Yenişehir Wiki
Register
Advertisement

Salavat sinogog demektir[]

22/40

savâmıu : (rahiplerin) mabetleri, manastırlar 15. ve biya'un : ve (hristiyanların) kiliseleri 16. ve salavâtun : ve (yahudilerin) havraları Sinogogları 17. ve mesâcidu : ve (müslümanların) mescidleri

SALAVÂT[]

Hz. Peygamber için okunan ve Allah'ın rahmet ve selamının O'nun üzerine olması dileğini dile getiren dualara denir. Salavât, salât kelimesinin çoğuludur ve genellikle "Allahümme salli..." diye başlar. Kur'ân'da "Allah ve melekleri şüphesiz Peygambere salat ediyorlar. (O halde) ey îmân etmiş olanlar, siz de onu kutsayın (salavât getirin) ve tam bir teslimiyetle selâm verin (kendinizi O'nun rehberliğine teslim edin" (Ahzâb, 33/56.) buyrulmaktadır. (M.C.)


SELÂM[]

Bir işten kurtulmak, ayıp, âfet, noksanlık, acizlik, hastalık vb. şeylerden beri olmak anlamındaki "s-l-m" kökünden türeyen selâm, Allah'ın sıfatı olarak, insanlara ârız olan ayıp, kusur, eksiklik, âfet, hastalık, acizlik, ölüm vb. şeylerden berî olan; yaratıklarını âfet ve belalardan kurtaran, zulmetmeyen, güven arayanları güvene erdiren demektir.

Allah'ın sıfatı olarak Kur'ân'da sadece, "O... selâmdır, mümindir, müheymindir..." (Haşr, 59/23) âyetinde geçmiştir.

"Onunla (kitapla) rızasının peşinden gidenleri selâm yollarına iletir..." (Mâide, 5/16), "Onlar (müminler) için Rableri katında selam yurdu vardır, yaptıkları işlerden dolayı O, onların dostudur." (En'âm, 6/127), "Allah selâm yurduna çağırır..." (Yûnus, 10/25) âyetlerindeki "selâm" kelimesinin de Allah'ın ismi olduğunu söyleyenler olmuştur.

Namazların sonunda okuduğumuz şu hadis, Allah'ın selâm isminin anlamını ifade etmektedir: "Allahümme ente's-Selâmû ve min ke's-Selam..." (Allah'ım! Sen selâmsın ve selamet de sendendir) (Müslim, Mesacîd, 135-136).

Allah'ın zat, sıfat ve fiillleri, O'na layık olmayan her şeyden sâlimdir. (İ.K.)

Ayrıca müminlerin birbirleri ile karşılaştıklarında, "es-selâmü aleyküm" ve "selâmun aleyküm" cümleleriyle birbirlerine dua etmelerine denir. Bu kullanımda selâmın anlamı, "Allah seni esenliğe kavuştursun" demektir. Allah Teâlâ, peygamberlere, müminlere ve cennetliklere selâm eder (esenliğe kavuşturur) (Ra'd, 13/24; Hicr, 15/46). Melekler ve cennet bekçileri, cennete giren müminlere selâm verecekleri gibi, müminler de cennette birbirlerine selâm vereceklerdir (A'râf, 7/46; Zümer, 39/73). Cennetin bir adı da Daru's-Selâm (barış ve esenlik yurdu)dur; Allah da kullarını bu güzel yurda çağırmaktadır (En'âm, 6/127; Yûnus, 10/25).

Allah müminlerin selâmlaşmalarını istemektedir: "Size selâm verildiği zaman siz de ondan daha güzeliyle selâm verin, yahut verilen selâmı aynıyla mukabele edin..." (Nisâ, 4/86). Selâm vermek sünnet, selâm almak ise farzdır. Sünnet olan, yürüyenin oturana, binitlinin yayaya, küçüğün büyüğe selâm vermesidir. Hutbede, yüksek sesle Kur'ân okurken, ders okuturken, ezan ve kamet esnasında selâma cevap verilmez. Tuvalet ve banyo gibi yerlerde bulunan kimselerle içki ve kumar gibi bir günahı işlemekte olan kimseye bu günahı işlediği esnada selâm verilmesi uygun değildir. (M.C.)

SALATÜ SELAM:[]

SALAT: Zikir demektir. Kuran'da namaz SALAT olarak geçer. Aynı sözlerin tekrarı...

SELAM: Güvenilir olduğunu, kendisinden karşıdakine zarar gelmeyeceğini belirten sözdür. Ayrıca selamete çıkaran anlamıyla Allah'ın sıfatlarındandır.

SALATÜ SELAM Peygamber Efendimiz S A V a verdiğimiz selamdır ki duayı da kapsar. Ona çok selam verelim ki ahirette bizi hemen tanısın. Dostlar selamlaşırlar.

Tek sünnet sevabı farzdan daha fazladır. O da selam verenin sünnet sevabıdır. Selamı almak farzdır ama vereninka kadar sevap değildir. 'Aranızda selamı yayınız.' denmiştir bize. Yabancılar tanıdıklarına tanımadıklarına selam verirler. Bu bir inceliktir. Biz birbirimize selamı kestik, belki bir şey ister diye... Selam verip borçlu çıkmamak için...


Salât-ü Selâm Nedir – Salât-ü Selâm Hakkında Bilgiler[]

Allahümme salli ala seyyidina Muhammed

Bir müminin, yüzünün her daim Rasulüllah’a (s.a.s.) dönük olması gerektiğini söylemek esasında zaid kabul edilmelidir. Çünkü hem itikadi hem de ameli açıdan bakıldığında, “mümin” ile “Rasulüllah” arasında zorunlu bir ilişkinin varlığı söz konusudur. Mümin, Rasulüllah’a da iman eden kimsedir. İman etmek ise geçmişte bir yerde/dönemde başlamış ve bitmiş bir olgu ve yalnızca bir gönül işi olmayıp, her daim yaşanması, gözden geçirilmesi, tazelenmesi ve diri tutulması, hatta güçlendirilmesi gereken bir yapıya işaret eder. Bu önermeler kabul edilince ilk cümledeki yargının doğruluğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Fakat dile getirilmesi zaid kabul edilebilecek birçok şey vardır ki, onları tekrarlamak ve gündemde tutmak, kişinin kendini yenileme bilincine atıf yapma niteliği taşır. Rasulüllah’a salât etmek meselesi de işte bu, “kendimizi yenileme bilinci”ne dahil edilebildiği ölçüde hakiki anlamını kazanacak hususlardandır.

