Yenişehir Wiki
Advertisement

Tur Dağ.

Had ve mikdar.

Dağların sırrını araştıran tarihçi, bir tarih kongresi için Mısır’a gitmişti. Kongrenin bitiminden sonra, çocukluğundan beri merak ettiği bir dağa tırmanmak üzere yola çıktı. Onun gayesi, “alpinist”lerin yaptığı gibi, dağ zirvelerinin tadını çıkarmak değil, dağların özlerinde saklı gizemleri araştırmaktı.

Arabayla geldiği Sina Çölü’nden sonra, artık dağın eteklerine gelmiş, tırmanma süreci başlamıştı... İki seçenek vardı tırmanmak için: Ya oradaki kiralık develerden birine binip çıkacak, ya da yaya olarak yürüyecekti. Bizimki, yürüyerek tırmanmayı tercih etti...

Ne var ki, dağa doğru götüren bu vadide yürümenin bir kuralı vardı. Asırlar öncesinden, bir insan bu dağa çıkmak istemiş, daha doğrusu çıkması emredilmiş, o insan tırmanmaya başlayınca da, ilâhî bir ses ona: “Muhakkak ki Ben senin Rabbinim! Ayakkabılarını çıkar! Çünkü sen, Kutsal Tuvâ Vadisi’ndesin!”[1] diye seslenmişti. Sesin muhatabı Hz. Musa, ve kendisine seslenen Yüce Allah’tı...

Peygamber’den bile, içinde yalın ayak yürünmesi istenen Kutsal Tuvâ Vadisi’nde, tarihçimiz ayakkabılarıyla yürüyebilir miydi hiç? O da ayağındakileri çıkardı; ve yürümeye başladı dağın zirvesine doğru kıvrıla kıvrıla tırmanan vadide...

Tıpkı bir gün mutlaka tükenen/tükenecek olan hayat yokuşunu andırıyordu bu yokuş: Yorucu, ve düşündürücü...

İşte dağın zirvesi, ve suskunlukla hayranlık karışımı bir hâyale dalmış onlarca insan...

Tarihçimiz de sırtını küçük bir kayaya vererek oturdu, ve önünde, sonsuzluğa doğru uzayıp giden dağlara, ufuklara, çöllere dalıp düşünce aleminde kayboldu gitti...

Neden sonradır ki irkilerek doğruldu, ve sırtını dayadığı kayanın alt tarafındaki yazıları fark etti. Kim yazmış, ne zaman yazmış, belli değildi... Kayaya yazılmış bu değişik harfli yazılardan, sadece Arapça olanını, silik olduklarından da, onun da sadece şu kısmını okuyabiliyordu:

“..... Üzerinde bulunduğum bu dağın adı Tur Dağı... Senelerce, senelerce önce Allah’ın emri üzerine Musa bu dağa tırmanmış, Rabbiyle mülaki olmuştu... Yine Allah’ın emriyle, İsrail oğullarını; insanları ezen, onları sömüren Firavun Rejimi’nden kurtararak Sina’ya getirmişti... Çölün kavurucu güneşi altında kalınca, Allah onları gölgeledi[2]; susuz kalınca da, Musa’nın duası üzerine Allah ona, “ Asâ[3]’nla taşa vur!” dedi; ve ondan derhal on iki kaynak fışkırdı[4]. Onlara yiyecek olarak da, “menn”[5] ve “selvâ”[6] gönderdi[7]. Fakat Allah, çölde bile İsrail Oğullarına, yâni Musa(a.s)’ın Firavun’un zulmünden kurtardığı yahudilere bu kadar nimet vermesine rağmen, onlar sabretmediler, kanaat getirmediler; ve Allah’a karşı zalim oldular. İşte o zaman Allah, Musa aracılığıyla onlara şöyle demişti: “Hani siz (verilen nimetlere karşılık) : Ey Musa! Bir tek yemekle yetinmeyiz; bizim için Rabbine dua et de yerin bitirdiği şeylerden; sebzesinden, hıyarından, sarımsağından, mercimeğinden, soğanından bize çıkarsın, dediniz. Musa ise: Daha iyiyi daha kötü ile değiştirmek mi istiyorsunuz? O hâlde şehre inin. Zirâ istedikleriniz sizin için orada var, dedi. İşte (bu hadiseden sonra) üzerlerine aşağılık ve yoksulluk damgası vuruldu. Allah’ın gazabına uğradılar. Bu musibetler (onların başına), Allah’ın ayetlerini inkâra devam etmeleri, haksız olarak peygamberleri öldürmeleri sebebiyle geldi. Bunların hepsi, sadece isyanları ve taşkınlıkları sebebiyledir”[8].

Silik birkaç satırdan sonra, şöyle devam ediyordu kaya üzerindeki yazı:

“............ İşte bu dağda Musa, insanlardan hiç kimsenin istemeyi düşünmediği/düşünemediği bir şeyi talep etti Rabbinden... Kur’an, olayı şöyle anlatır: “ Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tur’a) gelip de Rabbi onunla konuşunca, “Rabbim! Bana Kendini göster, Seni göreyim!” dedi. (Rabbi): “Sen Beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse, sen de beni göreceksin!” buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti. Musa da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, Sana tövbe ettim, ve ben inananların ilkiyim”[9].

