Yenişehir Wiki
Register
Advertisement

Sabr[6] Asr: 103/3, Bakara: 2/54., sözlükte göğüs germek, karşı koymak, direnmek, sebat etmek, dayanmak anlamındadır.

  • Ancak sabır, Kur'ân'da daha çok, zorluklar karşısında Allah rızasını gözeterek dayanmadır.
  • Övülen ve tavsiye edilen sabır, iman ve salih amel ile hak ve hayır yolunda sabırdır.
  • Bu şecaat, mertlik, yiğitlik şiarıdır.
  • Yoksa her kötülüğe katlanmak, her zillete boyun eğmek, pislikler içine düşüp de her ne pahasına olursa olsun oradan çıkmaya, kurtulmaya çalışmamak, çabalamamak, batılda, kötülükte saplanıp kalmak ve şerre rıza demek olan atalet, tembellik, meskenet ile sükuttan ibaret olan duygusuzluk sabır değildir.
  • Çünkü şerre rıza, küfre rıza küfürdür.


Ulema sabrı ikiye ayırmıştır. []

  1. Birincisi, kötü olan şeye sabrederek sonucunun iyi olmasını beklemek,
  2. ikincisi ise, şehvetten ve dünya lezzetlerinden uzak durarak, bunların kötülüğünden korunmaktır.
  • Bunların birisi acı ilaçlarla tedavi gibi vazifeye atılmak.
  • İkincisi, zehirli tatlılardan kaçınmak gibi zararlı şeylerden kaçınmaktır.
  • Öyle anlar vardır ki, o zamanda beklemek, sabretmek gayri meşrudur.
  • Öyle durumlarda mücadele etmek hatta hayatı feda etmek gerekir.
  • Bu nedenle, imandan sonra yolun başı sabır, amelin başı sabır, kısacası hikmetin başı sabırdır. Yaşamak sabretmektir.
  • Sabır, acıya katlanmak, onu geçirmek için sebat ve mukavemet etmektir.
  • Her ferahlığın, her başarının anahtarıdır. Sabırsız ne*fisler her zaman darlık içindedir. [7]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 275. (340-341, 544-545, 6082-6083)
  • "Sabr", kendini darlıkta ve zorlukta tutma demektir.
  • "Sabertu’d-dâbbe”; "hayvanı yemsiz hapsettim." Yani aç bıraktım", "Sabertu fulânen"; "filanı çok sıkı bir şekilde zorlu bir tutuşla tuttum."[8]el-İsfahânî, a.g.e., s. 403. manalarına gelmektedir.
  • Görüldüğü gibi "sabr"da bir hapis anlamı vardır.
  • Şeri'at'ın ve aklın uygun gördüğü hallerde nefsi hapsetme, kendine hakim olma anlamını ifade eder.
  • "Sabr", çok genel bir kelime olup, sözgelimi musibet anında, savaşta; savaş meydanından kaçmayıp ayak direme sabırdır.
  • Gerektiğinde sır saklama, dili gıybetten, söz taşımaktan ve gereksiz ifadelerden koruma da sabırdır.[9] a.g.e., s. 404.
  • Câhiliye döneminde bu kelime, zorluklara göğüs germe anlamında kullanılmıştır.
  • Antara b. Şeddâd şöyle demektedir: "Korkağın canı ağzına geldiğinde, nefsimi hapsettim. Yani sabrettim, sebat ettim."[10]'Antara, a.g.e., s. 49.
  • İslâmî literatürde "sabr", günahlardan kaçınarak, nefsin arzu ve isteklerini yerine getirmemektir.
  • Kur'ân, sabredip, salih amel işlemekten, cihad edip takva sahibi olmaktan söz eder ve bu gibi vasıflara sahip olan insanları över.[11]Örnek olarak bkz. Hud: 11/11; Nahl: 16/110; Âl-i İmrân: 3/120, 3/125.
  • "Sabr", câhiliyede, sadece zorluklar karşısında dayanıp direnmek, sebat etmek anlamına gelirken, İslâmî devirde, musibetlere, zorluklara ve İslâm'ın ibadet olarak emrettiği şeylerde kullanılmaya başlamış ve Kur'ân'da çokça "sabr" tavsiye edilmiştir.[12] Yrd. Doç. Dr. Ahmet Çelik, Kur’an Semantiği Üzerine, Ekev Yayınevi: 126-127.

ES-SABÛR[]

Tutmak, alıkoymak, engellemek anlamındaki sabr kökünden türemiş bir sıfattır. Habs köküyle eşanlamlıdır. İnsanlar hakkında kullanıldığında itidali muhafaza etme, kolay vazgeçme, tahammül gösterme gibi anlamlarda kullanılarak onlar için ahlâkî bir fazilet ifade eder. Allah’a (c.c) izafe edildiğinde hilim sıfatına yakın bir anlam ifade etmektedir. Allah (c.c) için, kendisine isyan edenleri cezalandırmakta aceleci davranmayan, bu gibilere mühlet veren, kulların binbir çeşit edep ve saygı dışı hallerini görüp durduğu ve onları cezalandırma kudreti bulduğu halde erteleyen anlamında kullanılmaktadır. Bu isim Kur’ân-ı Kerîm’de geçmemekte, esma-i hüsna’nın sayıldığı hadis-i şerifte yer almaktadır.