Âlimlerin ittifakla Medine döneminde nazil olduğunu bildirdikleri Ahzâb Sûresi’nin 56. ayetinde Allah Teala şöyle buyurur: “Şüphesiz Allah ve melekleri Nebi’ye salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin ve ona gönülden teslim olun.”

Rasulüllah zikredildiği zaman ona salât ve selam okumanın gerekliliğine işaret eden en önemli delil bu ayet-i kerimedir.

Müfessirler bu ayetin açıklamasını yaparken buradaki salât kelimesinin Allah Teala hakkında kullanıldığında rahmet ve şefkat; melekler hakkında kullanıldığında ise istiğfar ve dua anlamlarında olduğunu söylüyorlar.

Çünkü Allah Teala’nın bir başka kimseye dua etmesi söz konusu olamaz.

Dua etmek, bir kimsenin menfaati ve hayrı için yardım ve iyilik isteme anlamına gelir.

Dolayısıyla salât kelimesi Allah Teala dışındaki varlıklar söz konusu olduğunda dua ve istiğfar anlamlarına gelir.

Ayetin ikinci bölümünde müminlerden istenen de Rasulüllah için dua ve istiğfarda bulunmalarıdır.

Diğer yandan müminlerin sadece salât ile yetinmemeleri, bir de Rasulüllah’a selam etmeleri de emredilir.

Selâm ise, lafzi olarak selâm vermek anlamına geleceği gibi, burada olduğu gibi mastarla desteklenmiş hâliyle “boyun eğmek, tam bir teslimiyetle teslim olmak” anlamlarına da gelir.

(Açıklamalar için bkz. Taberî, Câmi’u’l-Beyân fî Te’vîli’l-Kur’ân, XX, 320; Ebussuûd Efendi, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm, VII, 114 vd.)

Müfessirler bu ayetteki salât kelimesini incelerken aynı sûrenin 43. ayetiyle de bağlantı kurarlar. O ayette de şöyle buyurulmaktadır: “Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için O, size salât ediyor (rahmetiyle lutuflarda bulunuyor), melekleri de salât ediyor (dua ediyor). O, müminlere karşı çok merhametlidir.”

Salât kelimesinin her iki ayette de olduğu gibi, aynı yerde farklı manalara gelecek şekilde kullanılması dil açısından bir sorun teşkil etmez. Müşterek bir lafız aynı anda iki manasında da kullanılabilir. Çünkü, aynı kelimeye aynı yerde farklı anlamlar verilse de bu farklı anlamları birleştiren ortak bir mecazi mana vardır. Müfessirlere göre buradaki ortak mecazi mana, kendisine rahmet edilenin ve kendisi için istiğfarda bulunulanın hayrının ve iyiliğinin gözetilmesi (inayet) anlamıdır. Râzî’nin İmam Şafiî’den destek alarak yaptığı bu açıklama, sonra gelen bazı müfessirlerce de benimsenmiştir. Bu da demek oluyor ki, Allah’ın ve meleklerin salât etmesi, salât edilen kimsenin hayrının ve iyiliğinin gözetilmesi; şerefinin ortaya konması ve şanının yüceltilmesi anlamlarına gelir. (Bkz. Râzî, Beydâvî, Ebussuûd Efendi’nin ayetle ilgili yorumları) Ayrıca özellikle 43. ayete dikkat edildiğinde, buradaki salâtın, insanı karanlıklardan aydınlığa çıkaracak nitelikler taşıdığı görülür. Dolayısıyla Allah Teala’nın salât etmesini, insanı karanlıklardan aydınlığa çıkaran, bozulmuşluk hâlinden fıtrata döndüren ve bir Mümin kimliğine sokan rahmet, hidayet, lütuf ve inayet gibi hususları kapsayacak şekilde düşünmek mümkündür. Salât kelimesinin Arap dilindeki asıl anlamı olan “bir başkasının hayrını istemek, hayır sevgisi” (İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, I, 458) manaları göz önünde bulundurulduğunda, bu yargının daha da açıklığa kavuşacağında şüphe yoktur. Allah Teala kullarının hayrını ister, ayette buyurulduğu gibi, onların küfür hâli üzere olmalarına razı değildir. (Zümer, 7) Meleklerin salât etmesi, yukarıda söylediğimiz gibi genel olarak istiğfar ve dua anlamlarına gelir. Nitekim başka bir ayette meleklerin müminler için dua ve istiğfarda bulundukları bildirilmektedir: “Arş’ı taşıyanlar ve onun çevresinde bulunanlar (melekler) Rablerini hamd ederek tesbih ederler. Ona inanırlar ve inananlar için (şöyle diyerek) bağışlanma dilerler…” (Mümin, 7) Fakat bir çok müfessirin tercih ettiği “ortak mâna”dan hareketle, meleklerin salâtının da, sadece dua ve istiğfarla sınırlandırılmayıp, kendisine salât edilen kimsenin şerefinin ızharı ve şanının yüceltilmesi anlamına geldiğini söylemek mümkündür. Osmanlı döneminin kudretli âlimlerden Ebussuûd Efendi de bu görüşü tercih etmekte ve 56. ayetin devamında müminlere yöneltilen salât emrini aynı şekilde ele almaktadır. Ona göre Allah ve melekleri, Rasulüllah’ın şerefini ve şanını yüceltiyor ve onu el üstünde tutuyorlarsa, bunu müminlerin de yapması kaçınılamayacak bir görev olmaktadır. Ayrıca Rasulüllah’ın şerefini yüceltmenin mütemmim cüz’ü olarak ona tam bir teslimiyetle teslim olmak da gerekir ki, ayetin sonunda yer alan “ve sellimû teslîmen” ifadesinden çıkarılacak bir anlam da -belki ilk anlam- budur. (Ebussuûd Efendi, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm, VII, 114)