Kaya üzerindeki yazı şöyle devam ediyordu:

“Allah bu dağda Musa’ya, “Elvâh”[10] üzerinde “Suhûf”[11]u verdi; ve Musa dağdan inerek kavmine geri döndü. Ama döndüğünde, kavminin tevhid inancını terk ettiğini, ve bir buzağı yaparak, ona tapmaya başladıklarını gördü; ve bu ihânetlerinden dolayı çok üzüldü. Üzüntüsüne kızgınlık karışınca da, onların yanında bulunan, fakat buzağıya tapmalarına mani olamayan kardeşi Harun’a bağırmaya başladı. Kur’an ayetleri şöyle anlatıyor: “Musa, kızgın ve üzgün bir hâlde kavmine dönünce: “benden sonra ne kötü şeyler yapmışsınız! Rabbinizin emrini (beklemeyip) acele mi ettiniz?” dedi. Tevrat Levhaları’nı yere attı ve kardeşinin başını tutup kendine doğru çekmeye başladı. (Kardeşi): “Ey annemin oğlu! Bu kavim beni zayıf gördü, ve nerede ise beni öldüreceklerdi. Sen de düşmanları bana güldürme ve beni bu zalim kavimle beraber tutma!”dedi. (Musa da) Ey Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine kabul et. Zira sen merhametlilerin en merhametlisisin! dedi. Buzağıyı (tanrı) edinenler var ya, işte onlara Rablerinden bir gazap ve dünya hayatında bir alçaklık erişecektir. Biz iftiracıları böyle cezalandırırız”[12].

Yazının devamında sadece şu satır kalmıştı:

“ Musa kendisine inananlardan 70 kişiyi seçti. Diğerlerine ise Allah bir felâket verip, onları helâk etti[13].

Tur Dağı’nın kayalıklarında bu yazıları okuyan tarihçi ayağa kalktı; ve yavaş yavaş çıktığı yerden inmeye başladı. Yokuş aşağı inerken, kayalıklarda okuduğu yazıları düşünüyor, ve şöyle mırıldanıyordu kendi kendine:

- Bu yahudiler neden Allah’ın emirlerine karşı bu kadar düşmandırlar? Neden Zekeriyya Peygamber’i kestiler, Yahya(a.s)’a hayat hakkı tanımadılar; Hz. Meryem’i fahişelikle suçladılar? Bu yahudiler hiç mi Cehennem azabından korkmuyorlar? Neden bunlarda hak-hukuk kavramı yok, neden çocuk öldürmekten zevk alıyorlar? Neden “Siyonizm dini” uğruna dünyayı kana bularlar? Siyonizm belâsını terketseler, ve bütün dünya insanları gibi, insanca yaşasalar olmaz mı? Allah’ın, bu dağda, kendilerine olan uyarılarını neden kâle almazlar? Allah bir zamanlar Kudüs’ü onların emrine[14] verdi, fakat onlar ihânet edip zulmettiler; ve Allah onlara vebâ gönderdi[15]. Ey yahudiler Allah’a inanın, ve Musa’nın bu dağda getirdiklerine dönün! Çünkü Allah, bizim de, sizin de, biz ve sizden başka herkesin de mecburen uğrayacağı[16] bir Cehennem yaratmıştır. Ondan kurtulanlardan olmak varken, neden onun yakıtı olanlardan olalım?..

Tarihçimiz, Tûr Dağı’nı terk edip, Tuvâ Vadisi’ni indikten sonra, yere oturdu, torbasındaki ayakkabılarını çıkararak giydi; ve Kahire’ye doğru giden arabaya binerek gözden kaybolup gitti...

Allahü teâlâ ile Tûr dağında konuşmuştur.

İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Peygamberler içinde üstünlükleri olan ve kendilerine ulü'l-azm denilen altı peygamberin üçüncüsüdür. Allahü teâlâ ile konuştuğu için, Kelimullah denilmiştir. Beni İsrâil'e gelmiştir. Yâkub aleyhisselâmın soyundandır. Hârûn aleyhisselâmın kardeşidir. Babasının ismi İmrân'dır. Annesinin ismi Nüceyb veya Nâciye veya Yuhâbil'dir.

Hazret-i Yûsuf'tan sonra, Mısır'da, İsrâiloğulları iyice artıp çoğaldı. Bunlar hazret-i Yâkûb ve hazret-i Yûsuf'un bildirdikleri dine inanıyorlar ve emirleriniyerine getiriyorlardı. Mısır'ın eski yerlisi Kıbti kavmiyse yıldızlara ve putlara taparlardı ve İsrâiloğullarına hakâret gözüyle bakar, başlarında bulunan firavunlar onları esir gibi ağır işlerde kullanırlardı. Onların çoğalmasından endişe ederlerdi.

Beni İsrâil, Kıbti kavminin kötü muâmelelerinden ve firavunların ağır tekliflerinden bezmiş, usanmışlardı. Bu bakımdan dedelerinin eski yurtları olan Ken,ân diyârına gitmek isterlerdi. Fakat firavunlar onların Mısır'dan çıkmasına izin vermeyip, eziyetlerini artırırlardı. Mısır'ın idâresini elinde bulunduran ve firavun denilen krallar, kendilerine mezar olarak dağ gibi piramitler yaptırıyorlar ve bu piramitlerin yapımında binlerce insanı zorla çalıştırıyorlar. Allahü teâlâyı inkâr edip, ilâhlık dâvâsında bulunuyorlardı. Bu zamanda falcılık, sihirbâzlık meslek hâline getirilmiş ve ülkenin her tarafında kâhinler, sihirbâzlar türemişti.

