Yenişehir Wiki
Advertisement

Şablon:Salih amel

Bakınız

D. Salih. Sâlih. SALİH. SALIH SÂLİH.(Salâh. dan) Ise yarar, elverisli, uygun, iyi. Hakli olan, itikatli, dindar, dinî emirlere uyan. * Faziletli, ehl-i takva olan. SALIHÛN Salih kimseler, günahkâr olmayanlar, salihler.

HZ._Salih_(A.S)_-_Nebiler_Silsilesi_(Osman_Nuri_Topbaş_-_Yusuf_Ziya_Özkan)_-_Peygamberlerin_Hayatı

HZ. Salih (A.S) - Nebiler Silsilesi (Osman Nuri Topbaş - Yusuf Ziya Özkan) - Peygamberlerin Hayatı

{{}}

اِلَّا مَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ عَمَلاً صَالِحاً فَاُو۬لٰٓئِكَ يُبَدِّلُ اللّٰهُ سَيِّـَٔاتِهِمْ حَسَنَاتٍۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً

Ancaq tövbə edib iman gətirən və saleh əməllər edənlərdən başqa. Allah onların pis əməllərini yaxşı əməllərlə əvəz edər. Allah Bağışlayandır, Rəhmlidir!

وَمَنْ تَابَ وَعَمِلَ صَالِحاً فَاِنَّهُ يَتُوبُ اِلَى اللّٰهِ مَتَاباً

Kim tövbə edib yaxşı iş görərsə, o, doğrudan da Allaha tərəf qayıtmış olar.

Furkan suresi 25/71

Salih Amel

  • SALIH(A) (Salâh. dan) Ise yarar, elverisli, uygun, iyi. Hakli olan, itikatli, dindar, dinî emirlere uyan. * Faziletli, ehl-i takva olan.
  • SALIHAT Dine uygun iyi hareketler. Cenab-i Hakk'in ve Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'in begenecegi isler, iyilikler. * Hayir ve hasenat sâhibi müslüman kadinlar.
  • SALIHÛN Salih kimseler, günahkâr olmayanlar, salihler.
  • AMEL-I SÂLIH :Allah rizâsina uyan hayirli amel. Günahlardan uzak olan is, fiil. Maddi veya mânevi hukuk-u ibâdi ifâ etmek.

(Bugünlerde Kur'an-i Hakîm'in nazarinda, Imandan sonra en ziyade esas tutulan takvâ ve amel-i sâlih esaslarini düsündüm. Takvâ, menhiyyattan ve günahlardan ictinab etmek ve amel-i sâlih, emir dâiresinde hareket ve hayrat kazanmaktir. Her zaman def-i ser, celb-i nef'a râcih olmakla beraber, bu tahribat ve sefahet ve cazibedâr hevesat zamaninda bu takvâ olan, def-i mefasid ve terk-i kebâir üss-ül esas olup, büyük bir rüchaniyyet kesbetmis. Bu zamanda tahribat ve menfi cereyan dehsetlendigi için, takvâ, bu tahribata karsi en büyük esastir. Farzlarini yapan, kebireleri islemiyen kurtulur. Böyle kebâir-i azime içinde amel-i sâlihin ihlasla muvaffakiyyeti pek azdir. Hem az bir amel-i sâlih bu agir serait içinde çok hükmündedir. Hem takvâ içinde bir nevi amel-i sâlih var. Çünkü, bir haramin terki vacibdir. Bir vacibi islemek, çok sünnetlere mukabil sevabi var.Takva; böyle zamanlarda, binler günahin tehacümünde bir tek ictinab, az bir amelle, yüzler günah terkinde, yüzer vacib islenmis oluyor. Bu ehemmiyetli nokta; niyetiyle, takvâ namiyla ve günahtan kaçinmak kasdiyla menfî ibâdetten gelen ehemmiyetli a'mâl-i sâlihadir... K.)

Amel ve Amel-i Sâlih (Sâlih Amel) Ne Demektir?[]

Amel ve Amel-i Sâlih (Sâlih Amel) Ne Demektir?

