Yenişehir Wiki
Register
Advertisement
*_Very_Emotional_Clip_*_Dr.Tahir-ul-Qadri_Weeping_-This_will_bring_you_to_Tears_*Soul_Melting*

* Very Emotional Clip * Dr.Tahir-ul-Qadri Weeping -This will bring you to Tears *Soul Melting*

* Very Emotional Clip * Dr.Tahir-ul-Qadri Weeping -This will bring you to Tears *Soul Melting*

Wikipedia-logo-tr
'den Vaaz ile ilgili bir şeyler var
Eyup_Sabri_Kartal_-_Din_Öğretiminde_Yeni_Teknikler_-_Koç_İlköğretim_Okulu

Eyup Sabri Kartal - Din Öğretiminde Yeni Teknikler - Koç İlköğretim Okulu

Eyup Sabri Kartal - Din Öğretiminde Yeni Teknikler - Koç İlköğretim Okulu

Bakınız

Şablon:Din eğitimi d


Din eğitimi Din öğretimi
İmam Hatip Lisesi İHL İmam Hatip Ortaokulu
İHO İmam Hatip Okulu
Bursa'da İmam Hatip Lise ve Ortaokulları
İmam İmame İmamet İmamet-i suğra İmamet-i kübra Namaz kıldırma memuru
Hatip
Hitap Kıraat Okuma Tilavet Söyleme Söylenme Dedi kodu Konferans Nutuk Bağırma Azar Tedip Tahkir
Hatap
Hutbe Vaaz
Vaiz
Müzezzin Kayyum Müftü
Cumhuriyet döneminde din eğitimi Din Öğretimi Genel Müdürlüğü [1] Din Öğretimi Genel Müdürü DÖGM/Eğitim Politikaları Grup Başkanlığı DÖGM/Programlar ve Öğretim Materyalleri Grup Başkanlığı DÖGM/Uluslararası Dini Eğitim Grup Başkanlığı DÖGM/İzleme ve Değerlendirme Grup Başkanlığı
DÖGM/Özel Büro
Osmanlı'da din eğitimi
DKAB DEĞİTEK 1.İHL Çalıştayı

Din_Öğretimi_Genel_Müdürlüğü_İHL_1._Çalıştayı_Açılış

Din Öğretimi Genel Müdürlüğü İHL 1. Çalıştayı Açılış

Va'zDinî mes'eleler üzerinde konuşup nasihat etmek. Kalbi yumuşatacak sözlerle insanı iyiliğe sevke çalışma. Vaz Farsça

Terk etme, bırakma.

Vaz' (C.: Evza') Koyma, konulma. Bırakmak. Atlamak. Tayin etme, belirtmek. Duruş, hareket, tarz.

VA'Z

Nasihat ve öğüt anlamına gelen va'z, İslâmî bir kavram olarak, kalbi yumuşatacak konularda iyiliği hatırlatma demektir. Yapılan va'zlardan amaç, insanları dinî yönden aydınlatmak, onları, ibadetlerini eksiksiz ve yanlışsız yapabilmelerini sağlayacak şekilde bilgilendirmektir. İnsanları iyiliğe çağırıp, kötülüklerden sakındırmak dinî bir görev olduğundan (Âl-i İmrân, 3/104.)

Müslümanlıkta va'zın önemi büyüktür. Kur'ân'da,

"Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle davet et." (Nahl, 16/125)

buyrulmak suretiyle yapılan va'zlarda uyulması istenilen metod ortaya konmuştur.

Hz. Peygamber de bir hadisinde peşi peşine üç defa, "Din nasihattır..." (Buhârî, Ahkâm, 43; Müslim, İmân, 22) buyurarak samimi olmanın ve anlatılan hususlara öncelikle kişinin kendisinin uymasının yapılan va'zların etkili olmasındaki önemine işaret etmiştir.

Va'z eden kimseye vâiz denir. (M.C.)

VÂİZ VE VÂZ

öğüt vermek, nasîhat etmek. İbâdet yapmak için toplanılan mescit, câmi gibi umûmî yerlerde yapılan dînî nasîhat. İnsanlara doğru yolu göstermek için yapılan irşad hizmeti de bir vâzdır. Vâz, insanların kalbini yumuşatacak ve Allahü teâlânın azâbından korkutacak şeyleri hatırlatmak ve O’na itâat etmeleri için tavsiyede bulunmaktır. Vâz lügatta “Öğüt, nasîhat, uyarmak, anlatmak, bilgi vermek” mânâlarına gelen Arapça bir kelimedir.

Vâz, insanlara dünyâ ve âhiret işlerinde iyiliği öğreten, kötülüklerden kaçınılması gerektiğini telkin etmek sûretiyle, Allahü teâlânın bildirdiği doğru yolu anlatan ve onların bilemediği karanlık yolları aydınlatan bir İslâm âlimi tarafından yapılan nasîhat demektir (Bkz. Emr-i Ma’rûf ve Nehy-i Anil Münker). Bu nasîhatı yapan kimseye de “Vâiz” denir.

Vâz, cemiyet hayâtının düzenine, insanların huzûruna, saâdetine sebep olması bakımından oldukça tesirli bir yoldur. Bunun için vâiz ve irşad hizmetleri, kânun ve yönetmeliklerde geniş ve açık olarak yer almıştır. Diyânet İşleri Başkanlığının görev ve yetkilerini düzenleyen 633 sayılı kânunun ilgili maddelerinde ve buna dayanılarak çıkarılan “Çalışma Yönetmeliği”nde vâiz ve irşad çalışmaları ile ilgili şartlar düzenlenmiştir.

Vâz, Allahü teâlânın dînini, emir ve yasaklarını insanlara anlatma işidir. Müslümanların birbirlerine, iyilikleri emrederek ve kötülüklerden vaz geçirerek nasîhat yapması, dînimizin bir emridir. Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Din nasîhattır.” Nitekim cenâb-ı Hak da, Kur’ân-ı kerîmde Âl-i İmrân sûresi 110. âyetinde meâlen, Muhammed aleyhisselâmın ümmeti için; “Siz ümmetlerin en iyisi oldunuz. İnsanların iyiliği için yaratıldınız. İyilik yapılmasını emreder, kötülükten de sakındırırsınız.” buyurdu.

Vâz ve nasîhat, birinin yüzüne karşı kusurlarını bildirmek şeklinde değil, umûmî olmalıdır. Vâiz, yumuşak ve tatlı söyler ve sert konuşmaktan kaçınır. Çünkü Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “İyiliği tavsiye eden, kötülüğü yasaklayan bunları yumuşaklıkla ve şefkâtla yapmalıdır.”