Bu sırada Mısır halkının başında bulunan Firavun bir gece rüyâsında Kudüs tarafından çıkan bir ateşin Mısır'ın yerli halkı Kıbtileri yaktığını, İsrâiloğullarına ise hiç zarar vermediğini gördü. Bu rüyâyı yorumlayan kâhinler, İsrâiloğullarından bir erkek çocuk dünyâya gelecek, senin saltanatını yıkacak ve sen helâk olacaksın, dediler. Bunun üzerine Firavun on iki kabile hâlinde olan ve her bir kabilenin başında bir idârecisi bulunan İsrâiloğullarının birleşmesinden de iyice endişelendi. İsrâiloğullarından doğacak erkek çocukların öldürülmeleri için kânun çıkardı. Bu hâdise karşısında İsrâiloğullarının sıkıntıları iyice arttı. Firavun'un emrine karşı gelenler topluca öldürülmeye başlandı.

Bu sırada doğan Mûsâ aleyhisselâmın annesi onun da öldürülmesinden korkmuş ve çok endişelenmişti. Kur'ân-ı kerim'de onun kalbine meâlen şöyle ilhâm edildiği bildirilmektedir. Mûsâ'nın annesine şöyle ilhâm ettik: Bu çocuğu (Mûsâ'yı) emzirİ sonra öldürülmesinden korktuğun zaman onu suya (Nil Nehrine) bırakıver, boğulmasından korkma, ayrılmasından kederlenme. Çünkü biz, muhakkak onu sana geri vereceğiz ve kendisini peygamberlerden yapacağız. (Kasas sûresi:7)

Mûsâ aleyhisselâmın annesi onu bir sandığın içine koyup Nil Nehrine bıraktı. Nehir üzerinde akıp giderken akıntı onu Firavun'un sarayına doğru sürükledi. Firavun'un hanımı Âsiye, sandığı görerek yakalayıp saraya götürdü. Sandığı açıp içinde nûr topu gibi bir çocuk görünce onu cân u gönülden sevip;Aman bunu öldürmeyiniz. Belki büyür de işimize yarar, yâhut onu oğul ediniriz. dedi. Onu emzirmek için pekçok süt analar getirtti.. Mûsâ aleyhisselâm hiçbirisinin memesini almadı.

Annesi, çocuğunun Firavun'un sarayına alındığını ve süt annesi arandığını öğrendi. Süt annesi olabileceğini söylemesi için kızını yâni hazret-i Mûsâ'nın kardeşini gönderdi. Kardeşi saraya gidip; Size bu çocoğu emzirecek, onu güzel yetiştirecek bir hanımı haber vereyim mi? dedi. Bunun üzerine Mûsâ aleyhisselâmın annesini getirttiler. Mûsâ aleyhisselâm onun memesini aldı ve bunun üzerine Firavun'un hanımı Âsiye onu süt anneliğine kabûl etti. Böylece kimsenin haberi olmaksızın kendi oğlunu Firavun'un sarayında emzirip büyüttü. Mûsâ aleyhisselâm Firavun'un sarayında büyüdükten sonra sarayı terkedip akrabâsının ve büyük kardeşi Hârûn'un yanına gitti. Bir gün gördü ki; İsrâiloğullarından biriyle bir Kıbti kavga ediyor.

Hazret-i Mûsâ aralarına girip ayırmak için Kıbtiyi itip hafifçe göğsüne vurdu. Kıbti yere düşüp öldü. Hazret-i Mûsâ elinden böyle bir kazâ çıkmasına üzüldü. Firavun'un şerrinden çekinip, Mısır'dan ayrılarak Medyen'e gitti. Orada peygamber olan Şuayb aleyhisselâmla buluşup, on sene Medyen'de kaldı ve Şuayb aleyhisselâmın kızıyla evlendi. Daha sonra Mısır'a gitmek üzere Medyen'den ayrıldı. Tur Dağına geldiği sırada mekânsız olarak Allahü teâlâ ile konuştu. Kendisine ve kardeşi Hârûn aleyhisselâma peygamberlik verildi. Elindeki asânın yılan olması mûcizesi ve eline koynuna sokup çıkarınca bembeyaz olup, ışık yayması mûcizeleri verildi. Sonra da Kur'ân-ı kerim'de meâlen şöyle vahyedildiği bildirilmektedir: Bu iki mûcize Firavun ve adamlarına karşı Rabbinin iki delilidir. Doğrusu onlar yoldan çıkmış bir millettir. Firavun'a git, doğrusu o azmıştır. (Kasas sûresi: 32-33)

Hazret-i Mûsâ Mısır'a varıp, kardeşi Hârûn aleyhisselâm ile görüşüp, durumu anlattı. Firavun'a gidip onu dine dâvet ettiler. İsrâiloğullarını serbest bırakmasını istediler. Firavun ilâhlık dâvâsında bulunarak kabûl etmedi. Bunu üzerine Mûsâ aleyhisselâm elindeki asâsını yere bıraktı. Kocaman bir ejderhâ olup, hareket etmeye başladı. Elini koynuna sokup çıkardıi eli bembeyaz göründü. Bu mûcize karşısında şaşırıp kalan Firavun, durumu vezirlerine anlatınca, o sihirbâzdır dediler. Hazret-i Mûsâ; Size gelen gerçeğe dil mi uzatıyorsunuz.