Ahzab Sûresi’nin 56. ayeti nazil olduğu zaman ashabın, özellikle “Nebi’ye salât etmek” hususunda Rasulüllah’a sorular sorduklarını görüyoruz. Onlar, “Ey Allah’ın Rasulü, sana nasıl selâm vereceğimizi biliyoruz, fakat salâtı nasıl yapacağız?” diye sorduklarında, Peygamber Efendimiz (s.a.s.) onlara “Allahümme salli ‘alâ Muhammedin…” diye başlayan ve namazlardaki oturuşta okunan duaları öğretmiş ve kendisine böylece salât edebileceklerini göstermiştir. (Taberî, Câmi’u’l-Beyân fî Te’vîli’l-Kur’ân, XX, 320)

Hadislerde Rasulüllah’ın, kendisine salât ve selâm getirilmesi konusu üzerinde çokça durduğunu görüyoruz. Konuyla ilgili hadislerden bazılarını şöylece sıralamak mümkündür:

İbn Mes’ûd’dan (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasulüllah şöyle buyurdu: “Kıyâmet gününde insanların bana en yakın olanları, bana en çok salât-ü selâm getirenleridir.” (Tirmizî, Vitir, 21)

Ebû Hüreyre’den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasulüllah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Yanında adım anıldığı halde bana salât-ü selâm getirmeyen kimse perişan olsun.” (Tirmizî, Daavât, 101)

Yine Ebû Hüreyre’den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasulüllah şöyle buyurdu: “Kabrimi bayram yeri hâline çevirmeyiniz. Bana salât-ü selâm getiriniz. Zira nerede olursanız olun sizin salât-ü selâmınız bana ulaşır.” (Ebû Dâvûd, Menâsik, 97)

Hz. Ali (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Rasulüllah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Cimri, yanında adım anıldığı halde bana salât-ü selâm getirmeyen kimsedir.” (Tirmizî, Daavât, 101; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 201)

Hem Ahzab Sûresi’nin yukarıda zikrettiğimiz 56. ayeti hem de zikredilen hadisler muvacehesinde düşünüldüğünde Rasulüllah’a salât-ü selâm getirmenin gerekliliği (vücub) ortaya çıkar. Nitekim konuyla ilgili fikir beyan eden âlimler de aynı şeyi dile getirmişlerdir. Fakat hem ayette hem de hadislerde herhangi bir sayı veya yer bildirilmediği için, Rasulüllah’ın isminin yahut sıfatlarının geçtiği her yerde ve her defasında salât-ü selâmın tekrar edilip edilmeyeceği hususunda farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Bu konudaki ittifak en az bir kere demek üzerinedir. Öyle ki bazı âlimler bu durumu ömürde bir kere hac yapmaya ve defalarca aksıran ve her defasında “elhamdülillah” diyen kimseye sadece bir kere “yerhamükellah” demenin yeteceğine dair hükme benzetmişler ve bir mecliste Rasulüllah çokça anılsa da bir kere salât-ü selâm getirmenin yeteceğini; ya da farz olanın, insanın ömründe bir kere salât-ü selâm getirmesi olduğunu söylemişlerdir. Rasulüllah’ın adı anıldıkça uygun aralıklarda aynı şeyi yapmanın müstehab (dince tavsiye edilmiş bir davranış) olduğu da ifade edilmiştir. (Bkz. Kurtûbî, el-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, XIV, 205-207) İbn Âşûr’un araştırmalarına göre sahâbînin, Hz. Peygamber’in ismi her anıldığında veya yazıldığında salavâtı da okuyup yazdıklarına dair bir bilgi bulunmamaktadır. Ayrıca sahâbî, Rasulüllah’ın her ismi geçtiğinde değil, onun bazı fiil ve niteliklerini konuştuklarında bunu yapmışlardır. Kitapların başlangıcında salavâta yer verme (salvele) âdeti Abbasi Halifesi Hârûn Reşid zamanında başlamıştır. İsminin her geçtiği yerde salavâtı okumak ve yazmak ise daha sonra, muhtemelen hicrî IV. asırda hadisçiler tarafından âdet hâline getirilmiştir. İbn Âşûr bu konudaki araştırmasını çeşitli rivayetler ve delillerle desteklemekte ve detaylandırmaktadır. (Bkz. et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, I, 3392-94; Kur’ân Yolu, IV, 398)