Vâiz, dinde ilim sâhibi olmalı ve vâz ettiği insanların anlayışlarına, kültür seviyelerine göre hitâp etmelidir. Halkın örf ve âdetlerini göz önünde tutmalıdır. Ayrıca fitneye, huzursuzluğa sebep olacak söz ve davranışlardan kaçınmalıdır. Vâz eden kimse; herkese tatlı dil ve güler yüz göstermeli, kimseyi incitmemeli, kimsenin malına, ırzına göz dikmemeli, İslâmın güzel ahlâkına uygun yaşamalıdır. Müslümanlar arasında bölücülüğe sebep olacak, halkın huzursuzluğunu arttıracak nasîhatı yapmamalıdır. Devamlı karamsar tablolar çizerek insanları ümitsizliğe düşürmemelidir.

İnsanlara rehberlik eden, onlara dinde bilmediklerini öğreten vâizlerin, dikkat edecekleri önemli hususlardan bâzıları şunlardır:

1. Vâiz, dinde söz sâhibi olabilecek derecede ilim sâhibi olmalıdır. Kur’ân-ı kerîmi ve hadîs-i şerîfleri, en doğru şekilde tefsir eden, açıklayan hakîkî İslâm âlimlerinin kitaplarından okuyup vâz etmelidir. Kur’ân-ı kerîmi ve hadîs-i şerîfleri kendi görüşüne göre açıklamaya kalkışmamalıdır. Peygamber efendimiz buyurdu ki: “Kur’ân-ı kerîmi kendi görüşüne uyarak tefsir eden, açıklayan kâfir olur, dinden çıkar.”

2. Vâiz, her sözünde ve her işinde dînimizin emir ve yasaklarına uymalıdır. İslâm ahlâkıyla ahlâklanarak hâl ve hareketleri, güzel davranışları ile insanlara örnek olmalıdır. Çünkü (lisan-ı hâl, lisan-ı kâl’den daha üstündür) sözü meşhurdur. Yâni hâl, davranış, sözden daha tesirlidir.

3. Vâiz, konuştuğu sözlerle Allahü teâlânın rızâsını kazanmayı ve insanların dünyâ ve âhiret saâdetine kavuşmalarına vesîle olmayı niyet etmeli, düşünmelidir. Şan, şöhret, mal ve mevki kazanmak gibi dünyâlık peşinde olmamalıdır. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Biliniz ki, din adamlarının kötüsü, kötülerin en kötüsüdür. Din adamların iyisi de, iyilerin en iyisidir.” Ders vermek, vâz etmek ve dînî yazı, kitap, mecmua çıkarmak, ancak, Allah rızâsı için olduğu vakit ve mevki, mal ve şöhret kazanmak için olmadığı zaman faydalı olur. Böyle hâlis, temiz düşünmenin alâmeti de dünyâya düşkün olmamaktır.


İrşad[]

Doğru yolu göstermek. Akli ve kalbi, mukni ve te'sirli eserler veya sözlerle gafletten uyandırıp hidâyet yolunu göstermek. Cadde-i kürba-yı Kur'aniye yolunda selâmetle devam ettirmek. Allah'a ibadet ve itaata kavuşturmak. Veli bir zâtın, bir kimsenin hidâyete ermesine vesile olması.

Ist: Hak ve hakikatı arayan kimselere bir mürşid-i ekmelin Kur'ânî ve İslâmî eserleriyle veya sözüyle Sırat-ı Müstakim olan İslâmiyet yolunu tanıtması ve tarif etmesi. İmanı kuvvetlendiren ve inkişaf ettiren tahkikî ve yakînî delillerle hak ve hakikatı talim ve tedris etmesi.

İRŞAD Doğru yolu göstermek. Akli ve kalbi, mukni ve te'sirli eserler veya sözlerle gafletten uyandırıp hidâyet yolunu göstermek. Cadde-i kürba-yı Kur'aniye yolunda selâmetle devam ettirmek. Allah'a ibadet ve itaata kavuşturmak. Veli bir zâtın, bir kimsenin hidâyete ermesine vesile olması. * Ist: Hak ve hakikatı arayan kimselere bir mürşid-i ekmelin Kur'ânî ve İslâmî eserleriyle veya sözüyle Sırat-ı Müstakim olan İslâmiyet yolunu tanıtması ve tarif etmesi. İmanı kuvvetlendiren ve inkişaf ettiren tahkikî ve yakînî delillerle hak ve hakikatı talim ve tedris etmesi. (Bak: Mürşid)

Mürşid (Rüşd. den) İrşad eden, doğru yolu gösteren, gafletten uyandıran. Peygamber vârisi olan, kılavuz. Tarikat piri, şeyhi.


MÜRŞİD[]

Sözlükte "yol gösteren, kılavuz, delil, rehber" anlamına gelen mürşid, tasavvufta, insanlara hak yolu gösteren; şeyh, velî, er, eren, pir demektir. (M.C.)

MÜRŞİD Tasavvuf yolunda nihâyete varan büyükler (yolun sonuna kavuşanlar) iki türlüdür:Birincisi Resûlullah'ın sallallahü aleyhi ve sellem izinde giderek kemâle erdikten sonra insanları irşâd için (doğru yola çekmek için) halkın derecesine indirilmiş olan mürşidlerdir. İkincisi, yükseldikleri derecelerde bırakılıp, insanların yetişmesi ile vazîfeli olmayan evliyâdır. (İmâm-ı Rabbânî)

Mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır. (Muhyiddîn ibni Arabî)

Bir kimsenin kendisini irşâdedecek (doğru yolu gösterecek) bir mürşîdi yoksa, büyük zâtların (Ehl-i sünnet âlimlerinin) kitaplarını okusun ve onlara uysun. (Ferîdüddîn Şeker Genc)

İRŞADAT (İrşad. C.) İrşadlar. Hak ve hakikatı ve doğru yolu bildirmeler. İkazlar. (Bak: İrşad)