  • Amel-i Sâlih: İyi, güzel, faydalı, sevaba ve Allah'ın rızasına sebep olacak, haram sınırına girmeksizin kişinin iman, iyi bir niyet ve ihlâs ile yapmış olduğu davranışlar.
  • Amel, iş manasına gelir.
  • Sâlih ise, elverişli, yararlı, yarayışlı, kendisi doğru olan, kendini düzelten demektir.

Dolayısıyla amel-i sâlih; kişiye ahiret saadetini sağlamaya, Allah'ın rızasını kazanmaya elverişli olan, Allah katında bir değer ifade eden davranışlardır.

  • Amel: İş, vazife, hareket, idare, işlemek, yapmak, davranış, etki, ibadet, hayırlı iş anlamlarına gelir. Daha ziyade canlıların bir maksatla, bilinçli bir şekilde yaptıkları işe amel denir. Yapılan işte bir gaye ve maksat yoksa buna fiil denir, amel denmez. Amel, niyete, iradeye bağlı olarak yapılan iştir; amel, bilinçli bir aksiyondur. Fakat fiilde bilinç her zaman söz konusu olmayabilir.

Kur'anda amel[]

Kur'an-ı Kerim'de amel kelimesi çeşitli kalıplarda 350 defa geçmektedir. Amel, iyi (sâlih) ve kötü (seyyi') amel olmak üzere ikiye ayrılır. İnsan yeryüzüne, nasıl davranışlar göstereceği, iyi ve kötü amellerden neler yapacağı belli olsun diye çıkarılmıştır. "Hanginizin daha iyi amel işleyeceğini denemek için ölümü ve hayatı yaratan O'dur." (67/Mülk, 2) "Şüphesiz ki sizi biraz korku, açlık, mal, can ve ürün eksikliğiyle imtihan edeceğiz. (Ey Muhammed) sabredenleri müjdele!" (2/Bakara, 155) İslam'da bir iyiliğin ve sâlih amelin dünya ve ahirette ecir ve sevap kaynağı olması için bu ameli işleyen kimsenin imanlı olması şarttır. Bu konuda iman ön şarttır. İmanı kuvvetlendiren, sağlamlaştıran, onu çepeçevre sararak koruyan sâlih amellerdir. Amel-i sâlih, Kur'an-ı Kerim'de doksan küsur yerde doğrudan doğruya veya dolaylı olarak emredilmiştir.

Sâlih amelden söz eden ayetler genellikle önce imana değinerek başlarlar. Bunların hep "iman edip sâlih amel işleyenler..." şeklinde oldukları görülmektedir. Bu da iman ile amelin, bir bütünün ayrılmaz parçaları olduğunu ortaya koyar. İman olmadan güzel davranışların hiçbir önemi olmadığı gibi, sâlih amel olmadan da kuru bir imanın tadı yoktur. (1) Allah ve Rasül'üne iman etmenin, çok geniş anlamda, salih amelden sayıldığını görmekteyiz.

Nitekim bir hadiste Hz. Peygamber'e hangi amel efdaldir, diye sorulmuş, o da: "Allah ve Rasül'üne iman etmektir" buyurmuştur. (Buhâri, İman 18).

İman kavramında olduğu gibi, takva, şükür, sabır gibi diğer kalbî fiilleri de salih amel içerisinde mütalaa etmek mümkündür.

Mesela şükür, kalp amellerindendir ve kalp amelleri de, âzâların amellerinden daha şereflidir. Bundan dolayı Allah'ı zikretmek, en faziletli amellerden sayılmıştır.

Fiilleri, kalbî ve bedenî, yani organlara ait olmak üzere iki kısma ayırmak mümkündür. Buradan hareketle, müfessirler, salih ameli çeşitli kısımlara ayırmaktadırlar.

Fahreddin Razi, kulun amelini üç kısma ayırmakta ve bunları da: Kalbin ameli, kulun fikri, inancı ve tasdiki, Dilin ameli, kulun zikri ve şehadeti, Âzâların ameli, kulun tâaati ve ibadeti şeklinde sıralamaktadır.

