Yenişehir Wiki
Advertisement
Wikipedia-logo-tr
'den Tuhafiye ile ilgili bir şeyler var

Çorap, mendil, eldiven gibi ufak giyim esyalari ve dugme, kurdele gibi seyler satan ufak yerler..

birlikte bulunması tuhaf olarak algılanan maddeleri satan, genelde minik, kıyı köşede kalmış dükkanlar.

hediyelik esya.armagan anlamindaki arapça tuhfe sozcugunden turemistir.


kibariye'nin, dogar dogar aglamak yerine konusmakla gülmek arasi garip sesler çikaran kizkardesine ailesinin vermek istedigi isim. sulukule nufüs memurlugu bu ismi gelenek, görenek ve özellikle yasalarimiza uygun görmeyerek reddetmistir.


ingilizce ismi de en az turkcesi kadar tuhaf olan dukkan turevi.


aylin aslım'ın radyo eksen'de cumartesi günleri akşam saat 7-8 arası dinlenesi programının adı.


tuhaf kadın ehlinden olanların namıdır.

psiladiko seklinde telaffuz edilen cagdas yunanca ismiyle de uluslararasi tuhafligi kimseye kaptirmamaya niyetli sözcük.

eskiden neredeyse her mahallede bir tanesi bulunan,kendine has garip kokusuyla hatirlanan tuhaf dukkan.

ingilzcedeki tuhaf karsilgi icin (bkz: haberdashery)

haydar ergülen'in "eski taşra doğumlu çocukların küçük lunaparkları hayalhanesidir" şeklinde tanımladığı tuhaflıklar dükkanı. ablaları evlilik çağına gelen küçük çocuklar, ellerinden sürüklene sürüklene alışverişin bitiminde dondurma vaadiyle de götürülürdü bu tuhaflıklar dükkanına; onların dünyaları bir daha hiç o kadar renkahenk olmadı. tuhafiyelerin bir bir kapanması da ne tesadüf onların çocukluklarının kapanmasıyla aynı tarihe denk düştü.

tuhafçı.. satar böyle kemiksiz dil, kordonsuz göbek bağı gibi tuhafiyeler. tuhaflığı kurumasın. özleniyor nitekim çengelli iğneler.

tuhafiye dükkanları. sıradışı dükkanlardır. hiç bir tuhafiye dükkanının bir diğerine benzemediğini göz önünde bulundurursak, kendi dalında marjinaldirler aynı zamanda. içinde birbirine benzeyen ve benzemeyen, bir çoğumuzun hiç kullanmadığı ama yaşamımız için hava kadar su kadar olmasa bile gerekli olan bir sürü teferruat bulunur. mesela tela diye birşey vardır. bunu sadece bir tuhafiyeciden alabilirsiniz. neden? çünki tuhaf bir şeydir tela. yüksük de öyle. sutaşı, çuvaldız, çıt çıt, orlon, tren raylarına benzeyen renk renk fermuarlar.. bunların her biri büyüklerin kullanabilecekleri tuhaf oyuncaklardır. aslında burada önemli olan tuhafiyecilerdir. onlara tuhafiyeci demek ne kadar öz-türkçe bilmiyorum bu arada (bkz: bakkalcı), çok dingin bulurum ben tuhafiyecileri. sanki dünyada tığ numaraları, açık satılan tütün kolanyaları miktarından başka bir mesele yok gibidir onlar için. sükunet telkin edici bir halleri vardır. bir de manifaturacılar vardır ki tuhafiyecilikle bağlantısı ne kadardır, nedir, bunu da sormalıyım ama, tuhafiyecilikle birlikte sıradışı meslekler grubundan olduklarını sezinliyorum.

tuhaf seyler satan dükkan. tuhaftan kasit tamamen kisinin hayalgücüyle, satinalma gücüyle veya sativerme gücüyle sinirlidir. esnafliklar icinde en sabir sinayanidir. cesit sayisi yükseldikce satan kisinin cildirma ihtimali yükselir. cünkü müsteri cesidi de dogru orantida artmaktadir. sosyete güzelleri gelir bazen, fiyati ucuz bulduklari icin burun kivirirlar ürüne; bir sonraki müsteri yalvar yakar veresiye yaptirir ki alsin o hirkayi. tuhafiye esnaf olarak garip bir koldur; cünkü sattigi kücük tuhaf seylerden sagladi kar ile hayatina devam etmesi cok zordur ve mutlaka kendini bir sekilde butik haline getirmelidir ya da havlucu ya da nevresimci.. cünkü bi kazaktan gelen kar bi igneden gelen karin 1000 katidir. bunun yanisira sadece corap satan ya da sadece yün satan dükkanlar gözüme carpmakta; onlarin islerinin ne kadar rahat oldugunu hayal eder ve kiskanirim bir full-time tuhafiyeci olaraktan...