Bu, sihir değildir. Bu, her şeyin yaratıcısı olan Allahü teâlânın verdiği bir mûcisesidir. diyerek onları imana çağırdı. Firavun ve adamları hazret-i Mûsâ'nın sözlerini dinlemediler. Gösterdiği mûcizelere inanmayıp, sihirdir diye ısrâr ettiler. Firavun; Ey Mûsâ! Sihirbâzlığın ile bizi yurdumuzdan çıkarmaya mı geldin? Biz de sana sihir göstereceğiz. Bir vakit veyer tâyin et. diyerek ülkesindeki bütün sihirbâzları topladı. Mûsâ aleyhisselâm Allahü teâlâya duâ ederek, sihirbazlarla karşılaşmayı kabûl etti. Mısır halkı önünde sihirbazlarla karşı karşıya geldiler. Sihirbazlar ellerindeki ip ve sopaları yere attılar, göz bağcılık ile bir takım yılanlar geziyor gibi gösterdiler.

Bu sırada Mûsâ aleyhisselâm elindeki asâsını yere bırakıverdi. Mûcize olarak dehşetli ve çevik bir ejderhâ olup, sihirbazların yere attıkları ve yılan gibi gösterdikleri şeyleri yuttu. Bunu gören sihirbazlar; Bu mutlaka insan gücünün dışında bir mûcizedir. dediler ve hazret-i Mûsâ'ya iman ettiler. Bu hadise karşısında Firavun iyice azgınlaşıp, baskı ve zulmünü arttırdı. Mûsâ aleyhisselâma inananları şehit ettirdi. Hazret-i Mûsâ'ya iman etmiş olan kendi hanımı Âsiye'yi de şehit etti. Firavun ve kavmi küfürde ve imansızlıkta ısrâr edince, Allahü teâlâ onları çeşitli belâlar verdi. önce şiddetli bir kuraklık oldu ve çetin bir kıtlığa tutuldular. Sonra su baskını, çekirge, haşarât ve kurbağa istilâsına uğradılar.

Başlarına belâ geldikçe hazret-i Mûsâ'ya gidip belânın kaldırılmasını ve iman edeceklerini söylediler. Fakat belâ kalkınca azgınlıklarına devâm ederek iman etmediler. Tekrar belâlar başlarına geldi. Buna rağmen iman etmediler. Firavun ve kavmine gönderilen bu belâlar Kur'ân-ı kerim'in A'raf sûresinde bildirilmektedir. Firavun ve kavmi, Mûsâ aleyhisselâmın gösterdiği mûcizeler karşısında İsrâiloğullarının Mısır'dan gitmelerine izin verdi. Mûsâ aleyhisselâm bir vakit tâyin ederek bir gece vakti bütün İsrâiloğullarını toplayıp Mısır'dan çıktı. Bunun üzerine Firavun izin verdiğine pişmân oldu. Derhâl askerini toplayıp, peşlerine düştü ve sabaha doğru onlara Kızıldeniz kenarında yetişti.Önlerinde denizi arkalarında düşmanı gören İsrâiloğulları endişeye kapıldılar.

Bu sırada Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma meâlen: Asân ile denize vur. (Şuarâ sûresi:63) diye vahyetti. hazret-i Mûsâ bu emir üzerine asâsını denize vurdu. Deniz hemen ikiye ayrıldı her bir tarafı yüksek bir dağ gibiydi. Önlerine çok geniş ve kupkuru on iki tâne yol açıldı. On iki sülâle olan İsrâiloğulları bu yollardan yürüyüp karşıya geçtiler. Firavun, askerleriyle birlikte peşlerine düşüp denizde açılan yola dalınca, açılan yol kapanıp sular kavuştu.Firavun askerleriyle birlikte boğuldu. Firavun boğulmak üzere iken inandım demişse de onun ye'se kapılarak söylediği bu sözü kabul olunmadı. Bu hususta kur'ân-ı kerim'de meâlen şöyle buyurulmaktadır: İsrâiloğullarını denizden geçirdik.

Firavun ve askerleri haksızlık ve düşmanlıkla arkalarına düştüler. Firavun boğulacağı anda, İsrâiloğullarının iman ettiğinden (Allah'tan) başka bir ilâh olmadığına inandım, artık ben de Müslümanlardanım. dedi. (Yûnus sûresi:90) Ancak Allahü teâlâ Riravun'un imanını kabul etmedi ve ona Cebrâil aleyhisselâm vâsıtasıyla şöyle hitap buyurdu: Şimdi mi inandın daha önce baş kaldırmış ve bozgunculuk etmiştin. (Yûnus sûresi:91) Biz de bugün seni cansız bedeninle denizden yüksek bir yere atacağız ki, arkadan geleceklere bir ibret olsun. Bununla berâber doğrusu insanlardan birçok kimseler âyetlerimizden (ibret verici mûcizelerimizden) gâfildirler. (Yûnus sûresi: 92) Tefsir âlimlerinden Zemahşeri bu âyeti şöyle tefsir etmiştir. Seni deniz kenarında bir köşeye atacağız. Cesedini tam, noksansız ve bozulmamış hâlde çıplak ve elbisesiz olarak, senden asırlar sonra geleceklere bir ibret olmak üzere koruyacağız.