Bütün bu anlatılanlar ışığında, ilk paragrafta söylediğimiz “kendini yenileme bilinci”ni de merkeze alarak Rasulüllah’a salât-ü selâm getirmenin anlamına dair netice-i kelam olarak şunları söylememiz mümkündür: Müminler olarak Rasulüllah’a dua etmemiz, bir hüküm olarak farz, sünnet ya da müstehab oluşunun ötesinde bir mümin ile onun mümin oluşunu, dahası varlığını anlamlandıran Peygamber’i arasında var olan tarife gelmez ehemmiyetteki bağın sağlam tutulmasına matuf bir ameliyedir. O sebepledir ki, müminler olarak hem namaza çağrıldığımızda ezan duasında, hem namazlarımızın oturuşlarında hem de bütün dualarımızın ve hatta hitaplarımızın baş tarafında Rasulüllah’a salât ve selâm okuruz. Bunların yanında Rasulüllah’ın ismi yahut sıfatları zikredildiğinde de meleklere katılarak bir emr-i ilahiyi yerine getiririz. Fakat şunu asla unutmamamız gerekir: Salât ve selâm okumak, sadece dilde gerçekleşen, dilde olup biten bir faaliyet olarak görüldüğü vakit, İslam’ın önemsemediği o şekilcilik hatasına düşmüş oluruz. Yukarıda zikredilen Ahzab Sûresi’nin 56. ayeti ve Rasulüllah’ın salât-ü selâm okumayanlara yönelik kınamaları bize bu konuda ipuçları vermektedir. Özellikle ikinci sırada naklettiğimiz hadis-i şerif bir Ramazan ayını boş geçiren ve anne ya da babası kendisi yanında yaşlandığı halde, onlara iyi muamele etmediği için cennete giremeyen kimselerin kınandığı bir bağlamda geçmektedir. Yine son sırada naklettiğimiz hadis-i şerifte salât-ü selâm okumayanın cimri olarak nitelendirilmesi de anlamlıdır. Zira cimri kişi, bilerek ve isteyerek elindeki fazlalığı kısan, başkalarının faydasına açmayan, bencil ve kibirli davranan kişidir. Dolayısıyla bu iki hadisin bize bilerek ve isteyerek -ya da gafil davranarak- Rasulüllah ile olan bağlarını güçlü tutmayan, bu konuya ehemmiyet vermeyen ve onun şanını yüceltip şerefini el üstünde tutmayan kimselerin kınandığını haber verdiğini söyleyebiliriz. Zira bütün bir hayata yayılmayan, işlevsiz bir Peygamber sevgisini, yalnızca dilin alışkanlığı hâline gelmiş ve belki de anlamı bile yeterince kavranmadan söylenen bir duaya hapsetmek, Müslümandan istenen bir davranış olmasa gerektir. T.C Başbakanlık Diyanet İşleri Başkanlığı/Resmi Sitesi

Salât u Selâm: Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem ism-i şerîfleri anılınca, işitilince veya yazılınca söylenen veya yazılan hayır duâlardan ibâret olan sözler yâni sallallahü aleyhi ve sellem, ümme salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammed, Essalâtü ves-selâmü aleyke yâ Resûlallah mübârek sözleri ve benzerleri.

Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:

Ey mü'minler! O'na (peygambere) salât ve selâm edin. (Ahzâb sûresi: 56) Kim bir kitabda bana salât u selâm getirirse (yazarsa) benim ismim o kitabda bulunduğu müddetçe, melekler, onun için istiğfâr ederler (ü teâlâya onun günâhını bağışlaması için yalvarırlar) . (Hadîs-i şerîf-Mir'ât-ı Kâinât) Cimrilik sâdece malı tutmak, onu hayır yerlere sarfetmemek değildir. İbâdetlerini yapmayan kimse, nefsine cimrilik ettiği gibi, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin ism-i şerîflerini duyduğu hâlde salât u selâm okumayan, müslüman kardeş ine rastlayıp selâm vermeyen kimse de cimrilik etmiş olur. (Yûsuf Sinânüddîn)

Salât u Selâm

Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:

Ey mü'minler! O'na (peygambere) salât ve selâm edin. (Ahzâb sûresi: 56)

Kim bir kitabda bana salât u selâm getirirse (yazarsa) benim ismim o kitabda bulunduğu müddetçe, melekler, onun için istiğfâr ederler (Allahü teâlâya onun günâhını bağışlaması için yalvarırlar). (Hadîs-i şerîf-Mir'ât-ı Kâinât)

Cimrilik sâdece malı tutmak, onu hayır yerlere sarfetmemek değildir. İbâdetlerini yapmayan kimse, nefsine cimrilik ettiği gibi, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin ism-i şerîflerini duyduğu hâlde salât u selâm okumayan, müslüman kardeşine rastlayıp selâm vermeyen kimse de cimrilik etmiş olur. (Yûsuf Sinânüddîn) Salât u Selâm'ın Mânâsı Bu yazıda, Hz. Peygamber'e karşı olan görevlerimizden, salât-selâm getirme konusu üzerinde durulacaktır. "Salât" kelimesi; istîğfâr, mağfiret, duâ, bereket, övgü, namaz32 gibi anlamlara gelmektedir. "Salât", Allah tarafından olunca rahmet,33 meleklerden olunca Allah'ın mağfiretini istemek, mü'minler tarafından söylenince de 'hayır duâ etmek' mânâlarına gelmektedir.34

"Selâm" kelimesi ise selâmet, esenlik, emniyet anlamlarınadır ki "selâmet ve emniyet senin üzerine olsun." demektir. Selâm aynı zamanda Allah'ın bir ismidir. Selâm'ın Allah'tan olması ise "Allah seni korumayı, gözetmeyi üzerine almıştır, kefildir." demektir. Selâmın bir de itâat etme ve sulh içerisinde bulunma anlamı vardır.35

Bu hususla ilgili olan âyet-i kerime meâlen şöyledir: "Muhakkak ki Allah ve melekleri, Peygambere hep salât ederler. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin ve tam bir içtenlikle selâm verin."36 Bu âyet, Hz. Peygamber'e salavât getirmenin farz olduğunu göstermektedir.37 Âyet-i kerîmenin bu sîga ile gelmesi, Resûlullâh'a salavâtın sürekli yenileneceğini ve devamlı tekrar edileceğini belirtmektedir. Âyetteki "salavât getirirler" ifadesi devamlılığa işâret etmektedir.38

Hz. Peygamber'e salât ve selâm getirmenin önemini vurgulayan pek çok hadîs rivâyet edilmiştir. Bu cümleden olarak Resûlullah: "Yanında adım zikrolunup da bana salavât getirmeyen kimsenin burnu sürtülsün."39 buyurmuşlardır. "Burnu sürtülsün" ifadesi, bunu yerine getirmeyen kişinin böyle olacağını haber verme anlamına gelebileceği gibi, Hz. Peygamber'in bu kişilere bir bedduası anlamına da gelebilir. Her iki durum da son derece tehlikelidir. Zira bu bir ihbarsa, zaten böyle bir durum olacaktır demektir. Şayet bir beddua ise, Peygamberin duası Cenâb-ı Hakk tarafından reddedilmeyeceğine göre, yine olacaktır demektir. Diğer bir rivâyette: "Allah benim için iki melek görevlendirmiştir. Ben bir müslümanın yanında anıldım da bana salavât getirdi mi, mutlaka o iki melek ona: "Allah seni bağışlasın" derler. Allah Teâlâ ve diğer melekleri de o iki meleğe cevap olarak: "Amîn" derler. Bir müslümanın yanında adım zikrolunduğunda da bana salavât getirmedi mi, mutlaka o iki melek: "Allah seni bağışlamasın." der. Yüce Allah ve öteki melekler de o iki meleğe cevaben: "Amîn" derler."40 buyurmuşlardır.