“İşittiği ezaya Allah’tan (c.c) daha sabırlı hiç kimse yoktur. Çünkü ona çocuk isnad ederler O ise onlara afiyet ve rızık vermeye devam eder.” Anlaşılıyor ki Allah (c.c) cezayı takdir ettiği ve süresini belirlediği bir zamana kadar erteler.

“Eğer Allah (c.c) zulümleri sebebiyle insanları hemen cezalandıracak olsaydı yeryüzünde canlılardan hiçbir şey bırakmazdı, ancak onları belirli bir süreye kadar ertelemektedir.” (Nahl 16/61)

“Ey Muhammed (s.a.v), sakın Allah’ı (c.c) zulmedenlerin yaptıklarından habersiz sanma, onları yalnızca gözlerin dehşetle belireceği bir güne ertelemektedir.” (İbrahim 14/42)

Sabûr ismi ile halîm ismi arasındaki farkı âlimler şöyle açıklamışlar :

Halîm ismi daha çok af ve mağfiretle ilgilidir. Sabır ise insanların işlediği suçların karşılığını vakti geldiğinde mutlaka vereceğini, tevbe etmeden ahirete intikal etseler de gereken cezanın orada kesinlikle icra edileceğini anlatır. Sabır, hilmin ürünüdür. Hilim sahibi insanın ancak fiillerinde sabır görülür. Sabır, hilmin derecesine göredir Yaratılmışlar bilmediklerinden dolayı cezalandırmada acele etmezler, âcizliklerinden dolayı da bağışlarlar. Allah (c.c) ise ilminin kemâlinden dolayı cezalandırmada acele etmez, kudretinin tamlığından dolayı affeder.

Allah (c.c) kullarına, öğretmek maksadıyla eziyet eden kimsenin kendisine nasıl, ne şekilde, ne ile eziyet ettiğinden şikâyet eder. Bununla beraber onlara afiyet ve rızık vermeye de devam eder. Bundan kul şunu anlamalıdır : Kendisine Allah (c.c) nimet verdiğinde nasıl şükretmesi gerekiyorsa, bir belâ geldiğinde de şikâyetini sadece Allah’a (c.c) arzetmelidir. Peygamberler (a.s) ve Salih kullar böyle yapmışlardır.. bu durum kulun sabûr oluşudur.

Sabır, ilgili olduğu durum ortadan kalktığı veya hiç olmadığı zaman bulunmayan bir şeydir. Hilm ise ilgili olduğu durum bulunsun bulunmasın (yani cezalandırılacak suç ilensin işlenmesin) devam eden bir fazilettir.

“Rahman çocuk edinmiştir dediler. Andolsun siz kötü bir cür’ette bulundunuz. Nerdeyse o sözden dolayı gökler çatlayacak, yer yarılacak ve dağlar yıkılıp dağılacaktır. Rahman için çocuk iddia ettiklerinden ötürü. Çocuk edinmek Rahman’a yakışmaz….” (Meryem 19/88-92) Bu âyette insanların ağzı dili yok bildikleri kâinatta çok büyük bir yer işgal eden, hiçbir şeyden etkilenmez gözüken, yer ve dağların nasıl etkilendikleri, ama Allah’ın (c.c) nasıl sabrettiği anlatılmaktadır. Bu sabır ilim ve kudretin kemâliyle bulunuşundan kaynaklanır. Nasıl olsa ilminden dışarı çıkacak ve kudretini aciz bırakacak değiller. Allah (c.c) bir işi vakti gelmeden yapmak için acele etmez. Yapacağı işlere zaman tayin eder ve etmiştir. Koyduğu kanunlara kendisi de riayet eder, zamanı gelince icra eder. Acele edip de öne almaz, geciktirip geri bırakmaz. Aceleye ve tehire zorlanamaz.

İnsan bu dünyada ya hoşuna giden ya da hoşuna gitmeyen şeylerle karşılaşır. Her iki halde de kendisine sabır gereklidir ki hoşun gidenlere erişsin, hoşuna gitmeyenlerden korunsun. Bu açıdan bakıldığında sabır ikiye ayrılır :

1–Elem-i mekruha sabır ve tahammül ile güzel olan neticelerini beklemek. Acı ilaçlarla tedavi gibidir. Taatlerin, güzel amellerin meşakkatlerine tahammül ile neticelerini beklemek, gözetmek.

2–Lezzet-i âcileden ve şehadetten sabır ile kötü neticelerinden korunmak. Zararlı tatlılardan sakınmak gibi. Haramdan, menhıyattan ve hoş ve tatlı görünüp de sonu kötü olan aldatıcı maddî ve manevî zarar verici şeylerin zararlarından, kötü neticelerinden sakınmak için sabır.

Evamire imtisal, nevâhîden ictinab konusunda sabır.

