Yenişehir Wiki
Register
Advertisement

Şablon:Musevilik

Tevrat, Tora veya Pentateuk, (Arapça :تورة tawrat, İbranice : תורה Torah, Yunanca: ΠεντάτευχοςPentatevhos), Tanah ve Eski Ahit'in ilk beş kitabına verilen isim. Musa'nın Beş Kitabı olarak da bilinir. Orijinal olarak İbranice yazılmıştır. Tanrı tarafından Musa'ya indirildiğine inanılan beş kitaptan oluşur.

İslam öğretisinde Museviliğin kutsal kitabının Tevrat olduğu görüşü egemen olmuştur. Oysa Tevrat, Musevi Kutsal Kitabını (Tanah) oluşturan 39 kutsal metnin sadece ilk beşinden ibarettir.

Kökenbilim[]

Tevrat adı, İbranice Torah sözcüğünün Arapça biçiminin Türkçe'ye uyarlanışıdır. İbranice "öğretme, gösterme, yönlendirme, öğreti, yasa" anlamına gelir.

Tevrat'ı oluşturan kitapların İngilizce ve bazı diğer Batı dillerinde kullanılan adları, Tevrat'ın 2. yüzyılda yapılmış Yunanca çevirisinden gelmiştir. Yunanca ismi olan Pentatefhos, penta (beş) ve tefhos (nüsha,fasikül) sözcüklerinin birleşiminden oluşmuştur.

Hıristiyanlık, Tevrat'ı ve Tanah'ın diğer kitaplarını kutsal kabul eder, ancak Tanrı'nın İsa vasıtasıyla yeni bir ahit getirdiğini kabul eder. Bu nedenle Musevi Kutsal Kitabını Eski Ahit olarak adlandırır. Yahudilik İsa'yı ve Yeni Ahit'i kabul etmediği için Tanah'ın Eski Ahit olarak adlandırılmasını uygun bulmaz.

Tevrat'ın bölümleri (Musa'nın Beş Kitabı)[]

  • [[Tekvin (Tevrat)|Tekvin]] veya Yaratılış:

Dünyanın ve insanın yaratılışını, Cennetten kovuluşu, Nuh tufanını, İbrani halkının ataları olan İbrahim, İshak, Yakup ve Yusuf'u anlatır.

  • Çıkış veya Mısır'dan Çıkış:

Yahudi halkının Musa önderliğinde Mısır'dan çıkışını ve yıllarca Sina çölünde yolunu kaybedişini, on emrin indirilişini, temel yasaların kabulünü anlatır.

  • Levililer:

Harun'un oğullarının kâhin atanmasını ve eski İsrail'in tapınma düzenini anlatır.

  • Sayılar veya Çölde Sayım:

İsrail halkının Sina Dağı'ndan göçüp Kenan ülkesinin doğu sınırına varıncaya kadar başından geçenleri anlatır. Ayrıca Kenan sınırında Tanrının Musa aracılığıyla verdiği yasaları içerir.

  • Tesniye veya Yasanın Tekrarı:

Musa'nın ölümünden önce Moav Çölü'nde halkına verdiği öğütleri içerir.

İslam inancında Tevrat[]

İslam dini Tevrat'ı kutsal kabul eder, ancak Tevrat'ın özgün metninin zamanla tahrif edildiğini ileri sürer.

Kur'an'da Tevrat'ın Allah tarafından Musa peygambere indirilmiş bir kitap olduğu belirtilir.

"Sonra iyilik edenlere nimetimizi tamamlamak, her şeyi açıklamak, hidayete erdirmek ve rahmet etmek maksadıyla Musa'ya da Kitab'ı (Tevrat'ı) verdik. Umulur ki, Rablerinin huzuruna varacaklarına iman ederler." (En'am Suresi, 154. ayet)

"Ondan önce de bir rahmet ve rehber olarak Musa'nın kitabı vardır. Bu (Kur'an) da, zulmedenleri uyarmak ve iyilik yapanlara müjde olmak üzere Arap lisanıyla indirilmiş, doğrulayıcı bir kitaptır." (Ahkaf Suresi, 12. ayet).

Dosya:Torah and jad.jpg

Tevrat ruloları

Wikisource-logo
Vikikaynak'ta bu konuyla ilgili metin bulabilirsiniz.
Tevrat

İç bağlantılar[]

Dış bağlantılar[]


Dosya:Portal-puzzle.svg Yahudilik portal


af:Torah an:Torá ar:التوراة ast:Torá az:Tövrat ba:Тора bn:তৌরাত br:Torah bs:Tora ca:Pentateuc ceb:Tora cs:Tóra da:Tora de:Tora en:Torah eo:Leĝo de Moseo es:Torá et:Toora eu:Tora ext:Torá fa:تورات fi:Toora fiu-vro:Toora fr:Torah fur:Torah ga:An Torah he:תורה hi:तोरा hr:Tora hu:Tóra ia:Torah id:Taurat is:Torah it:Torah ja:モーセ五書 jv:Torèt ka:თორა ko:토라 ku:Tewrat lad:Tora lt:Tora lv:Tora mr:तोराह ms:Taurat nl:Thora nn:Torá no:Tora oc:Torà pl:Tora pt:Torá ro:Tora ru:Тора scn:Torah sh:Tora simple:Torah sk:Tóra sq:Torah sr:Тора sv:Torah sw:Torati te:తోరాహ్ th:โตราห์ tl:Tora uk:Тора ur:توریت yi:תורה zh:摩西五经 zh-min-nan:Mô͘-se Gō͘ Keng


Müftülük ilavesi[]

Sözlükte "kanun, talim ve şeriat" anlamına gelen Tevrât, ıstılahta, Yüce Allah'ın vahiy yoluyla Hz. Musa'ya, kavmine tebliğ etmesi için indirdiği kitabın adıdır. Kur'ân-ı Kerim toplam 17 yerde bu kitaba atıfta bulunmakta, ancak onun Yahûdîler tarafından tahrif edildiğini de bildirmektedir (Bakara, 2/75; Âl-i İmrân, 3/3, 48,50,56, 93; Mâide, 5/43, 44, 46, 66, 68, 110; A'râf, 7/157; Tevbe, 9/111; Fetih, 48/29; Sâf, 61/6; Cum'a, 62/5).

Yahûdîler Tevrat'ın birbirinin tamamlayıcısı olduğuna inandıkları beş kitaptan oluştuğunu kabul etmektedirler. Bunlar; Tekvin, Huruç, Tevrat, Sayılar ve Tesniye'dir. Tarihî kayıtlara göre ilk kez Asur Kralı Buhtunnasr Kudüs'ü işgal edince Tevrat nüshalarını yakmıştır. Yahûdîlere göre Azra isimli biri yüz sene sonra Tevrat'ı ezberinden tekrar yazmıştır. Bu nedenle Yahûdîler Azra'yı da peygamber olarak kabul ederler. Bu zatın Kur'ân'da zikrolunan Hz. Üzeyr olabileceğini düşünenler de vardır. Yine Yahûdî kaynaklarına göre Roma Kralı Artiokus da Filistin'i işgal ettikten sonra Tevrat nüshalarını ikinci kez yaktırmıştır. Böylece Tevrat'ın nasıl yazıldığı hususunda net bilgi yoktur. Ancak Müslümanlar, Allah'ın Hz. Musa'ya bir kitap verdiğine ve bunun Tevrat olduğuna inanırlar. Fakat o Tevrat'ın bugünkü Tevrat olmadığı da bir gerçektir.

TEVRAT Sözlükte "kanun, talim ve şeriat" anlamına gelen Tevrât, ıstılahta, Yüce Allah'ın vahiy yoluyla Hz. Musa'ya, kavmine tebliğ etmesi için indirdiği kitabın adıdır. Kur'ân-ı Kerim toplam 17 yerde bu kitaba atıfta bulunmakta, ancak onun Yahûdîler tarafından tahrif edildiğini de bildirmektedir (Bakara, 2/75; Âl-i İmrân, 3/3, 48,50,56, 93; Mâide, 5/43, 44, 46, 66, 68, 110; A'râf, 7/157; Tevbe, 9/111; Fetih, 48/29; Sâf, 61/6; Cum'a, 62/5).

Yahûdîler Tevrat'ın birbirinin tamamlayıcısı olduğuna inandıkları beş kitaptan oluştuğunu kabul etmektedirler. Bunlar; Tekvin, Huruç, Tevrat, Sayılar ve Tesniye'dir. Tarihî kayıtlara göre ilk kez Asur Kralı Buhtunnasr Kudüs'ü işgal edince Tevrat nüshalarını yakmıştır. Yahûdîlere göre Azra isimli biri yüz sene sonra Tevrat'ı ezberinden tekrar yazmıştır. Bu nedenle Yahûdîler Azra'yı da peygamber olarak kabul ederler. Bu zatın Kur'ân'da zikrolunan Hz. Üzeyr olabileceğini düşünenler de vardır. Yine Yahûdî kaynaklarına göre Roma Kralı Artiokus da Filistin'i işgal ettikten sonra Tevrat nüshalarını ikinci kez yaktırmıştır. Böylece Tevrat'ın nasıl yazıldığı hususunda net bilgi yoktur. Ancak Müslümanlar, Allah'ın Hz. Musa'ya bir kitap verdiğine ve bunun Tevrat olduğuna inanırlar. Fakat o Tevrat'ın bugünkü Tevrat olmadığı da bir gerçektir. (F.K.)