Konuyla ilgili diğer bir hadîslerinde de şöyle der:[]

"Kim bana bir defa salât getirirse, Allah da ona on salât getirir ve on günahını affeder; on derece yükseltir."41 Hadîsin devamında: Bir gün Resûlullah sevinçli olarak geldi. Kendisine: "Sizi sevinçli görüyoruz!" denilince, şöyle buyurmuşlardır: "Bana melek geldi ve şu müjdeyi verdi: "Ey Muhammed! Rabb'in diyor ki: "Sana salât eden herkese benim on rahmette bulunmam, selâm eden herkese de benim on selâm etmem sana (ikram olarak) yetmez mi?"42 "Kıyamet günü bana insanların en yakını, bana en çok salavât edendir."43 "Gerçek cimri, yanında anıldığım hâlde bana salavât etmeyendir."44 "Yeryüzünde Allah'ın seyyah melekleri vardır. Onlar ümmetimin selâmını (anında) bana ulaştırırlar."45

İbn Ebî Leylâ'nın rivayet ettiğine göre bir defasında Ka'b b. Aceze ile karşılaşmıştık. Bana şöyle dedi: Sana bir hediye vereyim mi? Bir gün Hz. Peygamber yanımıza geldi ve ona sorduk: Ey Allâh'ın Resûlü, size nasıl selâm vereceğimizi bize öğrettiniz. Peki ama size sana nasıl salavât getireceğiz, bunu da öğret." Buyurdular ki: şöyle deyin: "Allâhümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed, kemâ salleyte alâ İbrâhîm'e ve alâ âli İbrâhîm, inneke hamîdün mecîd. Allâhümme bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed, kemâ bârekte alâ İbrâhime ve alâ âli İbrâhîm, inneke hamîdün mecîd."46

İslâm âlimlerine göre Resûlullâh'ın ismi zikredilince bir defa salât ve selâm getirmek vâcip,47 isminin tekrar edilişi sayısınca getirmek ise müstehap sayılmıştır.48 Keza namazda, tahiyyattan sonra onun isminin geçtiği ve yazıldığı yerlerde, ezan okunduğunda, cuma günlerinde, camiye girildiğinde, cenaze namazı kılınırken, kabri ziyaret edildiğinde salâ u selâm okumak müstehap olarak kabul edilmiştir.49

Salât u selâm'ın iki yönü vardır: Mü'minlerin Resûlullâh (sas) için getirdiği salavât, Allah Teâlâ'nın, peygamberinin kendi katındaki değerini artırması içîn bir duâ niteliği taşımaktadır. Salavatın mü'minlere bakan yönü de kulu Allah'a yakınlaştıran vesilelerden birisi olmasıdır.

Resûlullâh'a (sas) yapılan salât, onun aslında salâta olan ihtiyacından dolayı değildir. Aksi halde, peygambere Allah salât-selâm edince, meleklerin de salâtına ihtiyaç kalmazdı. Bu, ancak ona duyulan saygıyı ifade etmek içindir. Nitekim Yüce Yaratıcı da, kendisinin aslâ ihtiyacı olmadığı hâlde bize, kendini anmamızı farz kılmıştır. Bu, ancak Cenâb-ı Hakk'ın bize bundan dolayı mükâfat vermesi, bize şefkat ve merhamet göstermesi ve bizlerden Hz. Peygamber'e saygımızı ortaya koymamız içindir.50 İşte bundan dolayıdır ki, Hz. Peygamber de: "Kim bana tek bir defa salât u selâm getirirse, Allâh da ona on defa salât eder."51 buyurmuşlardır. Allah Teâlâ, Peygamberini, ümmetinin kendisine getirmiş olduğu salât u selâmın minneti altında bırakmamıştır. Çünkü buna bedel, Peygamber'in de ümmetine salâtta bulunmasını emrederek, mukâbele etmesini sağlamıştır:52 Nitekim bu husus Kur'ân-ı Kerîm'in âyetiyle beyan edilmiştir: "..Onlara duâ et. Çünkü senin salâtın (duân), onların kalplerini yatıştırır."53

Yukarıda geçtiği üzere 'salavât'ın bir mânâsı, rahmettir. Rahmet duası olan salavât ise, Rahmetenlil-Âlemîn'in vusûlüne vesiledir. Öyle ise salavâtı kendimiz için Âlemlere rahmet Hz. Muhammed'e (sas) ulaşmaya bir vesile yapmalı ve o Zâtı da rahmet-i Rahman'a nâil olmaya vesile kılmalıyız.

Teşehhüdde Hz. Peygambere bütün mahlukatın salavât ve selâmlarını kendi hesabına Yüce Rabb'imize hediye edip, Resul-i Ekrem'e selâm etmekle, ona karşı olan bağlılığımızı yenilemiş ve aynı zamanda onun bize olan emirlerine itaatımızı izhar etmiş oluyoruz. Yine Asr-ı Saâdet'ten günümüze kadar bütün ümmetin salâtları, Resûlullâh'ın duasına devamlı surette bir âmîn demektir ve bir umumî iştiraktir. Hattâ ona getirilen her bir salavât dahi, onun duasına birer âmîndir ve ümmetinin her bir ferdinin, namazlarında ona salât ve selâm getirmeleri, onun ebedi saâdet hususundaki duasına gayet kuvvetli ve umumî bir âmîndir. Yani bir yönüyle Hz. Peygamber dua ediyor, diğer insanlar da bu duaya âmîn diyorlar. Bu da, onun duasının ne derece makbul olduğunu gösterir.