İRŞAD

Sözlükte "doğru yolu göstermek" anlamına gelen irşat, dinî bir kavram olarak, mü'minleri dinî görevlerini yerine getirmeye çağırmak demektir. Hidâyet ile eş anlamlı olan irşad, Allah'ın kulunun fiilini kendi rızasına uygun şekilde yaratması anlamına gelen tevfik kelimesi ile anlam yakınlığı bulunmaktadır. Ancak irşad, hem mü'min hem de kâfire yönelik olduğu halde, tevfik sadece mü'minler için söz konusudur. İrşad eden kimseye mürşid denir. Bir âyette "...Allah kime yol gösterirse doğru yolu bulan odur ve kimi de sapıklık içinde bırakırsa, artık onun için doğru yolu gösteren (mürşid) bir dost, bir koruyucu bulamazsın" (Kehf, 18/17) buyrulmak suretiyle gerçek irşad edicinin Allah olduğu belirtilmektedir. Hadislerde Reşîd (râşid) (bütün işleri isabetli ve hedefe ulaşıcı) kelimesi esmâ-i hüsnâdan biri olarak Allah'a nispet olunmuştur (İbn Mâce, dua, 10; Tirmizî, Deavat, 82). Hz. Ali'ye "Senin aracılığınla tek bir kişinin müslüman olması sana en değerli malların (kızıl develerin) verilmesinden daha hayırlıdır" (Buhârî, Cihâd, 102) demesi İslâm'da irşad faaliyetinin önemini ortaya koymaktadır. İrşad faaliyetinde bulunan kimsenin samimi ve iyi niyet sahibi olması, insanları Allah yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağırması yapılan irşadın etkili olması için zaruridir (Nahl, 16/125). Ayrıca irşad faaliyetinde, fiilî irşad (yaşayarak gösterme) yöntemi de önemlidir. İslâm'ın, doğuşundan itibaren insanların gönlünde yer etmesi ve oldukça geniş bir coğrafyaya yayılmasında, başta Hz. Peygamber olmak üzere mensuplarının dinin gereklerini yerine getirmesi, sözleriyle fiillerinin birbirine uymasının rolü büyüktür. (M.C.)

VAAZ Vaaz

İyiliğe sevk için söylenen söz, nasihat, öğüt, bir kimseye, kalbini yumuşatacak surette sevap ve ikaba dair söz söylemek, nasihat etmek, bu yolda söylenilen söz.

İnsanların dinî yönden aydınlatılması, onların ibadetlerini eksiksiz ve yanlışsız yapabilmelerini sağlayacak ilmihâl bilgilerinin verilmesini de amaçlayan vaaz'ın, insanlık kadar eski bir geçmişe sahip olduğu söylenebilir. Halen mensup ve müntesibi bulunan dinleri (ilâhî, muharref, bâtıl) hayatiyetlerini sürdürme vasıtalarından biri de hiç şüphesiz vaaz yoludur. Yahudiliğin vaaz görevini haham, Hristiyanlığın papaz, İslâm'ın da vâiz yerine getirir. İslâm açısından batıl olmakla beraber, günümüzde varlığını sürdüren Budizm, Sıkh, Şintoizm vb. dinleri râhipleri vasıtasıyla, kendilerine has mâbedlerinde vaaz yoluyla telkin etmektedirler.

Vaaz, hutbe gibi zorunlu olmamakla birlikte son derece önemlidir ve Müslümanlar için bir görevdir. Çünkü insanları iyiliğe davet edip, kötülükten sakındırmak Müslümanlara farz-ı kifayedir. Allah (c.c) bir âyet-i kerîmede: "Sizden, hayra davet eden, iyiyi emreden, kötülükden sakındıran bir bir ümmet olsun, işte kurtuluşa erenler bunlardır" buyurmaktadır (Âlu İmran, 3/104). Bir başka âyetin meali de şöyledir: "Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle davet et. Onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz Rabbin doğru yoldan sapanı da. Hidayette olanları da çok iyi bilir" (Nahl, 16/125) buyurmuştur. Peygamber efendimiz de bir hadîsinde peşi peşine üç defa: "Din nasîhattir..." (Buharî, Ahkâm, 43; Müslim, İman, 22) buyurmuştur. İşte bu âyetler ve hadîsi şerif vaaz ve irşadın Müslüman hayatındaki önemini en güzel şekilde ortaya koymaktadır.

Vaaz aslında bir şeyi öğretmek maksadıyla değil, telkîn gayesiyle yapılır. Genellikle, cemaatın bildiği şeyleri tesirli bir üslupta anlatıp onları doğru yola çekmeyi, kötülüklerden uzaklaştırmayı hedef alır.

İslâmiyet, irşad ve tebliğ görevini bütün Müslümanlara yüklediği için, eskiden kendisine ilmî yetenek görenler halka vaa'z ederler ve İslâmı anlatırlardı. Ancak, zamanla insanların dînî ilimlere fazla ilgi göstermemeleri yüzünden irşad görevini yürütebilecekler azalmış veya eksik bilgileriyle cemaatın karşısına çıkıp onlara yanlış bilgiler verenler görülmüştür.

Nüfusun nerede ise tamamı Müslüman olan Türkiye'de vaaz görevi Diyanet İşleri Başkanlığı'nca özellikle cami ve mescidlerde yerine getirilmektedir. Başkanlık 2.7.1965 tarihinde kabul edilen 633 sayılı Kuruluş ve Görevleri Kanunu ile bu görevi üstlenmiş bulunmaktadır. Adı geçen kanunun 17. maddesi vaaz ve irşad konusuna ayrılmıştır. Yine Başkanlığın, Merkez ve Taşra Teşkilâtı Çalışma Yönergesi, 4. Bölümü camilerde yapılacak vaaz ve irşad görevini düzenlemiş bulunmaktadır. Bu Yönerge'nin 26. maddesi Vaaz ve İrşad Kurulu'nun teşekkülünü 29. maddesi Vaaz ve İrşad ekiplerinin kurulmasını, 31. maddesi Vaazın hazırlanmasında uyulacak şartları, 32. maddesi de Vaaz Edilirken Uyulacak Şartları tesbit etmiş bulunmaktadır. Yapılan bu düzenlemeler ile vaazların devletin resmî ideolojisi çerçevesinde hareket etmeleri ve insanlara İslâm'ın gerçek boyutlarıyla anlatılmasının engellenmesi hedeflenmiştir.

