Yenişehir Wiki
Register
Advertisement
Mehmet_Âkif_Ersoy_Safahat_Okuyucusuna

Mehmet Âkif Ersoy Safahat Okuyucusuna

Bakınız

Şablon:Safahat Köşe Yazıları - d


Safahat/Köşe Yazıları
Safahat/Basından
Safahat/Makaleler

Hocam, Safahat’ı anlayabilmemiz için öncelikle bize o dönemden, eserin vücud bulduğu ortamdan bahseder misiniz?[]

PROF. DR

Prof. Dr. Mustafa Ağırman

Merhum Mehmet Akif Ersoy, Sultan II. Abdülhamid, II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemi olmak üzere üç farklı devri görmüş ve de yaşamış bir şairimiz.

Bu üç dönemin ayrı ayrı kültürü, hem halk hem de edebiyat dili var. Mehmet Akif’in şiirlerini anlayabilmek için öncelikle yaşadığı bu dönemleri, bu dönemlerin edebiyatını, şairlerini, hem halk dilini hem de üst düzey dili bilmek gerekiyor.

Akif, Osmanlıca, Arapça, Farsça ve Fransızca olmak üzere dört lisanı çok iyi bilen ve çok iyi konuşan bir şair. Şiirlerinde Fransızca kelime görmüyoruz.

Fakat şiirlerini aruzla yazdığı için Farisî ve Arabî kelimeler pek çok yerde rastlıyoruz.

Safahatın iyi anlaşılabilmesi veya okuyan insanın orada kastedilen manalara nüfuz edebilmesi için en azından Arapça ve Farsçayı biraz olsun bilmesi lazım. Bu dillerdeki terkipleri bilmesi lazım… Veya en azından şiirlerinin bugünkü dillere aktarılmış şekli var.

Onlarla karşılaştırarak okursa, Akif’in orada ne demek istediğini iyice anlayabilir. Bir de o günün tarihinin bilinmesi gerekir. Yani şimdi Çanakkale savaşlarını bilmeyen bir insan, Çanakkale Destanı’nı nasıl anlasın? Veya Millet Meclisinin açılmasını, açıldıktan sonra İstiklal Marşı’nın yazılma sürecini, Cihan Harbi’ni, İstiklal Savaşı’nı bilmeyen bir insan İstiklal Marşını anlayamaz, Osmanlı ülkesinin işgal edilmesini, işgal güçlerinin Bursa’ya gelmesini, Balkanlardaki karışıklıkları bilemeyen bir insan Akif’in şiirlerini kolay kolay anlayamaz.

Akif, hem doğuya hem de batıya seyahatler yapmış, Avrupa’da, Berlin’de bulunmuş Mısır’a, Lübnan’a, Arabistan’a gitmiş bir insan. Onun Necid çöllerinde, Peygamber Efendimize yazdığı şiirini anlayabilmek için elbette ki bir insanın, Peygamber efendimiz hakkında bir bilgisi olması lazım. Yani Safahat her insanın öyle eline alıp kolaylıkla okuyabileceği ve anlayabileceği, bir şiir bir manzum eser değildir. Onu anlayabilmek için öncelikle bir altyapı gerekli. Ancak bu altyapıya sahip bir insan Safahat’ı anlayabilir, kavrayabilir.

Bir de şunu ilave edelim, Akif, Müslüman bir insan; bunun yanı sıra İslam’ın derdine ağlayan, İslam’ın derdini dert edinen, yüz üstü düşmüş ümmet-i Muhammed’in ayağa kalkabilmesi için inleyen, dünya Müslümanlarının başına gelen belaları, kendi başına gelmiş gibi kabul eden ve buna ağlayan bir insan. Akif’i anlayabilmek için insanın kendini Akif yerine koyması, o dönemde cereyan eden olayların içindeymiş gibi o acıyı, o sancıyı yaşaması lazım gelir.

