Yenişehir Wiki
Advertisement
Video:kocakarı ile ömer - mehmet akif ersoy- safahat - yusuf ziya özkan|thumb|600px|left|

Yok yaAbbâs'ı bilmeyen, kimdi?...

O

sahâbîyi dinleyin, şimdi:

"Bir karanlık geceydi pek de ayaz...

İbni Hattâb'ı görmek üzere biraz,

Çıktım evden ki yollar ıpıssız.

Yolcu bir benmişim meğer yalnız!

Aradan geçmemişti çok da zaman,

Az ilerden yavaşça oldu

iyân,

Zulmetin sînesinde ukde gibi,

Ansızın bir

müheykel a'râbî!

Bembeyaz bir ridâ içinde garîb,

Geliyor

muttasıl mehîb mehîb.

Ben sokuldum, o geldi, yaklaştık;

Durmadan karşıdan

selâmlaştık.

Düşünürken selâm alan sesini,

O

heyûlâ uzandı tuttu beni:

Bir de baktım, Ömer değil mi imiş?

- Yâ

Ömer! Böyle geç zaman, bu ne iş?

- Şu mahallâtı devre çıkmıştım...

Gel beraber, benimle, üç beş adım.

Ne sadâ var, ne bir yürür bîdâr;

Uhrevî bir sükûn içinde civâr.

Ömer olmuş gezer, sıyânet-i Hak...

Şu yatan

beldenin huzûruna bak!

Bir zaman sönmeyen nigâhıyle,

Necm-i sâhirde sanki bir hâle!

Duruyor her evin önünde Ömer,

Dinliyor

bî-haber içerdekiler

Geçmedik enharâb bir yapıyı,

Yokladık sağlı sollu her kapıyı.

Geldik artık Medîne hâricine;

Bir

çadır gördü, durdu kaldı yine.

Ocak başında oturmuş bir ihtiyarca kadın.

"Açız! Açız!" diye

feryâd eden çocuklarının,

Karıştırıp duruyorken pişen nevâlesini;

Çıkardı yuttuğu yaşlarda çırpınan sesini:

- Durunda yavrularım, işte şimdicek pişecek...

Fakat ne

hâl ise bir türlü pişmiyordu yemek!

Çocukların yeniden başlamıştı nâle leri...

Selamı verdi Ömer, daldı âkıbet içeri.

Selamı aldı kadın pek beşûş bir yüzle.

- Bu

yavrular niçin, ey teyze, ağlıyor, söyle?

- Bu gün ikinci gün, aç kaldılar...

- O halde, neden

Biraz yemek komuyorsun? - Yemek mi?

Çömleği sen,

Tirid mi zannediyorsun? İçinde sâde su var;

Çakıl taşıyla beraber bütün zaman kaynar!

Ne çare! Belki susarlar, dedim. Ayıplamayın.

- Peki senin kocan, oğlun, ya kardeşin, ya

dayın...

Tek erkeğin de mi yok? - Hepsi öldü...

Kimsem yok.

- Senin midir bu küçükler?<br\/>

-

Torunlarım.

- Ne de çok!<br\/>

Adam,Emîre gidip söylemez mi hâlini?

- Ah!<br\/> Emîre öyle mi?

Kahretsin an-karîb Allah!

Yakında râyet-i ikbâli ser-nigûn olsun...<br\/>

Ömer, belâsını dünyâda isterim bulsun!

- Ne yaptı, teyze, Ömer, böyle inkisâr edecek?<br\/>

- Ya ben

yetîm avuturken Emîr uyur mu gerek?
Raiyyetiz,ona bizler vedîatu'llâhız;
Gelip de bir aramak yok mu?

vedîatu'llâhız

- Haklısın, yalnız, Zavallının işi pek çok zaman bulup gelemez;<br\/>

Gidip de söylememişsen ne haldesin bilemez.

- Niçin hilâfeti vaktiyle eylemişti kabûl?

Sonunda böyle

çürük özrü kim sayar makbûl?

Zavallının işi çokmuş!... Nedir, muhârebe mi?

İşitme sen de

civârında inleyen elemi,

Medîne halkını üryan bırak, Mısır'da dolaş...<br\/>

"

Gazâ! Gazâ!" diye git, soy cihânı, gel paylaş!