Veli, keramet, mürşid ne demektir


Sual: Veli, keramet, mürşid ne demektir?[]

CEVAP

İkinci binin müceddidi imam-ı Rabbani hazretlerinin Mektubat kitabının çeşitli mektuplarından alarak aşağıda bildirelim:

Keramet haktır. Keramet, şirkten kaçıp kurtulmak, marifete kavuşmak, kendini yok bilmektir. Keramet ile istidracı birbiri ile karıştırmamalıdır. Keramet ve keşf sahibi olmak istemek, Allah’tan başkasını sevmek demektir. Keramet, kurb ve marifet demektir. Kerametin çok olması, tasavvuf yolunda yükselirken pek ileri gitmek ve inerken, inişi az olmaktandır. Keramet, yakîni kuvvetlendirmek içindir. Yakîn ihsan olunmuş Velinin keramete ihtiyacı yoktur. Kalbin zikre alışması yanında, kerametin hiç kıymeti yoktur. Evliyanın keşfinde hata olabilir. Keşfin yeri kalbdir. Sahih olan keşfler, hayal değildir. İlham ile kalbde hasıl olur. Hayal karışmış olan keşflere güvenilmez. Evliyanın keşfi, İslamiyet’e uygun olursa, ona güvenilir. Böyle değilse güvenilmez. Evliyanın keşfleri, ilhamları, başkaları için hüccet, senet olamaz. Fakat müctehidin sözü, onun mezhebinde olanlar için hüccettir.

Keşf ve keramet sahibi olmak, derecenin yüksek olmasını bildirmez. Keşfler, tecelliler, tasavvuf yolunun yolcularında hasıl olur. O yolun sonunda olanlar, hayrette ve ibadettedirler. Evliyanın önüne, boynu bükük gelmelidir ki, fayda elde edilebilsin. Evliyanın elbisesini edep ve saygı ile giyince, çok fayda hasıl olabilir. Allahü teâlâ, Evliyasını büyük günah işlemekten korur. Evliyadan birkaçı, uzak yerlerde görülmüştür. Bu görünüş, ruhlarının, kendi bedenlerinin şeklinde görünmesidir. Evliya, küçük günahtan korunmuş değildirler. Fakat, hemen gafletten uyandırılıp tevbe eder ve iyi işler yaparak, af dilerler. Evliya, insanları hem İslamiyet’in açık emirlerine, hem de ince, gizli bilgilerine çağırırlar. Evliyanın bir kısmı, sebepler âlemine inmemiştir. Bunların Peygamberlik üstünlüklerinden haberleri yoktur. İnsanlara faydalı olmazlar. Feyz veremezler. Evliyanın çoğunda, vilayetin üstünlükleri vardır. Kutblar, evtad ve ebdal böyledir. Bunların gençleri yetiştirebilmeleri, Ali “radıyallahü teâlâ anh”ın yardımı ile olur.

Velilerin yükseklikleri arasındaki farklar, Allahü teâlânın bunları sevmesinin derecesine göredir. Evliyalık, zıllere, gölgelere kavuşmak demektir. Sevgileri ve zevkleri hep zılleredir. Evliyalık, Peygamberliğin zıllidir, gölgesidir. Evliyalığı abdest gibi, nübüvveti namaz gibi bilmelidir. Evliyalık, kötü huylardan kurtulmak demektir. Evliyanın, kendinin Veli olduğunu bilmesi lazım değildir. Evliyalık verilip de, Veli olduğu bildirilmezse, hiç kusur olmaz. Veli olmak için, dünya ve ahiret sevgisini gönülden çıkarmak lazımdır. Peygamberlik üstünlüklerinde, ahirete düşkün olmak iyidir. İnsanda, ruh âleminden gelmiş olan on latife, on kuvvet vardır. Evliyalık ve Peygamberlik üstünlükleri, bu on latifede olur. Evliyalık, fena ve beka demektir. Yani, kalbi dünyaya düşkün olmaktan kurtarıp, Allahü teâlâya düşkün olmaktır. Evliyalık, akıl ile ve düşünmekle anlaşılamaz. Evliyalık, Allahü teâlâya yakınlık demektir. Mahlukları düşünmeyi gönülden çıkaranlara ihsan edilir. Mahlukların düşüncesini gönülden çıkarmaya (Fena) denir.

Evliyalığın bütün üstünlükleri, İslamiyet’e uymakla hasıl olur. Peygamberliğin üstünlükleri ise, İslamiyet’in görünmeyen, herkesin bilemediği inceliklerine de uyanlara verilir. Peygamberliğin üstünlükleri demek, Peygamberlik demek değildir. Evliyalık derecelerinin hepsini geçip, sonuna varanların keşfleri ve ilham olunan bilgilerin hepsi, Ehl-i sünnet âlimlerinin Nasslardan, yani Kitap ve sünnetten anlayıp bildirdikleri bilgilere tam uygun olur. Evliyalıkta ilerlemenin yarısı yükselmek, yarısı da inmektir. Çok kimse, yalnız yükselmeyi evliyalık sanmış, inişe de, Peygamberlik üstünlükleri demişlerdir. Halbuki, bu iniş de, yükseliş gibi, evliyalıktır. Evliyalıkta cezbe ve süluk vardır. Bu ikisi, evliyalığın iki temel direğidir. Peygamberlik üstünlükleri için, bu ikisi lazım değildir. Evliyalık derecelerinin sonu, kulluk makamıdır. Kulluk makamının üstünde, hiçbir makam yoktur. Veliler Hakka doğrudurlar. Peygamberlikte, hem Hakka, hem de halka doğru olup, birbirine engel olmaz. Evliyanın nefsleri mutmainne olmuş ise de, bedendeki maddelerin ihtiyaç ve istekleri vardır.

Evliyalık, beş derecedir. Herbiri, beş latifeden birinin yükselmesidir. Herbiri, Ulül’azm Peygamberlerden birinin yoludur. Birinci derecesi Âdem aleyhisselamın yoludur. Evliyalığı birinci derecede olan bir Peygamberin evliyalığı, beşinci derecede olan bir Velinin evliyalığından daha kıymetlidir. Evliyalığın (Vilayet-i hassa) denilen en yüksek derecesine kavuşabilmek için, nefsin fani olması lazımdır. (Ölmeden önce ölünüz!) emri, bu faniliği göstermektedir.