Her şeyin bir anda olmasını istemek aslında hiçbir şey istememektir. Zira mahlukatta terbiye kanunları geçerli olup bu da zamanla ilgili olduklarını anlatır.( yani zamanîdirler.) Her şeyin kemâli alettedrictir, bir silsileye bağlıdır. Her kimde sabır varsa onda kudret-i ilâhiyeden bir şemme-i tecellî vardır. Hele bu şemme-i tecellî sahipleri bir araya gelip de bir de cemaat olurlarsa Allah’ı (c.c) yanlarında bulurlar.

((Bakara 153, Enfal 146)) ((Bakara 249, Enfal 166))

“Allah (c.c) sabredenlerle beraberdir.” Bu âyetlere tenezzülât-ı ilâhiyenin ulûhiyetine şahid oluruz. Sabırı gerçekten ortaya koyanlar “sâbirûn” cemaatidir. Bu sebeple (sabr) bunlar metbû gösteriliyorlar. Ayni sabredenler cemaatinin Allah (c.c) ile beraberliği çalışarak kazanılacak hususlarda irade-i ilâhiyenin kulun iradesi arkasından geldiğini yani kulun iradesine tâbi olduğunu ifade etmektedir. Bu rahimiyetin bir hükmü olarak gerçekleşen tenezzül-i ilâhînin kullar hakkında ne büyük bir lütuf olduğunu gösterir. Sabır meselesinin düğüm noktası da burasıdır. Bu tenezzül-i ilâhî bir lütf-u irâdîdir.

Sabır, ef’âl-i mekellefîndendir. Kazanılır ve kaybedilebilir. Fıtrî kabiliyetlerin de sabırda bir hükmü bulunmaktadır. Bunun yanında terbiyenin, alışkanlığın, azîm ve iradenin, imanın önemi de çok büyüktür.

Övülen ve tavsiye edilen sabır iman ve amel-i Salih ile Hak ve hayır yolunda sabırdır. Bu sabır şecaat, cesaret, mertlik, yiğitlik şiârıdır. Gerçekleşmiş musibet ile muhtemel musibetlere gösterilecek sabırlar arasında fark vardır.

Uzaklaştırılmasında imkânlar dahilinde acele edilmesi gerekli hususlarda vardır. Her kötülüğe katlanmak, her zillete boyun eğmek, pislikler içine düşüp de her ne pahasına olursa olsun ondan kurtulmaya çabalamamak, çalışmamak, batılda, fenalıklarda saplanıp kalmak, şerre rıza demek olan atalet, zillet ve meskenet, sükûttan ibaret olan duygusuzluk sabır değildir. Allah (c.c) Resûlü (s.a.v) ve müminler azîzdir, izzetlerini korurlar. Şerre rıza şer, küfre rıza küfürdür. Temizliğini bulanmaktan koruyacak inişi çıkışı bulunmayan ayni hiç gazap eseri bulunmayan bir sabırda hayır yoktur. Böyle sabra hilm-i hımarî denir ki mezmumdur.

Allah (c.c) mahlukatta merdivenin basamakları gibi bir tertip yaratmıştır. Sabırsızlar teennî ile hareket edemediklerinden hemen elde edeyim der de basamakları atlamaya kalkar düşer, veya eksik bırakır maksadına eremez. Hırs, bundan dolayı mahrumîyet sebebidir. Sabırsa her sevincin anahtarıdır. Sabır üçtür:

1–Azabı düşünerek veya hayâ ederek isyana düşmemek konusunda gösterilen sabır :

Bu iman üzere sebat ve haramdan uzaklaşmak için gereklidir. Azabı düşünmek âyet ve hadislere iman ve muhtevasını tasdik gücü verir. Hayâ da marifet, isim ve sıfatların manalarını müşâhede gücü verir. Korku ve hayâ ile masiyeti terkten daha güzeli de muhabbetten dolayı masiyeti terktir. İman üzere sebat kaygısı masiyeti terke teşvik eder, haramdan kaçınmak faydası ise, mubahlardan belki harama götürürler diye nefsini alıkoymadır. Masiyetten menedicisi korku olanın kalbi ceza ile, hayâ olanınsa kalbi Allah (c.c) ile beraberdir. Hayâ ihsan makamına daha yakındır. Bu sabır takvâdır, insanı “Allah (c.c) müttakîlerle beraberdir” sırrına mazhar eder.

2–İtaate sabır :

Bu da devamlılık, ihlasa riâyet, ilme uygunlukla elde edilir. İtaat fiili masiyeti terkten daha sağlamdır. Dolayısıyla itaate sabır da masiyete sabırdan daha üstündür. Masiyeti terk itaati tamamlamak içindir. Yasak emir için vardır. Mutlak anlamda maksat bizzat yasak değil emirdir. Yasak emri zayıflattığı için yasaktır. Devamlılık, ihlas ve ilme uygunluktan biri olmadığı takdirde itaat geri kalır .bu sabır mahbûbiyet makamına ulaştırır. Ubûdiyet-i kâmile cânibine sevkeder.

3–Musibetlere gam ve kedere sabır :

Bu da iyi bir mükâfat bekleyerek, ferahlığı umarak, daha önceden verilmiş nimetleri hatırlayarak gerçekleşir. Bu sabır insanı tevekkül ve teslimiyet sahibi kılar. Buradaki sabırsızlık ise Allah’tan (c.c) şikâyet anlamı taşır. Fiillerini tenkit, rahmetini itham, hikmetini beğenmemek, adaletini suçlamak, taksimine itiraz….gibi.