Firavun'un cesedi bir İngiliz araştırma ekibi tarafından Kızıldeniz kenârında kumlar arasında bulunarak İngiltere'ye götürülmüştür. Hâdisenin olduğu zamandan bugüne kadar üç bin yıl geçmiş olmasına rağmen, Firavun'un vücudu bozulmamış hâliyle secde eder vaziyette Londra'daki meşhur British Museum'da sergilenmektedir. (Bkz. Firavun) Mûsâ aleyhisselâm Kızıldeniz'i geçtikten sonra, İsrâiloğullarını Ken'an diyârına doğru götürdü. Yolda putperest bir kavmin yurduna uğradılar.

Bu kavim öküz sûretinde yapılmış bir puta tapıyorlardı. Onların bu hâlini gören İsrâiloğulları onlara meyl ettiler. Hazret-i Mûsâ'ya; Yâ Mûsâ! onların tanrıları gibi bize de bir tanrı yap. dediler. Hazret-i Mûsâ onlara; Siz câhil bir kavimsiniz. Allahü teâlâ size nimet ve kurtuluş verdi. Allahü teâlâya iman ediniz, şirkten ve putlardan kaçınız. diye nasihat etti.Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma bir kitap indireceğini vâdetmişti. Tûr Dağına çıkması bildirildi. Mûsâ aleyhisselâm, kardeşi Hârûn'u (aleyhisselâm) yerine vekil bırakıp, kendisi Tûr Dağına gitti. Kırk gün Tûr Dağında kalıp, ibâdet etti. Vâsıtasız olarak Allahü teâlânın kelâmını işitti. Bu sırada Tevrât kitâbı nâzil oldu. Mûsâ aleyhisselâm Tûr'da iken, Sâmiri adında bir münâfık İsrâiloğullarının ellerindeki altınları topladı.

Eriterek bir buzağı heykeli yapıp işte sizin ilâhınız budur diyerek İsrâiloğullarını aldatınca, buzağıya tapmaya başladılar. Hârûn aleyhisselâm her ne kadar nasihat ettiyse de dinlemeyip, ona karşı çıktılar. Mûsâ aleyhisselâm Tûr'dan dönünce, bu hâle çok gadaplanıp Sâmiri'yi reddetti ve yaptığı buzağı heykelini yakıp denize attı. Sâmiri de insanlardan ayrı ve uzak, vahşi bir şekilde, başkalarını ona yaklaşamadığı gibi, o da başkalarına yaklaşamaz hâlde yaşadı. Bu hâlde bulunan Sâmiri sahrâda perişan bir hâlde helâk oldu. Hârûn aleyhisselâma bu durumu sorunca; Nasihat ettim dinlemediler.

Az kaldı beni öldüreceklerdi. dedi. Böylece hazret-i Mûsâ'nın gadabı geçti. Onlara, kendisine Tevrât'ın indirildiğini bildirdi. İsrâiloğulları da Tevrât'ta bildirilen hükümlerle amel etmeye başladılar. Putlara tapmaktan vazgeçtiler.Şirkten kurtulup, Allahü teâlâya imân ve şbâdet ettiler. İsrâiloğulları Tih sahrasında kaldıkları sırada Mûsâ aleyhisselâmın bildirdiklerine uymayıp yine taşkınlık gösterdiler. Mûsâ aleyhisselâmdan çeşitli isteklerde bulundular. Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâmın duâsı üzerine, Tih Sahrasında susuz kalan İsrâiloğullarına su ihsân etti. Allahü teâlânın emriyle Mûsâ aleyhisselâm asâsını yere vurup, on iki tâne pınar fışkırıp İsrâiloğulları içtiler.

Allahü teâlâ onlaraSelva denilen bıldırcın eti ve men denilen kudret helvası ihsân etti. Nihâyet; Biz bunları yemekten usandık, bakla, soğan gibi hubûbat ve sebze isteriz dediler. Bu nimetlere karşı nankörlük yapan İsrâiloğulları, Mûsâ aleyhisselâmın Ken'an diyârında bulunan Cebbâr (zâlim) kavimlerle harp etmeleri isteğini de kabul etmediler.

Mûsâ aleyhisselâma; Sen ve Rabbin cebbârlara karşı gidip savaş edin. dediler. Mûsâ aleyhisselâmın akrabâlarından olan Kârûn, Mûsâ aleyhisselâma karşı iftirâda bulunduğu için malları ve servetiyle yerin dibine battı. İsrâiloğulları böyle taşkınlıklar gösterdikleri için Allahü teâlâ onları kırk sene müddetle Tih Sahrâsında kalmakla cazâlandırdı. Kırk sens müddetle Tih Sahrâsında şaşkın ve perişan bir hâlde dolaşan İsrâiloğulları, perişan hâlde telef oldular. Nihâyet aradan epey bir zaman geçip İsrâiloğullarının çocukları itâatkâr ve savaşacak bir tarzda yetiştiler. Bu sırada Hârûn aleyhisselâm da vefât etti. Mûsâ aleyhisselâm, İsrâiloğullarını alıp, Lût gölünün güney tarafına getirdi.