Evliyalık, ya hassa [hususi] olur veya umumi olur. Vilayet-i hassa, Muhammed aleyhisselamın evliyalığıdır. Onun ümmetinden, ona tam tâbi olan evliya da bu vilayete kavuşabilir. Bu vilayet, tam fena ve olgun bekadır. Burada nefs fani olmuş, Allahü teâlâdan razı olmuştur. Allahü teâlâ da, ondan razıdır. Evliyalığın yüksekliği, beş latifenin derecesine, sırasına göre değildir. En yüksek derecedeki (Ahfa) latifesinin evliyalığına kavuşmak, öteki derecelerde bulunan Evliyadan daha yüksek olmayı göstermez. Evliyalığın üstünlüğü, asla yakınlık ve uzaklıkla ölçülür. Kalb denilen aşağı derecedeki latifenin evliyalığına kavuşmuş bir Veli, asla daha karib [yakın] olunca, ahfa latifesinde bulunan, fakat o kadar yakın olmayan Veliden daha üstün olur.

Muhammed aleyhisselamın evliyalığına kavuşan Veli, geri dönmekten korunmuştur. Yani bulunduğu dereceyi kaybetmez. Öteki Veliler, korunmuş değildirler, tehlikededirler. Evliyalık, yalnız kalbin ve ruhun fani olması ile hasıl olabilir. Fakat, bunların fani olmaları için, öteki üç latifenin de fani olmaları lazımdır. Evliyanın evliyalığına (Vilayet-i sugra) denir. Peygamberlerin evliyalığına (Vilayet-i kübra) denir. Vilayet-i sugranın sonu, enfüsdeki ve afaktaki ilerlemenin sonuna kadardır. Vilayet-i sugrada, vehmden ve hayalden kurtuluş yoktur. Vilayet-i kübrada vehmden ve hayalden kurtuluş vardır. Vilayet-i sugra, beş latifenin, arşın dışındaki asıllarını geçtikten sonra başlayıp, bu asılların da asılları olan, Allahü teâlânın sıfatlarının zıllerini, görünüşlerini geçince, biter. Vilayet-i sugra afakta ve enfüsde, yani insanın dışındaki ve içindeki mahluklarda olur. Yani zıllerde, görünüşlerde olur. Bunda sona erenler, (Tecelli-yi berki)ye, yani şimşek gibi çakıp geçen tecellilere kavuşurlar. Vilayet-i kübra, bu tecellilerin [görünüşlerin] aslında olur. Allahü teâlâya yakın olan ilerlemedir. Peygamberlerin evliyalığı böyledir. Burada, tecelliler, daimidir. Vilayet-i sugra, (cezbe) ile (süluk)dür.

Evliyalık kemalatına kavuşmak, süluk, yani çalışarak ilerlemek, kalbin zikir etmesi ve murakaba ve rabıta ile olur. Peygamberlik kemalatında ilerlemek ise, Kur’an-ı kerim okumakla ve namaz kılmakla olur. Bundan sonra ilerlemek için hiçbir sebebin tesiri yoktur. Ancak, Allahü teâlânın lütfu ve ihsanı ile olur. Ne kadar ilerlerse ilerlesin, İslamiyet’ten dışarı çıkamaz. İslamiyet’e uymakta sarsıntı olursa, bütün vilayet dereceleri yıkılır. Bundan da yukarı yükselmek, muhabbet ile, sevmek ile olur. Lütuf ve ihsan başkadır. Aşk ve muhabbet başkadır. Peygamberlerin evliyalığı bile Peygamberlik üstünlükleri yanında aşağıdadır. Vilayet-i Muhammediyye, bütün Peygamberlerin vilayetlerini kendisinde toplamıştır. Peygamberlerden birinin vilayetine kavuşmak, bu (Vilayet-i hassa)nın bir parçasına kavuşmaktır. Velinin inişi çok olunca, üstünlüğü de çok olur. Velinin bâtını, yani kalbi ve ruhu ve öteki latifeleri zahirinden, yani duygu organlarından ve aklından ayrılmıştır. Zahirinin gafil olması, bâtınına ulaşamaz. Hiçbir Veli, hiçbir Peygamberin derecesine ulaşamaz. Bir Veli, bir bakımdan, bir Peygamberin üstünde olabilir. Fakat, her bakımdan, bu Peygamber, bu Veliden daha üstündür. Veli, küçük günah işleyebilir. Fakat, hemen tevbe eder ve velilik derecesinden atılmaz. Tasavvuf yolunda aranılan şey, fenanın ve bekanın, tecellilerin ve zuhurların, şühud ve müşahedenin, söz ve mananın, ilim ve cehlin, isim ve sıfatın, vehm ve aklın ötesindedir.

Mürşid yani Rehber, insanı Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşturan vasıtadır. Talebe rehberini ne kadar çok severse, Onun kalbinden feyz alması da, o kadar çok olur. Mürşid vesiledir, Resulullahın mübarek kalbinden çıkıp, mürşidlerinin kalbleri vasıtası ile, kendi kalbine gelen feyzleri neşr eden bir vasıtadır. Maksat, Allahü teâlâdır. Mürşid-i kamil, emme basma tulumba gibidir. Kalb makamına inmiş olup, kendi mürşidinden aldığı feyzleri, marifetleri, talebesine ulaştırır. Rehberini inciten veya inanmayan, hidayete kavuşamaz. [Bunun için vehhabiler, Allahü teâlânın feyzlerinden, marifetlerinden mahrumdurlar.] Rehberini incitenden kalbin kırılmazsa, köpek senden daha iyidir, buyurmuşlardır. Rehberine inanmakta, güvenmekte sarsıntı olursa, feyz alamaz. Bu sarsıntının ilacı yoktur. Rehberden feyz almak için teveccüh olmaksızın, yalnız onu sevmek yetişir. Rehber ile bulunanların, imanları kuvvetlenir. İslamiyet’e uymak isteği hasıl olur. Rehberin sözleri, halleri, hareketleri, ibadetleri hep İslamiyet’e uygundur. Ona uyan, onu dinleyen, Resulullaha uymuş olur. Böyle olmayan kimse, rehber olamaz.

Tasavvuf, Resulullahın izinde bulunmaktır. İnsanların yaratılışlarına göre, ayrı yollar hasıl olmuştur. Tasavvuf, ihlası arttırmak içindir. Tasavvuf yolunda Rehber lazımdır.