TEVRAT.. TEVRAT TEVRAT Allah'tan gelen dört büyük kitaptan ilki. İbranice Tura kelimesinin Arapçalaşmış biçimi olan Tevrat kanun, ittifak, birlik, anlaşma, sözleşme, adlaşma gibi anlamları dile getirir. İslâm geleneğinde Hz. Musa'ya nazil olan kitabı belirtir. Yahudi geleneğinde ise, bugün Ahd-i Atik (Eski Ahit) denilen kitaplar toplamının adıdır. [1] Bu kitabın aslının Allah’ın kitabı olduğuna inanmak her müslümana farzdır. Reddetmek küfrü gerektirir. Çünkü Kur’an’da ve hadislerde Tevrat’ın bir Allah kitabı olduğu en kesin ve açık şekilde anlatılmış, “Tevrat’ı biz indirdik. Onda hidayet ve nur vardır. Kendilerini Allah’a vermiş peygamberler onunla yahudilere hükmederlerdi. Allah’ın kitabını korumaları kendilerinden istendiği için Rablerine teslim olmuş zahidler ve bilginler de (onunla hükmederlerdi) Hepsi ona (hak olduğuna) şahidlerdi.” (Maide: 5/44) buyurulmuştur. Bugün elde birbirine uymaz tarafları pek çok olan meşhur üç Tevrat vardır. Bunlardan biri İbranice, biri Yunanca, diğeri de Samirice’dir. Bunların haricinde kalan ve daha çok uyuşmazlıklar da bulunan Tevrat’lar da mevcuttur. Tevrat beş bölümü içine alır: 1) Tekvin: Yaratılış destanından, insanların ilk suçundan, nuh tufanından, Hz. İbrahim’den, İshak, Ya’kub, Yusuf’tan ve Beni İsrail’in hayatlarından bahseder. Bu ilk kitap 50 babdır. 2) Huruc (Çıkış): Musa’dan ve Beni İsrail’in Mısır’dan çıkışlarından, Allah’ın Tur dağında Musa’ya kanunlarını bildirmesinden bahseder. 40 babdır. 3) Levililer: Bu kitapta ayin ve merasime ait usuller, kurban, kâhinler, temizlik kanunlarıbayramların tanzimi izah edilir. 27 babdır. 4) Adât (Sayılar): Hz. Musa’nın vefatından sonra İsrail milletinin Tur dağından kalkıp Erden ülkesine, Ken’an diyarına-Filistin’e girmelerinden bahseder. 36 babdır. 5) Tesniye: Hazreti Musa’nın ölümünden ve onun zamanında bulunmayan an’anelerinden bahseder.[2] Dinler tarihçileri 39 kitaptan meydana gelen Tevrat'ı genellikle üç bölüme ayırırlar: 1- Tevrat (Kanun Kitabı), 2- Nebiim (Nebiler Kitabı), 3- Ketubim (Yazılar Kitabı). 1. Bölüm, Hz. Musa'nın ilk beş kitabını ihtiva eder. İslâm âlimlerine göre de Cenab-ı Hak tarafından Hz. Musa'ya verilen asıl Tevrat budur. Bu ilk beş kitap (Fr. Pentateuque) Tekvin, Çıkış, Levlililer, Sayılar ve Tesniye'den meydana gelmektedir. 2. Bölüm, Nebiim 6. Kitap (Yeşu)'dan başlar, 22. Kitap (Neşidelerin Neşidesi)'ne kadar devam eder. 3. Bölüm, Ketubim 23. Kitap İşaya'dan başlar, 39. Kitap olan Malaki ile sona erer. Yahudiliğe göre Tevrat'ın ilk beş kitabı kelimesi kelimesine Yahveğ (Yehova) tarafından Hz. Musa (Moşe)'ya bildirilmiş Tanrı kelâmıdır. Beşinci kitaptan sonra gelen Yeşu da aynı kitaptan sayılmış ve böylece altı kitaplık bir deste meydana getirilmiştir. 18 yy. Fransız bilginlerinden Jean Astruc'a göre ilk beş kitaptan meydana gelen Tevrat'ın 1. Bölümü, birbirine karıştırılmayan iki ayrı anlatım tarzı ihtiva etmektedir. Bu iki ayrı anlatımdan birinde Tanrı'nın adı Elohim (Ruhlar), diğerinde ise Yehova (Varolan) diye geçmektedir. Diğer bir ifade ile bu iki metne Elohist ve Yahvist metin denilmektedir. Bu iki ayrı metinde birçok çelişkiler tesbit edilmiştir. Tevrat'ın bütünü Tevkin'le başlar ve Malaki ile son bulur. Tekvin, "Başlangıçta Allah gökleri ve yeri yarattı" cümlesi ile başlamakta, Malaki de, "O da babaların yüreğini oğullara ve oğulların yüreğini babalarına döndürecektir, ta ki, gelip dünyayı lânetle vurmayayım" cümlesiyle sona ermektedir.[3] Halen de mevcut Kitab-ı Mukaddes külliyatının baş kısmında yer alan Tevrat'ın 39 kitabı şu sırayı takibetmektedir: 1- Tekvin, 2- Çıkış, 3- Levililer, 4- Sayılar, 5- Tesniye, 6- Yeşu, 7- Hâkimler, 8- Put, 9- Samuel, 10- II. Samuel, 11- I. Krallar, 12- II. Krallar, 13- I. Tarihler, 14- II. Tarihler, 15- Ezra, 16- Nehemya, 17- Ester, 18- Eyub, 19- Mezmurlar, 20- Süleyman'ın Meselleri, 21- Vaiz, 22- Neşidelerin Neşidesi, 23- İşaya, 24- Yeremya, 25- Yeremya’nın Mersiyeleri, 26- Hezekiel, 27- Daniel, 28- Hoşea, 29- Yoel, 30- Amos, 31- Obadya, 32- Yunus, 33- Mika, 34- Nahum, 35- Habakkuk, 36- Tsefenya, 37- Hağgay, 38- Zekarya, 39- Malaki. Klasik İslâm literatüründe genellikle İbranice, Yunanca ve Samirice olan üç meşhur nüshası bulunduğu kabul edilir. Yahudiler ve Protestanlar İbranice, Roma ve Doğu kiliseleri Yunanca, Samiriler de Samirice nüshayı diğerlerine tercih ederler. Kur'an-ı Kerîm'in yedi ayrı suresinin 16 ayetinde[4] Tevrat kelimesi geçmektedir.[5] Cenab-ı Hak, Tevrat ve İncil'in Kur'an-ı Kerim'den önce indirildiğini[6], Hz. İsa'ya yazı, hikmet, Tevrat ve İncil'in öğretileceğini[7], Kur’an’ı, Tevrat'ı tasdik edici olarak gönderdiğini[8] Tevrat ve İncil'in Hz. İbrahim'den sonra indirildiğini[9] Tevrat'ta bir hidayet ve nur bulunduğunu[10] Tevrat'ın bir tasdikçisi olarak İncil'in indirildiğini[11] Tevrat, İncil, ve Kur'an'ın dosdoğru tutulması gerektiğini[12] beyan buyurmuştur.[13] Yukarıda anılan Tevrat'la ilgili ayetlerin açıklanmasında müfessirler, Ehl-i Kitabın, Tevrat sözü ile Hz. Musa'nın yazdığı söylenen Tevrat'ın ilk beş kitabını kastettiklerini, Hristiyanların ise Tevrat kelimesini Ahd-i Atik adı verilen kitapların hepsi için kullandıklarını, Hz. Musa kavminin Tevrat'ı muhafaza edemediklerini özellikle vurgulamışlardır.[14] Tevrat, Türkiye'de bu orijinal adıyla bilindiği gibi, Ahd-i Atik adıyla da tanınır. Bütün dünyada yaygın olan Kitab-ı Mukaddes Şirketi'nce, Kitab-ı Mukaddes başlığı ile yayınlanan külliyat, Yahudilik ve Hristiyanlığın bütün kitaplarını bir arada sunmaktadır. Yahudiler Hz. Musa'ya Allah tarafından vahyedildiğini, ancak zamanla tahrife uğradığını açıklamıştır. Halen elde mevcut olan Tevrat'ta birçok tenakuzun tesbit edilmiş olması da bunun delilidir. Bu husus dinler tarihi açısından ayrıca önem arzetmektedir. Her ne kadar Yahudilik tâlimlerinin bütününe Tevrat deniliyor ve bu terim Hz. Musa'ya atfedilen ilk beş kitabı ifade ediyorsa da; Tora, Yahudiliğin diğer kitap ve öğretilerini de içine almaktadır. Yahudiliğe göre Tevrat, 1. Yazılı, 2. Sözlü olmak üzere iki kısımda incelenebilir. 1- Yazılı olan kısım Tûr-i Sina'da (Har Sinay) Tanrı Yahve tarafından Hz. Musa (Moşe)'ya indirilen beş kitap ve eklerini ihtiva eder. 2- Sözlü olan kısım ise, yine Hz. Musa'ya atfedilen ve ondan nakledilenlerle, Tevrat'ı tamamlayan açıklamaları ihtiva eder. Günümüz Yahudileri Tevrat karşılığında Tanah terimini kullanmayı tercih etmektedirler. Takriben M. Ö. 1200- 1100 yılları arasında da tamamlanan ve İbranice yazılmış olan Tanah'ın içerisinde birkaç Aramca parça da bulunmaktadır. Tevrat'ın eski İbranca yazması M.S. 7, ve 10. yy'da kaleme alınmış bir kaynaktır. Bu kaynağın M.Ö. 1. yy'daki İbranca metinlere dayandığı dinler tarihçilerince ileri sürülmektedir. 1947'de Kumran Vadi'sinde, Lut Gölü'nün kuzey-batısında ve Yehu'nun 12 km. güneyinde bedevinin birinin mağarada bulduğu eski İbranca yazmalar, gerek umumi tarih, gerek dinler tarihi açısından oldukça önem taşımaktadır. Aynı çalışmaların devamı olan 1951-1958 yılları kazıları da yeni keşiflere ufuk açmıştır. Yahudiler nazarında Tevrat Allah kelamıdır ve ibadetlerde önemli bir yer tutar. Yahudilerin havra ve sinagoglarında, mihrap denilen bir yerde, dolap içinde, sırmalı ve ipekli örtülere sarılmış yazma nüshalar muhafaza edilir. Tahrife uğramadan önce Süleyman Mâbedi (Beyt Ha-Mikdaş)'ndeki Mukaddes Sandık (Arona Kodeş)'da, Hz. Musa'nın getirdiği Tevrat levhalarının muhafaza edildiğine inanılmakta idi. İbadet için havra veya sinağoğa giden her yahudi, öncelikle Tevrat tomarının korunduğu sandık veya dolabı temmaşa eder, mümkünse ona elini sürer ve öper. Bu hareketler sembolik bir anlam taşır ve belli belirsiz bir şekilde yapılır. Havra veya sinagogta Tevrat yere düşerse haham (rav) hemen onu alır. Bundan dolayı haham ve oradaki cemaat 30 gün oruç tutmak zorundadır; buna cumhur (cemaat) orucu denir. Yahudi inancına göre nerede olursa olsun Tevrat okunurken başın mutlaka örtülmesi şarttır. Açık başla mabede girilmez, Tevrat da okunmaz. Ayrıca usulüne göre abdest almak ve temiz bulunmak lâzımdır. Tevrat askeri geçitlerde (Ha Tsaada) askerlerin koruması altında geçirilir. Tevrat'ın tamamı okunduktan sonra, tomar halindeki Tevrat bir tahta konularak sokağa çıkarılır, törenle dolaştırılır. Buna Tevrat Bayramı denir. Bu merasim bütün dünyada aynı şekilde yapılır. Omuzlarda ve kucakta Tevrat taşımak sevap sayılır. Gerek sivil, gerek askerlikte yemin Tevrat üzerine yapılır. Din bilgisi, tarih ve okuma kitaplarına Tevrat'tan seçilmiş metinler konulur. Tevrat hakkında tartışma ve eleştiriye kesinlikle izin verilmez. Okul çağındaki her öğrencinin bir Tevrat'ı vardır ve sınıflarda da ancak baş örtülü olmak şartıyla Tevrat okunabilir.[15] [1] Osman Cilacı, Şamil İslam Ansiklopedisi: 6/215. [2] Bkz. Ahmed Kahraman, Dinler Tarihi, İstanbul 1984; A. Lütfü Kazancı, İslam Akaidi, Marifet Yayınları: 117-118. [3] Kitab-ı Mukaddes, Eski ve Yeni Ahit, İstanbul, 1965. [4] Âl-i İmrân: 3/48, 50, 65, 93; el-Maide: 5/43, 44, 46, 66, 68, 110; el-Âraf: 7/157; et-Tevbe: 9/111; el-Feth: 48/29; es-Saf: 61/6; el-Cum'a: 62/5. [5] M. Fuad Abdulbâki, el-Mu'cem, Kahire, 1964. [6] Âl-i İmrân: 3/3. [7] Âl-i İmrân: 3/48. [8] Âl-i İmran: 3/50; el-Mâide: 5/110; es-Saf: 61/6. [9] Âl-i İmran: 3/65. [10] el-Maide: 5/44. [11] el-Maide: 5/46. [12] el-Maide: 5/66, 68. [13] Hasan Basri Çantay, Kur'an-ı Hakîm, Meâl-i Kerim, İstanbul 1962, I-III. [14] İbn Kesir, Tefsir, Beyrut, 1966, II, 3 vd. [15] Osman Cilacı, Şamil İslam Ansiklopedisi: 6/215-216. Muharref Ahd-i Atik’teki (Tevrat’taki) Çelişkiler Muharref Ahd Muharref Ahd-i Atik’teki (Tevrat’taki) Çelişkiler: Musa’ya inen (veya Musa’nın yazdığı) Tevrat (Tesniye, 31/24, s. 210). Musa’nın ölüm sonrasından bahsediliyor (Tesniye, 34/5-12, s. 215) “Allah’ı gördüler.” (Çıkış, 24/9, 10, 11, s. 78). “Allah’ı kimse görmemiştir.” (Yuhanna, 1/18, s. 92 -Ahd-i Cedid-). “Allah’ı gören yaşamaz.” (Çıkış, 33/20, s. 89). Allah’ı gördü, sağ kaldı (Tekvin, 32/30, s. 33) “Bilmedin mi? İşitmedin mi? Ebedî Allah, Rab, Dünyanın utçlarını yaratan, zayıflamaz ve yorulmaz; onun anlayışının derinliğine erilmez.” (İşaya, 40/28, s. 703). “Ve Allah yedinci günü mübarek kıldı ve onu takdis etti; çünkü Allah yaratıp yaptığı bütün işte o günde istirahat etti (yani yoruldu)” (Tekvin, 2/3, s. 2; s. 87). “Çünkü Rab gökleri ve yeri altı günde yarattı ve yedinci günde rahat etti ve dinlendi.” (Çıkış, 31/17, s. 87). “Yedinci günde istirahat etti.” (Çıkış, 20/11, s. 74) Allah bir şeyi yaptığına nâdim (pişman) olur mu, olmaz mı? “Allah insan değil ki, yalan söylesin. Ve insan oğlu değil ki, nâdim olsun." (Sayılar 23/19, s. 160). “Allah nâdim oldu.” (Tekvin, 6/7, s. 5; s. 87). "Ve Rab yeryüzünde adamı yaptığına nâdim oldu ve yüreğinde acı duydu." (Tekvin, 6/6-7, s. 5); "Sen, kötülükten nâdim olan Allah'sın." (Yunus 4/-2, s. 875) “O göklerde değildir ki, diyesin: Kim bizim için göklere çıkacak ve bizim için onu alıp getirecek ve bize işittirecek ki, onu yapalım?” (Tesniye, 30/12, s. 208) “Fakat imandan olan salâh böyle diyor: Kendi yüreğinde: Göke kim çıkacak?” (Tesniye, 30/12, 13) (Yani Mesih’i indirmek için) deme” (Romalılara 10/6, s. 162 -Ahd-i Cedid-) "Çünkü kocan seni Yaratandır; onun ismi orduların Rabbidir; ve seni fidye ile Kurtaran İsrail'in Kuddûsüdür; ona bütün dünyanın Allahı denecektir." (İşaya, 54/5, s. 714) “Ve Süleyman’ın cenk arabaları için kırk bin ahır bölüğünde atları vardı. Ve on iki bin atlısı vardı.” (I. Krallar, 4/26, s. 341) “Ve atlarla cenk arabaları için Süleyman’ın dört bin ahırı vardı ve on iki bin atlısı vardı. Ve Süleyman’ın yük taşıyan yetmiş bin ve dağlarda taş kesen seksen bin adamı, bunlardan başka Süleyman’ın işte çalışan kavmin üzerine hükmeden işin başında bulunan üç bin üç yüz baş kâhyaları vardı.” (I. Krallar, 5/15-16, s. 341). “Ve Süleyman yük taşıyan yetmiş bin adam ve dağlarda taş kesen seksen bin adam ve onların üzerinde iş başı olan üç bin altı yüz adam saydı.” (II. Tarihler, 2/2, s. 429) (Mâbedin dökme denizi) “iki bin bat su alırdı.” (I. Krallar, 7/26, s. 344). “Ve içi üç bin bat su alırdı.” (II. Tarihler, 4/5, s. 431) “Yahuda kıralı Asa’nın yirmi altıncı yılında Baaşanın oğlu Ela Tirtsada İsrail üzerine kıral oldu ve iki yıl kırallık etti.” (I. Krallar, 16/8, s. 357) “Asa’nın kırallığının otuz altıncı yılında İsrail kıralı Baaşa Yahuda’ya karşı çıktı ve Yahuda kıralı Aşa’nın yanına giren ve çıkan adam bırakmasın diye Rama şehrini yaptı.” (II. Tarihler, 15/1, s. 442). “Yahuda kıralı Asa’nın otuz birinci yılında Omri İsrail üzerine kıral oldu, on iki yıl kırallık etti; Tirtsada altı yıl kırallık etti.” (I. Krallar, 16/23; s. 358) “Ahazya kıral olduğu zaman yirmi iki yaşında idi ve Yeruşalim’de bir yıl kırallık etti. Ve anasının adı İsrail kıralı Omrinin kızı Atalya idi.” (II. Krallar, 8/26, s. 377). “Ahazya kıral olduğu zaman kırk iki yaşında idi ve Yeruşali’de bir yıl kırallık etti. Ve anasının adı Omrinin kızı Atalya idi.” (II. Tarihler, 22/2, s. 448) “Yehoyakin kıral olduğu zaman on sekiz yaşında idi ve Yeruşalim’de üç ay kırallık etti.” (II. Krallar, 24/8, s. 396). “Yehoyakin kıral olduğu zaman sekiz yaşında idi ve Yeruşalim’de üç ay on gün kırallık etti.” (II. Tarihler, 36/9, s. 464) “Ve Gibeonun babası, Yeiel Gibeonda otururdu, karısının adı Maaka idi ve ilk oğlu Abdon ve Tsur ve Kiş ve Baal, ve Nadab ve Gedor ve Ahyo ve Zeker ve Miklot.” (I. Tarihler, 8/29, s. 408). (Hemen bir sayfa sonra:) “Ve