Çocukların bu sefer yükselince feryâdı,

Kadın,

tehevvürü artık cünûna vardırdı;

- Şu nevhalar ki çıkar tâ bulutların içine,

Ömer! Savâik-i tel'în olur, iner tepene!
sayha

- Açız! Açız! Bize bir lokma olsun ekmek ver... - Susundu yavrularım, işte oldu, şimdi pişer! Gidip de söyliyeyim hâ?..

Dilencilik yapamam! Ömer de kim?

Benim ondan

kerîm adamdı babam,

Ölür de yüz suyu dökmem sizin Halîfenize!.. Ömer vuruldu bu son sözle... Haklısın, teyze!

Halîfe önde, bitik suçlu, münfa'il, nâdim;

Avut çocukları, ben şimdicek gider gelirim.

Ben arkasında, perîşan, çadırdan ayrıldık.

Sabâha karşı biraz başlamıştı aydınlık.

Köyün köpekleri ejder misâli saldırıyor,

Bırakmıyor bizi yoldan, fakat kim aldırıyor!

Medîne'nin dalarak münhanî sokaklarına;

Dönüp dönüp hele geldik

zahîre anbarına.

Halîfe girdi açıp, ben de girdim emriyle.

Arandı her yeri, bir

mum yakıp ale'l-acele.

- Şu tek çuval unu gördün ya! Haydi yükle bana;

Bu

testi yağ doludur, elverir o yük de sana.

Çuval Halîfe'de, yağ bende, çıktık anbardan;

Kilitleyip geri döndük deminki yollardan.

Mesâfe, baktım, uzun; yük yaman; Ömer yaralı; Dedim ki:

- Ben götüreydim... Verir misin çuvalı?

- Hayır, yorulsa değil, ölse yardım etme sakın:

Vebâli kendine âiddir İbni Hattâb'ın.

Kadın ne söyledi, Abbas, işitmedin mi demin?

Yarın

huzûr-i İlâhide, kimseler, Ömer'in

Şerîk-i haybeti olmaz, bugünlük olsa bile;

Evet,

hilâfeti yüklenmiyeydi vaktiyle.

KenârDicle'de bir kurt aşırsa bir koyunu,

Gelir de

adl-i İlâhî sorar Ömer'den onu!
adl İlâhî
girye hüsrân

Bir âşiyân-ı sefâlet bakılmayıp göçse:

Ömer kalır yine altında, hiç değil kimse!
âşiyânsefâlet göç

Zemîne gadr ile bir damla kan dökünce biri:

O damla bir

koca girdâb olur boğar Ömer'i!

Ömer duyulmada her kalbin inkisârından;

Ömer koğulmada her mâtemin civârından!
mâtem

Ömer Halîfe iken başka kim çıkar mes'ûl?

Ömer ne yapsın, İlâhî, beşer zalûm ü cehûl!
zalûm cehûl

Ömer'den isteniyor beklenen Muhammed'den...

Ömer! Ömer! Nasıl aldın bu bârı sırtına sen?
Muhammed sırtına

- Sen almasan acaba kim gelip de senden iyi,

İdâre eyliyecek düştüğün bu ma'rekeyi?

Evet, adâleti "mutlak" hayâl edersen eğer,

Ömer değil ya ne olsan bırak ki hepsi heder!
adâleti
tahayyül ümîd ye's

Sen ey Ömer, ne meleksin, ne bir emîr-i zalûm... Fakat elinde ne var?

Fıtraten beşer mazlûm!
meleksin emîr zalûm

Görür bürûc-i semânın bütün sitâreleri,

Zalâm içinde, yük altında inleyen Ömer'i!
bürûc semâ

Huzûr-i Hakk'a çıkarken bu unlu cebhenle,

Değil

zemîni, getir şâhid âsümânı bile!
Huzûr Hakk

- Uzak mı yol? Daha çok var mı? - Ancak üç beş adım.

Mecâli kalmamış artık zavallının...

Baktım: Olanca azmini cebr eyleyip, nefes nefese;

Yavaş yavaş yürüyor. Geldi bin

belâ ne ise!
cebr

Sokuldu haymeye, indirdi arkasından unu:

- Bırak da

testiyi yerleştirin kenâra şunu.