Allahü teâlâya kavuşturan yol ikidir: Nübüvvet yolu, Vilayet yolu. Nübüvvet yolunda rehber lazım değildir. Bu yol asla kavuşturur. Vilayet yolunda rehber lazımdır. Nübüvvet yolunda, fena, beka, cezbe ve süluk gibi şeyler yoktur. Vilayet yolunda ilerlemek için her şeyi [dünyayı ve ahireti] unutmak lazımdır. Gönlün bunlara bağlı olmaması lazımdır. Nübüvvet yolunda ahireti unutmak lazım değildir. Tasavvuf, imanı kuvvetlendirmek ve İslamiyet’e uymakta kolaylık duymak içindir. Tarikat ve hakikat, İslamiyet’in hizmetçileridir. Tarikat, mahlukları yok bilmektir. Hakikat, Allahü teâlâyı var bilmektir. Birincisi, herkesten kaçıp, bir yere kapanmak demek değildir. Emr-i maruf, nehy-i münker, cihad ve sünnetlere uymaktır. (Mektubat-ı Rabbani)


Hayatta En Hakiki Mürşit Ilimdir ( Açiklamasi )[]

Atatürk' ün Bu Sözle Ne Demek Istediğini Anlatabilmek Için önce "mürşit" Sözünün Anlamını Açıklayalım: Mürşit Demek Doğru Yolu Gösteren, Kılavuz Demektir. Buna Göre, Insanların Ve Toplumların Hayatında En Gerçek Yol Gösterici, En Yanılgısız Kılavuz Bilim Oluyor. Simdi Bu Söz üzerinde Duralım. Bilim Yalnızca Gerçeği Arar Ve Ona Değer Verir. Gerçek Dışı şeylerin Bilimde Yeri Yoktur. O Halde, Bilimi Kendine Kılavuz Yapan Insan Ve Toplumlar Gerçeğin Yolunda Ilerlerler. Bu Yol Doğrunun, Doğruluğun Yoludur. Doğruluğun Olduğu Yerde De Iyilik Ve Güzellik Vardır. Insan Ya Da Toplum Bu Yolda Dünyayı, Geleceği Ve Her şeyi Olduğu Gibi Görebilir. Böyle Olunca Da Uygarlık Yarışında Güvenli Adımlarla Ilerler. Her Yeni Gün Bir Ilerleme, Bir Gelişme Ve Bir Kalkınma Günü Olur. çünkü Bu Yolda Tutuculuk Yoktur, Geri Kalma Yoktur. Akıl, Yeteneklerini Gerektiği Gibi Kullanabilir. Insan Bilgisizlikten, Bilgisizliğin Karanlığından Kurtulur. Yasadığı Hayatı Daha Iyi Tanır. Daha Iyi Yaşamanın Yollarını Bulur. Bilimin Yasaları Vardır Birtakım Varsayımlar, Kişisel Görüşler Ve Kalıplaşmış, Katı Düşüncelerin Bilim Diye Tanıtılması Her Zaman Olagelmiştir. Ama Bunlar Bilim Olmadığı Gibi Bilimin Ortaya Koyduğu Gerçeği De Hiçbir Zaman Değiştiremezler. Bilim Ancak Doğrunun Ve Gerçeğin Ortamında Oluşur. Ancak Onunla Iyiye Ve Güzele Gidilebilir. Böyle Olduğu Için, Bilim, Insanda Hoşgörü Yaratır. Katı Ve Kalıplaşmış Düşünceli, ön Fikirli Olmayan Insanlar Yetiştirme Ortamını Oluşturur Bilimin Verileri Ile Iyi Insan, Iyi Vatandaş Yetiştirme Olanakları Elde Edilebilir. Bilime Dayalı Gerçeklerle Yetiştirilmiş Insanlar Hiçbir Görüş Ve Düşüncenin Tutsağı Ve Yobazı Olmazlar. Bir ülke Bilimi Kendine Kılavuz Seçerse Her Alanda Büyük Ilerlemeler Gösterir. Dünya Uygarlık Düzeyinin üstüne çıkar. "hayatta En Hakiki Mürşit Ilimdir."


Zikrullahı icra etmemek için Hazret-i ALLAH hiç bahane kabul etmiyor. “Kulum beni zikret, kesir zikret. Nasıl bir şekilde olsan da zikretmeye mani hiç bir hadise yaratmadım. Ayakta zikret, oturarak zikret, yan üzeri yatarak da zikret. Dikkat en güzel edepli yatış sağ yanına yatıştır. Duygusuz olma. Tefekkürle zikret. Bariz, açık olan tecelliyat-ı ilahiden nasip alamıyorsan göklerin ve yerin yaratılışı hakkında bak ve düşün. O kuvveti, kudret-i ilahiyi kabiliyetin nispetinde tefekkür ettiğin ve Yüce Varlığın karşısında imanın nispetinde aczini bilmen seni zikr-i ilahi rahmetine nasipli kılar. Men arefe nefsehu fe-kad arefe Rabbehu ( Nefsini bilen Rabbını bilir ) hitabını, nefsin terbiyesini hayatı boyunca kendisine vazife edinen adem insanlığa namzettir.

O anlamıştır ki, adem terbiyeye muhtaç yaratılmıştır. Peygamber efendilerimiz de mekarim-i ahlakı anlatmak ve öğretmek için ALLAH’ın rahmeti olarak gönderilmiş. Peygamberimiz Efendimiz de; “Ben mekarim-i ahlakı tamamlamak için gönderildim” buyurdular. Hiç bir zaman dünyayı boş bırakmamış adil-i mutlak olan Rabbımız. Peygamber efendilerimiz zamanında, gerekse sonra ALLAH’ın bu türlü rahmetini ihsan ettiğini her an müşahede etmek mümkündür.

Varisü’n-Nebi olan evliyasını kullarına her devirde ihsan eyleyip cümle kullarını mahrum etmeyen Rabbımız rahmeti ve merhameti ile bu türlü rahmetini mevcut kılmıştır. Her hangi bir zamanı kastederek “bu zamanda mürşit yoktur” demek küfürdür. Rabbına zulmü reva gördüğünden bu türlü bilgisizliğini şahide ihtiyaç duymadan kanıtlamış olur.

Namazı bitirince de, ayakta otururken ve yanınız üzerinde yatarken (daima) ALLAH’ı zikredin. Huzura kavuşunca da namazı dosdoğru kılın. Çünkü namaz mü’minin üzerine vakitleri belli bir fazdır. ( Nisa Suresi, 103 )

Bu ayet-i kerimede zikrullahı ayrı, namazı ayrıca beyan ediyor. Mü’minler üzerine namazın farz olduğunu ve namazın vaktinde kılınmasının emr-i ilahi olduğunu, ALLAH’ı zikreden mü’min kullarının huzura kavuşacağını ve namazı da dosdoğru ancak bu kullarının kılacağını biz acizlere bildiriyor. Hazret-i ALLAH Hucurat Suresi’nde ( ayet 16 ) buyurur ki : Habibim, o bedevilere söyle : İman ettik demesinler, İslam’a girdik, desinler.” Kul “la ilahe illallah” der İslam’a girer. Peygamber efendilerimiz vasıtası ile kullarına verilen yetki bu kadar. Her ne kadar beni Adem’in tutumu ve hareketleri imanlı yahut imansız olduğunun tablosunu gösterse de, netice ALLAH’ın ilminde malum olup, beşerin aczi bu türlü ölçülere müsait yaratılmamış.