Hz. Peygamber'e getirilen salât ü selâmda, ümmetinin ona karşı bir teşekkür borcunu yerine getirmesi anlamı da vardır. Zira ümmetine karşı son derece düşkün olan ve onlara dünya-ukbâ saâdetinin yolunu gösteren o Zât'a karşı salât ü selâm getirmek hem bir vefa ve sadakat borcu olmanın ötesinde bir İlahî emirdir.

Rasuli Ekrem (sas) ahirette ümmetine daha çok şefaat edebilmesi için ümmetinin sınırsız dualarına ve salavâtına ihtiyaç duymaktadır.

Hz. Peygamber'e salavât getirmede şu hususlar düşünülebilir: O, ümmetine her noktada örnek olma durumundadır. Bu durumda da örnek olmuştur. Nasıl mü'minler namaz kılarken Resûlullâh'ın namaz kılışını örnek alıp namaz kılıyor, oruç, hac gibi ibadetlerde Ona bakarak eda ediyorsa, salavâtta da O'nun uygulamalarına uymaktadırlar ve uymalıdırlar.

Netice itibariyle, salât selâm getirme, mü'minlerin Resûlullâh'a karşı yapmaları gereken en önemli görevlerden birisidir. Çünkü âyetin ifadesine göre hem Yüce Allah, hem de melekler Hz. Peygamber'e salât-selâm getirmektedir. İnananların bundan geri durması, doğru bir davranış değildir Bu davranış, Hz. Peygamber'e karşı olan saygı ve sevginin alâmeti olarak kabul edilmekte ve aynı zamanda böyle bir davranışla mümin, bu konuda Allah'a ve meleklere ittibâ etmiş olmaktadır...


Örnek metinkerde kullanimi[]

(Cam, su, hava, âlem-i misal, ruh, akıl, hayal, zaman vesâire gibi, tecelli-i timsal akislere mahal ve mazhar olan çok şeyler vardır.

Maddiyat-ı kesifenin timsalleri hem münfasıl, hem ölü hükmündedirler.

Çünkü asıllarına gayr oldukları gibi, asıllarının hâsiyetlerinden de mahrumdurlar.

Nurânilerin timsalleri ise, asıllarıyla muttasıl ve asıllarının hâsiyetlerine mâlik ve asıllarına gayr değillerdir.

Binaenaleyh Cenab-ı Hak, şemsin hararetini hayat, ziyasını şuur, ziyadaki renkleri duygu gibi yapmış olsa idi, senin elindeki âyinede temessül eden şemsin timsali seninle konuşacaktı.

Çünkü o timsalinde oldukça harareti, ziyası, renkleri olurdu.

Hararetiyle hayat bulurdu, ziyasiyle şuurlu olurdu.

Renkleri ile de duygulu olurdu.

Böyle olduktan sonra, seninle konuşabilirdi.

Bu sırra binaendir ki, Resul-i Ekrem (A.S.M.) kendisine okunan bütün salâvat-ı şerifeye bir anda vâkıf olur. M.N.)

Tefsirlerde yorumu ehli kitabin ibadet yeri olarak kullaniliyor. Sabiilerinde[]

عرض افتراضىعرض شجرى تصفح في موقع المكتبة الجديد تصفح موقع المكتبة الجديد الكتب » تفسير الطبري » تفسير سورة الحج » القول في تأويل قوله تعالى " الذين أخرجوا من ديارهم بغير حق " إظهار التشكيل|إخفاء التشكيل مسألة: الجزء الثامن عشر التحليل الموضوعي القول في تأويل قوله تعالى : ( الذين أخرجوا من ديارهم بغير حق إلا أن يقولوا ربنا الله ولولا دفع الله الناس بعضهم ببعض لهدمت صوامع وبيع وصلوات ومساجد يذكر فيها اسم الله كثيرا ولينصرن الله من ينصره إن الله لقوي عزيز ( 40 ) )

يقول تعالى ذكره : أذن للذين يقاتلون ( الذين أخرجوا من ديارهم بغير حق ) فالذين الثانية رد على الذين الأولى . وعنى بالمخرجين من دورهم المؤمنين الذين أخرجهم كفار قريش من مكة . وكان إخراجهم إياهم من دورهم وتعذيبهم بعضهم على الإيمان بالله ورسوله ، وسبهم بعضهم بألسنتهم ووعيدهم إياهم ، حتى اضطروهم إلى الخروج عنهم . وكان فعلهم ذلك بهم بغير حق ، لأنهم كانوا على باطل والمؤمنون على الحق ، فلذلك قال جل ثناؤه : ( الذين أخرجوا من [ ص: 646 ] ديارهم بغير حق ) .

وقوله : ( إلا أن يقولوا ربنا الله ) يقول تعالى ذكره : لم يخرجوا من ديارهم إلا بقولهم : ربنا الله وحده لا شريك له ! فأن في موضع خفض ردا على الباء في قوله : ( بغير حق ) ، وقد يجوز أن تكون في موضع نصب على وجه الاستثناء .

وقوله : ( ولولا دفع الله الناس بعضهم ببعض ) اختلف أهل التأويل في معنى ذلك ، فقال بعضهم : معنى ذلك : ولولا دفع الله المشركين بالمسلمين .

ذكر من قال ذلك : حدثنا القاسم ، قال : ثنا الحسين ، قال : ثني حجاج ، عن ابن جريج قوله : ( ولولا دفع الله الناس بعضهم ببعض ) دفع المشركين بالمسلمين .

وقال آخرون : معنى ذلك : ولولا القتال والجهاد في سبيل الله .

