yirmidördüncü söz sözler 24. söz -B- Yirmidördüncü Söz sözler 24. söz-A- Yirmiikinci Lem'a lemalar 22. lema Yirmiikinci Mektub mektubat 22. mektub Yirmiikinci söz sözler 22. söz -B- Yirmiikinci Söz sözler 22. söz-A- yirminci Lem'a lemalar 20.lema Yirminci Mektub mektubat 20. mektub-A- Yirminci Mektub mektubat 20. mektub-B- Yirminci Söz Sözler 20. Söz -A- Yirminci Söz Sözler 20. Söz -B- Yirmisekizinci Söz sözler 28. söz Yirmisekizinci Lem'a lemalar 28. lema Yirmisekizinci mektub mektubat 28. mektub -C- Yirmisekizinci mektub mektubat 28. mektub-A- Yirmisekizinci mektub mektubat 28. mektub-B- Yirmiüçüncü Lem'a lemalar 23. lema Yirmiüçüncü Mektub mektubat 23. mektub Yirmiüçüncü Söz sözler 23. söz Yirmiyedinci Mektub mektubat 27. mektub Yirmiyedinci Söz sözler 27. söz |
Z | zerre mesnevi-yi nuriye zühre mesnevi-yi nuriye |
http://www.risale-inur.org/yenisite/moduller/risale/anasayfa.php |
RNK - RNK Kavram İndeksi | |
---|---|
A | Acz -Alim - Abid - RNK/At- [[]][[]] |
B | Ba'su ba'de-l mevt - Ba's - (Öldükten sonra dirilme - Haşr) |
C -Ç | Camii - ]]Cemaat - Cem |
D | Dua |
E | Eman - RNK/Elbise - Elbise |
F | Fatiha |
G-Ğ | x |
N | RNK/Namaz |
M | Mana -Elfazı okurken manaları düşünmek vacibdir |
RNK Konu İndeksi | |
---|---|
A | Abd - RNK/Abd - |
B | Beyan - RNK/Beyan - Bedii - Belağat - RNK/Besmele |
C | Cennet |
RNK/Fihrist. Sözler (Fihrist) . Fihriste-i Mektubat .Fihriste-i Mesnevi-i Nuriye |
---|
BSN: Bediüzzaman . Said Nursi - Tarihçe-i Hayat• Bediüzzaman/Annamarie Schimmel - Gönenli Mehmet Efendi Kısmetimi almaya geldim | |
---|---|
Bediüzzaman/İstanbul .Bediüzzaman/Selanik .RNK | |
Devreleri | Eski Said. Yeni Said . Talebe Said . |
Yerler | Yuşa tepesi, Barla. Emirdağ . Eskişehir . Eskişehir cezaevi. Afyon cezaevi. Hizan . Cizre. Urfa. |
Mirasçıları | Mustafa Sungur• Zübeyir Gündüzalp •Mehmet Kayalar• Hulusi Yahyagil Çanakkale gazisi •Hüsrev Altınbaşak • Said Õzdemir• [[]] •[[]]•[[]] |
Talebeleri | Risalelerde adı geçen talebeleri: Süleyman Rüştü Çakın. Ahmet Feyzi Kul. Hüsrev Altınbaşak. Mehmet Kayalar. Hulûsi . |
Selanik | BSN/Selanik .Bediüzzamanın Selanik'de Hürriyete Hitabı |
Barla | Barla. Barla lahikası. |
Emirdağ | BSN/Emirdağ . Emirdağ Lahikası. Bediüzzaman Said Nursi/Afyon hapsine kamyonla götürüldü. |
Afyon | BSN/Afyon. BSN/Savcı/Tuuh demesi |
Davaları | BSN/Savcı/Tuuh demesi - BSN/Hukuk . BSN/Adalet |
x |