Hemen çakılları çömlekten indirip attı,

Uzandı

testiye, yağ koydu, sonra un kattı.

Oturmak istedi, lâkin belâya bak ki: Hemen sönüp gidecek...

-

Teyze, yok mu hiç yakacak?
Ocak

Kadın getirdi beş on parça yaş diken Ömer'e;

Ömer de yakmak için büsbütün serildi yere.
zefir hâr

Sücûd tavr-ı huşû'unda, muttasıl süpürür;

İçinde

rûhu yanar, cebhesinde ter köpürür!
tavr huşû
muhît nûr hıyat

Ocak tutuştu, yemek pişti; - Var mı teyze kabın? Getir de indirelim...

- Var büyükçe bir

kap, alın.

Yemek sıcaktı, fakat kim durup da bekliyecek!

Ömer çocuklara bir bir yedirdi üfliyerek

Kesildi haymede mâtem, uyandı rûh-i sürûr;

Çocuklar oynaşıyorlar, kadın

ferîh ü fahûr.
rûh sürûr ferîh fahûr
Ömer bu âlemi gördükçe gaşyiçindeydi...

Dedim:

-

Sabâh oluyor kalkalım...

- Evet, haydi! Yarın Emâret'e gel teyze, öğleyin beni bul;

Emîr'e söyleriz elbette hayr olur me'mul.

Yüzü gülmüştü teyzenin, baktık,

Biz de çıktık

vedâ edip artık.

Hiç görünmeksizin gelip geçene,

Doğru indik

Halîfe'nin evine.

"Şimdi nerdeyse gün doğar, kalıver."

Diye, koyvermiyordu, çünki,

Ömer.

Etti az sonra subh-i velveledâr<br\/>

Uyuyan

şehri kâmilen bîdâr
şehr kâmil subh velvele

Öğle geçmişti, çıktı geldi kadın.

- Galiba,

teyze, uykusuz kaldın!

İşte bağlanmak üzredir nafakan,

Alacaksın her ay gelip buradan.

Şimdi affeyledin değil mi beni?

- Böyle göster fakat

adâletini.
adâletini



1'li tablo[]

thumb|600px|left|

Yok yaAbbâs'ı bilmeyen, kimdi?...

O

sahâbîyi dinleyin, şimdi:

"Bir karanlık geceydi pek de ayaz...

İbni Hattâb'ı görmek üzere biraz,

Çıktım evden ki yollar ıpıssız.

Yolcu bir benmişim meğer yalnız!

Aradan geçmemişti çok da zaman,

Az ilerden yavaşça oldu

iyân,

Zulmetin sînesinde ukde gibi,

Ansızın bir

müheykel a'râbî!

Bembeyaz bir ridâ içinde garîb,

Geliyor

muttasıl mehîb mehîb.

Ben sokuldum, o geldi, yaklaştık;

Durmadan karşıdan

selâmlaştık.

Düşünürken selâm alan sesini,

O

heyûlâ uzandı tuttu beni:

Bir de baktım, Ömer değil mi imiş?

- Yâ

Ömer! Böyle geç zaman, bu ne iş?

- Şu mahallâtı devre çıkmıştım...

Gel beraber, benimle, üç beş adım.

Ne sadâ var, ne bir yürür bîdâr;

Uhrevî bir sükûn içinde civâr.

Ömer olmuş gezer, sıyânet-i Hak...

Şu yatan

beldenin huzûruna bak!

Bir zaman sönmeyen nigâhıyle,

Necm-i sâhirde sanki bir hâle!

Duruyor her evin önünde Ömer,

Dinliyor

bî-haber içerdekiler

Geçmedik enharâb bir yapıyı,

Yokladık sağlı sollu her kapıyı.

Geldik artık Medîne hâricine;

Bir

çadır gördü, durdu kaldı yine.

Ocak başında oturmuş bir ihtiyarca kadın.

"Açız! Açız!" diye

feryâd eden çocuklarının,

Karıştırıp duruyorken pişen nevâlesini;

Çıkardı yuttuğu yaşlarda çırpınan sesini:

- Durunda yavrularım, işte şimdicek pişecek...