türkçedeki en güzel kelimelerdendir.. anlam, etimoloji vb itibariyle bildiğimiz tuhaf dan mı gelmektedir bilemiyorum ancak böyle bir isim insana her tür özgürlüğü sunmaktadır..

düşünsenize hele, insanın bir tuhafiye dükkanı olmayagörsün... ne isterse onu satar o insan.. kim ne söz eder, ne karışır! zira orası zaten bir tuhafiyedir..

eğer ismi binbirçeşit ise istediğiniz tuhaflıkları * satabileceğiniz bir yer.

cocuklari cezbetmedigi sanilan ve fakat sanildiginin aksine inanilmaz cazibesiyle cocuklari mest eden ebruli diyaridir. 46 yildan sonra beni dunyaya getirmeye karar vermis bir annenin son cocugu olarak, kendisinden 23 yas buyuk abisi ve 18 yas buyuk ablasinin alt sayisindaki cocuklarin en kucugu olmam nedeniyle, ben de suruklenirdim bu tuhaf ve minik dukkana ara sira.... (ve vaad edilen dondurma yerine hep te sakiz leblebisi tutusturulurdu elime. )

kucuk bir zilin ilistirildigi cam kapidan kucucuk dukkana girer girmez, tarifi mumkunsuz bir koku vururdu nsanin yuzune, kimbilir belki de kosede duran devasa cam bir balonu andiran tulumbali, cam tuplu, lastik pompali limon kolonyasi sisesinden etrafa sinip yerlesen kolonyanin veya kolali iplik yumaklarinin, seritlerin birbirine hemdem olan kokulariydi.

soldaki duvar tavandan, tabana kadar boydan boya, minicik ayakkabi kutularina benzer kutularla kaplanmis ve her kutunun tam orta yerine bir dugme yerlestirilmisti. akla hayale gelmedik renkler ve sekillerde saticiya sunulan bu dugmeler sanirim tuhafiyenin en cazibeli kosesiydi. renkli inciler, cicek seklinde elmasi andiran ucuz zirkonia tasindan yapilma olanlar, renkli plastikten irili ufakli sade gorunumluler, mekik sekilli coban dugmeleri, siyah abonitten palto dugmeleri, kemik dugmeler, metal dugmeler cocuk dimaginda, inanilmaz guzelikle bir celestial sphere olusturur ve zorla suruklenildigi o mekandan, cocuk hic cikmak istemezdi. (bkz: hayat mecmuasi) ve (bkz: mad world) esliginde yazilmistir bu yazi....

"kayıp ülkenin anahtarsız kapıları, tuhafiye dükkanlarının hafif tozlu dolaplarının birisindedir" der eskiler. geldiğim yerde, ailenin ilk erkek oğlunun kulağına, o evin en yaşlı kadını fısıldar tuhafiyeleri ve büyüleri. 10. yaşına girmiş ilk oğul, 13 yaşına kadar tepeli şehre eğitim almaya gönderilir. annesinin ördüğü yün pelerinin içindeki çocuk, artık ailesine değil tuhafiyeci büyük ustaya aittir. tuhafiyeci büyük ustaların, nerede olduğu belli olmayan eski radyolarından gün boyu yayılan müzik, ileride kazağa dönüşecek yün toplarının arasında, giyene görünmezlik sağlayacak şallarda ve renkli iplerin sarılı olduğu makaraların arasında dolaşır. çocuğun öncelikli görevi sormamayı ve susmayı öğrenmektir. eski bir ahşap taburede otururken, eşyaları izlemek ve aralarındaki konuşmaları duymaya çalışmaktır. her gün bir cümle duyar ustasından, bu cümleler ilk bir ay yedi kelimeliktir. 3 senenin sonunda kara kaplı defter dolunca, çocuk da geri döner yayladaki köyüne. 5 sene boyunca defteri ezberledikten sonra küçük bir gemi ile batık ada'daki büyücülük okuluna gidecektir.