Buradan da hareket ederek Üç bin Unk adında zâlim bir kralın ordusu ile savaş yapıp gâlip geldiler. Böylece Şeria Nehrinin doğusuna sâhip oldular. Eriha şehrinin karşısındaki dağa çıktılar. Buradan Ken'an diyârı gözüküyordu. Bu sırada yüz yirmi yaşında bulunan Mûsâ aleyhisselâm vefât etti. Mûsâ aleyhisselâmın nerede vefât ettiği ve kabrini nerede olduğu husûsunda muhtelif rivâyetler vardır. Kudüs civarında veya Nebû Dağında olduğu bu rivâyetlerdendir. Hazret-i Mûsâ'nın şeriatı (bildirdiği dini) hazret-i İsâ'nın gönderilmesine kadar devâm etti. İkisi arasında gelen peygamberler hep Mûsâ aleyhisselâmın şeriatı ile amel etmekle mükellef oldular. İsrâiloğulları daha sonra Tevrât'ı değiştirip hak dinden uzaklaşıp yetmiş bir fırkaya ayrıldılar. Bunlara Yahûdiler denilmiştir.

Mûsâ aleyhisselâmın mûcizeleri:

1-Asâsının ejderhâ (büyük yılan) olması.

2-Yed-i Beydâ: Sağ elini koynuna sokup çıkarınca, güneş gibi parlaması. Bu nûru gören düşmanları kaçışırlardı.

3-Kavmiyle Kızıldeniz'in kenarına gelince asâsını vurup denizde yol açması.

4-Tih sahrâsında kavminin susuz kalıp, su istemeleri üzerine asâsını bir taşa vurup Beni İsrâil'in kabileleri adedince, on iki pınar akıtması.

5-Firavun ve KIbti kavmi İsrâiloğullarına zulüm ettiği ve Mûsâ aleyhisselâma inanmayıp isyân ettiklerinde, Allahü teâlâ hazret-i Mûsâ'ya tûfân mûcizesini vermiştir. Çok şiddetli yağmur yağdı. Öyle bir karanlık ve fırtına oldu ki, kimse evinden dışarı çıkamadı. Ayın ve güneşin ışığı görünmez oldu.. Kıbtilerin evlerini su bastı. Ayakta durur oldular. Su boğazlarına kadar yükseldi. İsrâiloğullarının evlerine ise bir damla su girmedi. Firavun ve Kıbti kavmi, bu belânın kaldırılmasını ve iman edeceklerini söylediler. Kaldırıldı fakat yine imân etmediler ve başka belâlara dûçâr oldular.

6-Kıbti kavminin ekinlerini, meyvelerini ve giydikleri elbiselerini, evlerinin tavanlarını yiyen çekirge sürülerinin istilâsına uğramaları mûcizesi. Bu çekirgeler İstâiloğullarına hiç dokunmayıp, Firavun'un kavmi Kıbtilere musallat olmuştur.

7-Kumnel yâni bit ve ekin böceği denen haşeratın Mûsâ aleyhisselâmın mûcizesi olarak kibtı kavmine musallat olması.

8- Kurbağa mûcizesi, Kıbti kavmi her belâya tutuldukça, belâ kaldırıldığında iman edeceklerini söylemelerine rağmen, sözlerinden vazgeçmeleri üzerine üst üstüne belâya tutuldular. Kurbağaların istilâsına uğramaları da şiddetli belâlardan biridir. Kurbağalar, yiyeceklerine, içeceklerine düşer, kalırdı. Bir söz söylemek isteseler ağızlarını açarken birkaç küçük kurbağa ağızlarından midelerine girerdi. Geceleri üzerinde toplanan kurbağaların seslerinden uyuyamazlardı. Firavun, bu belâ kaldırıldığı takdirde, iman edeceğini söylemesine rağmen, belâ kalkınca yine iman etmedi.

9-Kan belâsı. Mısır'da bulunan bütün sular, Kıbtilerin kaplarına doldurulurken kan hâlini alırdı. Böylece susuzluktan çâresiz kalmışlardı. İsrâiloğullarına ise böyle bir şey olmazdı. 10-İsrâiloğullarından biri öldürüldüğü vakit kimin öldürdüğü bilinemeyince, Mûsâ aleyhisselâmın duâsı ile dirilip, kendisini öldüreni haber vermiştir.

11-Mûsâ aleyhisselâm kavmiyle Tih çölüne geldiği zaman, kavminin yiyeceği kalmadığı için, Mûsâ aleyhisselâma gelerek çoluk-çocuğumuzla açlığa dayanamıyoruz, dediklerinde Mûsâ akeyhisselâm Allahü teâlâya duâ etti. Kudret helvası ve bıldırcın kebabı indi. Her ne zaman isteseler önlerinde hazır olurdu.

12-Hazret-i Mûsâ^nın duâsı ile kuraklıktan kavrulup kuruyan ekinler, otlaklar ve meyveler eski hâlini almıştır.

13- Hazret-i Mûsâ Tih sahrâsında bulunan İsrâiloğullarının durumunu merak edince bir kurt gelip onların hâllerini haber vermiştir.

14-Hazret-i Mûsâ'nın duâsıyla sarı dikenler altın olmuştur. Malı ve zenginliğiyle gururlanıp isyân etmesinden dolayı malı ve mülkü ile birlikte tere batırılan Kârun, bu mûcize karşısında âciz kalıp, hased ederdi. 15-Yolculukta hazret-i Mûsâ'ya uzun mesâfeler kısalır, kısa zamanda çok uzak mesâfeleri katederdi.