Elmalılı da, bir yerde salih ameli, kalbî, bedenî ve mâlî olmak üzere üçe ayırırken, başka bir yerde ise, salih amelin iki kısım olduğunu, bunlardan birinin bedenî ibadetler gibi, mükellefin öncelikle kendi salahına yarayan ameller; diğerinin de, zekât ve sadaka gibi başkalarına faydalı olan ameller olduğunu kaydeder. Salih amelleri, kalbî ve bedenî olmak üzere ikiye ayırabiliriz. Bedenî olan da, namaz gibi sadece bedeni ve kişiyi ilgilendiren; zekât gibi hem ferdi ve hem de toplumu ilgilendiren mâlî olmak üzere ikiye ayrılır.

Bir hadis[]

Peygamber efendimiz (s.a.v.) Ensârdan bir zâtın cenâzesinde bulunup, kabrine kadar gitti. Kabrin başında oturdu. Eshâb-ı kirâm (r.anhüm) etrafında oturdular.

Eshâb-ı kirâm, Peygamber efendimizin huzurunda bulunurlarken, edebe riâyetle öyle hareketsiz olurlardı ki, başlarına kuş konmuş gibi dururlardı.

Kabrin başında böyle hareketsiz beklerken, Resûlullah efendimiz mübârek başlarını kaldırıp iki veya üç defa, "Kabir azabından Allahü teâlâya sığınınız" buyurdu ve sonra şöyle devam etti: "Şüphesiz ki, mü'min bir kul, âhırete yönelmiş, dünyâdan kesilmiş bir hâlde iken melekler gelirler. Yüzleri beyaz olup, güneş gibi parlaktır. Yanlarında Cennet kefeni ve Cennet kokuları vardır»

Hastanın yanına otururlar. O kadar çok olurlar ki, gözün görebileceği yeri kaplarlar. Sonra ölüm meleği gelip, hastanın başucuna oturur ve "Ey Allahü teâlânın emirlerinden dışarı çıkmayan ruh! Allahü teâlânın mağfiretine, rızâsına çık" der.

Peygamber efendimiz (s.a.v.) devam ederek buyurdu ki, "Ruh, su kabından suyun damlaması misâli çıkar. Melekler onu alırlar, ona duâ ederler ve ellerinde hiç bekletmeden, yanlarında getirdikleri Cennet kefenine sararlar, yanlarında getirdikleri güzel Cennet kokularını üzerine serperler. Ondan, öyle bir koku yayılır ki, yeryüzünde bulunan miskten daha güzeldir. Sonra o ruhu alıp yükseklere götürürler.

Yükselirlerken, yanlarına uğradıkları her melek kafilesi, "Bu temiz, güzel kokulu ruh kimindir?" derler. Onu taşıyan melekler, "Bu filân oğlu filânın ruhudur" deyip en güzel isimleri ile söylerler.

Bu şekilde, dünyâ semâsına kadar giderler, dünyâ semâsının kapısının açılmasını isterler. Dünyâ semâsının kapısı açılır. Çok güzel bir şekilde karşılarlar, uğurlanırlar. Bu karşılama ve uğurlama ile yedinci semâya kadar giderler.

Orada Allahü teâlânın şu fermanı gelir: "Onun sicilini ılliyyîn (Cennetlikler) arasında tutunuz. Onu yeryüzüne iade ediniz. Onları topraktan yarattık ve oraya iade edeceğiz. Sonra yine topraktan çıkaracağız." Sonra o ruh, cesedine iade olunur.

Sonra ona iki melek gelip derler ki,


  • "Rabbin kimdir?"
  • O, "Rabbim Allahtır" der.
  • Melekler "Dînin nedir?" derler.
  • O, "Dînim İslâmdır" der.
  • Melekler Hz. Peygamberi göstererek, "Bu zât hakkında ne dersin?" derler.
  • O, "O, Resûlullahtır (s.a.v.)" der.
  • Melekler, "Nereden biliyorsun?" derler.
  • O, "Allahın kitabını okudum. Ona îmân ettim. Onu tasdîk ettim" der.

Sonra Allahü teâlâ tarafından bir nida gelir. "Kulum doğru söyledi. Onun için Cennet yataklarından bir yatak düşeyin. Ona Cennet elbiselerinden bir elbise giydirin. Onun için Cennetten bir kapı açın ki, o kapıdan Cennetin hoş kokusu ve güzel rüzgârı gelsin,"

Sonra o kulun kabri, göz görebildiği ölçüde genişler. Bundan sonra ona güzel yüzlü, hoş kokulu bir kimse gelir, "Bugün sana, seni sevindirecek bir şeyi müjdelemek için geldim. O müjde, Allahü teâlânın sana olan iyilik va'didir." 