Fakat ne

hâl ise bir türlü pişmiyordu yemek!

Çocukların yeniden başlamıştı nâle leri...

Selamı verdi Ömer, daldı âkıbet içeri.

Selamı aldı kadın pek beşûş bir yüzle.

- Bu

yavrular niçin, ey teyze, ağlıyor, söyle?

- Bu gün ikinci gün, aç kaldılar...

- O halde, neden

Biraz yemek komuyorsun? - Yemek mi?

Çömleği sen,

Tirid mi zannediyorsun? İçinde sâde su var;

Çakıl taşıyla beraber bütün zaman kaynar!

Ne çare! Belki susarlar, dedim. Ayıplamayın.

- Peki senin kocan, oğlun, ya kardeşin, ya

dayın...

Tek erkeğin de mi yok? - Hepsi öldü...

Kimsem yok.

- Senin midir bu küçükler?<br\/>

-

Torunlarım.

- Ne de çok!<br\/>

Adam,Emîre gidip söylemez mi hâlini?

- Ah!<br\/> Emîre öyle mi?

Kahretsin an-karîb Allah!

Yakında râyet-i ikbâli ser-nigûn olsun...<br\/>

Ömer, belâsını dünyâda isterim bulsun!

- Ne yaptı, teyze, Ömer, böyle inkisâr edecek?<br\/>

- Ya ben

yetîm avuturken Emîr uyur mu gerek?
Raiyyetiz,ona bizler vedîatu'llâhız;
Gelip de bir aramak yok mu?

vedîatu'llâhız

- Haklısın, yalnız, Zavallının işi pek çok zaman bulup gelemez;<br\/>

Gidip de söylememişsen ne haldesin bilemez.

- Niçin hilâfeti vaktiyle eylemişti kabûl?

Sonunda böyle

çürük özrü kim sayar makbûl?

Zavallının işi çokmuş!... Nedir, muhârebe mi?

İşitme sen de

civârında inleyen elemi,

Medîne halkını üryan bırak, Mısır'da dolaş...<br\/>

"

Gazâ! Gazâ!" diye git, soy cihânı, gel paylaş!

Çocukların bu sefer yükselince feryâdı,

Kadın,

tehevvürü artık cünûna vardırdı;

- Şu nevhalar ki çıkar tâ bulutların içine,

Ömer! Savâik-i tel'în olur, iner tepene!
sayha

- Açız! Açız! Bize bir lokma olsun ekmek ver... - Susundu yavrularım, işte oldu, şimdi pişer! Gidip de söyliyeyim hâ?..

Dilencilik yapamam! Ömer de kim?

Benim ondan

kerîm adamdı babam,

Ölür de yüz suyu dökmem sizin Halîfenize!.. Ömer vuruldu bu son sözle... Haklısın, teyze!

Halîfe önde, bitik suçlu, münfa'il, nâdim;

Avut çocukları, ben şimdicek gider gelirim.

Ben arkasında, perîşan, çadırdan ayrıldık.

Sabâha karşı biraz başlamıştı aydınlık.

Köyün köpekleri ejder misâli saldırıyor,

Bırakmıyor bizi yoldan, fakat kim aldırıyor!

Medîne'nin dalarak münhanî sokaklarına;

Dönüp dönüp hele geldik

zahîre anbarına.

Halîfe girdi açıp, ben de girdim emriyle.

Arandı her yeri, bir

mum yakıp ale'l-acele.

- Şu tek çuval unu gördün ya! Haydi yükle bana;

Bu

testi yağ doludur, elverir o yük de sana.

Çuval Halîfe'de, yağ bende, çıktık anbardan;

Kilitleyip geri döndük deminki yollardan.

Mesâfe, baktım, uzun; yük yaman; Ömer yaralı; Dedim ki:

- Ben götüreydim... Verir misin çuvalı?

- Hayır, yorulsa değil, ölse yardım etme sakın:

Vebâli kendine âiddir İbni Hattâb'ın.

Kadın ne söyledi, Abbas, işitmedin mi demin?

Yarın

huzûr-i İlâhide, kimseler, Ömer'in

Şerîk-i haybeti olmaz, bugünlük olsa bile;

Evet,

hilâfeti yüklenmiyeydi vaktiyle.