Tur Dağı’nın Kayalıklarında Ne Yazar ?

Dağların sırrını araştıran tarihçi, bir tarih kongresi için Mısır’a gitmişti. Kongrenin bitiminden sonra, çocukluğundan beri merak ettiği bir dağa tırmanmak üzere yola çıktı. Onun gayesi, “alpinist”lerin yaptığı gibi, dağ zirvelerinin tadını çıkarmak değil, dağların özlerinde saklı gizemleri araştırmaktı.

Arabayla geldiği Sina Çölü’nden sonra, artık dağın eteklerine gelmiş, tırmanma süreci başlamıştı... İki seçenek vardı tırmanmak için: Ya oradaki kiralık develerden birine binip çıkacak, ya da yaya olarak yürüyecekti. Bizimki, yürüyerek tırmanmayı tercih etti...

Ne var ki, dağa doğru götüren bu vadide yürümenin bir kuralı vardı. Asırlar öncesinden, bir insan bu dağa çıkmak istemiş, daha doğrusu çıkması emredilmiş, o insan tırmanmaya başlayınca da, ilâhî bir ses ona: “Muhakkak ki Ben senin Rabbinim! Ayakkabılarını çıkar! Çünkü sen, Kutsal Tuvâ Vadisi’ndesin!”[1] diye seslenmişti. Sesin muhatabı Hz. Musa, ve kendisine seslenen Yüce Allah’tı...

Peygamber’den bile, içinde yalın ayak yürünmesi istenen Kutsal Tuvâ Vadisi’nde, tarihçimiz ayakkabılarıyla yürüyebilir miydi hiç? O da ayağındakileri çıkardı; ve yürümeye başladı dağın zirvesine doğru kıvrıla kıvrıla tırmanan vadide...

Tıpkı bir gün mutlaka tükenen/tükenecek olan hayat yokuşunu andırıyordu bu yokuş: Yorucu, ve düşündürücü...

İşte dağın zirvesi, ve suskunlukla hayranlık karışımı bir hâyale dalmış onlarca insan...

Tarihçimiz de sırtını küçük bir kayaya vererek oturdu, ve önünde, sonsuzluğa doğru uzayıp giden dağlara, ufuklara, çöllere dalıp düşünce aleminde kayboldu gitti...

Neden sonradır ki irkilerek doğruldu, ve sırtını dayadığı kayanın alt tarafındaki yazıları fark etti. Kim yazmış, ne zaman yazmış, belli değildi... Kayaya yazılmış bu değişik harfli yazılardan, sadece Arapça olanını, silik olduklarından da, onun da sadece şu kısmını okuyabiliyordu:

“..... Üzerinde bulunduğum bu dağın adı Tur Dağı... Senelerce, senelerce önce Allah’ın emri üzerine Musa bu dağa tırmanmış, Rabbiyle mülaki olmuştu... Yine Allah’ın emriyle, İsrail oğullarını; insanları ezen, onları sömüren Firavun Rejimi’nden kurtararak Sina’ya getirmişti... Çölün kavurucu güneşi altında kalınca, Allah onları gölgeledi[2]; susuz kalınca da, Musa’nın duası üzerine Allah ona, “ Asâ[3]’nla taşa vur!” dedi; ve ondan derhal on iki kaynak fışkırdı[4]. Onlara yiyecek olarak da, “menn”[5] ve “selvâ”[6] gönderdi[7]. Fakat Allah, çölde bile İsrail Oğullarına, yâni Musa(a.s)’ın Firavun’un zulmünden kurtardığı yahudilere bu kadar nimet vermesine rağmen, onlar sabretmediler, kanaat getirmediler; ve Allah’a karşı zalim oldular. İşte o zaman Allah, Musa aracılığıyla onlara şöyle demişti: “Hani siz (verilen nimetlere karşılık) : Ey Musa! Bir tek yemekle yetinmeyiz; bizim için Rabbine dua et de yerin bitirdiği şeylerden; sebzesinden, hıyarından, sarımsağından, mercimeğinden, soğanından bize çıkarsın, dediniz. Musa ise: Daha iyiyi daha kötü ile değiştirmek mi istiyorsunuz? O hâlde şehre inin. Zirâ istedikleriniz sizin için orada var, dedi. İşte (bu hadiseden sonra) üzerlerine aşağılık ve yoksulluk damgası vuruldu. Allah’ın gazabına uğradılar. Bu musibetler (onların başına), Allah’ın ayetlerini inkâra devam etmeleri, haksız olarak peygamberleri öldürmeleri sebebiyle geldi. Bunların hepsi, sadece isyanları ve taşkınlıkları sebebiyledir”[8].

Silik birkaç satırdan sonra, şöyle devam ediyordu kaya üzerindeki yazı:

“............ İşte bu dağda Musa, insanlardan hiç kimsenin istemeyi düşünmediği/düşünemediği bir şeyi talep etti Rabbinden... Kur’an, olayı şöyle anlatır: “ Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tur’a) gelip de Rabbi onunla konuşunca, “Rabbim! Bana Kendini göster, Seni göreyim!” dedi. (Rabbi): “Sen Beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse, sen de beni göreceksin!” buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti. Musa da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, Sana tövbe ettim, ve ben inananların ilkiyim”[9].