Safahat ile bir milletin geleceği, gözünün nuru olan gençlik arasında iyi bir bağ kurmak gerekiyor. Siz, Abdurrahman Gazi Vakfı olarak Safahat’ı ezberleme ve okuma yarışmalarıyla buna bir katkı sağlıyorsunuz.

Peki, gençlik nasıl bakmalı Safahat’a?[]

Safahat Mehmed Âkif Ersoy

Safahat

Bildiğiniz gibi biz,Erzurum ’daki Abdurrahman Gazi Vakfı ’nın başkanlığını yapıyoruz. Bu vakıf, üniversite gençliğinin bilgisini, kültürünü, görgüsünü, İslamî anlayışını ve yaşantısını artırmak, bu konudaki çıtayı yükseltmek için gayret gösteren bir kurumdur. Kurulduğu günden beri böyle bir vazifeyi üstlenmiş ve bunu devam ettirmektedir. Yanılmıyorsam bundan on beş yirmi sene evvel vakıfta sohbete devam eden üniversite gençleri arasında ben yazılı bir imtihan yaptım.

Din, tarih, kültür, dünya tarihi özellikle İslam tarihi, İslam dünyasındaki İslami hareketleri konu edinen sorular çıkardık… Burada dereceye girenlere belli miktarda ödüller vermeyi düşündük; bir de sohbete gelen gençlerimizin seviyesi nedir, biz anlatıyoruz, onlar dinliyorlar ama neyi nasıl dinliyorlar; bu çocuklar neyi biliyor, neyi bilmiyor? Çünkü bunların karışık bir yapısı var. Karışık derken her fakülteden öğrenci geliyor. Bunlar arasında bir yazılı imtihan yaptık. Bu imtihanda da Akif’ten, hemen hemen herkesin bilmesi lazım gelen belli bazı mısralar sorduk… Dedik ki, bir satırını biz yazdık devamını siz yazın. Necip Fazıl ’dan sorduk… Veya şöyle de yapabilirsiniz dedik: Mehmet Akif’ten, Necip Fazıl’dan ezbere bildiğiniz bir dörtlüğü yazın. Öğrencilerimizden çoğu bu soruları boş bırakmıştı. Ben bu duruma çok üzüldüm.

Öğrencilere sitem ederken, dedim ki siz İstiklal Marşı’nı ezbere bilmiyor musunuz? Yani insan, Mehmet Akif’ten bildiğiniz bir dörtlüğü yazın sorusuyla karşılaşırsa İstiklal Marşı’ndan bir dörtlük yazar. Gördüm ki gençlerimizin bu manadaki bilgi, birikimi, kültürü, Akif’i veÜstad Necip Fazıl ’ı tanıma durumları biraz zayıf. Biz de Abdurrahman Gazi Vakfı olarak üniversite gençliği ile Akif’i ve Necip Fazıl’ı tanıştırmaya başladık. Eskilerimizin bir sözü vardır.

Derler ki; 'Marifet iltifata tabidir.'

Bu şu demektir; birisi bir şeyi biliyorsa siz ona iltifatta bulunacaksınız. Bileni, bilmeyenden, çalışan ile çalışmayanı birbirinden ayıracaksınız. Denk tutmayacaksınız. Böylece Mehmet Akif’in Safahat’ından ve Necip Fazıl’ın Çile’sinden ezbere şiir okuma yarışması açalım, sonra yarışmada dereceye giren öğrencilere dişe dokunur hediyeler sunalım dedik.

İşte o tarihlerdeydi. Epey eski. Aralık ayında Akif’in vefat yıldönümünü vesile ederek, Safahat’tan şiir okuma yarışmaları,

Mayıs ayında da Üstad Necip Fazıl’ın Çile’sinden şiir okuma yarışmaları başlattık. Başlattığımız da çok iyi oldu.

Birçok gencimiz Akif’in Safahatı ile tanıştı. Biz o zamanki imkânlarımızı zorlayarak Safahat’ın yeni basılmış nüshalarını getirttik.