KenârDicle'de bir kurt aşırsa bir koyunu,

Gelir de

adl-i İlâhî sorar Ömer'den onu!
adl İlâhî
girye hüsrân

Bir âşiyân-ı sefâlet bakılmayıp göçse:

Ömer kalır yine altında, hiç değil kimse!
âşiyânsefâlet göç

Zemîne gadr ile bir damla kan dökünce biri:

O damla bir

koca girdâb olur boğar Ömer'i!

Ömer duyulmada her kalbin inkisârından;

Ömer koğulmada her mâtemin civârından!
mâtem

Ömer Halîfe iken başka kim çıkar mes'ûl?

Ömer ne yapsın, İlâhî, beşer zalûm ü cehûl!
zalûm cehûl

Ömer'den isteniyor beklenen Muhammed'den...

Ömer! Ömer! Nasıl aldın bu bârı sırtına sen?
Muhammed sırtına

- Sen almasan acaba kim gelip de senden iyi,

İdâre eyliyecek düştüğün bu ma'rekeyi?

Evet, adâleti "mutlak" hayâl edersen eğer,

Ömer değil ya ne olsan bırak ki hepsi heder!
adâleti
tahayyül ümîd ye's

Sen ey Ömer, ne meleksin, ne bir emîr-i zalûm... Fakat elinde ne var?

Fıtraten beşer mazlûm!
meleksin emîr zalûm

Görür bürûc-i semânın bütün sitâreleri,

Zalâm içinde, yük altında inleyen Ömer'i!
bürûc semâ

Huzûr-i Hakk'a çıkarken bu unlu cebhenle,

Değil

zemîni, getir şâhid âsümânı bile!
Huzûr Hakk

- Uzak mı yol? Daha çok var mı? - Ancak üç beş adım.

Mecâli kalmamış artık zavallının...

Baktım: Olanca azmini cebr eyleyip, nefes nefese;

Yavaş yavaş yürüyor. Geldi bin

belâ ne ise!
cebr

Sokuldu haymeye, indirdi arkasından unu:

- Bırak da

testiyi yerleştirin kenâra şunu.

Hemen çakılları çömlekten indirip attı,

Uzandı

testiye, yağ koydu, sonra un kattı.

Oturmak istedi, lâkin belâya bak ki: Hemen sönüp gidecek...

-

Teyze, yok mu hiç yakacak?
Ocak

Kadın getirdi beş on parça yaş diken Ömer'e;

Ömer de yakmak için büsbütün serildi yere.
zefir hâr

Sücûd tavr-ı huşû'unda, muttasıl süpürür;

İçinde

rûhu yanar, cebhesinde ter köpürür!
tavr huşû
muhît nûr hıyat

Ocak tutuştu, yemek pişti; - Var mı teyze kabın? Getir de indirelim...

- Var büyükçe bir

kap, alın.

Yemek sıcaktı, fakat kim durup da bekliyecek!

Ömer çocuklara bir bir yedirdi üfliyerek

Kesildi haymede mâtem, uyandı rûh-i sürûr;

Çocuklar oynaşıyorlar, kadın

ferîh ü fahûr.
rûh sürûr ferîh fahûr
Ömer bu âlemi gördükçe gaşyiçindeydi...

Dedim:

-

Sabâh oluyor kalkalım...

- Evet, haydi! Yarın Emâret'e gel teyze, öğleyin beni bul;

Emîr'e söyleriz elbette hayr olur me'mul.

Yüzü gülmüştü teyzenin, baktık,

Biz de çıktık

vedâ edip artık.

Hiç görünmeksizin gelip geçene,

Doğru indik

Halîfe'nin evine.

"Şimdi nerdeyse gün doğar, kalıver."

Diye, koyvermiyordu, çünki,

Ömer.

Etti az sonra subh-i velveledâr<br\/>

Uyuyan

şehri kâmilen bîdâr
şehr kâmil subh velvele

Öğle geçmişti, çıktı geldi kadın.

- Galiba,

teyze, uykusuz kaldın!

İşte bağlanmak üzredir nafakan,

Alacaksın her ay gelip buradan.

Şimdi affeyledin değil mi beni?

- Böyle göster fakat

adâletini.
adâletini
Advertisement