Gibeonda Gibeonun babası Yeiel otururdu, onun karısının adı Maaka idi; ve ilk oğlu Abdo, ve Tsur ve Kiş ve Baal ve Ner ve Nadab ve Gedor ve Ahyo ve Zekarya ve Miklot.” (I. Tarihler, 9/35-37, s. 409) “Ve Ahaz Yehoaddanın babası oldu; ve Yehoadda Alemetin ve Azmevetin ve Zimrinin babası oldu.” (I. Tarihler, 8/36, s. 408). (Hemen bir sayfa sonra:) “Ve Ahaz Yaranın babası oldu ve Yara Alemetin ve Azmevetin ve Zimrinin babası oldu.” (I. Tarihler, 9/42, s. 409) Harun put yaptı ve buzağı heykeline taptı: Çıkış, 32/1-6, s. 87. “Ve Rabbin mukaddesi Harun’u kıskandılar.” (Mezmurlar, 106/16, s. 604) “Fahişelik ettikleri zaman kızlarınızı ve zina ettikleri zaman gelinlerinizi cezalandırmayacağım.” (Hoşea, 4/14, s. 858). “Ve başka birinin karısı ile zina eden, komşusunun karısı ile zina eden adam, hem o, hem kadın mutlaka öldürülecektir.” (Levililer, 20/10, s. 120) Kötülüklere ceza ve mükâfât: “Yahuda’nın ilk oğlu Er Rabbin gözünde kötü idi ve Rab onu öldürdü.” “Onan kardeşine zürriyet vermesin diye yere dökerdi. Ve yaptığı şey Rabbin gözünde kötü oldu ve onu da öldürdü.” (Tekvin, 38/7 ve 9, 10) ve devamında anlatılıyor ki, bu oğulların babaları Yahuda, gelini Tamala zina ediyor, her ikisi de ne öldürülüyor, ne de kendilerine başka ceza veriliyor. Tam tersine, bu zina ürünleri Davud’un ve İsa’nın ataları oluyor, yani şerefli kılınıyor (İsa’nın ve Davud’un ataları için bkz. Matta, 1/3, s. 1 -Ahd-i Cedid-) “Saul’un kıralı Mikal’ın ölüm gününe kadar çocuğu olmadı” (II. Samuel, 6/23, s. 312). “Beş çzocuğu oldu” (II. Samuel, 21/8, s. 329) “Davud Hadadezer’den 1700 atlı aldı.” (II. Samuel, 18/8, s. 313). Davud Tıbhat’tan ve Kun’dan tunç aldı” (I. Tarihler, 18, s. 418) “Toi, Yoram, Seraya” (II. Samuel, 8/9, 10, 17, s. 314). “Tou, Hadoram, Şavşa” (I. Tarihler, 18/9, 10, 16, s. 418) Davud Suriyelilerden yedi yüz araba, cenkçiler ile kırk bin atlı telef etti. (II. Samuel, 10/18, s. 315). Davud Suriyelilerden yedi bin araba, cenkçiler ile kırk bin yaya asker öldürdü (I. Tarihler, 19/18, s. 419) “Davud’un yiğitlerinin adları şunlardır: Üçlerin başı, Tahkemonlu Yoşebbaşşebet, bir kerede vurulmuş sekiz yüz kişiye karşı olan Etsnî Adino o idi” (II. Samuel, 23/8, s. 332). “Davud’un yiğitlerinin sayısı şudur: Hakmonî’nin oğlu, otuzların başı, Yaşobeam; üç yüze karşı mızrağını kaldırdı.” (I. Tarihler, 11/11, s. 410) “Ve İsrail’e karşı Rabbin öfkesi yine alevlendi ve: Git, İsrail’i ve Yahuda’yı say diye Davud’u onlara karşı tahrik etti.” (II. Samuel, 24/1, s. 333). “Ve şeytan İsrail’e karşı kalktı ve İsrail’i saymak için Davud’u tahrik etti.” (I. Tarihler, 21/1, s. 419) “Ve Yoab yazılanların sayısını krala verdi ve İsrail’de kılıç çeken sekiz yüz bin yiğit vardı ve Yahuda adamları beş yüz bin kişi idi.” (II. Sauel, 24/9, s. 333). “Ve Yoab yazılan kavmin sayısını Davud’a verdi. Ve bütün İsrail, kılıç çeken bin binler ve yüz bin kişi idi” (bin binler = bir milyon, ve yüz -bir milyon yüz bin-) “Ve Yahuda kılıç çeken dört yüz yetmiş bin kişi idi.” (I. Tarihler, 21/5) “Ve Gad Davud’a gelip ona bildirdi ve kendisine dedi: Sana memleketinde yedi kıtlık yılı mı gelsin?” (II. Samuel, 24/13, s. 334). “Ve Gad Davud’a gelip ona dedi: Rab şöyle diyor: İstediğini al: Ya üç yıl kıtlık...” (I. Tarihler, 21/11, s. 419-420) “İnsanın ömrü en çok 120 yıl olacaktır.” (Tekvin, 6/3, s. 5). “Nuh 950 yıl yaşadı.” (Tekvin, 9/29, s. 8) “Gemiye her yaşayandan ikişer gelecek.” (Tekvin, 6/19-20,s. 6). “Gemiye her yaşayandan yedişer gelecek.” (Tekvin, 7/2-3, s. 6) “Ve Abram dedi: Ya Rab Yahova” (Tekvin, 15/2, s. 12). “Ben Rabbım ve İbrahim’e... Yehova ismimle mâlum olmadım” (Çıkış, 6/2-3, s. 58) Kurban İshak idi (Tekvin, 22. bap, s. 19). Biricik oğlu idi (İsmail) (Tekvin, 22. bap, s. 19). "Ve Abramın karısı Saray ona çocuk doğurmadı; ve Sarayın bir cariyesi, bir Mısırlı vardı, ve onun adı Hacardı... Ve Hacarın yanına girdi, ve o gebe kaldı; ve gebe kaldığını görünce, kendi hanımı gözünde küçüldü... Ve Hacar Abrama bir oğul doğurdu, ve Abram Hacarın doğurduğu oğlun adını İsmail koydu. Ve Hacar Abrama İsmaili doğurduğunda Abram seksen altı yaşında idi." (Tekvin, 16/1, 4, 15) "Ve İbrahim, oğlu İshak kendisine doğduğu zaman, yüz yaşında idi." (Tekvin, 21/5, s. 18). Demek ki, İsmail'in doğduğundan tam on dört sene sonra İshak doğmuştu. İsmail ilk ve ondört sene tek çocuk idi. "Şimdi oğlunu, sevdiğin biricik oğlunu... kurban olarak takdim et... kendi biricik oğlunu benden esirgemedin... ve biricik oğlunu esirgemedin." (Tekvin, 22/2, 12, 16)" . "Ama, bu biricik oğulun ismi İshak olarak açıklanır: "Şimdi oğlunu, sevdiğin biricik oğlunu, İshakı al ve Moriya diyarına git... kurban olarak takdim et." (Tekvin, 22/2, s. 22). "Ve İbrahim Allaha dedi: Keşke İsmail senin önünde yaşıyabilse!" (Tekvin, 17/18, s. 14; Demek ki, o kurban olacaktı.) “Bütün canlar otuz üçtü.” (Tekvin, 46/15, s. 48) (Saydığımızda otuz dört çıkıyor.) “Yakub’un evinin Mısar’a gelen bütün canları yetmiş idi.” (Tekvin, 46/27, s. 48). “Yakub’u ve bütün akrabası yetmiş beş canı çağırdı.” (Rasullerin İşleri, 7/14, s. 126 -Ahd-i Cedid-) “Mısırlıların bütün hayvanları öldüler.” (Çıkış, 9/6, s. 62). “Hayvanlarını evlere kaçırdı... Hayvanlarını tarlada bıraktı.” (Çıkış, 9/20-21, s. 62) “Harun Hor dağının tepesinde öldü.” (Sayılar, 20/27-28, s. 156 ve Sayılar 33/39, s. 172). “Harun Mosera’da öldü ve orada gömüldü.” (Tesniye, 10/6, s. 187) “Zina eden İsrailoğullarından vebada ölenler 24 bin kişi idi.” (Sayılar, 25/9, s. 162). “23 bin kişi idi.” (I. Korintoslulara, 10/8, s. 176 -Ahd-i Cedid-) “Husyesi ezilmiş, yahut uzvu kesilmiş olan adam Rabbın cemaatına girmeyecektir.” (Tesniye, 23/1, s. 200). “Göklerin melekûtu uğrunda kendilerini hadım edenler de vardır. Bunu kabul edebilen etsin.” (Matta, 19/12, s. 21 -Ahd-i Cedid-) Davud, Yesse’nin 8. oğlu (I. Samuel, 16/10-11, s. 288). Davud, Yesse’nin 7. oğlu (I. Tarihler, 2/14-15, s. 400) Davud, Rabbın sandığını Filistî’ler Savaşından sonra taşıdı (giydi) (II. Samuil, 6/10-13, s. 312). Savaştan önce aldı (I. Tarihler, 13-14, s. 413) Abşaloma 3 oğulla bir kız doğurdu ve kızın adı Tamar’dı (II. Samuel, 14/27, s. 320). Talmay’ın kızı Maaka’nın oğlu Abşalom (I. Tarihler, 3/2, s. 401). Abşalomun kızı Maaka’yı aldı, Abiya’yı doğurdu (II. Tarihler, 11/20, s. 439) Babil esaretinden sonra Yeruşalim’e ve Yahuda’ya dönmüş bulunanların sayılarını veren Ezra bab 2 (s. 466-467) ile Nehemya bab 7 (s. 482-483) arasında en yirmi çelişki mevcuttur. Ayrıca Ezra 30. cümlede, Mağbiş oğullarının 156 kişi olduklarını zikrederken Nahemya bunu unutmuştur. Burada çok ilginç bir hâdise çıkıyor. Şöyle ki: Nahemya’nın adetlerini verdiği 41 cemaatın nüfus miktarını tek tek toplarsanız 31089 kişi tuttuğunu göreceksiniz. Ezra’nın saydığı 42 cemaatın nüfus miktarı ise toplam 29818 tutmaktadır. Ne var ki bu farklı sonuçlarına rağmen her ikisi de toplam nüfusu 42360 kişi olarak vermektedir. Sonuçları birbirinden farklı olmasına rağmen nasıl oluyor da her ikisi kendi hesaplarıyla çelişen bir sayıda (42360) ittifak edebiliyorlar? Nahemya 31089’a 1127 sayısını, Ezra da 29818’e 12542 sayısını ekleyerek 42360’da karar kılmışlardır. İşte bu çelişkileri yakından görelim: “Arah oğulları, yedi yüz yetmiş beş (775)” (Ezra, Bab 2, s. 466). “Arah oğulları, altı yüz elli iki (652)” (Nehemya, Bab 7, s. 482) “Yeşua ve Yoab oğullarından Pahat-moab oğulları, iki bin sekiz yüz on iki (2812).” (Ezra, Bab 2, s. 466). “Yeşua ve Yoab oğullarından Pahat-moab oğulları, iki bin sekiz yüz on sekiz (2818)” (Nehemya, Bab 7, s. 482) “Zattu oğulları, 945” (Ezra, Bab 2, s. 466). “Zattu oğulları, 845” (Nehemya, Bab 7, s. 483) “Bani oğulları 642” (Ezra, Bab 2, s. 466). “Binnuy oğulları, 648” (Nehemya, Bab 7, s. 483) “Bebay oğulları 623” (Ezra, Bab 2, s. 466). “Bebay oğulları, 628” (Nehemya, Bab 7, s. 483) “Azgad oğulları, 1222” (Ezra, Bab 2, s. 466). “Azgad oğulları, 2322” (Nehemya, Bab 7, s. 483) “Adonikam oğulları, 666” (Ezra, Bab 2, s. 466). “Adonikam oğulları, 667” (Nehemya, Bab 7, s. 483) “Bigvay oğulları, 2056” (Ezra, Bab 2, s. 466). “Bigvay oğulları, 2067” (Nehemya, Bab 7, s. 483) “Adin oğulları, 454” (Ezra, Bab 2, s. 466). “Adin oğulları, 655” (Nehemya, Bab 7, s. 483) “Betsay oğulları, 323” (Ezra, Bab 2, s. 466). “Betsay oğulları, 324” (Nehemya, Bab 7, s. 483) “Haşum oğulları, 223” (Ezra, Bab 2, s. 466). “Haşum oğulları, 328” (Nehemya, Bab 7, s. 483) “Beyt-lehem oğulları, 123, Netofa adamları, 56 (toplam 179)” (Ezra, Bab 2, s. 466). “Beyt-lehem ve Netofa adamları, 188) (Nehemya, Bab 7, s. 483) “Beyt-el ve Ay adamları, 223” (Ezra, Bab 2, s. 467). “Bey-el ve Ay adamları, 123” (Nehemya, Bab 7, s. 483) “Lod, Hadid, ve Ono oğulları, 725” (Ezra, Bab 2, s. 467). “Lod, Hadid, ve Ono oğulları, 721” (Nehemya, Bab 7, s. 483) “Senaa oğulları, 3630” (Ezra, Bab 2, s. 467). “Senaa oğulları, 3930” (Nehemya, Bab 7, s. 483) “İlâhiciler: Asaf oğulları, 128” (Ezra, Bab 2, s. 467). “İlâhiciler: Asap oğulları, 148” (Nehemya, Bab 7, s. 483) “Kapıcılar oğulları ve diğerleri 139” (Ezra, Bab 2, s. 467). “Kapıcılar ve diğerleri 138” (Nehemya, Bab 7, s. 483) “Delaya oğulları, Tobiya oğulları, Nekoda oğulları 652” (Ezra, Bab 2, s. 467). “Delaya oğullları, Tobiya oğulları, Nekoda oğulları, 642” (Nehemya, Bab 7, s. 483) “Bütün cemaat, toptan, 42360 kişi idi; ve onların erkek ve kadın iki yüz ilâhicisi vardı.” (Ezra, Bab 2, s. 467). “Bütün cemaat, toptan, 42360 kişi idi; ve onların erkek ve kadın iki yüz kırk beş ilâhicisi vardı.” (Nehemya, Bab 7, s. 483) Nuh (a.s.) sarhoş (Tekvin, 9/20-22, s. 8); Lût (a.s.) sarhoş (Tekvin, 19/30-36, s. 17). Şarap aklı alır (Hoşea, 4/11, s. 858). Ahd-i Cedid'de Hz. Yahya için şöyle denihr: "Çünkü Rabbın gözünde büyük olacak, şarap ve içki içmeyecek." (Luka, 1/15, s. 56) Günah şahsîdir (Hezekiel, 18/20-22). Günah, 3. ve 4. nesle ceza (Çıkış, 20/5, s. 73) veya 10. nesle ceza (Tesniye, 23/2-3, s. 200) (Dolayısıyla suç işlemeyen tüm insanlık suçlu: İnciller) “İyilik ve kötülüğü bilme ağacından yemeyeceksin. Çünkü ondan yediğin günde mutlaka ölürsün.” (Tekvin, 2/17, s. 2). Yedi, ölmedi ve 932 sene yaşadı, sonra öldü (Tekvin, 5/5, s. 4) “Karının sözünü dinlediğin için... toprak senin yüzünden lânetli oldu.” (Taekvin, 3/17). “Sara’nın sana söylediği her şeyde onun sözünü dinle (Allah İbrahim’e dedi).” (Tekvin, 21/12, s. 18) Bilime terslik: “Yerin ucu” vardır: “Onların âhengi bütün dünyaya, ve sözlerin yerin ucuna varmıştır.” (Mezmur, 19/4, s. 549). “Onların âhengi bütün dünyaya, ve sözleri yerin uçlarına varmıştır.” (Romalılara 10/18, s. 163 -Ahd-i Cedid-). (Dünyanın yuvaklak olmadığına bu sözlerle delil getirildi ve Galile’ye ve onun gibi bilim adamlarına zulmedildi.) Yahûdiler seçilmiş millettir, mukaddestir, diğer kavimlerden üstündür (Tesniye, 14/2, s. 191; Çıkış, 19/5-6, s. 73; Levililer, 26/12, s. 127). “Yahudiler peygamber katilleridir ve bütün peygamberlerin dökülen kanı bu nesilden sorulacak.” (Luka, 11/47-51, s. 73 -Ahd-i Cedid-). Yahudiler helâka müstahakdırlar (Luka 20/16, s. 84 ve Matta, 21/41, s. 24 -Ahd-i Cedid-). Bir taraftan zina büyük suç sayılır, hatta ona yol açan harama bakmak sert ifadelerle kınanırken, öbür taraftan, peygamberler bile zina eder, hatta kızıyla zina edenler sözkonusu edilir. "Ve başka birinin karısı ile zina eden, komşusunun karısı ile zina eden adam, hem o, hem kadın mutlaka öldürülecektir." (Levililer, 21/10, s. 120). Homoseksüelliğin ve hayvanla yatmanın cezası da ölümdür (Levililer, 21/13-16, s. 120). "Fakat ben size derim ki, zinadan başka bir sebeple karısını boşıyan adam onu zaniye eder; ve kim boşanmış kadınla evlenirse, zina eder." (Matta, 5/32, s. 5) "Zina etmeyeceksin" (Çıkış, 20/14, s. 74 -On Emir'den biri-) "Zina etmeyeceksin' denildiğini işittiniz. Fakat ben size derim: Bir kadına şehvetle bakan her adam zaten yüreğinde onunla zina etmiştir. Ve eğer sağ gözün sürçmene sebep oluyorsa onu çıkar, ve kendinden at; çünkü senin için azandan birinin yok olması, bütün bedeninin cehenneme atılmasından iyidir." (Matta, 5/27, 28, 29). Bunlara rağmen, Yahuda, kim olduğunu bilmeden, kötü kadın zannederek geliniyle yatıyor. Gelini hâmile kalıp ikiz doğuruyor. (Tekvin, 38/15, 16, 18, 24, s. 39). Bu olay Kitab-ı Mukaddeste kınanmıyor, zina ürünü bu çocuklar, şerefli kılınarak Hz. İsa'nın soyunu teşkil ediyor. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Ama bu kadarı yeterli diye düşünüyorum. Konuyu Kur'ân-ı Kerim'den iki âyetle bağlayalım: "Vay haline o kimselerin ki Kitab'ı (Tevrat'ı) elleriyle yazarlar, sonra o yazdıkları şeyi az bir para karşılığında satmak için 'Bu Allah katındandır' derler. Ellerinin yazdıklarından ötürü vay haline onların! Yine kazandıklarından ötürü vay haline onların!" (2/Bakara, 79) "Hâlâ Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı, onda birçok ihtilâf (tutarsızlık, çelişki) bulurlardı." (4/Nisâ, 82) Ahd-i Atik'deki bu ve benzeri çelişkiler yanında, birbirinden tümüyle kopye, daha doğrusu % 100 plagiarizm, yani çalmalar da vardır. Meselâ, II. Krallar, 19. Bölüm (s. 390-391) ile, İşaya, 37. bölüm (s. 699-701) kelimesi kelimesine aynıdır. Halbuki bu iki bölüm, değişik çağlarda yaşayan iki ayrı yazara atfedilir. Biri, diğerinden çalmıştır. Bu hırsızlığı Allah'a, Allah'ın değiştirilmemiş vahyine yakıştırabilir miyiz? Not: Sayfa numaraları, Kitabı Mukaddes Eski ve Yeni Ahit (Tevrat ve İncil) adıyla Kitabı Mukaddes Şirketi tarafından 1976 yılında yayınlanan baskı esas alınmıştır.)