Sabır, terk edilen veya yapılan işin bağlı bulunduğu durumlara göre değişik isimlerle ifade edilir. Veya değişik isimlerle ifade edilen durumlar, makamlar, haller asılda insan başkalarına veya kendi dışında başka sebeplere sabrediyor gözükse bile kendisine, kendine ait güçlere sabrediyordur. Yemek ve içmeye karşı olursa sabır, TOKGÖZLÜLÜK, olmazsa AÇGÖZLÜLÜK Gazap kuvvetiyle ilgili olursa YUMUŞAKLILIK, zıddına ÖFKELENMEK, intikam isteğine karşı olursa AF, zıddına ÖÇ ALMAK, hakkı sahibine vermekle ilgili olursa ADALET, zıddına ZULÜM, şehvete karşı olursa NAMUSLULUK, zıddına ZİNA… denir.

İbni Mübarek, musîbet birdir. sızlanıp sabredemeyince iki olur: Birisi büyük, birisi küçük musîbet. Büyük musîbet odur ki sabredince verilecek sevaptan sabretmediğinde mahrum olmak. Küçük musîbetse bizzat gelen musîbettir, veya şöyle olmayaydı demek musîbettir.

Avamın anladığı şekliyle sabır, bir kimsenin kendisine gelen ilâhî kahra mukavemet etmesidir. Bu anlayışta bir edepsizlik vardır. Zira Allah Teâlâ’nın (c.c) bir kula kahr ile muamele etmesinin sebebi, kulunun kendisine tevazû ve niyazda bulunmasıdır. Verilen belânın kaldırılmasını yine Allah’tan (c.c) istemesidir. Şikayetin yasak olanı Allah’a (c.c) şikayet değil, yalnızca halka olanıdır.

Acısını, Allah’a (c.c) dökmek, derdini anlatmak sabra aykırı değildir. Yakup (a.s) sabr-ı cemîl sözü verdi. Sonra da “Ben kederimi, hüznümü yalnızca Allah’a (c.c) şikayet ediyorum.” (Yusuf /86) dedi. Allah (c.c) Eyyüb (a.s)’ı da ”Allah’ım gerçekten bu dert bana gelip çattı, sen esirgeyicilerin en esirgeyicisisin.” (Enbiya 83) dediği için sabırlı olarak nitelendirdi.

Sabra ancak Allah’ı (c.c) şikayet aykırıdır, Allah’a şikayet değil,


MUSÎBETLERE KARŞI SABRI KOLAYLAŞTIRAN SEBEPLER :[]

1–Dünyanın fâniliğine inanmak,

2–Musîbetlerin ardından bir ferahlığın geleceğine inanmak. Sızlanmak musibetin sürmesini azaltmadığı gibi sabretmek de uzatmaz.

Musibet gelmeden önceki halini unutmamak,

3–Beterin de beteri bulunduğunu düşünmek,

4–Kendi halinden daha kötü durumda olanlara bakmak,

5–Nimetlerin zevalini düşünmek,

6–Musibetlerin bir kahır olarak değil günahlara kefaret olarak, derecelerin yükselmesine sebep olarak geldiğini, fazilet çoğaltmaya yönelik geldiğini bilmek,

7–İnsanı olgunlaştırdığını bilmek.


İTAAT VE MASİYETE DÜŞMEMEYİ GÜÇLÜ KILAN SEBEPLER :[]

1–Allah’ın (c.c) büyüklüğünü, her şeyi görüp işittiğini bilmek,

2–Kendisine olan muhabbetini düşünmek,

3–Allah’ın (c.c) ihsanını, intikamını, gazabını düşünmek,

4–Musibetin gidişiyle elden kaçacak olanları düşünmek,

5–Allah (c.c) ile olan beraberliğini önemli görmek,

6–Ecelin ansızın gelebileceğini düşünmek,

7–Kötü düşüncelerden kendini korumak: bunlar yerleştiğinde arzular ,sonra istekler, sonra ihtiyaçlar kuvvetlenir irade olur…..

8–Dünyanın zeval bulacağına inanmak

9–Halini Allah’a (c.c) arzetmek ve bildiğine inanmak,

10–Kendisini zillete düşürmek için değil izzete ulaştırmak için yarattığına inanmak.

Musibeti büyüten şeylerse hased, yeis, musibeti hatırlamak ve zikir, şikâyet, sızlanma, esef ve hüzün.

Sabırdan nasibi bulunmayanlar her zaman darlık ve sıkıntı içindedirler. Onların sabırsızlıkları sadece başlarına bir musibet geldiğinde değil dışındaki hallerde de görülür. Kevnî hadiselere karşı mukavemetleri yoktur, her şey onları üzer, genişlik zamanlarında kıymetini bilmezler, zira gözleri başkalarındadır, yokluğa tahammül edemezler. Onlara varlık da yokluk da acı verir. Halbuki;

Su-i zan ehli yanında nîk olan nesne bed,

Ve hüsn-i zan ehli katında bed olan nesne nîk olur.