  • O kimse, bu gelen kimseye "Sen kimsin?" der. 
  • O da, "Ben senin sâlih amelinim" der.
  • Sonra o kimse, "Yâ Rabbî! Kıyâmeti çabuk oldur. Ehlime ve hizmetçilerime kavuşayım" diye duâ eder."

Resûlullah (s.a.v.) bundan sonra, kâfir bir kimsenin durumunun nasıl olacağını şöyle anlattı:

"Kâfir olan bir kul, âhırete yönelmiş, dünyâdan kesilmiş hâlde iken, gökten melekler gelirler. Yüzleri simsiyah olup, gözün görebildiği kadar kalabalıktırlar, yanlarında bir çul parçası getirmişlerdir. Sonra melek-ül-mevt gelip, o kâfirin başucunda oturur ve


  • "Ey habîs ruh! Allahü teâlânın hoşnutsuzluğuna, gadabına çık!" der.

Bunun üzerine onun uzuvları parça parça olur. Onun ruhu; kızgın bir demirin, ıslak bir koyunun derisine bastırılıp çıkarılması gibi çıkar. Damarlar ve sinirler birlikte çekilir. Melekler, o çıkan ruhu hiç bekletmeden beraberlerinde getirdikleri çul parçasına atarlar. Cifeden daha kerih bir kokusu vardır. Bu haliyle onu alıp çıkarlar. Her uğradıkları melâike taifesi,


  • "Bu habîs ruh kimin?" diye sorarlar.
  • Melekler, "Bu filân oğlu filânın ruhudur" deyip en kabîh, çirkin isimleri ile tanıtırlar.

Bu hâl ile dünyâ semâsına varırlar. Birinci semânın kapısını çalarlar, kapı açılmaz."

Peygamberimiz burada, "Onlara gök kapıları açılmaz (ruhları göğe yükselemez) ve deve, iğnenin deliğinden geçinceye kadar (hiç bir zaman) Cennete giremezler." (A'râf-40) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu ve anlatmaya devam etti


  • "Allahü teâlâ tarafından bir nida gelir ki, "Onun sicilini Cehennemlikler arasında tutunuz. Bundan sonra o kâfirin ruhu fırlatılıp atılır."

Peygamber efendimiz (s.a.v.) burada, "Kim, Allahü teâlâya şirk koşarsa, sanki o gökten düşüp kuşa yem olana, rüzgârın uzağa savurduğuna benzer." (Hac-31) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudular.

Ve anlatmaya devam ettiler:

"O kâfirin ruhu böylece yuvarlanır. Sonra gelip cesede girer. Bundan sonra ona iki melek gelerek, yanına otururlar ve sorarlar.


  • "Rabbin kimdir?" O ise çok hayret edip,
  • "Ha... Ben bilmem" der.
  • Melekler, "Dînin nedir?" diye sorarlar.
  • O ise aynı şekilde "Ben bilmem" der.
  • Melekler, Peygamber efendimizi (s.a.v.) işaret ederek "Size gönderilen bu zât hakkında ne dersin?" derler.
  • O yine "Ben bilmem" der.
  • Bundan sonra bir nida gelir. "Kulum yalan söyledi. Ona ateşten bir yatak hazırlayın ve ateşten bir elbise giydirin ve ona Cehennemden bir kapı açın."

Böylece Cehennemin sıcaklığı ve zehirli havası onu sarar. Kabri onu sıkar, kaburga kemikleri birbirine geçer. Bundan sonra bir kimse gelir ki, kokusu pis, elbisesi çok çirkindir.


  • O kâfire, "Sana va'd olunan kötü hâlleri haber vermeye geldim" der.
  • O ise "Sen kimsin?" der. O gelen "Ben senin kötü amellerinim" deyince, kâfir, "Yâ Rabbi! Kıyâmeti vuku' buldurma! Yâ Rabbi! Kıyâmeti vuku' buldurma!" der.