Bir sayfasında Osmanlıca diğer sayfasında yeni harflere aktarılmış nüshaların basımları vardı. Bunları öğrencilerimize dağıttık.

Harıl harıl Safahat okumaya başladılar. Birbirleriyle Safahat’tan ezbere şiir okuma konusunda yarıştılar.

Yanılmıyorsam ilk sıralarda aşağı yukarı binden fazla beyit ezberleyen öğrencilerimiz vardı. Bunlar dereceye girdiler.

Biz, Akif merhumun Safahat’ında da işaret ettiği gibi onun hayal ettiği Asım’ın nesli ile gerçekleşmiş, vücuda gelmiş Asım’ın Nesli’ni tanıştırdık. Akif, gençliğe ayrı bir vurgu yapar ve ayrı bir önem verir:

  • Asım’ın nesli diyordum ya nesilmiş gerçek
  • Çiğnetmediecdad ını, çiğnetmeyecek

Bu her iki şairimiz de gençlere ayrı ayrı değer verirler. Akif, Asım’ın Nesli, der; Üstad Necip Fazıl’da oğlu Mehmet’in şahsında bütün bir İslam gençliğini muhatap alır. Zaten onun ayrıca bir de gençliğe hitabesi vardır. Çağımızdaki üniversite öğrencilerimizin, kendisini genç addeden, kültürü olan, İslamî irfana sahip olan veya olmak isteyen, bu konuda iddiası olan gençlerimizin bu iki şahsiyeti çok iyi tanımalarını arzu ediyorum. Biz o günden bugüne kadar ara vermedik. Bu yıl ki yarışmamızda aşağı yukarı on beş tane altın dağıttık.

Belki on beş tane altını önemsemeyebilirsiniz. Cüzî bir hediyedir. Fakat bir öğrenci için birinci olduğunda üç altın alması gerçekten büyük bir hediyedir. Belki bu yarışmayı önümüzdeki sene daha yaygınlaştırmayı, yani imamlar, öğretmenler, özellikle edebiyat öğretmenleri arasında bu yarışmaları yaparak Akif’i ve Necip Fazıl’ı bütün bir tabanımıza tanıtmayı, tabanımızın bu insanlarla yakından tanışmasını sağlamak istiyoruz.

Şunu belirteyim, Akif gençliğe önem vermektedir.Nevruz isimli şiiri de önemlidir. Asım’ın Nesli onun birütopya sı, hayalidir. Amaelhamdülilallah bu gerçekleşmiştir. Bugün Asım’ın Nesli diyebileceğimiz ciddi bir nesil vardır. Akif bütün o yakılmaları, yıkılmaları, tarumarları, savaşları, İslam dünyası ve Müslümanların yüzüstü düştüğünü görmesine rağmen yine de umutsuz değildir. Şiirlerinde hep bu vurgulanmaktadır. Onun düşünce yapısında ye’s diye bir şey yoktur. Ye’s yok, hep umut, ümit, geleceğe güzel bakma, gelecekten ümitvar olmak vardır. Zaten büyük insanlar hep böyledir. Çünkü onlar Kur’an’dan beslenirler.Kur’an ’da da umutsuzluk yoktur. Bu iki kaynaktan, yani Kur’an ve Sünnet’ten beslenen, Allah ’ı ve Resulü ’nü tanıyan büyük insanlar asla ve kat’a umutsuz değildirlerdir. Akif’te hiçbir zaman için umutsuzluk yoktur ve kendisini okuyanlara asla umutsuzluk aşılamaz. Onun umuduydu Asım’ın nesli… İşte biz istiyoruz ki bugün vücuda gelen Asım’ın Nesli, bu şairi, bu büyük insanı tanısın, okusun ve onu hazmetsin, özümsesin.