“ALLAH’tan başka ilah yoktur, illa ALLAH vardır” diyorsa beşer ölçüsüne göre müslimdir. Manasını yaşıyorsa ALLAH’ın mü’min isminin tecelli ettiği bahtiyar mü’mindir. İman sahibi imanın kemalatı emr-i ilahilerin zuhur ve tecellisini gayr-i ihtiyari nefsinde zuhurunu müşahede ettiği gibi başka kişilerin de görmelerini engelleyemez. Bu türlü insanın hayatı örnektir. O makbul şahıs için bu halinde riya düşünülemez.

Bu ayet-i kerimenin anlamına göre namaz, oruç, hac ve zekat İslam’ın şartı olmayıp, imanın neşv ü nema bulduğu mü’minlerde tecelliyatı görülen sonsuz rahmet-i ilahinin kul üzerinde bariz tecellisidir. Emr-i ilahi umumi ise de büluğa ermemiş çocuklar ve İslam’a yeni girmiş kişilerde öğrenme toleransını unutmamalıyız. ALLAH’ın emri olduğu da hafife alınmamalı. Şu emr-i ilahiyi hafızamıza işleyelim : “Zikrullah sizleri huzura kavuşturacaktır. O hal zuhur ettiği zaman namazı dosdoğru kılacaksınız” işareti ile zikrullahın faziletini beyan ediyor Hazret-i ALLAH c.c.


İrşadın manası ve ehemmiyeti[]

Kelime olarak irşad: Hak ve hakikate, iyiye, doğruya tercüman olmak, Allah yolunu göstermek manalarına gelmektedir Tasavvufî manasıyla irşad ise: Allah'ı kullarına, kullarını da Allah'a sevdirmektir Belirli bir eğitimi ve metodu olan bu irşadı, şu şekillerde de tarif edebiliriz:

  • Yaratıcısıyla tanışık olmayan ruhları onunla tanıştırmak, Rabbi'yle tanışık olan ruhları da onunla olan münasebetlerinde derinleştirip yükseltmek
  • Potansiyel olarak insanlık kabiliyetine sahip olan insanı, fiilen insan haline sokmak Diğer bir tabirle “insan-ı kâmil” yapmak
  • İnsanın şer kabiliyetini hayır kabiliyetine çevirmek suretiyle, şeytan ve onun temsil ettiği kötülükleri bertaraf etmek
  • İnsanı iyiliğe, ibadete, güzel ahlâka, salih amele, istikamete… hasılı Rabbi'nin rızasına yöneltmek suretiyle O'na ulaşmasını sağlamak


Mürşidin mana ve keyfiyyeti[]

İrşad eden, doğru yolu gösteren rehber zata mürşid denir Allah'ın, doksan dokuz güzel isminden biri de “er-Reşîd” dir (bkz Hûd Suresi, 87) Reşîd, mürşid anl----- gelmektedir Çünkü asıl olarak hak ve doğru yolu gösteren, sonsuz rahmet sahibi Allahu Tealâ'dır Nebileri ve rabbanî alimleri vasıtasıyla insan ve cinleri ilâhi kitabının nurlu beyanlarına davet etmektedir İnanan-inanmayan herkese merhamet buyurup, onları ebedi azaptan kurtaracak mürşidleri aralarından çıkarmaktadır

Nitekim, her devirde bu vazifeyi hakkıyla yapabilecek mürşidleri yetiştirmek farz-ı kifayedir Ayet-i kerimede: “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir sınıf bulunsun İşte kurtuluşa eren onlardır” (Âl-i İmran, 104) buyurulmaktadır

Tasavvufta kemale ermiş, olgunlaşmış, evliyalık mertebelerinin sonuna ulaşmış, kabiliyeti olanları bu yolda yetiştiren rehber zata mürşid-i kâmil denir

Umumi manada mürşid-i kâmil, kalp ve kafa izdivacına muvaffak olmuş bir mana kahramanı, hakikat davetçisi ve gönüllere Hak esintilerini duyuran bir peygamber vârisidir Ulaşmak isteyenle ulaşılacak olan arasında bir köprü mesabesinde olan mürşidin en belirgin vasfı, Hakk'a yakınlıktır Onun fizikî alem kadar metafizik alemlere de gönül gözü açıktır O, Allah, insan ve kainat münasebetini kavrayan, varlığın esrarına aşina bir arif, dünya- ahiret bilgileriyle donanmış bir bilgedir Hak yolcusunun kalbine kendi hususi mazhariyetlerini yansıtan bir velîdir İşte böylelerinin elinde her zaman kömürler elmasa dönüşmüş, taş ve toprak da altın seviyesine yükselmiştir

Bu vadide, gavs ve kutuplardan düz nasihatçılara kadar birçok irşad ehlinden bahsetmek mümkündür Fakat ruhlara insan-ı kâmil olma ufkunu açamayanlara mürşid denemez Denemez; zira bunların kendileri irşada muhtaçtırlar ve mutlaka terbiye edilmelidirler Bir atasözümüzde, “Kendi muhtâc-ı himmet bir dede, bilmez ki gayra nasıl himmet ede” denilir


Vaiz-mürşid farkı[]

Vaaz ve nasihatle meşgul olanlar, ihlâslı olmak kaydıyla, irşad adına kısmen halka faydalı olabilirler İlim öğretirler, faydalı ve doğru olanı kitaplardan okuyup anlatabilirler Bazı konularda hayır ve iyiliğe de sevk ederler Fakat kendisi kemale ermeyen nefs erbabı bir kimsenin, terbiye ile başkalarını kemale erdirmesi mümkün değildir Muhataplarını nefs ve şeytanın hilelerinden kurtaramazlar Hakiki Allah sevgisini veremezler Terbiye etmeye kalktıklarında, kendilerini de muhataplarını da helâk ederler Nefs ve şeytanın oyuncağı olurlar Zaten terbiye ettikleri görülmüş bir şey de değildir Böylelerinin hali, İmam-ı Gazalî Hazretleri'nin buyurduğu gibi, yakasında akrep olan bir kimsenin boynundaki akrebe aldırış etmeyip, eline aldığı bir yelpazeyle başkalarının burnundaki sineği kovalamasına benzemektedir