MUSA

Beni İsrâil peygamberlerinden Hz. Musa'nın (A.S.) ismi. Dört büyük kitaptan birisi olan Tevrat, vahiy yoluyla kendisine gelmiştir. Yahudilerin en büyük peygamberidir. Şeriatı, İsa'ya (A.S.) kadar devam etti. Yusuf'un (A.S.) soyundan Yuşa nâmındaki peygamberi yerine tâyin ederek vefat etmiştir. Mısır firavununa karşı mücadele etti. Harun (A.S.) kardeşi ve kendi veziri hükmünde idi.(Mısır Kıt'ası, kumistan olan Sahra-yı Kebir'in bir parçası olduğundan Nil-i Mübarek'in feyziyle gâyet mahsuldâr bir tarla hükmüne geçtiğinden, o cehennem-nümun sahra komşuluğunda şöyle cennet-misal bir mevki-i mübarekin bulunması, felâhat ve ziraatı, ahalisinde pek mergub bir surete getirmiş ve o sekenenin seciyesine öyle tesbit etmiş ki ziraatı, kudsiye; ve vasıta-ı ziraat olan "Bakar"ı ve "Sevr"i mukaddes, belki mâbud derecesine çıkarmış. Hattâ o zamandaki Mısır milleti, sevr'e, bakar'a ibadet etmek derecesinde bir kudsiyet vermişler. İşte o zamanda Benî-İsrail dahi, o kıt'ada neş'et ediyordu ve o terbiyeden bir hisse aldıkları, "İcl" mes'elesinden anlaşılıyor.İşte Kur'an-ı Hakîm, Hazret-i Musa Aleyhisselâm'ın risaletiyle, o milletin seciyelerine girmiş ve istidatlarına işlemiş olan o bakar-perestlik mefkuresini kesip öldürdüğünü, bir bakar'ın zebhi ile ifham ediyor. S.)

MÛSÂ ALEYHİSSELÂM

İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Peygamberler içinde üstünlükleri olan ve kendilerine “ulü’l-azm” denilen altı peygamberin üçüncüsüdür. Allahü teâlâ ile konuştuğu için, “Kelîmullah” denilmiştir. Benî İsrâil’e gelmiştir. Yâkûb aleyhisselâmın soyundandır. Hârûn aleyhisselâmın kardeşidir. Babasının ismi İmrân’dır. Annesinin ismi Nüceyb veya Nâciye veya Yuhâbil’dir.

