'Latin harflerine transkriptli metin | Sadeleştirilmiş metin | İngilizce Tercümesi |
Geçen akşam eve geldim. Dediler: - Seyfi Baba Hastalanmış, yatıyormuş. - Nesi varmış acaba?
- Keşki ben evde olaydım... Esef ettim, vah vah!
Gecikirsem kalırım beklemeyin... Zîrâ yol
- Daha a'lâ, kalınız Teyzeniz geldi, bu akşam, değiliz biz yalınız.
Boşanan yağmur iliklerde, çamur tâ belde.
"Gel!" diyen taşları kurtarmasa, insan batacak.
Boğuyordum! müteveffâyı bütün âferine.
Düştü artık bize göllerde pekâlâ yüzmek!
Çifte sandal, yüzüyorduk, o yüzer, ben yüzerim!
Fenerim başladı etrâfını tektük hisse.
Bakıyordum daha mahmurluğu üstünde onun:
Kâh olur, mürde şuâ'âtı düşer bir mezara;
Kâh bir ma'bed-i fersûdenin üstünden aşar;
Sonra en korkulu eşhâsa çekinmez, sataşır;
Sokulup bir saçağın altına gûyâ uyuyan
Sesi dinmiş yuvalar, hâke serilmiş evler;
O kopan râbıtanın, darmadağın yavruları;
Evi sırtında, sokaklarda gezen âileler!
Serserî, derbeder, âvâre, harâmî, kaatil...
Bana göstermeli bir kerre... Niçin? Belli değil!
Hatm-i enfâs edivermez mi hemen "cız!" diyerek?
Yürüyen körlere döndüm, o ne dehşetti hele!
Ne yalan söyliyeyim kalbime haşyet geldi.
Hele yâ Rabbi şükür, karşıdan üç tâne fener Geçiyor... Sapmıyarak doğru yürürlerse eğer,
Yolu buldum, diyorum, gelmiş iken hâlâ ben!
Bakalım var mı ışık? Yoksa muhakkak uyudu.
Sarkıtılmış olacak, bir onu bulsam da çekip
Gâlibâ bir çıkan olmuş... Neme lâzım, artık
Ayağımdan çıkarıp lâstiği geçtim ileri.
Merdiven geldi ki zorcaydı biraz tırmanmak!
Aralarken kulağım duydu fakîrin sesini:
- Nerde kaldın? Beni hiç yoklamadın evlâdım! Haklısın, bende kabâhat ki haber yollamadım.
Hele dinlen azıcık anlaşılan yorgunsun.
Üşüyorsan eşiver mangalı, eş eş de ısın.
Odanın loşluğu kasvet veriyor pek, baktım Şu fener yansa, deyip bir kutu kibrit çaktım.
Sürme çekmiş gibi nûr indi mumun kör gözüne!
Gördü bir sahne-i üryân-ı sefâlet ki nigâh,
O perîşanlığı derpîş edemez çünkü hayâl!
Sürünüp mangala yaklaştı bizim Seyfı Baba.
- Sen otur, ben ararım... - Olsa içerdik, iyidir...
Ben de bir karnı geniş cezve geçirdim elime,
Azıcık geldi bizim ihtiyarın benzine kan.
- Şimdi anlat bakalım, neydi senin hastalığın? Nezle oldun sanırım, çünkü bu kış pek salgın.
Dama çıktım, soğuk aldım, oluyor on beş gün.
İhtiyarlık mı nedir, şaşkınım oğlum bu sene.
Oturup kör gibi, nâmerde el açmak iyi mi?
Dostunun yüz karası; düşmanının maskarası!
Ona ancak yapacak: Beş vakit abdestle namaz.
Gece gündüz koşuyor iş diye, bilmem ne zaman
Görüyorsun daha gelmez... Yalınızlık pek güç.
Kimsesizlik bu sefer tak dedi artık canıma!
Açılırsın, sanırım, terlemiş olsan iyice.
İhtiyar terliyedursun gömülüp yorganına... Atarak ben de geniş bir kebe mangal yanına,
Başladım uyku teharrîsine, lâkin ne gezer! Sızmışım bir aralık neyse yorulmuş da meğer.
Önce amma şu fakîr âdemi memnûn edeyim.