Diğer bir haberde geldi ki:

Mîzânda (terazide) günâhları ağır gelen müslümanlar Cehenneme doğru yol alırlarken,


  • "Yâ Muhammed (s.a.v.), imdadımıza yetiş!" derler.

Fakat Cehennem meleklerinin reîsi Mâlik'i görünce, onun heybetinden Muhammed aleyhisselâmın ismini unuturlar.


  • Mâlik onlara "Sizler kimlersiniz?" diye sorar.
  • Onlar, "Bizler üzerimize Kur'ân-ı kerîm indirilen kavimdeniz. Bizler Ramazan'da oruç tutardık" derler.
  • Mâlik "Kur'ân-ı kerîm, Muhammed aleyhisselâma indirildi" der. Onlar Muhammed aleyhisselâmın ismini duyunca haykırırlar ve "İşte biz, Hz. Muhammed'in (s.a.v.) ümmetindeniz" derler.
  • Mâlik onlara, "Peki, Kur'ân-ı kerîmde, Allahü teâlânın yasak ettiği şeyleri yapmaktan men eden bin ma'nâ yok muydu?" der.

Böyle konuşup giderlerken Cehenneme ve zebanî meleklerine yaklaşmış olurlar.


  • Cehenneme ve zebanîlere bakarlar ve derler ki "Yâ Mâlik! Bize izin ver de hâlimize ağlıyalım."

Kendilerine izin verilir. Gözlerinden yaş yerine kan gelinceye kadar ağlarlar.


  • Mâlik onlara, "Bu ağlama ne güzel. Keşke dünyâda iken böyle Allah korkusundan ağlasaydınız, sizi ateşten korurdu. Fakat bugünkü ağlamanızın fâidesi yoktur."
  • Sonra Mâlik, orada vazifeli bulunan zebânî meleklerine, "Onları ateşe atın" emrini verir.
  • Onlar da Cehenneme atarlar.
  • Cehenneme atılan bu mü'minler hemen, "Lâ ilâhe illallah" derler.
  • Bunun üzerine ateş, onlardan uzaklaşır. Mâlik, "Yâ Nâr! Onları tut!" der.
  • Ateş, "Onları nasıl tutabilirim ki (Lâ ilâhe illallah) diyorlar" der.
  • Mâlik tekrar tutması için emir verir. Ateş yine aynı cevâbı verir.
  • Bunun üzerine Mâlik, ateşe "Evet, tutacaksın. Çünkü Allahü teâlâ öyle emrediyor" der. Sonra ateş onları tutar. Ba'zılarının ayaklarına kadar, ba'zılarının diz kapaklarına kadar, ba'zılarının bellerine kadar ve ba'zılarının da boğazlarına kadar ateş çıkar.
  • Ateş yüzlerine doğru yükselince, Mâlik ateşe emredip; "Yüzlerini yakma ki, dünyâda iken çok secde ettiler.
  • Kalblerini de yakma ki, çok Ramazan orucu tuttular, susadılar" der.
  • Sonra şöyle duâ ederler,"Ey merhametlilerin en merhametlisi! Ey iyilik sahibi! Ey ihsan sahibi!"

Allahü teâlâ, onlar için verdiği hükmü böylece infaz ettikten sonra Cebrâil aleyhisselâma,