....

tuhafiyelerin aklımda oluşturduğu imgeler aşağı yukarı bu yönde. yerden tavana kadar olan ahşap dolaplar ve binbir çeşit eşya aklımı başımdan alır, gerçek olmayan bir şeyler sezerim ne zaman içeriye göz atsam. üzerine düşünmek bile her seferinde farklı yollara götürür; bu yollar ekseriyetle yerdeniz büyücüsü ve onun karanlık atmosferinden beslenir.

sabah erkenden, tuhafiyeci ile kepenkleri kaldırmak ve hayatımın bir gününü tuhafiyedeki ahşap taburede geçirmek isterim. hemen radyonun yanında, belli belirsiz bir naftalin kokusu ve eski parkelerin loş atmosferinde. tuhafiyeciyi, kalın çerçevesi olan gözlüklü, fazla konuşmayan, bankosunun arkasından çıkmayan ve dirsek yerleri eskimiş yün hırkalı yaşlı bir adam olarak hayal ederim. günde en fazla 3-4 müşteri gelir dükkana, yün ve örgü şişi alıp giderler. ekseriyetle kimse olmaz radyonun içinde şarkı söyleyen minik adamlardan başka. arkası tarafta modası geçmiş, üzerindeki kahramanların demode olduğu okul çantaları umutsuzca satılmayı bekler. tuhafiyeci neyi satıp satmadığını fazla umursamaz, hayatta bankonun arkasında beklemekten başka bir şey yapmadığı için normal olanın bu olduğunu düşünür. işte o sırada, köşedeki taburede oturup dolaplarda gizli kapılar olduğuna inanan insan ben olayım; 7 kelimelik cümle için elimde kara kaplı küçük defterimle bekleyeyim.

tuhfe (nadir ya da emsalsiz hediye) > tuhaf (tuhfeler) > tuhafiye (ender hediyelik eşya satan yer).

gecenin ikisinde tv karşısındaki kanepede yamuk yumuk hale gelmiş bedenimi bulunca artık bazı şeylere el atmam gerektiğini anlamıştım. üşümüş ve açık televizyonun bangırdaması neticesinde kafası skilmiş vücudumu bir kahve yapıp uyandırdım. kahve kokusuyla uyanmayınca sinir yaptığı bilecek kadar uzun yıllardır, içindeydim.

o kahvesini içerken, montunu ve anahtarları getirdim. hadi gidiyoruz! dedim. bana güvendiğinden değil de, ne de olsa dediğimi yapacağını bildiğinden, hiç itiraz etmeden sessizce giyindi. ben olmasam bu kadar çaresiz olacağı hissinden biraz ürpersem de gizliden hoşnut olduğumu belli etmemeye çalıştım. arabaya bindik, en yakın tekelden 2 bira alır geliriz yanılgısına düşen bedenime, yok, dedim. düzene giriyoruz. sessizce onaylayıp açık 3. tekelin önünden de geçip çarşının ortasına kadar geldik. tek ve kısa bir yoldan ibaret çarşının başında arabayı park edip sessiz sokakta yürümeye başladık. daha dar bir paralel sokağa geçişi sağlayan ilk aradan sola dönüp dükkanı bulduk. içerden gelen ışık olmasa kapıyı açıp girmeye cesaret edemeyeceğimiz kapıyı açtık. her tuhafiye gibi, kapıya takılan zilli mekanizma sayesinde dükkana girdiğimizi sadece dükkan sahibi değil tüm kasaba anlamıştı.

içeri girdik, ikimizi ayrı ayrı görebilen tek fani olmasına rağmen seçimini benden yana yapıp, asıl görüneni görmezden gelerek bana baktı. gözlerime baktı diyemememin nedeni, gözlerimi taşıyan bedenimi kaale almaması ve sadece varlığıma bakmasıydı.

beş tane uyku düzeni istiyoruz dedim.

arkasını dönüp yüksek raflardan çıkardığı üç kutuyu elime tutuşturarak, üç tane kaldı. dedi. bu sizi üç gün idare eder. perşembe zaten toptancı gelecek, elinde kaldıysa alırım, kalmadıysa sararız yedi yüz elli gram huzur aynı işi görür ağabey. dedi.

olayı tuhaf şeyler satan yer çiğliğine bağlayıp bağlamayacağımı merak eden bedenim, bir yandan rafları inceleyip bir yandan yapacağım gereksiz tanımlardan korkuyordu. korkmasına gerek olmadığı yönündeki sessiz talimatımı alıp ipe dizili halde duran iradeleri incelemeye devam etti.

ister misin alalım mı? dedim. o böyle sessiz, uysal davrandıkça canım acıyor, onu mutlu etmek için elimden geleni yapmaya çalışıyordum. geceden beri ilk kez açılan ağzı; süt dökmüş kedi varsa alsana bana dedi. besleriz.

Advertisement