Mühürüm boynunu bükmüş duruyormuş sâde!
Ya hamiyyetsiz olaydım, ya param olsa idi! |
Geçen akşam eve geldim. Dediler: -Seyfi Baba Hastalanmış, yatıyormuş. -Nesi varmış acaba?
-Keski ben evde olaydım...Üzüldüm, vah vah!
Gecikirsem kalırım beklemeyin...Çünkü yol
-Daha iyi, kalınız: Teyzeniz geldi, bu akşam, değiliz biz yalınız.
Boşanan yağmur iliklerde, çamur tâ belde.
"Gel!" diyen taşlan kurtarmasa, insan batacak.
Boğuyordum ölmüşleri bütün âferine.
Düştü arak bize göllerde pekâlâ yüzmek!
Çifte sandal yüzüyorduk, o yüzer, ben yüzerim!
Fenerim başladı etrafım tek tük hisse.
Gerçi ben de yoruldum, o fakat pek yorgun... Bakıyorum daha mahmurluğu üstünde onun:
Bazen ölgün ışıkları düşer bir mezara;
Bazen de bir harap mabedin üstünden aşar;
Sonra en korkulu kişilere çekinmez, sataşır;
Sokulup bir saçağın alünda sanki uyuyan
Sesi dinmiş yuvalar, toprağa serilmiş evler;
O kopan evlilik bağının yavruları, darmadağın;
Evi sırtında, sokaklarda gezen aileler!
Serseri, derbeder, başıboş, haydut, katil...
Bana gösterecek bir kere... Niçin? Belli değil!
Son nefesini vermez mi hemen "cız!" diyerek?
Yürüyen körlere döndüm, o ne dehşetti hele!
Ne yalan söyliyeyim kalbime korku geldi.
Geçiyor...Sapmayarak doğru yürürlerse eğer,
Yolu buldum, diyorum, gelmiş iken hâlâ ben!
Bakalım var mı ışık? Eğer yoksa muhakkak uyudu.
Sarkıtılmış olacak, bir onu bulsam da çekip Açıversem...
Galiba bir çıkan olmuş... Neme lazım, artık,
Ayağımdan çıkarıp lastiği geçtim ileri.
Merdiven geldi ki zorcaydı biraz tırmanmak!
Aralarken kulağım duydu fakirin sesini:
Haklısın, bende kabahat ki haber yollamadım.
Hele dinlen azıcık, anlaşılan yorgunsun.
Üşüyorsan eşiver mangalı, eş eş de ısın.
Şu fener yansa, deyip bir kutu kibrit çaktım.
Sürme çekmiş gibi nur indi mumum kör gözüne!
Göründü bir çıplak yoksulluk sahnesi ki göze,
Hayal o perişanlığı çünkü göz önüne getiremez!
Sürünüp mangala yaklaştı bizim Seyfi Baba.
-Sen otur, ben ararım... -Olsa içerdik, iyidir...
Ben de bir karnı geniş cezve geçirdim elime,
Azıcık geldi bizim ihtiyarın benzine kan.
Nezle oldun sanırım, çünkü bu kış pek salgın.
Onu aktarmak için Dama çıktım,soğuk aldım, oluyor on beş gün.
İhtiyarlık mı nedir, şaşkınım oğlum bu sene.
Oturup kör gibi, nâmerde el açmak iyi mi?
Dostunun yüz karası, düşmanının maskarası!
Ona ancak yapacak: Beş vakit abdestle namaz.
Osman Gece gündüz koşuyor iş diye, bilmem ne zaman
(1) Görüyorsun daha gelmez... Yalınızlık pek güç.
Kimsesizlik bu sefer tak dedi artık canıma!
Açılırsın, sanırım, terlemiş olsan iyice.
Atarak ben de geniş bir keçe mangal yanına,
Sızmışım bir aralık neyse yorulmuş da meğer.
Ama önce şu yoksul insanı memnun edeyim.
Mühürüm boynunu bükmüş duruyormuş sâde!
Ya hamiyet duygusundan mahrum yaratılsaydım ya da param olsaydı!
(1) Alaturka saate göre güne} battıktan üç saat sonra anlamındadır. |
Advertisement
Advertisement