Hocam, o dönemlerden beri geçmişinden uzak, bî perva , hissiyatını kaybetmiş bir toplum söz konusu. Akif’te devamlı olarak bu halden hep yakınıyor Safahat’ta. Peki, Akif bu halin şifasını nasıl sunuyor bize?[]

Merhum Akif, Osmanlı’nın son dönemindeki bozulmayı görmüş bir şairimiz. Bir imparatorluk durduğu yerde çökmez. Yani içten bozulma, çökme başlar öncelikle; ardından da dışardan gelen tazyikat, bu içi boşalmış vücudu devirir. Osmanlının son döneminde ciddi manada bir yozlaşma var, batılılaşma var. Fransız kültürü, Avrupa kültürünün tesirinde kalma gibi durumlar var.

Akif, Safahat’ında bunları da dile getirir. “Nemiz kalmış fezâilden, nemiz eksik rezâilden” diyerek ve daha değişik ifadelerle bu ahlaki yozlaşmayı ve bundan duyduğu üzüntüyü dile getirir. Ondan sonra da “Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı, asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı” ifadesini kullanır. O, Kur’an’a, Peygamberimize, Asr-ı Saadet e vurgu yapmaktadır. Kendi dönemindeki fikir adamlarının, şairlerin, edebiyatçıların değişik düşüncelere sahip olduğunu görür. İşte bunlar içerisinde Batıcılar, Osmanlıcılar ve İslamcılar vardır. Akif, İslamcıların imamıdır diyebiliriz. Başı çekenidir.Öz be öz İslamcıdır.

Kur’an’dan, Sünnet’ten, hadisten, İslam ahlakından yanadır. Kurtuluşumuzun tamamen Kur’an’a sarılmakla meydana geleceğini, tahakkuk edeceğini vurgulamaktadır ki, işin aslı da budur.

Zaten başka türlü ayağa kalkmak mümkün değil. Kur’an ve Sünnet bizim içimize nüfuz ederek içteki boşluğu dolduracak ki bu ümmet yeniden ayağa kalksın. Başkaları gelip bunu ayağa kaldırmaya çalışsa dahi bu durum boş çuvalı ayakta tutmaya benzer. Bıraktıkları zaman düşer.

Çuvalın içini doldurmak Kur’an ve Sünnet’le olacaktır. Akif de bunu vurgulamaktadır.

Zaten bizim kendisini en çok sevdiğimiz, takdir ettiğimiz, başımıza tac ettiğimiz tarafı da budur.

Bizi Kur’an’a yönlendiriyor. Kur’an çeşmesine, hadis çeşmesine Allah’a ve Resulü’ne yönlendiriyor bizi. Bu manada birçok şiirleri vardır.

Ben diyorum ki, Bugün benim bu dünyaya söylenecek sözüm var. Bu insanlara verecek mesajım var diyen genç neslin, genç ilahiyatçıların, davet ehli insanların Safahat’ı baştan sona zaman zaman okumaları gerekir. Sadece bir sefer değil tabi. Bizim sabah namazından sonra, bir de akşam yatarken, her gün devamlı okuyacağımız bazı kitaplarımızın olması lazım. Bunların başındaKur’an-ı Kerim vardır. Hadisleri, sahabenin hayatını okuruz. Bir de büyük insanların eserlerinden beslenmemiz gerekmektedir. Mesela Mevlana hazretlerininMesnevi ’sini ben sık sık okurum. Diyebilirim ki, Safahat’ta devamlı masamın üzerinde olan kitaplardan birisidir.

Üstad Bediüzzaman ’ın risalelerini okurum devamlı. Mesela İmam Gazali ’nin İhya’sını nefis terbiyesi için okumamız gerekmekte. İmam-ı Rabbani ’nin mektuplarından her gün bir mektup okumak bizim için bir gıdadır. Bunlar yemekten, istirahattan önce gelir. Bunlar bizi ayakta tutan dinamiklerdir. Bunlar olmazsa bir insan güne boş başlıyor. Gayesiz, hedefsiz hayata atılıyor. Akşama kadar deli bir insan gibi dönüp dönüp evine geliyor.

