Yenişehir Wiki
Advertisement
'Latin harflerine transkriptli metin Sadeleştirilmiş metin İngilizce Tercümesi
Basri Bey oğlumuza

Bütün dünyaya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım:

Nihâyet bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım.


Şehirden kaçmak isterken sular zaten kararmıştı;

Pek ıssız bir karanlık sonradan vâdîyi sarmıştı.


Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hilkat kesilmiş lâl...

Bu istiğrakı tek bir nefha olsun etmiyor ihlâl.


Muhîtin hâli "insâniyet"in timsâlidir sandım;

Dönüp mâziye tırmandım, ne hicranlar, neler andım!


Taşarken haşrolup beynimden artık bin müselsel yâd,

Zalâmın sînesinden fışkıran memdûd bir feryâd.


O müstağrak, o durgun vecdi nâgâh öyle coşturdu:

Ki vâdiden bütün, yer yer, eninler çağlayıp durdu.


Ne muhrik nağmeler, yâ Rab, ne mevcâmevc demlerdi:

Ağaçlar, taşlar ürpermişti, gûyâ sûr-ı Mahşer'di!


- Eşin var âşiyanın var, bahârın var ki beklerdin.

Kıyâmetler koparmak neydi ey bülbül, nedir derdin?


O zümrüt tahta kondun, bir semâvî saltanat kurdun,

Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun!


Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen,

Gezersin hânumânın şen, için şen, kâinatın şen!


Hazansız bir zemîn isterse, şâyet rûh-ı serbâzın,

Ufuklar, bu'd-i mutlaklar bütün mahkûm-ı pervâzın.


Değil bir kayda, sığmazsın - kanatlandın mı - eb'âda

Hayâtın en muhayyel gâyedir âhrara dünyâda.


Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın perişandır,

Niçin bir katrecik göğsünde bir umman huruşândır?


Hayır mâtem senin hakkın değil... Mâtem benim hakkım;

Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım.


Tesellîden nasîbim yok, hazan ağlar bahârımda;

Bugün bir hânumansız serserîyim öz diyârımda.


Ne hüsrandır ki: Şark'ın ben vefâsız, kansız evlâdı,

Serapa Garb'a çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!


Hayalimden geçerken şimdi, fikrim hercümerc oldu,

Salâhaddîn-i Eyyûbî'lerin, Fâtih'lerin yurdu.


Ne zillettir ki: Nâkûs inlesin beyninde Osman'ın;

Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ'nın!


Ne hicrandır ki: En şevketli bir mâzi serâp olsun;

O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!


Çökük bir kubbe kalsın ma'bedinden Yıldırım Hân'ın;

Şenâatleri çiğnensin muazzam Kabri Orhan'ın!


Ne heybettir ki: Vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş,

Sürünsün şimdi milyonlarca me'vâsız kalan dindaş!


Yıkılmış hânümânlar yerde işkenceyle kıvransın;

Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın!


Dolaşsın, sonra, İslâm'ın harem-gâhında nâ-mahrem...

Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!,

Basri Bey (1) oğlumuza



Şehirderr kaçmak isterken sular zâten kararmıştı;

Pek ıssız bir karanlık sonradan vadiyi sarmıştı.


Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün varlıklar bürünmüş suskunluğ

Yoktu varlığın bu dalgın duruşunu değiştirecek tek bir esinti bile


Ortamın durumu "insanlığın" sembolüdür, sandım;

Dönüp geçmişe tırmandım, ne ayrılık acıları, neler hatırladım!


Toplanıp beynimden taşarken artık bin zincirleme hatıra

Karanlığın bağrından fışkıran uzun bir feryat,


O dalgın, o durgun vecdi birden öyle coşturdu.

Ki vadiden bütün, yer yer, iniltiler çağlayıp durdu.


Ne yanık nağmeler, ey Allah'ım, ne dalga dalga ahenklerdi.

Ağaçlar, taşlar ürpermişti, sanki Mahşer'de üflenecek Sûr idi.


-Eşin var, yuvan var, baharın var, ki beklerdin:

Kıyametler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin?


O zümrüt tahta kondun, göklerde bir saltanat kurdun;

Bütün yurtlar hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun.


Bugün bir yemyeşil vadi, yarın bir kıpkızıl gül bahçesi.

Gezersin, yuvan şen, için şen, evrenin şen.


Sonbaharsız bir mekân isterse, eğer pervasız ruhun,

Ufuklar, sonsuz mesafeler kanatlarının hükmü altında bütün.


Sınırlı yerler bir yana, sığmazsın - kanatlandın mı - mesafelere

Hayatın dünyada en yüksek idealdir hürriyet âşıklarına.


Neden öyleyse matemlerle günlerin perişan geçmekte?

Niçin bir damlacık göğsünde bir okyanus çağlamakta?


Hayır, matem senin hakkın değil... Matem benim hakkım:

Yüzyıllar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez ufuklarım!


Teselliden nasîbim yok, sonbahar ağlar baharımda;

Bugün bir evsiz barksız serseriyim öz vatanımda!


Ne acıdır ki Doğu'nun ben vefasız, kansız evlâdı,

Baştan sona Batı'ya çiğnettim de çıktım atalar toprağını!


Hayâlimden geçerken şimdi, fikrim altüst oldu,

Salâhaddin-i Eyyûbî'lerin, Fâtih'lerin yurdu.


Ne kötü alçalıştır ki: Çan sesleri inlesin beyninde Osman'ın;

Ezan sussun, fezalardan şilinsin hatırası Mevlâ'nın!


Ne acıdır ki: En büyük ve şanlı bir geçmiş serâb olsun

O kuvvetler, o üstünlükler dağılıp yıkılsın, toprak olsun


Çökük bir kubbe kalsın camiinden Yıldırım Hân'ın;

En çirkin şekilde çiğnensin büyük kabri Orhan'ın!


Ne yoksunluktur ki dinin hilâfet merkezi yıkılıp taş taş

Sürünsün şimdi milyonlarca sığınaksız kalan dindaş!


Yıkılmış yuvalar yerde işkenceyle kıvransın;

Serilmiş gövdeler, binlerce, yüzbinlerce doğransın!


Dolaşsın, sonra, İslâm'ın kutsal yerlerinde na-mahrem...

Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil matem (*)


Ankara-Tâceddin Dergâhı 7 Mayıs 1921


(1) Hasan Basri Çantay (1887-1964): Mehmet Akif in

çok samimi bir arkadaşıdır. Birinci TBMM'de Akif'le

birlikte milletvekilliğinde bulunmuş ve onunla ilgili fikir ve

hatıralarını Akifnâme adlı eserinde (İst. 1966) toplamıştır.

(*) Bu şiir yazılırken Yunan istilâsı altındaki topraklarımıza,

özellikle Bursa 'ya dair acı haberler geliyordu; bunların

doğruluğunu veya yanlışlığını araştırmanın da imkânı yoktu.

Advertisement