ذكر من قال ذلك : حدثني يونس قال : أخبرنا ابن وهب ، قال : قال ابن زيد في قوله : ( ولولا دفع الله الناس بعضهم ببعض ) قال لولا القتال والجهاد .

وقال آخرون : بل معنى ذلك : ولولا دفع الله بأصحاب رسول الله صلى الله عليه وسلم عمن بعدهم من التابعين .

ذكر من قال ذلك : حدثنا إبراهيم بن سعيد ، قال : ثنا يعقوب بن إبراهيم ، عن سيف بن عمرو ، عن أبي روق ، عن ثابت بن عوسجة الحضرمي ، قال : حدثني سبعة وعشرون من أصحاب علي وعبد الله منهم لاحق بن الأقمر والعيزار بن جرول وعطية القرظي ، أن عليا رضي الله عنه قال : إنما أنزلت هذه الآية في أصحاب رسول الله صلى الله عليه وسلم : ( ولولا دفع الله الناس بعضهم ببعض ) لولا دفاع الله بأصحاب محمد عن التابعين ( لهدمت صوامع وبيع ) .

وقال آخرون : بل معنى ذلك : لولا أن الله يدفع بمن أوجب قبول شهادته في الحقوق تكون لبعض الناس على بعض عمن لا يجوز شهادته وغيره ، فأحيا بذلك مال هذا ويوقي بسبب هذا إراقة دم هذا ، وتركوا المظالم من أجله ، لتظالم الناس فهدمت صوامع .

[ ص: 647 ] ذكر من قال ذلك : حدثني محمد بن عمرو ، قال : ثنا أبو عاصم ، قال : ثنا عيسى ; وحدثني الحارث ، قال : ثنا الحسن ، قال : ثنا ورقاء جميعا ، عن ابن أبي نجيح ، عن مجاهد : ( ولولا دفع الله الناس بعضهم ببعض ) يقول : دفع بعضهم بعضا في الشهادة ، وفي الحق ، وفيما يكون من قبل هذا . يقول : لولاهم لأهلكت هذه الصوامع وما ذكر معها .

وأولى الأقوال في ذلك بالصواب أن يقال : إن الله تعالى ذكره أخبر أنه لولا دفاعه الناس بعضهم ببعض ، لهدم ما ذكر ، من دفعه تعالى ذكره بعضهم ببعض ، وكفه المشركين بالمسلمين عن ذلك; ومنه كفه ببعضهم التظالم ، كالسلطان الذي كف به رعيته عن التظالم بينهم; ومنه كفه لمن أجاز شهادته بينهم ببعضهم عن الذهاب بحق من له قبله حق ، ونحو ذلك . وكل ذلك دفع منه الناس بعضهم عن بعض ، لولا ذلك لتظالموا ، فهدم القاهرون صوامع المقهورين وبيعهم وما سمى جل ثناؤه . ولم يضع الله تعالى دلالة في عقل على أنه عنى من ذلك بعضا دون بعض ، ولا جاء بأن ذلك كذلك خبر يجب التسليم له ، فذلك على الظاهر والعموم على ما قد بينته قبل لعموم ظاهر ذلك جميع ما ذكرنا .

وقوله : ( لهدمت صوامع ) اختلف أهل التأويل في المعني بالصوامع ، فقال بعضهم : عنى بها صوامع الرهبان .

ذكر من قال ذلك : حدثنا محمد بن المثنى ، قال : ثنا عبد الوهاب ، قال : ثنا داود ، عن رفيع في هذه الآية : ( لهدمت صوامع ) قال : صوامع الرهبان .

حدثني محمد بن عمرو ، قال : ثنا أبو عاصم ، قال : ثنا عيسى ; وحدثني الحارث ، قال : ثنا الحسن ، قال : ثنا ورقاء جميعا ، عن ابن أبي نجيح ، عن مجاهد قوله : ( لهدمت صوامع ) قال : صوامع الرهبان .

- حدثنا القاسم ، قال : ثنا الحسين ، قال : ثني حجاج ، عن ابن جريج ، عن مجاهد : ( لهدمت صوامع ) قال : صوامع الرهبان .

حدثني يونس قال : أخبرنا ابن وهب ، قال : قال ابن زيد في قوله : ( لهدمت صوامع ) قال : صوامع الرهبان . [ ص: 648 ] حدثت عن الحسين ، قال : سمعت أبا معاذ ، يقول : أخبرنا عبيد ، قال : سمعت الضحاك يقول : في قوله : ( لهدمت صوامع ) وهي صوامع الصغار يبنونها وقال آخرون : بل هي صوامع الصابئين .

ذكر من قال ذلك : حدثنا محمد بن عبد الأعلى ، قال : ثنا ابن ثور ، عن معمر ، عن قتادة : ( صوامع ) قال : هي للصابئين .

حدثنا الحسن ، قال : أخبرنا عبد الرزاق ، قال : أخبرنا معمر ، عن قتادة مثله .

واختلفت القراء في قراءة قوله : ( لهدمت ) . فقرأ ذلك عامة قراء المدينة : " لهدمت " . خفيفة . وقرأته عامة قراء أهل الكوفة والبصرة : ( لهدمت ) بالتشديد بمعنى تكرير الهدم فيها مرة بعد مرة . والتشديد في ذلك أعجب القراءتين إلي . لأن ذلك من أفعال أهل الكفر بذلك .

وأما قوله ( وبيع ) فإنه يعني بها : بيع النصارى .

وقد اختلف أهل التأويل في ذلك ، فقال بعضهم مثل الذي قلنا في ذلك .

ذكر من قال ذلك : - حدثني محمد بن المثنى ، قال : ثنا عبد الأعلى ، قال : ثنا داود ، عن رفيع : ( وبيع ) قال : بيع النصارى .

حدثنا ابن عبد الأعلى ، قال : ثنا محمد بن ثور ، عن معمر ، عن قتادة : ( وبيع ) للنصارى .

حدثنا الحسن ، قال : أخبرنا عبد الرزاق ، قال : أخبرنا معمر ، عن قتادة مثله .