Zannın tesiri illâki vardır.

Bir musibete uğrayanlar Allah’a (c.c) rabt-ı kalp ederek bu halin de biiznillâh geçeceğine, önceleri afiyetle geçen günlerini hatırlayarak inâyet-i ilâhiyenin geleceğine kemâliyle inanırlarsa ve bu halet-i rûhiye ile beklerlerse halâs olurlar. Bunun içinde nefisleri sabra alıştırmalı, itiyad edinmelidir. Bu itiyad acıya katlanmak veya acıyı bırakmak için değil acı verici durumu defetmek içindir.

İman ve İslâm nimetine şükretmek ve bu şükrü ihsan derecesinde gerçekleştirmek kolay değildir. İhsana doğru bu yürüyüşte dahilî ve hâricî iki düşmanla (nefis-şeytan) çarpışılacak, eziyetleriyle uğraşılacak, bunlara karşı müdafaa ve mukabele için mücâhede ve muharebeye mecbur olunacak, zahmet ve meşakkatler görülecektir. Sabra itiyad kazanılmazsa bunlara karşı gelecek olan meûnet-i ilâhiyenin ilk vesilesi yitirilmiş olur. En ufak sıkıntıda korkmak, sızlanmak başlar ve ümitsizliğe düşülür. Bu anlatılanlardan sonra söylenecek olan tanım şöylecedir :

Sabır nefsin iyi bir iş yapmak veya fenalıktan kaçınmak için acıya, meşakkate tahammül kuvvetidir. Kendisine, kendi kuvve-i gazabiyye, kuvve-i şeheviyyesine kuvve-i akliyesiyle müdahale edemeyen, bunlara karşı sabredemeyenler başkalarına karşı da sabredemezler.

Sabrı itiyad haline getirmenin en iyi yolu oruçtur. Oruç sabrın yarısıdır. Namazın da bu konuda önemi büyüktür. Namaz ve sabırla istiâne etmemiz emredilmiştir. Oruçla kuvve-i gazbiyye ve şeheviyyenin gücü zayıflatılır, namaz ile de hayatımız disipline edilir. Allah (c.c) ile yardım köprüsü kurulur.

İnsanın sabrını hüsnü zannı üzerine bina emesi gerekir ki hem sarı ona mük3afat kazandırsın, hem de sabrettiği o şeyden kurtarsın. Burada ifade edilen hüsnüzan hem Allah (c.c) hakkında, hem de mahlûkatı hakkında sahip olunan hüsnüzandır. Sen de, sabretmen gereken şey de (belâ, mahrumiyet, hastalık… gibi şeyler) Allah’ın (c.c) mahlukûdur ve kudretiyle hareket etmededir. Seni ondan kurtaracak olan da ,sabrına mükâfat verecek olan da O’dur ki aynı zamanda kurtulacak olduğun o şeyi sana gönderen de O’dur.

Allah’ın (c.c) sabûr oluşu :[]

1–Kullarının saygısız hareketlerini hemen cezalandırmaz,

2–Cezalandırmada aceleci davranmaz,

3–Mühlet verir,

4–Hikmetini sabırla gerçekleştirir,

5–Sabrı, kudretinin kemâline işârettir,

6–Kullarına sabırla muamelede bulunduğu gibi, sabırlı olmalarını da ister.


Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin sabırdan nasibi :[]

1–Sabrı, Allah (c.c )ve mahlukat hakkındaki hüsnüzannına bina edilmiştir,

2–Davette seçtiği yol sabır yoludur : İnsanların fıtratlarını onlara anlattığını, er veya geç kabul edeceklerini, halihazırdaki inkârlarının kalıcı olmadığını, ârızî sebeplerle (kavmî, sosyal, siyasî, nesebî…) olduğunu biliyordu. Sebeplerin (ister ârızî, isterse değişik sebepler olsun) ortadan kalkmasını, kalkması için gayret içinde olmayı seçerek bekliyordu. Bu bekleme O’nun insanları iyi tanıdığını ve haklarında sahip olduğu hüsnüzannını gösterir.

3–Cezalandırmada acele etmez, mühlet verir, sonra da dilerse affederdi,

4–Kendisine karşı yapılan saygısız davranışlara tahammül gösterir, ashabını eğitmeyi sabra binâen gerçekleştirirdi,

5-Ümmetinin de sabır yolunu seçmesini isterdi.


Bizim sabırdan nasibimiz :[]

1–Dünyada her şeyin, sabırla gerçekleşeceğini beklemek,

2–Sabrı bir yol, bir tarz olarak seçmek,

3–Hüsnüzannımıza binâ etmek,

4–Cezalandırma, eğitme konusunda acele etmemek,

5–İstemediğimiz şeylere sabrederek mükâfat sahibi olmak,

6–Şikâyetçi olmamak, şikâyetimizi Hakk’a arzetmek,

7–Haramlara karşı sabırlı olmak,

8–İtaatte sabırlı olmak,

9-Kendimize karşı sabırlı olmak.

ES-SABUR[]

“Çok Sabırlı” anlamına gelen bu ismi cemili Kur’an-ı Kerim’de geçmemekte el- Esma-ül Hüsna hadisinde geçmekte.