Bunlar doğru şeyler değil. Şu mübarek insanlar bizim için düşünmüş, ağlamış, yazmışlardır. Böyle hazır bir malzeme koymuşlar önümüze bizim bunu görmemiz lazım. Bunlardan öncelikle bizim beslenmemiz gerekiyor. İlahiyatçı arkadaşlarımıza tavsiye ediyorum; Safahat’ı ellerinin altından kaldırmasınlar. Devamlı yanlarında bulunsun. Anlayarak, yaşayarak okusunlar. Akif ile bütünleşsinler.

Müslümanlar arasına düşen ayrılık gayrılık Akif’in dem vurduğu konulardan biri ve şu anki halimiz; parça parçayız. Akif hatayı hangi sebebe bağlıyor?[]

Akif, merhumun hemen hemen ezbere bildiğimiz, sık sık okuduğumuz beyitlerinden birisi:

  • Girmeden tefrika bir millete düşman giremez
  • Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez

Akif devamlı olarak tefrikadan dert yanmaktadır. Bu mısralardaki millet sadece bir ırk değil, İslam ümmetidir. Millet o manada kullanılmıştır.

İnsanları tefrikaya düşürebilecek çok sebep bulabilirsiniz. Diyebilirsiniz ki, dillerimiz, ırklarımız, yaşadığımız topraklar ayrı, birbirimize çok uzak durumdayız. Yani İslam milletini birbirine düşürmek isteyen Avrupalılar, gayr-i müslimler veya İslam düşmanları çok sebepler bulabilir ve insanları kandırabilirler.

Akif merhum bu şekilde kandırılmak üzere olan Arap kabileleriyle görüşmek için kalkmış tâ Necid çöllerine kadar gitmiş. Orada gördüğü bazı durumlardan memnun olmuş, bazı durumlardan dolayı da üzülmüş. Osmanlı ülkesinin ırkçılık yüzünden yıkıldığını, darmadağınık olduğunu görmüş, buna ağlamış.

Hepimiz Ümmet-i Muhammed’iz. Akif, bu dağınıklığı, şiraze si kopmuş, darmadağınık olmuş bir kitaba benzetmektedir.

Kitabın sayfalarını arkadaki cilde yapıştıran bağa şiraze derler. Burası dağıldı mı kitap tarumar olur. Eyyamın eline düşer.

Yani hadiselerin, günlük siyasetin elinde sanki şu cildi kopmuş, arkadan şirazesi dağılmış kitabın yaprakları gibi olmuş.

Bu yapraklar rüzgârın önünde perperişan, her biri bir tarafa uçuyor. Akif, hilafeti bu cilde benzetmektedir. Bütün İslam dünyası, ırkları, halkları, milletleri bu cilt içerisinde bir araya gelmişler, birbirine destek vermişlerdir. Her halkın ayrı bir özelliği vardır. Arab’ın, Türk’ün, Fârisî’nin,Arnavut ’un, Berberi’nin İslam ümmetine katacağı ayrı bir yönü vardır.

Bir araya geldikleri zaman bir güç bir kuvvet doğar. Bu ekonomik güç, kültürel güç bir araya geldiği zaman herkes, herkeste var olandan istifa eder. Ama dağıldıkları zaman biri Şam ’da biri Halep ’te olursa bu yaprakları nasıl bir araya getirip de bir kitap oluşturacaksınız. Akif’in Safahat’ında en çok dert yandığı ağladığı konulardan biri tefrikadır.

Çok arzuladığı, özlemini çektiği konulardan birisi vahdettir. Ümmetin bir araya gelmesidir. Bu vahdet kültürel birlik olmadan olmaz. İnsanlar İslam’ı iyi kavrayacaklar, iyi anlayacak ve fehmedecekler ve ümmet olmanın şuuruna varacaklar, diller ayrı, ırklar ayrı olabilir. Ben ki Arnavut’um diyor, bana bakın diyor. Ama işte perişan yurdum.