Kaya üzerindeki yazı şöyle devam ediyordu:

“Allah bu dağda Musa’ya, “Elvâh”[10] üzerinde “Suhûf”[11]u verdi; ve Musa dağdan inerek kavmine geri döndü. Ama döndüğünde, kavminin tevhid inancını terk ettiğini, ve bir buzağı yaparak, ona tapmaya başladıklarını gördü; ve bu ihânetlerinden dolayı çok üzüldü. Üzüntüsüne kızgınlık karışınca da, onların yanında bulunan, fakat buzağıya tapmalarına mani olamayan kardeşi Harun’a bağırmaya başladı. Kur’an ayetleri şöyle anlatıyor: “Musa, kızgın ve üzgün bir hâlde kavmine dönünce: “benden sonra ne kötü şeyler yapmışsınız! Rabbinizin emrini (beklemeyip) acele mi ettiniz?” dedi. Tevrat Levhaları’nı yere attı ve kardeşinin başını tutup kendine doğru çekmeye başladı. (Kardeşi): “Ey annemin oğlu! Bu kavim beni zayıf gördü, ve nerede ise beni öldüreceklerdi. Sen de düşmanları bana güldürme ve beni bu zalim kavimle beraber tutma!”dedi. (Musa da) Ey Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine kabul et. Zira sen merhametlilerin en merhametlisisin! dedi. Buzağıyı (tanrı) edinenler var ya, işte onlara Rablerinden bir gazap ve dünya hayatında bir alçaklık erişecektir. Biz iftiracıları böyle cezalandırırız”[12].

Yazının devamında sadece şu satır kalmıştı:

“ Musa kendisine inananlardan 70 kişiyi seçti. Diğerlerine ise Allah bir felâket verip, onları helâk etti[13].

Tur Dağı’nın kayalıklarında bu yazıları okuyan tarihçi ayağa kalktı; ve yavaş yavaş çıktığı yerden inmeye başladı. Yokuş aşağı inerken, kayalıklarda okuduğu yazıları düşünüyor, ve şöyle mırıldanıyordu kendi kendine:

- Bu yahudiler neden Allah’ın emirlerine karşı bu kadar düşmandırlar? Neden Zekeriyya Peygamber’i kestiler, Yahya(a.s)’a hayat hakkı tanımadılar; Hz. Meryem’i fahişelikle suçladılar? Bu yahudiler hiç mi Cehennem azabından korkmuyorlar? Neden bunlarda hak-hukuk kavramı yok, neden çocuk öldürmekten zevk alıyorlar? Neden “Siyonizm dini” uğruna dünyayı kana bularlar? Siyonizm belâsını terketseler, ve bütün dünya insanları gibi, insanca yaşasalar olmaz mı? Allah’ın, bu dağda, kendilerine olan uyarılarını neden kâle almazlar? Allah bir zamanlar Kudüs’ü onların emrine[14] verdi, fakat onlar ihânet edip zulmettiler; ve Allah onlara vebâ gönderdi[15]. Ey yahudiler Allah’a inanın, ve Musa’nın bu dağda getirdiklerine dönün! Çünkü Allah, bizim de, sizin de, biz ve sizden başka herkesin de mecburen uğrayacağı[16] bir Cehennem yaratmıştır. Ondan kurtulanlardan olmak varken, neden onun yakıtı olanlardan olalım?..

Tarihçimiz, Tûr Dağı’nı terk edip, Tuvâ Vadisi’ni indikten sonra, yere oturdu, torbasındaki ayakkabılarını çıkararak giydi; ve Kahire’ye doğru giden arabaya binerek gözden kaybolup gitti...

[1] K.K. Tâhâ Sûresi, 12.

[2] K.K. Bakara Sûresi, 57.

[3] “Asâ” baston, sopa demektir.

[4] K.K. Bakara Sûresi, 60.

[5] “Menn”, “kudret helvası” demektir. Kudret helvası, bilhassa sıcak ülkelerde, ağustos aylarında gökten yağan tatlı bir mayidir. Ağaç yapraklarından toplanıp bir araya getirilir, öylece yenilir. Çok şifalı olan bu güzel nimet, hâlâ şifalı bitki satan dükkanlarda bulunmaktadır. Çocukluğumuzda, bizde meşe ağacı yapraklarından kudret helvasını toplar, yuvarlak hâle getirir, sonra da yerdik. Bizim Pervari’de kudret helvasına “gezo” denir, ve hâlâ bulunur.

[6] “Selvâ”, bıldırcın demektir.

[7] K.K. Bakara Sûresi, 57.

[8] K.K. Bakara Suresi, 61.

[9] K.K. A’râf Sûresi, 143.

[10]“Elvâh”, “Levhalar” demektir.

[11] Allah(c.c), bazı peygamberlerine Kitap, bazılarına da birkaç sahife şeklinde emirlerini göndermiştir ki, bunlardan sahifeler hâlinde olanlara “Suhûf” denir.

[12] K.K. A’râf Sûresi, 150-152.

[13] Bk. K.K. A’râf Sûresi, 155.

[14] Bk. K.K. A’râf Sûresi, 161.

[15] Bk. K.K. A’râf Sûresi, 162.

[16] K.K. Meryem Sûresi, 71.


İ. Süreyya SIRMA

Advertisement