حدثت عن الحسين ، قال : سمعت أبا معاذ يقول : أخبرنا عبيد ، قال : سمعت الضحاك يقول : البيع : بيع النصارى .

وقال آخرون : عنى بالبيع في هذا الموضع كنائس اليهود .

[ ص: 649 ] ذكر من قال ذلك : حدثنا محمد بن عمرو ، قال : ثنا أبو عاصم ، قال : ثنا عيسى ; وحدثني الحارث . قال : ثنا الحسن ، قال : ثنا ورقاء جميعا ، عن ابن أبي نجيح ، عن مجاهد ، قال : ( وبيع ) قال : وكنائس .

حدثنا القاسم ، قال : ثنا الحسين ، قال : ثني حجاج ، عن ابن جريج ، عن مجاهد مثله .

حدثني يونس قال : أخبرنا ابن وهب ، قال : قال ابن زيد في قوله : ( وبيع ) قال : البيع للكنائس .

قوله : ( وصلوات ) اختلف أهل التأويل في معناه ، فقال بعضهم : عنى بالصلوات الكنائس .

ذكر من قال ذلك : - حدثنا محمد بن سعد ، قال : ثني أبي ، قال : ثني عمي ، قال : ثني أبي ، عن أبيه ، عن ابن عباس ، في قوله : ( وصلوات ) قال : يعني بالصلوات الكنائس .

حدثت عن الحسن ، قال : سمعت أبا معاذ يقول : أخبرنا عبيد ، قال : سمعت الضحاك يقول في قوله : ( وصلوات ) كنائس اليهود ، ويسمون الكنيسة صلوتا .

حدثنا ابن عبد الأعلى ، قال : ثنا ابن ثور ، عن معمر ، عن قتادة : ( وصلوات ) كنائس اليهود .

حدثنا الحسن ، قال : أخبرنا عبد الرزاق ، قال : أخبرنا معمر ، عن قتادة مثله .

وقال آخرون : عنى بالصلوات مساجد الصابئين .

ذكر من قال ذلك : حدثنا ابن المثنى ، قال : ثنا عبد الأعلى ، قال : ثنا داود ، قال : سألت أبا العالية عن الصلوات . قال : هي مساجد الصابئين .

قال : ثنا عبد الوهاب ، قال : ثنا داود ، عن رفيع ، نحوه .

وقال آخرون : هي مساجد للمسلمين ولأهل الكتاب بالطرق .

ذكر من قال ذلك : حدثني محمد بن عمرو ، قال : ثنا أبو عاصم ، قال : ثنا عيسى ; وحدثني الحارث ، قال : ثنا الحسن ، قال : ثنا ورقاء جميعا ، [ ص: 650 ] عن ابن أبي نجيح ، عن مجاهد قوله : ( وصلوات ) قال : مساجد لأهل الكتاب ولأهل الإسلام بالطرق .

حدثنا القاسم ، قال : ثنا الحسين ، قال : ثني حجاج ، عن ابن جريج ، عن مجاهد ، نحوه .

حدثني يونس قال : أخبرنا ابن وهب ، قال : قال ابن زيد في قوله : ( وصلوات ) قال : الصلوات صلوات أهل الإسلام ، تنقطع إذا دخل العدو عليهم ، انقطعت العبادة ، والمساجد تهدم ، كما صنع بختنصر .

وقوله : ( ومساجد يذكر فيها اسم الله كثيرا ) اختلف في المساجد التي أريدت بهذا القول ، فقال بعضهم : أريد بذلك مساجد المسلمين .

ذكر من قال ذلك : - حدثنا ابن المثنى ، قال : ثنا عبد الوهاب ، قال : ثنا داود عن رفيع قوله : ( ومساجد ) قال : مساجد المسلمين .

حدثنا ابن عبد الأعلى ، قال : ثنا ابن ثور ، قال : ثنا معمر ، عن قتادة : ( ومساجد يذكر فيها اسم الله كثيرا ) قال : المساجد : مساجد المسلمين يذكر فيها اسم الله كثيرا .

حدثنا الحسن ، قال : أخبرنا عبد الرزاق ، عن معمر عن قتادة نحوه .

وقال آخرون : عنى بقوله : ( ومساجد ) الصوامع والبيع والصلوات .

ذكر من قال ذلك : - حدثت عن الحسين ، قال : سمعت أبا معاذ يقول : أخبرنا عبيد ، قال : سمعت الضحاك يقول ، في قوله : ( ومساجد ) يقول في كل هذا يذكر اسم الله كثيرا ، ولم يخص المساجد .

وكان بعض أهل العربية من أهل البصرة يقول : الصلوات لا تهدم ، ولكن حمله على فعل آخر ، كأنه قال : وتركت صلوات . وقال بعضهم : إنما يعني : مواضع الصلوات . وقال بعضهم : إنما هي صلوات ، وهي كنائس اليهود ، تدعى بالعبرانية : صلوتا .

وأولى هذه الأقوال في ذلك بالصواب قول من قال : معنى ذلك : لهدمت صوامع الرهبان وبيع النصارى ، وصلوات اليهود ، وهي كنائسهم ، ومساجد المسلمين التي يذكر فيها اسم الله كثيرا . [ ص: 651 ] وإنما قلنا هذا القول أولى بتأويل ذلك; لأن ذلك هو المعروف في كلام العرب المستفيض فيهم ، وما خالفه من القول وإن كان له وجه فغير مستعمل فيما وجهه إليه من وجهه إليه .

وقوله : ( ولينصرن الله من ينصره ) يقول تعالى ذكره : وليعينن الله من يقاتل في سبيله ، لتكون كلمته العليا على عدوه; فنصر الله عبده : معونته إياه ، ونصر العبد ربه : جهاده في سبيله ، لتكون كلمته العليا .

وقوله : ( إن الله لقوي عزيز ) يقول تعالى ذكره : إن الله لقوي على نصر من جاهد في سبيله من أهل ولايته و

Advertisement