Sen ‘Arabım’ der bir tarafa çekersin; ben ‘Arnavudum’ der bir tarafa çekerim; o ‘Türküm’ der bir tarafa çeker. İşte perişan yurt meydana gelir. Akif, bu tefrika konusunda çok ağlamıştır.

Bakın bu konuda da biz ilahiyatçılara büyük görev düşmektedir. Ümmeti nasıl bir araya getireceğiz, insanları tefrikaya düşürecek –sanal diyorlar- o sanal amilleri nasıl ortadan kaldıracağız, bunu bizim iyice düşünmemiz gerekmektedir. İşte bu sebepten dolayı Hac ibadeti bize farzdır. Siz hacca gidince dilini, ırkını tanımadığınız dünyanın her tarafından gelen mümin ve Müslümanlarla beraber oluyorsunuz. Allah’ın evinin etrafında beraber dönüyorsunuz. Allah’ın evine bakarak aynı safta omuz omuza namaz kılıyorsunuz. Kimisi zenci , kimisi Arap, kimisi Türk, kimisi Amerika’dan, kimisi Malezya ’dan gelmiş. İşte orada bir ve beraber olduğumuz gibi bu dünyayı imar ve ihya etme, yüz üstü düşmüş ümmeti yeniden ayağa kaldırma konusunda da bir ve beraber olmamız lazım gelir. İşte bu manada da diyorum ki biz ilahiyatçılar, Akif’in Safahat’ını çok ama çok iyi okumalıyız. Tefrikaya ne kadar vurgu yapıyor, tefrikayı ne kadar yeriyor, vahdete ne kadar hasret duyuyor? Müslümanca bir bakış, Akif’in Safahat’ında tam manasıyla mevcuttur. Biz ilahiyatçıların Akif’in bu Müslümanca bakışını almamız ve bunu çağımıza aktarmamız lazım gelmektedir.

Peki, hocam son olarak şunu soralım; iyi bir Safahat okumasını nasıl gerçekleştirebiliriz?[]

Grup olarak safahatı okur anlarsanız ondan sonra fert olarak kendiniz okursunuz. Mesela ben her gün Safahat okumaya, özellikle bazı şiirleri okumaya gayret ediyorum. Bir de eskiden kalma bir Safahat kasetim var. Mesela bazen onu dinliyorum. İnsana okumak kadar dinlemekte ayrı bir zevk verir. Bugün gençlerin o kaseti dinlemediğini şuradan anlıyorum ki, şiiri tam böyle hazmederek okuyamıyorlar. Safahat, aruzla yazılmış bir eserdir. Farsça, Arapça kelimeler barındırıyor içinde. Vurgu, imale yapılacak yerler var, uzatılması gereken yerler… Ama bakıyorsunuz düz Türkçe gibi okuyorlar, o da insana pek etki etmiyor. Bu sebepten dolayı ben arkadaşlara tavsiye ediyorum. Gerçekten ehli tarafından okunmuş kaset ve cdleri bulup, bir dinlemek gerekli.

Ondan sonra grup halinde okuyup şiiri anlamak lazım. O şiiri anladıktan, hazmettikten sonra siz kendi kendinize sabah akşam okuyabilirsiniz. O daha güzel olur. Ama anlamadan, hazmetmeden okumak pek o kadar faydalı olmaz. Grup halinde okursanız bir beyitten sen şunu anlarsın, arkadaşın şunu, öteki de şunu anlar, derken güzel bir mana ortaya çıkar. Herkesin bir yorumu vardır. Yorumlar ortaya dökülür ve çok güzel bir durum ortaya çıkar. Biz o şiiri daha iyi anlarız. Grup halinde de okunur ama bir de fert olarak odanızda kimsenin olmadığı zaman okumak insana ayrı bir lezzet ayrı bir haz verir.

Dış Linkler[]

Advertisement