“Sen kafirlere mühlet ver. Onlara zaman tanı” (Tarık 17) “Eğer Allah insanları zulümleri sebebiyle cezalandırmış olsaydı, yeryüzünde bir tek canlı bırakmazdı. Ancak onları belirli bir zamana kadar geciktirir.” (Nahl 61) ayetlerinde Allah’ın çok sabırlı olduğunu anlıyoruz. “Allah kahretsin, Allah canının alsın, evini başına yıksın” gibi beddualarımızı Allah kabul etse yeryüzünde adam kalmaz. Babamız, annemiz, çocuklarımız eşimiz kızınca da sevince de dengeyi kaçırabilir. Es- Sabur olan Rabbimiz kendini inkar edenlere de ekmek verip su içiriyor, hava veriyor. İbadetleri yaparken sabredeceğiz. Trilyonları zimmete geçirme makamında sabredeceğiz. Zina imkanı olduğunda sabredeceğiz. Cihat ederken sabredeceğiz. Timur’a “sen bu savaşları nasıl kazandın?” diyenin parmağını Timur ağzına almış. Kendi parmağını da adamın ağzına vermiş. Harp ısırma sanatıdır. İkimiz de ısıralım demiş. Biraz sonra karşıdaki adam aaaa diye bağırır. Timur kendi parmağını çeker ama ısırmaya devam eder. Sonra işte ben sabırla kazandım der.

Şair Taşlıcalı Yahya:

“Sabrı elden komamakdır evlâ

Ki koruk sabrile olur helva.” der.


es-SABÛR[]

Allah, bir işi, vakti gelmeden yapmak için acele etmez. Yapacağı işlere muayyen bir zaman koyar ve onları koyduğu kanunlara göre -zamanı gelince - icra eder. Önceden çizdiği zamandan, - bir tenbelin yaptığı gibi, - geciktirmez. Ve kezâ - bir acelecinin yaptığı gibi - zamanı gelmeden yapmağa kalkmaz. Bil'akis her şey'i, hangi zamanda yapılmasını takdîr buyurmuş ise, o zaman yapar.

Allah'ın diğer isimleri:

Allah'ın isimleri 99 taneden ibaret değildir. Âyet ve hadîslerde bu 99 isimlerden ayrı olarak Allah'a başka isimler de izâfe edilmiştir.

Allah'a izâfe edilen diğer bâzı isimler şunlardır:

el-Vâhid'in yerine el-Ehad, el-Kahhâr'ın yerine el-Kâhir, eş-Şekûr'un yerine eş-Şâkir; el-Kâfi, ed-Dâim, el-Münevver, es-Sıddık, el-Muhît, el-Karîb, el-Vitr, el-Fâtır, el-Allâm, el-Ekrem, el-Müdebbir, er-Refî', Zittavl, Zülmeâric, Zülfadl, el-Hallâk, el-Mevlâ, en-Nasîr, el-Gâlib, el-Hannân, el-Mennân...

Kur'ân-ı Kerîm'de Allah ism-i şerîfi 2800 defa zikredilmiştir. Allah isminden sonra Kur'an'da en çok zikri geçen isim, Rab ismidir. 960 yerde zikredilmektedir.

Rab isminden sonra, Kur'an'da en çok yer alan isimler ise; Rahmân, Rahîm ve Mâlik isimleridir. Fâtiha sûresinde "Allah" isminden sonra sıra ile zikredilen bu dört ism-i şerîfe, Cenâb-ı Hakk'ın Rubûbiyet Sıfatları adı da verilmektedir.

Terbiye etmek, büyütmek, yetiştirmek mânalarını ihtiva eden Rab kelimesinin asıl mânası: "Bir şey'i derece derece yükselterek, gayesi olan en mükemmele erişinceye kadar kollayan" demektir.


İsm-i A'zam Nedir?[]

Allah Teâlâ'nın Kur'an ve hadîs-i şerîflerde zikredilen isimlerinin en büyüğüdür.

İsm-i A'zam'ı, Allah, isimleri içinde gizlemiştir. Bunun da hikmeti, kullarının bütün Esmâ-Ül Husnâ'ya rağbetini sağlamak, kendisine bütün isimleriyle dua edilmesini te'min etmektir. İsm-i A'zam belli olsaydı, insanlar yalnızca o isimle dua ederler, diğer isimleri terkederlerdi. Çünkü İsm-i A'zam'ın Allah katında büyük bir değeri vardır. Bu isimle yapılan duaların mutlaka kabûl edildiği rivayet olunmuştur.

İsm-i A'zam'ın Esmâ-Ül Husnâ'dan hangi isim olduğu hakkında, İslâm âlimleri ayrı ayrı kanâatler ileri sürmüşlerdir. Büyük ekseriyetin kanâatı, İsm-i A'zam'ın, lâfza-i Celâl yani Allah ismi olduğudur. Hz. Ali Efendimize göre İsm-i A'zam tek isim değildir. Ferd, Hayy, Kayyûm, Hakem, Adl, Kuddûs'tan ibaret 6 isimdir.