Hazret-i Yûsuf’tan sonra, Mısır’da, İsrâiloğulları iyice artıp çoğaldı. Bunlar hazret-i Yâkûb ve hazret-i Yûsuf’un bildirdikleri dîne inanıyorlar ve emirlerini yerine getiriyorlardı. Mısır’ın eski yerlisi Kıbtî kavmiyse yıldızlara ve putlara taparlardı ve İsrâiloğullarına hakâret gözüyle bakar, başlarında bulunan firavunlar onları esir gibi ağır işlerde kullanırlardı. Onların çoğalmasından endişe ederlerdi. Benî İsrâil, Kıbtî kavminin kötü muâmelelerinden ve firavunların ağır tekliflerinden bezmiş, usanmışlardı. Bu bakımdan dedelerinin eski yurtları olan Ken’ân diyârına gitmek isterlerdi. Fakat firavunlar onların Mısır’dan çıkmasına izin vermeyip, eziyetlerini artırırlardı. Mısır’ın idâresini elinde bulunduran ve firavun denilen krallar, kendilerine mezar olarak dağ gibi piramitler yaptırıyorlar ve bu piramitlerin yapımında binlerce insanı zorla çalıştırıyorlardı. Allahü teâlâyı inkâr edip, ilâhlık dâvâsında bulunuyorlardı. Bu zamanda falcılık, sihirbâzlık meslek hâline getirilmiş ve ülkenin her tarafında kâhinler, sihirbâzlar türemişti. Bu sırada Mısır halkının başında bulunan Firavun bir gece rüyâsında Kudüs tarafından çıkan bir ateşin Mısır’ın yerli halkı Kıbtîleri yaktığını, İsrâiloğullarına ise hiç zarar vermediğini gördü. Bu rüyâyı yorumlayan kâhinler, İsrâiloğullarından bir erkek çocuk dünyâya gelecek, senin saltanatını yıkacak ve sen helâk olacaksın, dediler. Bunun üzerine Firavun on iki kabîle hâlinde olan ve her bir kabîlenin başında bir idârecisi bulunan İsrâiloğullarının birleşmesinden de iyice endişelendi. İsrâiloğullarından doğacak erkek çocukların öldürülmeleri için kânun çıkardı. Bu hâdise karşısında İsrâiloğullarının sıkıntıları iyice arttı. Firavun’un emrine karşı gelenler topluca öldürülmeye başlandı. Bu sırada doğan Mûsâ aleyhisselâmın annesi onun da öldürülmesinden korkmuş ve çok endişelenmişti. Kur’an-ı kerîm’de onun kalbine meâlen şöyle ilhâm edildiği bildirilmektedir: “Mûsâ’nın annesine şöyle ilhâm ettik: Bu çocuğu (Mûsâ’yı) emzir; sonra öldürülmesinden korktuğun zaman onu suya (Nil Nehrine) bırakıver, boğulmasından korkma, ayrılmasından kederlenme. Çünkü biz, muhakkak onu sana geri vereceğiz ve kendisini peygamberlerden yapacağız.” (Kasas sûresi: 7)

Mûsâ aleyhisselâmın annesi onu bir sandığın içine koyup Nil Nehrine bıraktı. Nehir üzerinde akıp giderken akıntı onu Firavun’un sarayına doğru sürükledi. Firavun’un hanımı Âsiye, sandığı görerek yakalayıp saraya götürdü. Sandığı açıp içinde nûr topu gibi bir çocuk görünce onu cân u gönülden sevip; “Aman bunu öldürmeyiniz. Belki büyür de işimize yarar, yâhut onu oğul ediniriz...” dedi. Onu emzirmek için pekçok süt analar getirtti. Mûsâ aleyhisselâm hiçbirisinin memesini almadı. Annesi, çocuğunun Firavun’un sarayına alındığını ve süt annesi arandığını öğrendi. Süt annesi olabileceğini söylemesi için kızını yâni hazret-i Mûsâ’nın kardeşini gönderdi. Kardeşi saraya gidip; “Size bu çocuğu emzirecek, onu güzel yetiştirecek bir hanımı haber vereyim mi?” dedi. Bunun üzerine Mûsâ aleyhisselâmın annesini getirttiler. Mûsâ aleyhisselâm onun memesini aldı ve bunun üzerine Firavun’un hanımı Âsiye onu süt anneliğine kabûl etti. Böylece kimsenin haberi olmaksızın kendi oğlunu Firavun’un sarayında emzirip büyüttü...

Mûsâ aleyhisselâm Firavun’un sarayında büyüdükten sonra sarayı terkedip akrabâsının ve büyük kardeşi Hârûn’un yanına gitti. Bir gün gördü ki; İsrâiloğullarından biriyle bir Kıbtî kavga ediyor. Hazret-i Mûsâ aralarına girip ayırmak için Kıbtîyi itip hafifçe göğsüne vurdu. Kıbtî yere düşüp öldü. Hazret-i Mûsâ elinden böyle bir kazâ çıkmasına üzüldü. Firavun’un şerrinden çekinip, Mısır’dan ayrılarak Medyen’e gitti. Orada peygamber olan Şuayb aleyhisselâmla buluşup, on sene Medyen’de kaldı ve Şuayb aleyhisselâmın kızıyla evlendi. Daha sonra Mısır’a gitmek üzere Medyen’den ayrıldı. Tur Dağına geldiği sırada mekânsız olarak Allahü teâlâ ile konuştu. Kendisine ve kardeşi Hârûn aleyhisselâma peygamberlik verildi. Elindeki asânın yılan olması mûcizesi ve elini koynuna sokup çıkarınca bembeyaz olup, ışık yayması mûcizeleri verildi. Sonra da Kur’ân-ı kerîm’de meâlen şöyle vahyedildiği bildirilmektedir: “Bu iki mûcize Firavun ve adamlarına karşı Rabbinin iki delîlidir. Doğrusu onlar yoldan çıkmış bir millettir. Firavun’a git, doğrusu o azmıştır.” (Kasas sûresi: 32-33)

Hazret-i Mûsâ Mısır’a varıp, kardeşi Hârûn aleyhisselâm ile görüşüp, durumu anlattı. Firavun’a gidip onu dîne dâvet ettiler. İsrâiloğullarını serbest bırakmasını istediler. Firavun ilâhlık dâvâsında bulunarak kabûl etmedi. Bunun üzerine Mûsâ aleyhisselâm elindeki asâsını yere bıraktı. Kocaman bir ejderhâ olup, hareket etmeye başladı. Elini koynuna sokup çıkardı, eli bembeyaz göründü. Bu mûcize karşısında şaşırıp kalan Firavun, durumu vezirlerine anlatınca, o sihirbâzdır dediler. Hazret-i Mûsâ; “Size gelen gerçeğe dil mi uzatıyorsunuz. Bu, sihir değildir. Bu, her şeyin yaratıcısı olan Allahü teâlânın verdiği bir mûcizesidir.” diyerek onları îmâna çağırdı. Firavun ve adamları hazret-i Mûsâ’nın sözlerini dinlemediler. Gösterdiği mûcizelere inanmayıp, sihirdir diye ısrâr ettiler. Firavun; “Ey Mûsâ! Sihirbâzlığın ile bizi yurdumuzdan çıkarmaya mı geldin? Biz de sana sihir göstereceğiz. Bir vakit ve yer tâyin et.” diyerek ülkesindeki bütün sihirbâzları topladı. Mûsâ aleyhisselâm Allahü teâlâya duâ ederek, sihirbazlarla karşılaşmayı kabûl etti. Mısır halkı önünde sihirbazlarla karşı karşıya geldiler. Sihirbazlar ellerindeki ip ve sopaları yere attılar, göz bağcılık ile bir takım yılanlar geziyor gibi gösterdiler. Bu sırada Mûsâ aleyhisselâm elindeki asâsını yere bırakıverdi. Mûcize olarak dehşetli ve çevik bir ejderhâ olup, sihirbazların yere attıkları ve yılan gibi gösterdikleri şeyleri yuttu. Bunu gören sihirbazlar; “Bu mutlaka insan gücünün dışında bir mûcizedir.” dediler ve hazret-i Mûsâ’ya îmân ettiler. Bu hâdise karşısında Firavun iyice azgınlaşıp, baskı ve zulmünü arttırdı. Mûsâ aleyhisselâma inananları şehit ettirdi. Hazret-i Mûsâ’ya îmân etmiş olan kendi hanımı Âsiye’yi de şehit etti.

Firavun ve kavmi küfürde ve imansızlıkta ısrâr edince, Allahü teâlâ onlara çeşitli belâlar verdi. Önce şiddetli bir kuraklık oldu ve çetin bir kıtlığa tutuldular. Sonra su baskını, çekirge, haşarât ve kurbağa istilâsına uğradılar. Başlarına belâ geldikçe hazret-i Mûsâ’ya gidip belânın kaldırılmasını ve îmân edeceklerini söylediler. Fakat belâ kalkınca azgınlıklarına devâm ederek îmân etmediler. Tekrar belâlar başlarına geldi. Buna rağmen îmân etmediler. Firavun ve kavmine gönderilen bu belâlar Kur’ân-ı kerîm’in A’raf sûresinde bildirilmektedir.

Firavun ve kavmi, Mûsâ aleyhisselâmın gösterdiği mûcizeler karşısında İsrâiloğullarının Mısır’dan gitmelerine izin verdi. Mûsâ aleyhisselâm bir vakit tâyin ederek bir gece vakti bütün İsrâiloğullarını toplayıp Mısır’dan çıktı. Bunun üzerine Firavun izin verdiğine pişmân oldu. Derhâl askerini toplayıp, peşlerine düştü ve sabaha doğru onlara Kızıldeniz kenarında yetişti. Önlerinde denizi arkalarında düşmanı gören İsrâiloğulları endişeye kapıldılar. Bu sırada Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma meâlen; “Asân ile denize vur.” (Şuarâ sûresi: 63) diye vahyetti. Hazret-i Mûsâ bu emir üzerine asâsını denize vurdu. Deniz hemen ikiye ayrıldı her bir tarafı yüksek bir dağ gibiydi. Önlerine çok geniş ve kupkuru on iki tâne yol açıldı. On iki sülâle olan İsrâiloğulları bu yollardan yürüyüp karşıya geçtiler. Firavun, askerleriyle birlikte peşlerine düşüp denizde açılan yola dalınca, açılan yol kapanıp sular kavuştu. Firavun, askerleriyle birlikte boğuldu. Firavun boğulmak üzere iken “inandım” demişse de onun ye’se kapılarak söylediği bu sözü kabul olunmadı. Bu hususta Kur’ân-ı kerîm’de meâlen şöyle buyrulmaktadır: “İsrâiloğullarını denizden geçirdik. Firavun ve askerleri haksızlık ve düşmanlıkla arkalarına düştüler. Firavun boğulacağı anda, “İsrâiloğullarının îmân ettiğinden (Allah’tan) başka bir ilâh olmadığına inandım, artık ben de Müslümanlardanım.” dedi.” (Yûnus sûresi: 90) Ancak Allahü teâlâ Firavun’un îmânını kabul etmedi ve ona Cebrâil aleyhisselâm vâsıtasıyla şöyle hitap buyurdu: “Şimdi mi inandın daha önce baş kaldırmış ve bozgunculuk etmiştin.” (Yûnus sûresi: 91) “Biz de bugün seni cansız bedeninle denizden yüksek bir yere atacağız ki, arkadan geleceklere bir ibret olasın. Bununla berâber doğrusu insanlardan birçok kimseler âyetlerimizden (ibret verici mûcizelerimizden) gâfildirler.” (Yûnus sûresi: 92) Tefsîr âlimlerinden Zemahşerî bu âyeti şöyle tefsir etmiştir.

“... Seni deniz kenarında bir köşeye atacağız... Cesedini tam, noksansız ve bozulmamış hâlde çıplak ve elbisesiz olarak, senden asırlar sonra geleceklere bir ibret olmak üzere koruyacağız.”

Firavun’un cesedi bir İngiliz araştırma ekibi tarafından Kızıldeniz kenârında kumlar arasında bulunarak İngiltere’ye götürülmüştür. Hâdisenin olduğu zamandan bugüne kadar üç bin yıl geçmiş olmasına rağmen, Firavun’un vücudu bozulmamış, etleri dökülmemiş, tüyleri kaybolmamış hâliyle secde eder vaziyette Londra’daki meşhur British Museum’da sergilenmektedir. (Bkz. Firavun)

Mûsâ aleyhisselâm Kızıldeniz’i geçtikten sonra, İsrâiloğullarını Ken’an diyârına doğru götürdü. Yolda putperest bir kavmin yurduna uğradılar. Bu kavim öküz sûretinde yapılmış bir puta tapıyorlardı. Onların bu hâlini gören İsrâiloğulları onlara meyl ettiler. Hazret-i Mûsâ’ya; “Yâ Mûsâ! Onların tanrıları gibi bize de bir tanrı yap.” dediler. Hazret-i Mûsâ onlara; “Siz câhil bir kavimsiniz. Allahü teâlâ size nîmet ve kurtuluş verdi. Allahü teâlâya îmân ediniz, şirkten ve putlardan kaçınınız...” diye nasîhat etti.

Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma bir kitap indireceğini vâdetmişti. Tûr Dağına çıkması bildirildi. Mûsâ aleyhisselâm, kardeşi Hârûn’u (aleyhisselâm) yerine vekil bırakıp, kendisi Tûr Dağına gitti. Kırk gün Tûr Dağında kalıp, ibâdet etti. Vâsıtasız olarak Allahü teâlânın kelâmını işitti. Bu sırada Tevrât kitâbı nâzil oldu.

Mûsâ aleyhisselâm Tûr’da iken, Sâmirî adında bir münâfık İsrâiloğullarının ellerindeki altınları topladı. Eriterek bir buzağı heykeli yapıp işte sizin ilâhınız budur diyerek İsrâiloğullarını aldatınca, buzağıya tapmaya başladılar. Hârûn aleyhisselâm her ne kadar nasîhat ettiyse de dinlemeyip, ona karşı çıktılar. Mûsâ aleyhisselâm Tûr’dan dönünce, bu hâle çok gadaplanıp Sâmirî’yi reddetti ve yaptığı buzağı heykelini yakıp denize attı. Sâmirî de insanlardan ayrı ve uzak, vahşî bir şekilde, başkaları ona yaklaşamadığı gibi, o da başkalarına yaklaşamaz hâlde yaşadı. Bu hâlde bulunan Sâmirî sahrâda perişan bir hâlde helâk oldu. Hârûn aleyhisselâma bu durumu sorunca; “Nasîhat ettim dinlemediler. Az kaldı beni öldüreceklerdi.” dedi. Böylece hazret-i Mûsâ’nın gadabı geçti. Onlara, kendisine Tevrât’ın indirildiğini bildirdi. İsrâiloğulları da Tevrât’ta bildirilen hükümlerle amel etmeye başladılar. Putlara tapmaktan vazgeçtiler. Şirkten kurtulup, Allahü teâlâya îmân ve ibâdet ettiler.