  • "Yâ Cebrâil! Ümmet-i Muhammedin âsî olanlarının hâli nasıldır?" buyurur.
  • Hz. Cebrâil der ki, "Yâ Rabbî! Onları en iyi bilen sensin" der.
  • Allahü teâlâ "Git! Onların hâlini öğren" buyurur.
  • Cebrâil (a.s.) Mâlik'e gider. Mâlik'i, Cehennem ortasında ateşten bir minber üzerinde oturur hâlde görür. 
  • Hz. Cebrâil'i görünce, "Yâ Cebrâil! Buraya gelmene sebep nedir?" der.
  • Hz. Cebrâil, "Ümmet-i Muhammedin âsîlerinin halleri nasıldır?" diye sorar.
  • Mâlik, "Hâlleri çok fena, yerleri çok dar. Ateş onların cisimlerini yaktı. Etleri yandı. Kalbleri ve yüzleri kaldı. Oralarında da îmân parlar" der.
  • Cebrâil (a.s.) "Onlardan perdeyi kaldır da hâllerini bir göreyim!"
  • Mâlik, oradaki vazifeli meleklere emreder. Onlar da perdeyi kaldırırlar.
  • Cehennem ehli, Hz. Cebrâil'e bakarlar ve onun hüsn-i cemâlini görünce anlarlar, ki, o azâb melâikelerinden değildir.
  • "Bu zât kimdir ki, biz hiç kendisinden daha güzel birini görmedik?" derler.
  • Mâlik der ki; "Bu kerem sahibi Cebrâil aleyhisselâmdır ki, Rabbinden Muhammed aleyhisselâma vahiy getirirdi. Onlar, Muhammed aleyhisselâmın mübârek ismini duyunca, hep birden bağırırlar ve "Ey Cebrâil! (a.s.) Hz. Muhammed'e (s.a.v.) bizden selâm söyle, O'na, bizim günâhlarımız, seninle bizim bir araya gelmemize engel oldu de ve kötü hâlimizi anlat" derler.
  • Sonra Cebrâil (a.s.) Allahü teâlânın huzuruna gelir. Allahü teâlâ "Ümmet-i Muhammedi nasıl buldun?" buyurur.
  • Hz. Cebrâil "Yâ Rabbî! Onların hâli çok kötü, yerleri de pek dar" der.
  • Allahü teâlâ, "Senden birşey istediler mi?" buyurur.
  • Cebrâil aleyhisselâm "Evet yâ Rabbî! Kendilerinden Peygamberlerine selâm götürmemi ve kötü hâllerini kendisine haber vermemi istediler."
  • Allahü teâlâ, "O halde, selâmlanın ve haberlerini kendisine bildir" buyurur.
  • Cebrâil (a.s.) Hz. Muhammed'e (s.a.v.) gelir. O'nu inciden yapılmış beyaz bir köşkte bulur. Köşkün tam dörtbin kapısı vardır. Her kapının çevresi iki sıra sırma altın ile süslüdür. 
  • Cebrâil (a.s.), "Yâ Muhammed! (s.a.v.) Ümmetinden, Cehennemde azâb gören âsilerin yanından geldim. Sana selâm söylediler ve hâllerinin çok kötü olduğunu, yerlerinin pek dar olduğunu sana haber vermemi istediler" der.
  • Muhammed aleyhisselâm, Arş-ı a'lânın altına gidip, secdeye kapanır ve Allahü teâlâyı öyle sena eder ki, o zamana kadar hiç kimse öyle sena etmemiştir.
  • Bundan sonra Allahü teâlâ, "Başını kaldır ve iste! İstediğin verilecek. Şefâat et! Şefâatin kabul edilecek" buyurur.
  • Hz. Muhammed (s.a.v.), "Yâ Rabbî! Ümmetimden şakî olanlar hakkındaki hükmünü infaz ettin, onlar için şefâatimi kabul buyur" diye duâ eder.
  • Allahü teâlâ, "Onlar hakkında seni şefâatçi kıldım. Cehenneme git. Lâ ilâhe illallah diyenleri oradan çıkar" buyurur.
  • Muhammed aleyhisselâm gider. Mâlik O'nu görünce ta'zîm ile karşılar.
  • Ona "Ya Mâlik! Ümmetimin Cehennemlik olanlarının hâli nicedir?" diye sorunca
  • Mâlik "Hâlleri çok kötü ve yerleri de pek dardır" der,
  • Muhammed aleyhisselâm, "Kapıyı aç ve perdeyi kaldır" buyurur.
  • Kapı açılır, perde kalkar.
  • Cehennem ehli, Muhammed aleyhisselâmı görünce hep birden feryâd ederek "Yâ Resûlallah! Ateş derilerimizi yakıp, ciğerlerimize işledi" derler.
  • Muhammed aleyhisselâm, onların hepsini oradan çıkarır. Onlar ateşte yanmakla kömür olmuşlardır.
  • Muhammed aleyhisselâm onları, cennetin kapısında bulunan ve hayat nehri diye isimlendirilen nehre getirir. Onlar bu nehirde yıkanırlar. Nehirden çıktıklarında genç delikanlı olarak çıkarlar ki, gözleri sürmeli, yüzleri çok güzeldir.
  • Alınlarında "Bunlar, Rahmanın ateşten âzâd ettiği Cehennemliklerdir" yazısı bulunur. Sonra bunlar Cennete girerler.
  • Cehennemde azâb görmekte olan kâfirler bu hâli görünce, "Keşke biz de müslüman olaydık. Şimdi biz de Cehennemden çıkmış olurduk" derler.."