İmam-ı A'zam'a göre, İsm-i A'zam, Hakem ve Adl olmak üzere iki isimdir. Gavs-ı A'zam'ın İsm-i A'zam'ı, Hayy ismidir. İmam-ı Rabbânî'ye göre de İsm-i A'zam, Kayyûm'dur.

Görüldüğü gibi İslâm büyükleri, İsm-i A'zam'ı farklı isimlerde bulmuştur. Belki de herbirinin hususi âlemine tecellî eden İsm-i a'zam değişik olmuştur.

Esmâ-Ül Husnâ içinde bir İsm-i A'zam olduğu gibi, her isim için de a'zamî bir mertebe vardır. Bâzan bir ismin a'zamî mertebesi, İsm-i A'zam ile karıştırılır; o isim a'zamî mertebedeki tecellîsi sebebiyle İsm-i A'zam sanılır. İsm-i A'zam'ın her âlime göre değişik olmasının bir sebebi de budur.


SABIR[]

Sözlükte "dayanma, dayanıklılık" gibi anlamlara gelen sabır, ahlâkî bir kavram olarak, başa gelen musibetlerden dolayı Allah'tan başka kimseye şikayetçi olmamak, yakınmamak, sızlanmamak; nefse ağır gelen ve hoşa gitmeyen şeyler karşısında dünya ve âhiret yararını düşünerek, ruhi dengeyi bozmamak için insanın kalbinde bulunmakta olan sükûnet ve dayanma gücü demektir. Sabır kavramı Kur'ân'da yetmişten fazla âyette geçmektedir. Diğer ahlâkî faziletlere de kaynaklık etmesi sebebiyledir ki Kur'ân'da müminlere ısrarla sabırlı olmaları emrolunmuştur (Kehf, 18/28). Mümin belâ ve musibetlere karşı sabırlı olduğu kadar dinin emirlerini yerine getirme ve yasaklarından kaçınma konusunda da sabırlı olmalıdır (Bakara, 2/249; Meryem, 19/65).

Peygamberler çevresindekilere daima sabrı tavsiye etmişlerdir.

Meselâ, Hz. Musa İsrailoğullarına, "Allah'tan yardım dileyin ve sabredin" (A'râf, 7/128.) tavsiyesinde bulunmuş,

Hz. Lokman da oğluna; "Yavrucuğum! Namazı kıl, doğru ve yararlı olanı emret, kötü ve eğriden vazgeçir, başına gelebilecek her belaya sabırla katlan; bu azim ve kararlılık göstermeye değer bir şeydir." (Lokmân, 31/17) diye öğütte bulunmuştur.

Ayrıca Cenab-ı Hak, başına gelen belalara sabırla katlandığı için Hz. Eyyub'u, "O ne güzel kul." (Sâd, 28/44.) buyurarak övmüştür. Hz. Peygamber de müminlere başlarına gelen bela ve musibetlere karşı sabırlı olmaları tavsiyesinde bulunmuş, kendisi de "Sabret ve senin sabrın ancak Allah'ın yardımıyladır." (Nahl, 16/127). ilâhi buyruğuna uyarak hayatı boyunca sabır konusunda ümmetine örneklik etmiştir. (M.C.)

Tahammül eden, sabreden, bekleyen. Zorluga karsi gögüs geren, hâlinden sikâyet etmeyip aci ve siziya katlanan. Belâ ve musibete karsi sikâyet etmeyip Allah'a (C.C.) sükreden.


Sabr[]

Sabr[6], sözlükte göğüs germek, karşı koymak, di­renmek, sebat etmek, dayanmak anlamındadır. Ancak sabır, Kur'ân'da daha çok, zorluklar karşısında Allah rızasını gözete­rek dayanmadır.

Övülen ve tavsiye edilen sa­bır, iman ve salih amel ile hak ve hayır yolunda sabırdır. Bu şecaat, mertlik, yiğitlik şiarıdır. Yoksa her kötülüğe katlanmak, her zillete boyun eğmek, pislikler içine dü­şüp de her ne pahasına olursa olsun oradan çıkmaya, kurtulmaya çalışmamak, çabalamamak, batıl­da, kötülükte saplanıp kalmak ve şerre rıza demek olan atalet, tem­bellik, meskenet ile sükuttan ibaret olan duygusuzluk sabır değildir.

Çünkü şerre rıza, küfre rıza küfürdür. Ulema sabrı ikiye ayır­mıştır. Birincisi, kötü olan şeye sabrederek sonucunun iyi olması­nı beklemek, ikincisi ise, şehvet­ten ve dünya lezzetlerinden uzak durarak, bunların kötülüğünden korunmaktır. Bunların birisi acı ilaçlarla tedavi gibi vazifeye atıl­mak. İkincisi, zehirli tatlılardan kaçınmak gibi zararlı şeylerden kaçınmaktır.

Öyle anlar vardır ki, o za­manda beklemek, sabretmek gay­ri meşrudur. Öyle durumlarda mücadele etmek hatta hayatı feda etmek gerekir. Bu nedenle, iman­dan so a yolun başı sabır, amelin başı sabır, kısacası hikmetin başı sabırdır. Yaşamak sabretmektir.