İsrâiloğulları Tih Sahrasında kaldıkları sırada Mûsâ aleyhisselâmın bildirdiklerine uymayıp yine taşkınlık gösterdiler. Mûsâ aleyhisselâmdan çeşitli isteklerde bulundular. Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâmın duâsı üzerine, Tîh Sahrasında susuz kalan İsrâiloğullarına su ihsân etti. Allahü teâlânın emriyle Mûsâ aleyhisselâm asâsını yere vurup, on iki tâne pınar fışkırıp İsrâiloğulları içtiler. Allahü teâlâ onlara “selva” denilen bıldırcın eti ve “men” denilen kudret helvası ihsân etti. Nihâyet; “Biz bunları yemekten usandık, bakla, soğan gibi hubûbat ve sebze isteriz” dediler. Bu nîmetlere karşı nankörlük yapan İsrâiloğulları, Mûsâ aleyhisselâmın Ken’an diyârında bulunan Cebbâr (zâlim) kavimlerle harp etmeleri isteğini de kabul etmediler. Mûsâ aleyhisselâma; “Sen ve Rabbin cebbârlara karşı gidip savaş edin.” dediler. Mûsâ aleyhisselâmın akrabâlarından olan Kârûn, Mûsâ aleyhisselâma karşı iftirâda bulunduğu için malları ve servetiyle yerin dibine battı. İsrâiloğulları böyle taşkınlıklar gösterdikleri için Allahü teâlâ onları kırk sene müddetle Tîh Sahrâsında kalmakla cezâlandırdı. Kırk sene müddetle Tîh Sahrâsında şaşkın ve perişan bir hâlde dolaşan İsrâiloğulları, perişan hâlde telef oldular.

Nihâyet aradan epey bir zaman geçip İsrâiloğullarının çocukları itâatkâr ve savaşacak bir tarzda yetiştiler. Bu sırada Hârûn aleyhisselâm da vefât etti.

Mûsâ aleyhisselâm, İsrâiloğullarını alıp, Lût Gölünün güney tarafına getirdi. Buradan da hareket ederek Üç bin Unk adında zâlim bir kralın ordusu ile savaş yapıp gâlip geldiler. Böylece Şeria Nehrinin doğusuna sâhip oldular. Eriha şehrinin karşısındaki dağa çıktılar. Buradan Ken’an diyârı gözüküyordu. Bu sırada yüz yirmi yaşında bulunan Mûsâ aleyhisselâm vefât etti. Mûsâ aleyhisselâmın nerede vefât ettiği ve kabrinin nerede olduğu husûsunda muhtelif rivâyetler vardır. Kudüs civârında veya Nebû Dağında olduğu bu rivâyetlerdendir. Hazret-i Mûsâ’nın şerîati (bildirdiği dîni) hazret-i Îsâ’nın gönderilmesine kadar devâm etti. İkisi arasında gelen peygamberler hep Mûsâ aleyhisselâmın şerîatı ile amel etmekle mükellef oldular. İsrâiloğulları daha sonra Tevrât’ı değiştirip hak dinden uzaklaşıp yetmiş bir fırkaya ayrıldılar. Bunlara Yahûdîler denilmiştir.

Mûsâ aleyhisselâmın mûcizeleri:

1. Asâsının ejderhâ (büyük yılan) olması.

2. Yed-i Beydâ: Sağ elini koynuna sokup çıkarınca, güneş gibi parlaması. Bu nûru gören düşmanları kaçışırlardı.

3. Kavmiyle Kızıldeniz’in kenarına gelince aasâsını vurup denizde yol açması.

4. Tîh Sahrâsında kavminin susuz kalıp, su istemeleri üzerine asâsını bir taşa vurup Benî İsrâil’in kabîleleri adedince, on iki pınar akıtması.

5. Firavun ve Kıbtî kavmi İsrâiloğullarına zulüm ettiği ve Mûsâ aleyhisselâma inanmayıp isyân ettiklerinde, Allahü teâlâ hazret-i Mûsâ’ya tûfân mûcizesini vermiştir. Çok şiddetli yağmur yağdı. Öyle bir karanlık ve fırtına oldu ki, kimse evinden dışarı çıkamadı. Ayın ve güneşin ışığı görünmez oldu. Kıbtîlerin evlerini su bastı. Ayakta durur oldular. Su boğazlarına kadar yükseldi. İsrâiloğullarının evlerine ise bir damla su girmedi. Firavun ve Kıbtî kavmi, bu belânın kaldırılmasını ve îmân edeceklerini söylediler. Kaldırıldı fakat yine îmân etmediler ve başka belâlara dûçâr oldular.

6. Kıbtî kavminin ekinlerini, meyvelerini ve giydikleri elbiselerini, evlerinin tavanlarını yiyen çekirge sürülerinin istilâsına uğramaları mûcizesi. Bu çekirgeler İsrâiloğullarına hiç dokunmayıp, Firavun’un kavmi Kıbtîlere musallat olmuştur.

7. Kumnel yâni bit ve ekin böceği denen haşeratın Mûsâ aleyhisselâmın mûcizesi olarak Kıbtî kavmine musallat olması.

8. Kurbağa mûcizesi. Kıbtî kavmi her belâya tutuldukça, belâ kaldırıldığında îmân edeceklerini söylemelerine rağmen, sözlerinden vazgeçmeleri üzerine üst üstüne belâya tutuldular. Kurbağaların istilâsına uğramaları da bu şiddetli belâlardan biridir. Kurbağalar, yiyeceklerine, içeceklerine düşer, kalırdı. Bir söz söylemek isteseler ağızlarını açarken birkaç küçük kurbağa ağızlarından mîdelerine girerdi. Geceleri üzerlerinde toplanan kurbağaların seslerinden uyuyamazlardı. Firavun, bu belâ kaldırıldığı taktirde, îmân edeceğini söylemesine rağmen, belâ kalkınca yine îmân etmedi.

9. Kan belâsı. Mısır’da bulunan bütün sular, Kıbtîlerin kaplarına doldurulurken kan hâlini alırdı. Böylece susuzluktan çâresiz kalmışlardı. İsrâiloğullarına ise böyle bir şey olmazdı.

10. İsrâiloğullarından biri öldürüldüğü vakit kimin öldürdüğü bilinemeyince, Mûsâ aleyhisselâmın duâsı ile dirilip, kendisini öldüreni haber vermiştir.

11. Mûsâ aleyhisselâm kavmiyle Tîh Çölüne geldiği zaman, kavminin yiyeceği kalmadığı için, Mûsâ aleyhisselâma gelerek çoluk-çocuğumuzla açlığa dayanamıyoruz, dediklerinde Mûsâ aleyhisselâm Allahü teâlâya duâ etti. Kudret helvâsı ve bıldırcın kebabı indi. Her ne zaman isteseler önlerinde hazır olurdu.

12. Hazret-i Mûsâ’nın duâsı ile kuraklıktan kavrulup kuruyan ekinler, otlaklar ve meyveler eski hâlini almıştır.

13. Hazret-i Mûsâ Tîh Sahrâsında bulunan İsrâiloğullarının durumunu merak edince bir kurt gelip onların hâllerini haber vermiştir.

14. Hazret-i Mûsâ’nın duâsıyla sarı dikenler altın olmuştur. Malı ve zenginliğiyle gururlanıp isyân etmesinden dolayı malı ve mülkü ile birlikte yere batırılan Kârun, bu mûcize karşısında âciz kalıp, hased ederdi.

15. Yolculukta hazret-i Mûsâ’ya uzun mesâfeler kısalır, kısa zamanda çok uzak mesâfeleri katederdi.

Kur’ân-ı kerîm’de Mûsâ aleyhisselâmdan 136 yerde bahsedilmektedir. Hakkında çok hadîs-i şerîf vardır. Yine Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerde Hızır aleyhisselâm ile yaptıkları seyâhat bildirilmektedir. Vahyi tebliğ için Cebrâil aleyhisselâm ona dört yüz kere gelmiştir.

Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyuruyorlar ki:

Kendimi, peygamberler arasında gördüm. Mûsâ aleyhisselâm ayakta namaz kılıyordu. Esmerdi, saçları dağınık ve sarkık değildi. Zât kabilesinden bir yiğit gibiydi.

... Sonra bizi altıncı semâya doğru yükseltti. Cibrîl (aleyhisselâm) onun kapısını çaldı. Kim o! denildi. Cibrîl’dir dedi. Yanındaki kimdir? denildi. Muhammed’dir dedi. O’na “dâvet” gönderilmiş midir? denildi. Cibrîl O’na “dâvet”gönderilmiştir dedi. Onun üzerine bize açıldı. Ben orada Mûsâ (aleyhisselâm) ile karşılaştım. Bana merhabâ dedi ve hayır duâ eyledi. |}

MUSA

Beni İsrâil peygamberlerinden Hz. Musa'nın (A.S.) ismi. Dört büyük kitaptan birisi olan Tevrat, vahiy yoluyla kendisine gelmiştir. Yahudilerin en büyük peygamberidir. Şeriatı, İsa'ya (A.S.) kadar devam etti. Yusuf'un (A.S.) soyundan Yuşa nâmındaki peygamberi yerine tâyin ederek vefat etmiştir. Mısır firavununa karşı mücadele etti. Harun (A.S.) kardeşi ve kendi veziri hükmünde idi.(Mısır Kıt'ası, kumistan olan Sahra-yı Kebir'in bir parçası olduğundan Nil-i Mübarek'in feyziyle gâyet mahsuldâr bir tarla hükmüne geçtiğinden, o cehennem-nümun sahra komşuluğunda şöyle cennet-misal bir mevki-i mübarekin bulunması, felâhat ve ziraatı, ahalisinde pek mergub bir surete getirmiş ve o sekenenin seciyesine öyle tesbit etmiş ki ziraatı, kudsiye; ve vasıta-ı ziraat olan "Bakar"ı ve "Sevr"i mukaddes, belki mâbud derecesine çıkarmış. Hattâ o zamandaki Mısır milleti, sevr'e, bakar'a ibadet etmek derecesinde bir kudsiyet vermişler. İşte o zamanda Benî-İsrail dahi, o kıt'ada neş'et ediyordu ve o terbiyeden bir hisse aldıkları, "İcl" mes'elesinden anlaşılıyor.İşte Kur'an-ı Hakîm, Hazret-i Musa Aleyhisselâm'ın risaletiyle, o milletin seciyelerine girmiş ve istidatlarına işlemiş olan o bakar-perestlik mefkuresini kesip öldürdüğünü, bir bakar'ın zebhi ile ifham ediyor. S.)

MÛSÂ ALEYHİSSELÂM

İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Peygamberler içinde üstünlükleri olan ve kendilerine “ulü’l-azm” denilen altı peygamberin üçüncüsüdür. Allahü teâlâ ile konuştuğu için, “Kelîmullah” denilmiştir. Benî İsrâil’e gelmiştir. Yâkûb aleyhisselâmın soyundandır. Hârûn aleyhisselâmın kardeşidir. Babasının ismi İmrân’dır. Annesinin ismi Nüceyb veya Nâciye veya Yuhâbil’dir.