"Kıyâmet günü dünyâ , saçları dağılarak birbirine karışmış, mosmor, sivri köpek dişleri dışarıya kadar çıkık, kara, çirkin suratlı bir yaşlı kadın suretinde getirilir. Bu haliyle orada olanlara gösterilir. Mahşer ehli ondan iğrenirler. Mahşer enline denilir ki, "Siz bunu tanıyor musunuz?" Onlar, "Biz onu tanımaktan Allahü teâlâya sığınırız" derler. Onlara "İşte bu, uğrunda birbirinize girip dövüştüğünüz, ondan elde ettiklerinizle de birbirinize karşı övündüğünüz dünyâdır" denilir. Sonra emredilir, dünyâ bu haliyle Cehenneme atılır. O zaman der ki, "Yâ Rabbî! Hani benim dostlarım? Hani bana tâbi olanlar, gönül verenler?" der. Sonra bu söyledikleri de Cehenneme atılır. Dünyâ Cehenneme atılır, fakat ona azâb edilmez. Cehennemliklere dünyânın kötülüğü anlatılmak için böyle gösterilir."

==

==

[]

Ico libri Anlamlar

[1]Bütün günahlardan kendini korumak. Dinin yasak ettiğinden veya haram olduğunda şüphesi olan şeylerden çekinmek. (Bak: Amel-i-sâlih, İttika, Vicdan)
(Takva, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek; ve amel-i salih emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır. Her zaman def'-i şer, celb-i nef'a racih olmakla beraber; bu tahribat ve sefahet ve cazibedar hevesat zamanında bu takva olan, def-i mefasid ve terk-i kebair üss-ül esas olup, büyük bir rüçhaniyet kesbetmiş. R.N.)
(Ey muhatab olan insanlar! Havf ve reca ortasında bulunmakla, takvayı recâ ederek Rabbinize ibadet ediniz. Bu itibarla insan, ibadetine itimad etmemelidir ve daima ibadetinin artmasına çalışmalıdır. Reca mânası, sâmi' ve müşahidlere göre olursa şöyle te'vil edilecektir: Ey müşahidler! Arslanın pençesini gören adam, o pençenin iktizası olan parçalamayı arslandan ümid ve reca ettiği gibi; siz de, insanları ibadet techizatiyle mücehhez olduklarını gördüğünüzden, onlardan takvayı reca ve intizar edebilirsiniz. Ve keza, ibadetin fıtrî bir iktiza neticesi olduğuna işarettir. Takva, tabakat-ı mezkurenin ibadetlerine terettüb ettiğinden, takvanın bütün kısımlarına, mertebelerine de şamildir. Meselâ: Şirkten takva; kebairden, masivaullahdan kalbini hıfzetmekle takva; ikabdan içtinab etmekle takva; gazabdan tahaffuz etmekle takva. Demek kelimesi bu gibi mertebeleri tazammun eder. Ve keza, ibadetin ancak ihlâs ile ibadet olduğuna ve ibadetin mahzan vesile olmayıp maksud-u bizzat olduğuna; ve ibadetin sevab ve ikab için yapılmaması lüzumuna işarettir. İ.İ.)

Sâlih Amel[]

İnsanoğlunun, yaptığı sâlih amelleri gözünde büyüterek bir hayli ibâdet yaptığını, ibâdet ve tâat husûsunda durumunun iyi olduğunu düşünerek, günahlarını unutmaktan sakınması gerekir. Çünkü bunda, amellerin onu şımartması ve işlediği günahların azâbından emin olması vardır. Böyle bir durum ise tehlikelidir. (Ahmed bin Âsım Antâkî)

Nuvola apps bookcase Köken

[1]

Balance icon Eş Anlamlılar

Advertisement