Sabır, acıya katlanmak, onu geçirmek için sebat ve mukave­met etmektir. Her ferahlığın, her başarının anahtarıdır. Sabırsız ne­fisler her zaman darlık içindedir. [7]

"Sabr", kendini darlıkta ve zorlukta tutma demektir. "Sabertu’d-dâbbe”; "hayvanı yemsiz hapsettim." Yani aç bıraktım", "Sabertu fulânen"; "filanı çok sıkı bir şekilde zorlu bir tutuşla tuttum."[8] manalarına gelmektedir.

Görüldüğü gibi "sabr"da bir hapis anlamı vardır. Şeri'at'ın ve aklın uygun gördüğü hallerde nefsi hapsetme, kendine hakim olma anlamını ifade eder. "Sabr", çok genel bir kelime olup, sözgelimi musibet anında, savaşta; savaş meyda­nından kaçmayıp ayak direme sabırdır. Gerektiğinde sır sakla­ma, dili gıybetten, söz taşımaktan ve gereksiz ifadelerden koruma da sabırdır.[9]

Câhiliye döneminde bu kelime, zorluklara göğüs ger­me anlamında kullanılmıştır, Antara b. Şeddâd şöyle demektedir:

"Korkağın canı ağzına geldiğinde, nefsimi hapsettim. Yani sabrettim, sebat ettim."[10]

İslâmî literatürde "sabr", günahlardan kaçınarak, nefsin arzu ve isteklerini yerine getirmemektir. Kur'ân, sabredip, salih amel işlemekten, cihad edip takva sahibi olmaktan söz eder ve bu gibi vasıflara sahip olan insanları över.[11]

"Sabr", câhiliyede, sadece zorluklar karşısında dayanıp direnmek, sebat etmek anlamına gelirken, İslâmî devirde, musibetlere, zorluklara ve İslâm'ın ibadet olarak emrettiği şeylerde kullanılmaya başlamış ve Kur'ân'da çokça "sabr" tavsiye edilmiştir.[12]


SABR (Sabır)[]

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:

Peygamberlerden ülü'l-azm olanların sabr ettikleri gibi sen de sabr et! Onlara azab verilmesi için duâ etmekte acele eyleme. (Ahkâf sûresi: 35)

Sabr eden zafere kavuşur. (Hadîs-i şerîf-Keşf-ül-Hafâ)

Her kim sabr ederse, Allahü teâlâ o kimseye sabrın hakîkatini ihsân eder. Hiçbir kimseye sabırdan daha geniş ve daha hayırlı bir ihsân verilmemiştir. (Hadîs-i şerîf-Müsannef fil-Hadîs)

Sabrın başı acı, sonu bal gibi tatlıdır. (Fakîrullah)

Sabr dînin yarısıdır. (İmâm-ı Gazâlî)

Sabrın alâmeti, şikâyeti terk, musîbet ve sıkıntıları gizlemektir. (Abdullah Harrâz)

Sabr-ı Cemîl[]

Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:

(Ya'kûb aleyhisselâm, oğullarına) dedi ki:Hayır, nefisleriniz sizi aldatıp böyle (büyük) bir işe sürüklemiş. Artık bana düşen sabr-ı cemîldir. Sizin bu yaptıklarınız üzerine sabrımla Allahü teâlâdan yardım isterim. (Yûsuf sûresi: 18)

Sabır, kazâya rızâ göstermekten dolayı değil de başka maksadlarla olursa, buna sabr-ı cemîl denmez. (İsmâil Hakkı Bursevî) SABÛR (Es-Sabûr)

Güneş doğduktan sonra yüz kere es-Sabûr ism-i şerîfini söyleyen kimse, belâlardan kurtulur. (Yûsuf Nebhânî)

Karaçay Balkarca
[]

[]

Ico libri Anlamlar

[1] Sakin, dingin
[2] sabırlı, yatışmış.

[]

[]

Durum Tekil Çoğul
Yalın sabır sabırlar
Belirtme (-i) sabrı sabırları
Yönelme (-e) sabra sabırlara
Bulunma (-de) sabırda sabırlarda
Çıkma (-den) sabırdan sabırlardan
Tamlayan sabrın sabırların

Ico libri Anlamlar

[1] İnsanı rahatsız edici durumlar karşısında tepki göstermeden bu durumun değişmesini bekleme.
[2] Gelecekte gerçekleşmesi beklenen bir olayı telaşsızca bekleme.

Nuvola apps bookcase Köken Nuvola apps bookcase Köken

[1] sabr

Crystal Clear app Community Help Atasözleri

Sabır acıdır, meyvesi tatlıdır
Sabır acıdır,meyvesi tatlıdır
[1] Sabır acıdır, meyvesi tatlıdır

Crystal Clear app Login Manager Deyimler

sabır taşı
ya sabır çekmek
[1] sabrı taşmak, sabrı tükenmek, ya sabır çekmek

Honyakuaimai Türetilmiş Kavramlar

[1] sabretmek, sabreylemek
[1] sabır taşı, sarısabır

Nuvola Turkish flag Türk Dilleri


|} | width=1% | |bgcolor="#FFFFE0" valign=top width=48%|

|}

|}

[]

[]

Ico libri Anlamlar

[1] sabır, sabırlı
Advertisement