Hazret-i Yûsuf’tan sonra, Mısır’da, İsrâiloğulları iyice artıp çoğaldı. Bunlar hazret-i Yâkûb ve hazret-i Yûsuf’un bildirdikleri dîne inanıyorlar ve emirlerini yerine getiriyorlardı. Mısır’ın eski yerlisi Kıbtî kavmiyse yıldızlara ve putlara taparlardı ve İsrâiloğullarına hakâret gözüyle bakar, başlarında bulunan firavunlar onları esir gibi ağır işlerde kullanırlardı. Onların çoğalmasından endişe ederlerdi. Benî İsrâil, Kıbtî kavminin kötü muâmelelerinden ve firavunların ağır tekliflerinden bezmiş, usanmışlardı. Bu bakımdan dedelerinin eski yurtları olan Ken’ân diyârına gitmek isterlerdi. Fakat firavunlar onların Mısır’dan çıkmasına izin vermeyip, eziyetlerini artırırlardı. Mısır’ın idâresini elinde bulunduran ve firavun denilen krallar, kendilerine mezar olarak dağ gibi piramitler yaptırıyorlar ve bu piramitlerin yapımında binlerce insanı zorla çalıştırıyorlardı. Allahü teâlâyı inkâr edip, ilâhlık dâvâsında bulunuyorlardı. Bu zamanda falcılık, sihirbâzlık meslek hâline getirilmiş ve ülkenin her tarafında kâhinler, sihirbâzlar türemişti. Bu sırada Mısır halkının başında bulunan Firavun bir gece rüyâsında Kudüs tarafından çıkan bir ateşin Mısır’ın yerli halkı Kıbtîleri yaktığını, İsrâiloğullarına ise hiç zarar vermediğini gördü. Bu rüyâyı yorumlayan kâhinler, İsrâiloğullarından bir erkek çocuk dünyâya gelecek, senin saltanatını yıkacak ve sen helâk olacaksın, dediler. Bunun üzerine Firavun on iki kabîle hâlinde olan ve her bir kabîlenin başında bir idârecisi bulunan İsrâiloğullarının birleşmesinden de iyice endişelendi. İsrâiloğullarından doğacak erkek çocukların öldürülmeleri için kânun çıkardı. Bu hâdise karşısında İsrâiloğullarının sıkıntıları iyice arttı. Firavun’un emrine karşı gelenler topluca öldürülmeye başlandı. Bu sırada doğan Mûsâ aleyhisselâmın annesi onun da öldürülmesinden korkmuş ve çok endişelenmişti. Kur’an-ı kerîm’de onun kalbine meâlen şöyle ilhâm edildiği bildirilmektedir: “Mûsâ’nın annesine şöyle ilhâm ettik: Bu çocuğu (Mûsâ’yı) emzir; sonra öldürülmesinden korktuğun zaman onu suya (Nil Nehrine) bırakıver, boğulmasından korkma, ayrılmasından kederlenme. Çünkü biz, muhakkak onu sana geri vereceğiz ve kendisini peygamberlerden yapacağız.” (Kasas sûresi: 7)

Mûsâ aleyhisselâmın annesi onu bir sandığın içine koyup Nil Nehrine bıraktı. Nehir üzerinde akıp giderken akıntı onu Firavun’un sarayına doğru sürükledi. Firavun’un hanımı Âsiye, sandığı görerek yakalayıp saraya götürdü. Sandığı açıp içinde nûr topu gibi bir çocuk görünce onu cân u gönülden sevip; “Aman bunu öldürmeyiniz. Belki büyür de işimize yarar, yâhut onu oğul ediniriz...” dedi. Onu emzirmek için pekçok süt analar getirtti. Mûsâ aleyhisselâm hiçbirisinin memesini almadı. Annesi, çocuğunun Firavun’un sarayına alındığını ve süt annesi arandığını öğrendi. Süt annesi olabileceğini söylemesi için kızını yâni hazret-i Mûsâ’nın kardeşini gönderdi. Kardeşi saraya gidip; “Size bu çocuğu emzirecek, onu güzel yetiştirecek bir hanımı haber vereyim mi?” dedi. Bunun üzerine Mûsâ aleyhisselâmın annesini getirttiler. Mûsâ aleyhisselâm onun memesini aldı ve bunun üzerine Firavun’un hanımı Âsiye onu süt anneliğine kabûl etti. Böylece kimsenin haberi olmaksızın kendi oğlunu Firavun’un sarayında emzirip büyüttü...

Mûsâ aleyhisselâm Firavun’un sarayında büyüdükten sonra sarayı terkedip akrabâsının ve büyük kardeşi Hârûn’un yanına gitti. Bir gün gördü ki; İsrâiloğullarından biriyle bir Kıbtî kavga ediyor. Hazret-i Mûsâ aralarına girip ayırmak için Kıbtîyi itip hafifçe göğsüne vurdu. Kıbtî yere düşüp öldü. Hazret-i Mûsâ elinden böyle bir kazâ çıkmasına üzüldü. Firavun’un şerrinden çekinip, Mısır’dan ayrılarak Medyen’e gitti. Orada peygamber olan Şuayb aleyhisselâmla buluşup, on sene Medyen’de kaldı ve Şuayb aleyhisselâmın kızıyla evlendi. Daha sonra Mısır’a gitmek üzere Medyen’den ayrıldı. Tur Dağına geldiği sırada mekânsız olarak Allahü teâlâ ile konuştu. Kendisine ve kardeşi Hârûn aleyhisselâma peygamberlik verildi. Elindeki asânın yılan olması mûcizesi ve elini koynuna sokup çıkarınca bembeyaz olup, ışık yayması mûcizeleri verildi. Sonra da Kur’ân-ı kerîm’de meâlen şöyle vahyedildiği bildirilmektedir: “Bu iki mûcize Firavun ve adamlarına karşı Rabbinin iki delîlidir. Doğrusu onlar yoldan çıkmış bir millettir. Firavun’a git, doğrusu o azmıştır.” (Kasas sûresi: 32-33)

Hazret-i Mûsâ Mısır’a varıp, kardeşi Hârûn aleyhisselâm ile görüşüp, durumu anlattı. Firavun’a gidip onu dîne dâvet ettiler. İsrâiloğullarını serbest bırakmasını istediler. Firavun ilâhlık dâvâsında bulunarak kabûl etmedi. Bunun üzerine Mûsâ aleyhisselâm elindeki asâsını yere bıraktı. Kocaman bir ejderhâ olup, hareket etmeye başladı. Elini koynuna sokup çıkardı, eli bembeyaz göründü. Bu mûcize karşısında şaşırıp kalan Firavun, durumu vezirlerine anlatınca, o sihirbâzdır dediler. Hazret-i Mûsâ; “Size gelen gerçeğe dil mi uzatıyorsunuz. Bu, sihir değildir. Bu, her şeyin yaratıcısı olan Allahü teâlânın verdiği bir mûcizesidir.” diyerek onları îmâna çağırdı. Firavun ve adamları hazret-i Mûsâ’nın sözlerini dinlemediler. Gösterdiği mûcizelere inanmayıp, sihirdir diye ısrâr ettiler. Firavun; “Ey Mûsâ! Sihirbâzlığın ile bizi yurdumuzdan çıkarmaya mı geldin? Biz de sana sihir göstereceğiz. Bir vakit ve yer tâyin et.” diyerek ülkesindeki bütün sihirbâzları topladı. Mûsâ aleyhisselâm Allahü teâlâya duâ ederek, sihirbazlarla karşılaşmayı kabûl etti. Mısır halkı önünde sihirbazlarla karşı karşıya geldiler. Sihirbazlar ellerindeki ip ve sopaları yere attılar, göz bağcılık ile bir takım yılanlar geziyor gibi gösterdiler. Bu sırada Mûsâ aleyhisselâm elindeki asâsını yere bırakıverdi. Mûcize olarak dehşetli ve çevik bir ejderhâ olup, sihirbazların yere attıkları ve yılan gibi gösterdikleri şeyleri yuttu. Bunu gören sihirbazlar; “Bu mutlaka insan gücünün dışında bir mûcizedir.” dediler ve hazret-i Mûsâ’ya îmân ettiler. Bu hâdise karşısında Firavun iyice azgınlaşıp, baskı ve zulmünü arttırdı. Mûsâ aleyhisselâma inananları şehit ettirdi. Hazret-i Mûsâ’ya îmân etmiş olan kendi hanımı Âsiye’yi de şehit etti.

Firavun ve kavmi küfürde ve imansızlıkta ısrâr edince, Allahü teâlâ onlara çeşitli belâlar verdi. Önce şiddetli bir kuraklık oldu ve çetin bir kıtlığa tutuldular. Sonra su baskını, çekirge, haşarât ve kurbağa istilâsına uğradılar. Başlarına belâ geldikçe hazret-i Mûsâ’ya gidip belânın kaldırılmasını ve îmân edeceklerini söylediler. Fakat belâ kalkınca azgınlıklarına devâm ederek îmân etmediler. Tekrar belâlar başlarına geldi. Buna rağmen îmân etmediler. Firavun ve kavmine gönderilen bu belâlar Kur’ân-ı kerîm’in A’raf sûresinde bildirilmektedir.

Firavun ve kavmi, Mûsâ aleyhisselâmın gösterdiği mûcizeler karşısında İsrâiloğullarının Mısır’dan gitmelerine izin verdi. Mûsâ aleyhisselâm bir vakit tâyin ederek bir gece vakti bütün İsrâiloğullarını toplayıp Mısır’dan çıktı. Bunun üzerine Firavun izin verdiğine pişmân oldu. Derhâl askerini toplayıp, peşlerine düştü ve sabaha doğru onlara Kızıldeniz kenarında yetişti. Önlerinde denizi arkalarında düşmanı gören İsrâiloğulları endişeye kapıldılar. Bu sırada Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma meâlen; “Asân ile denize vur.” (Şuarâ sûresi: 63) diye vahyetti. Hazret-i Mûsâ bu emir üzerine asâsını denize vurdu. Deniz hemen ikiye ayrıldı her bir tarafı yüksek bir dağ gibiydi. Önlerine çok geniş ve kupkuru on iki tâne yol açıldı. On iki sülâle olan İsrâiloğulları bu yollardan yürüyüp karşıya geçtiler. Firavun, askerleriyle birlikte peşlerine düşüp denizde açılan yola dalınca, açılan yol kapanıp sular kavuştu. Firavun, askerleriyle birlikte boğuldu. Firavun boğulmak üzere iken “inandım” demişse de onun ye’se kapılarak söylediği bu sözü kabul olunmadı. Bu hususta Kur’ân-ı kerîm’de meâlen şöyle buyrulmaktadır: “İsrâiloğullarını denizden geçirdik. Firavun ve askerleri haksızlık ve düşmanlıkla arkalarına düştüler. Firavun boğulacağı anda, “İsrâiloğullarının îmân ettiğinden (Allah’tan) başka bir ilâh olmadığına inandım, artık ben de Müslümanlardanım.” dedi.” (Yûnus sûresi: 90) Ancak Allahü teâlâ Firavun’un îmânını kabul etmedi ve ona Cebrâil aleyhisselâm vâsıtasıyla şöyle hitap buyurdu: “Şimdi mi inandın daha önce baş kaldırmış ve bozgunculuk etmiştin.” (Yûnus sûresi: 91) “Biz de bugün seni cansız bedeninle denizden yüksek bir yere atacağız ki, arkadan geleceklere bir ibret olasın. Bununla berâber doğrusu insanlardan birçok kimseler âyetlerimizden (ibret verici mûcizelerimizden) gâfildirler.” (Yûnus sûresi: 92) Tefsîr âlimlerinden Zemahşerî bu âyeti şöyle tefsir etmiştir.

“... Seni deniz kenarında bir köşeye atacağız... Cesedini tam, noksansız ve bozulmamış hâlde çıplak ve elbisesiz olarak, senden asırlar sonra geleceklere bir ibret olmak üzere koruyacağız.”

Firavun’un cesedi bir İngiliz araştırma ekibi tarafından Kızıldeniz kenârında kumlar arasında bulunarak İngiltere’ye götürülmüştür. Hâdisenin olduğu zamandan bugüne kadar üç bin yıl geçmiş olmasına rağmen, Firavun’un vücudu bozulmamış, etleri dökülmemiş, tüyleri kaybolmamış hâliyle secde eder vaziyette Londra’daki meşhur British Museum’da sergilenmektedir. (Bkz. Firavun)

Mûsâ aleyhisselâm Kızıldeniz’i geçtikten sonra, İsrâiloğullarını Ken’an diyârına doğru götürdü. Yolda putperest bir kavmin yurduna uğradılar. Bu kavim öküz sûretinde yapılmış bir puta tapıyorlardı. Onların bu hâlini gören İsrâiloğulları onlara meyl ettiler. Hazret-i Mûsâ’ya; “Yâ Mûsâ! Onların tanrıları gibi bize de bir tanrı yap.” dediler. Hazret-i Mûsâ onlara; “Siz câhil bir kavimsiniz. Allahü teâlâ size nîmet ve kurtuluş verdi. Allahü teâlâya îmân ediniz, şirkten ve putlardan kaçınınız...” diye nasîhat etti.

Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma bir kitap indireceğini vâdetmişti. Tûr Dağına çıkması bildirildi. Mûsâ aleyhisselâm, kardeşi Hârûn’u (aleyhisselâm) yerine vekil bırakıp, kendisi Tûr Dağına gitti. Kırk gün Tûr Dağında kalıp, ibâdet etti. Vâsıtasız olarak Allahü teâlânın kelâmını işitti. Bu sırada Tevrât kitâbı nâzil oldu.

Mûsâ aleyhisselâm Tûr’da iken, Sâmirî adında bir münâfık İsrâiloğullarının ellerindeki altınları topladı. Eriterek bir buzağı heykeli yapıp işte sizin ilâhınız budur diyerek İsrâiloğullarını aldatınca, buzağıya tapmaya başladılar. Hârûn aleyhisselâm her ne kadar nasîhat ettiyse de dinlemeyip, ona karşı çıktılar. Mûsâ aleyhisselâm Tûr’dan dönünce, bu hâle çok gadaplanıp Sâmirî’yi reddetti ve yaptığı buzağı heykelini yakıp denize attı. Sâmirî de insanlardan ayrı ve uzak, vahşî bir şekilde, başkaları ona yaklaşamadığı gibi, o da başkalarına yaklaşamaz hâlde yaşadı. Bu hâlde bulunan Sâmirî sahrâda perişan bir hâlde helâk oldu. Hârûn aleyhisselâma bu durumu sorunca; “Nasîhat ettim dinlemediler. Az kaldı beni öldüreceklerdi.” dedi. Böylece hazret-i Mûsâ’nın gadabı geçti. Onlara, kendisine Tevrât’ın indirildiğini bildirdi. İsrâiloğulları da Tevrât’ta bildirilen hükümlerle amel etmeye başladılar. Putlara tapmaktan vazgeçtiler. Şirkten kurtulup, Allahü teâlâya îmân ve ibâdet ettiler.

İsrâiloğulları Tih Sahrasında kaldıkları sırada Mûsâ aleyhisselâmın bildirdiklerine uymayıp yine taşkınlık gösterdiler. Mûsâ aleyhisselâmdan çeşitli isteklerde bulundular. Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâmın duâsı üzerine, Tîh Sahrasında susuz kalan İsrâiloğullarına su ihsân etti. Allahü teâlânın emriyle Mûsâ aleyhisselâm asâsını yere vurup, on iki tâne pınar fışkırıp İsrâiloğulları içtiler. Allahü teâlâ onlara “selva” denilen bıldırcın eti ve “men” denilen kudret helvası ihsân etti. Nihâyet; “Biz bunları yemekten usandık, bakla, soğan gibi hubûbat ve sebze isteriz” dediler. Bu nîmetlere karşı nankörlük yapan İsrâiloğulları, Mûsâ aleyhisselâmın Ken’an diyârında bulunan Cebbâr (zâlim) kavimlerle harp etmeleri isteğini de kabul etmediler. Mûsâ aleyhisselâma; “Sen ve Rabbin cebbârlara karşı gidip savaş edin.” dediler. Mûsâ aleyhisselâmın akrabâlarından olan Kârûn, Mûsâ aleyhisselâma karşı iftirâda bulunduğu için malları ve servetiyle yerin dibine battı. İsrâiloğulları böyle taşkınlıklar gösterdikleri için Allahü teâlâ onları kırk sene müddetle Tîh Sahrâsında kalmakla cezâlandırdı. Kırk sene müddetle Tîh Sahrâsında şaşkın ve perişan bir hâlde dolaşan İsrâiloğulları, perişan hâlde telef oldular.

Nihâyet aradan epey bir zaman geçip İsrâiloğullarının çocukları itâatkâr ve savaşacak bir tarzda yetiştiler. Bu sırada Hârûn aleyhisselâm da vefât etti.

Mûsâ aleyhisselâm, İsrâiloğullarını alıp, Lût Gölünün güney tarafına getirdi. Buradan da hareket ederek Üç bin Unk adında zâlim bir kralın ordusu ile savaş yapıp gâlip geldiler. Böylece Şeria Nehrinin doğusuna sâhip oldular. Eriha şehrinin karşısındaki dağa çıktılar. Buradan Ken’an diyârı gözüküyordu. Bu sırada yüz yirmi yaşında bulunan Mûsâ aleyhisselâm vefât etti. Mûsâ aleyhisselâmın nerede vefât ettiği ve kabrinin nerede olduğu husûsunda muhtelif rivâyetler vardır. Kudüs civârında veya Nebû Dağında olduğu bu rivâyetlerdendir. Hazret-i Mûsâ’nın şerîati (bildirdiği dîni) hazret-i Îsâ’nın gönderilmesine kadar devâm etti. İkisi arasında gelen peygamberler hep Mûsâ aleyhisselâmın şerîatı ile amel etmekle mükellef oldular. İsrâiloğulları daha sonra Tevrât’ı değiştirip hak dinden uzaklaşıp yetmiş bir fırkaya ayrıldılar. Bunlara Yahûdîler denilmiştir.

Mûsâ aleyhisselâmın mûcizeleri:

1. Asâsının ejderhâ (büyük yılan) olması.

2. Yed-i Beydâ: Sağ elini koynuna sokup çıkarınca, güneş gibi parlaması. Bu nûru gören düşmanları kaçışırlardı.

3. Kavmiyle Kızıldeniz’in kenarına gelince aasâsını vurup denizde yol açması.

4. Tîh Sahrâsında kavminin susuz kalıp, su istemeleri üzerine asâsını bir taşa vurup Benî İsrâil’in kabîleleri adedince, on iki pınar akıtması.

5. Firavun ve Kıbtî kavmi İsrâiloğullarına zulüm ettiği ve Mûsâ aleyhisselâma inanmayıp isyân ettiklerinde, Allahü teâlâ hazret-i Mûsâ’ya tûfân mûcizesini vermiştir. Çok şiddetli yağmur yağdı. Öyle bir karanlık ve fırtına oldu ki, kimse evinden dışarı çıkamadı. Ayın ve güneşin ışığı görünmez oldu. Kıbtîlerin evlerini su bastı. Ayakta durur oldular. Su boğazlarına kadar yükseldi. İsrâiloğullarının evlerine ise bir damla su girmedi. Firavun ve Kıbtî kavmi, bu belânın kaldırılmasını ve îmân edeceklerini söylediler. Kaldırıldı fakat yine îmân etmediler ve başka belâlara dûçâr oldular.

6. Kıbtî kavminin ekinlerini, meyvelerini ve giydikleri elbiselerini, evlerinin tavanlarını yiyen çekirge sürülerinin istilâsına uğramaları mûcizesi. Bu çekirgeler İsrâiloğullarına hiç dokunmayıp, Firavun’un kavmi Kıbtîlere musallat olmuştur.

7. Kumnel yâni bit ve ekin böceği denen haşeratın Mûsâ aleyhisselâmın mûcizesi olarak Kıbtî kavmine musallat olması.

8. Kurbağa mûcizesi. Kıbtî kavmi her belâya tutuldukça, belâ kaldırıldığında îmân edeceklerini söylemelerine rağmen, sözlerinden vazgeçmeleri üzerine üst üstüne belâya tutuldular. Kurbağaların istilâsına uğramaları da bu şiddetli belâlardan biridir. Kurbağalar, yiyeceklerine, içeceklerine düşer, kalırdı. Bir söz söylemek isteseler ağızlarını açarken birkaç küçük kurbağa ağızlarından mîdelerine girerdi. Geceleri üzerlerinde toplanan kurbağaların seslerinden uyuyamazlardı. Firavun, bu belâ kaldırıldığı taktirde, îmân edeceğini söylemesine rağmen, belâ kalkınca yine îmân etmedi.

9. Kan belâsı. Mısır’da bulunan bütün sular, Kıbtîlerin kaplarına doldurulurken kan hâlini alırdı. Böylece susuzluktan çâresiz kalmışlardı. İsrâiloğullarına ise böyle bir şey olmazdı.

10. İsrâiloğullarından biri öldürüldüğü vakit kimin öldürdüğü bilinemeyince, Mûsâ aleyhisselâmın duâsı ile dirilip, kendisini öldüreni haber vermiştir.

11. Mûsâ aleyhisselâm kavmiyle Tîh Çölüne geldiği zaman, kavminin yiyeceği kalmadığı için, Mûsâ aleyhisselâma gelerek çoluk-çocuğumuzla açlığa dayanamıyoruz, dediklerinde Mûsâ aleyhisselâm Allahü teâlâya duâ etti. Kudret helvâsı ve bıldırcın kebabı indi. Her ne zaman isteseler önlerinde hazır olurdu.

12. Hazret-i Mûsâ’nın duâsı ile kuraklıktan kavrulup kuruyan ekinler, otlaklar ve meyveler eski hâlini almıştır.

13. Hazret-i Mûsâ Tîh Sahrâsında bulunan İsrâiloğullarının durumunu merak edince bir kurt gelip onların hâllerini haber vermiştir.

14. Hazret-i Mûsâ’nın duâsıyla sarı dikenler altın olmuştur. Malı ve zenginliğiyle gururlanıp isyân etmesinden dolayı malı ve mülkü ile birlikte yere batırılan Kârun, bu mûcize karşısında âciz kalıp, hased ederdi.

15. Yolculukta hazret-i Mûsâ’ya uzun mesâfeler kısalır, kısa zamanda çok uzak mesâfeleri katederdi.

Kur’ân-ı kerîm’de Mûsâ aleyhisselâmdan 136 yerde bahsedilmektedir. Hakkında çok hadîs-i şerîf vardır. Yine Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerde Hızır aleyhisselâm ile yaptıkları seyâhat bildirilmektedir. Vahyi tebliğ için Cebrâil aleyhisselâm ona dört yüz kere gelmiştir.

Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyuruyorlar ki:

Kendimi, peygamberler arasında gördüm. Mûsâ aleyhisselâm ayakta namaz kılıyordu. Esmerdi, saçları dağınık ve sarkık değildi. Zât kabilesinden bir yiğit gibiydi.

... Sonra bizi altıncı semâya doğru yükseltti. Cibrîl (aleyhisselâm) onun kapısını çaldı. Kim o! denildi. Cibrîl’dir dedi. Yanındaki kimdir? denildi. Muhammed’dir dedi. O’na “dâvet” gönderilmiş midir? denildi. Cibrîl O’na “dâvet”gönderilmiştir dedi. Onun üzerine bize açıldı. Ben orada Mûsâ (aleyhisselâm) ile karşılaştım. Bana merhabâ dedi ve hayır duâ eyledi. |}

Şablon:Musevilik

Tevrat, Tora veya Pentateuk, (Arapça :تورة tawrat, İbranice : תורה Torah, Yunanca: ΠεντάτευχοςPentatevhos), Tanah ve Eski Ahit'in ilk beş kitabına verilen isim. Musa'nın Beş Kitabı olarak da bilinir. Orijinal olarak İbranice yazılmıştır. Tanrı tarafından Musa'ya indirildiğine inanılan beş kitaptan oluşur.

İslam öğretisinde Museviliğin kutsal kitabının Tevrat olduğu görüşü egemen olmuştur. Oysa Tevrat, Musevi Kutsal Kitabını (Tanah) oluşturan 39 kutsal metnin sadece ilk beşinden ibarettir.

Kökenbilim[]

Tevrat adı, İbranice Torah sözcüğünün Arapça biçiminin Türkçe'ye uyarlanışıdır. İbranice "öğretme, gösterme, yönlendirme, öğreti, yasa" anlamına gelir.

Tevrat'ı oluşturan kitapların İngilizce ve bazı diğer Batı dillerinde kullanılan adları, Tevrat'ın 2. yüzyılda yapılmış Yunanca çevirisinden gelmiştir. Yunanca ismi olan Pentatefhos, penta (beş) ve tefhos (nüsha,fasikül) sözcüklerinin birleşiminden oluşmuştur.

Hıristiyanlık, Tevrat'ı ve Tanah'ın diğer kitaplarını kutsal kabul eder, ancak Tanrı'nın İsa vasıtasıyla yeni bir ahit getirdiğini kabul eder. Bu nedenle Musevi Kutsal Kitabını Eski Ahit olarak adlandırır. Yahudilik İsa'yı ve Yeni Ahit'i kabul etmediği için Tanah'ın Eski Ahit olarak adlandırılmasını uygun bulmaz.

Tevrat'ın bölümleri (Musa'nın Beş Kitabı)[]

  • Tekvin veya Yaratılış:

Dünyanın ve insanın yaratılışını, Cennetten kovuluşu, Nuh tufanını, İbrani halkının ataları olan İbrahim, İshak, Yakup ve Yusuf'u anlatır.

  • Çıkış veya Mısır'dan Çıkış:

Yahudi halkının Musa önderliğinde Mısır'dan çıkışını ve yıllarca Sina çölünde yolunu kaybedişini, on emrin indirilişini, temel yasaların kabulünü anlatır.

  • Levililer:

Harun'un oğullarının kâhin atanmasını ve eski İsrail'in tapınma düzenini anlatır.

  • Sayılar veya Çölde Sayım:

İsrail halkının Sina Dağı'ndan göçüp Kenan ülkesinin doğu sınırına varıncaya kadar başından geçenleri anlatır. Ayrıca Kenan sınırında Tanrının Musa aracılığıyla verdiği yasaları içerir.

  • Tesniye veya Yasanın Tekrarı:

Musa'nın ölümünden önce Moav Çölü'nde halkına verdiği öğütleri içerir.

İslam inancında Tevrat[]

İslam dini Tevrat'ı kutsal kabul eder, ancak Tevrat'ın özgün metninin zamanla tahrif edildiğini ileri sürer.

Kur'an'da Tevrat'ın Allah tarafından Musa peygambere indirilmiş bir kitap olduğu belirtilir.

"Sonra iyilik edenlere nimetimizi tamamlamak, her şeyi açıklamak, hidayete erdirmek ve rahmet etmek maksadıyla Musa'ya da Kitab'ı (Tevrat'ı) verdik. Umulur ki, Rablerinin huzuruna varacaklarına iman ederler." (En'am Suresi, 154. ayet)

"Ondan önce de bir rahmet ve rehber olarak Musa'nın kitabı vardır. Bu (Kur'an) da, zulmedenleri uyarmak ve iyilik yapanlara müjde olmak üzere Arap lisanıyla indirilmiş, doğrulayıcı bir kitaptır." (Ahkaf Suresi, 12. ayet).

Dosya:Torah and jad.jpg

Tevrat ruloları

Wikisource-logo
Vikikaynak'ta bu konuyla ilgili metin bulabilirsiniz.
Tevrat
Advertisement