Sıradan bir irşad eriyle Hakk'a yakınlık kazanmış velî bir mürşid arasında, en az yerden Arş'a kadar manevi mesafe vardır Velîlik mertebesine yeni adım atmış mübarek bir zatla, gavs ve kutup gibi zirvelere tırmanmış Allah dostları arasında da belki bir o kadar mesafe daha vardır

Onun için gavs ve kutup gibi zatlar hem malumdurlar, yani zahirde beşeriyet mertebesindedirler, hem de meçhuldürler ki, sırları gaybü'l-gaybdedir Hak'dan başka onlara kimse muttali olamamıştır Kendi evladından ve müridlerinden çok sayıda velî yetiştiren Aziz Mahmud Hüdayî Hazretleri'nin şeyhi Üftade Hazretleri şöyle demiştir: “Beni, ehil, evlad ve etbadan hiç kimse bilememiştir”

İşte bu gibi kutbiyyetini gavsiyyetle derinleştirmiş bir kâmil, mana atmosferine giren herkese ufkunun boyasını çalar, onları Kur'an ve Sünnet malzemesiyle adeta yeniden inşa eder


Mürşidlerin makamları[]

Kâmil bir mürşidin velîlik mak----- ulaşması mutlaka gereklidir Aksi halde velî olmayan bir zatın taliplerine manevi uaçması bir tarafa, onlara zarar bile verebilir Velâyet ise, fenafillâh (Allah'da fani olma) makamıyla başlar Bu, bir nevi yeryüzünden mesela Süreyya yıldızına kadar olan basamakları çıkmak gibidir Velî bu mesafeyi bazen adımlarıyla, bazen de manevi bir vasıtayla çekilerek çıkar Sonunda her türlü yön, mesafe ve mekândan münezzeh olan Allah'a vasıl olur

Vuslata eren bir velînin tevhidi ve dolayısıyla da imanı kemale erer Nefsanî ahlâkından soyunur Rahmanî ahlâk ile ahlâklanır Cenab-ı Hakk'ın tecellilerine mahzar olur Lâkin bu makamda olan bir kimsenin alemi, şu gördüğümüz fizikî alem değildir Her ne kadar cismi bu alemde olsa da, ruhu Arş-ı A'lâ ve onun üzerindeki manevi alemlerle alâkadardır Bulunduğu alemin kayıtlarıyla sınırlıdır O yüzden vecd ve istiğrak halleri galiptir Çoğu zaman Allahu Tealâ'nın dışındaki her şeye (mâsivaya) şuurları kapalıdır Avamdan olan halkla onların dünyası apayrıdır İşte bunun için fenafillâh makamından bekabillâha dönmeyen bir velîye irşad görevi verilmez

Bekabillâh, vuslat ile kemale erdikten sonra, bir bakıma çıktığı merdivenlerden geri dönüp, fizikî alemdeki insanların seviyesine inmektir İrşad vazifesini yerine getirebilmek için bu iniş zaruridir Zira, velî ile talibin arasında -makam bakımından olmasa da- mertebe açısından bir uçurum olmamalıdır

Bir velî, Allah'a vuslat yolunda çıkarken ne kadar çok yükselirse, halkın seviyesine inişi de o kadar fazla olur Aynı şekilde, fizikî aleme doğru ne kadar çok inerse makamı o kadar yüksek, irşadı o denli kuvvetli olur Çünkü inişi fazla olduğundan mahluklara yakınlığı artar Böylece kendisinden çokça istifade edilir Nübüvvetten başka velâyet makamının da sultanı olan Hz Rasul-i Ekrem sav Efendimiz, çıkışta herkesten yukarı, inişte ise herkesten aşağı indi Bu yüzden onun irşadı bütün peygamberlerden kuvvetli oldu ve bütün insanların peygamberi oldu

Şu halde fenafillâh ve bekabillâh makamlarına ulaşan bütün mürşidler, prensipte kâmil bir velî olmakla birlikte, aralarında yerle gök kadar mesafe bulunabilmektedir Aradaki bu fark hiç şüphesiz irşada da yansımaktadır Ayrıca kutbiyyet ve gavsiyyet makamlarının sultanları ile bu makamda olmayanların ahiretteki şefaatleri her halde bir olmayacaktır Hatta ehl-i keşfin beyanına göre, Gavs, duasıyla sûfi olmayanların da imdadına yetişir, onların son nefeste imanla kabre girmelerine vesile olur

Kâmil mürşidlerin sözleri ölmüş kalpleri diriltmek için devadır Onlar ashab-ı makâl gibi çuvallarla laf etmezler Pek az ve inci gibi tane tane konuşurlar Halleri her şeyi anlatmaya kâfidir Bakışları manevi kalp hastalıklarının şifasıdır Taş kesilmiş kalpler, onun sevgisine kavuşmakla yumuşak olur Hadis-i şerifte buyrulduğu üzere: “Görüldükleri zaman Allah hatırlanır” Cismanî yüzleriyle Allah'ın kullarıyla meşgul olurken, manevi yüzleriyle Allahu Tealâ'ya bağlıdırlar Dışları halk, içleri Hak iledir Hadis-i kutside Cenab-ı Mevlâ, “onların gören gözü, tutan eli, işiten kulağı” olduğunu beyan etmektedir Kim bilir, belki de Hak Tealâ Hazretleri günde kaç kere kalplerinde tecelli edip, “Kalbin nasıl dostum?” diye sormaktadır

Dolayısıyla böyle bir kalbe girebilmek kadar büyük bir saadet yoktur Çünkü o kalbe girmek Hz Rasulullah'ın kalbine girmek ve Allah'ın rızasına nail olmak manasına gelmektedir Paha biçilmez değerde bir kristale benzeyen o kalbi kırmak ise, şekavetlerin en büyüğüdür Çünkü bunun manası da yine hadis-i kutside belirtildiği üzere, Allah ile savaşmaktır

Bir mürşide halife olmak

Kâmil mürşidlerin en tatlı ideallerinden biri de kendilerinden daha büyük mürşidler yetiştirmektir Bunun için hiçbir fedakârlıktan kaçınmayıp, onların terbiyesi ile meşgul olurlar Nihayet belirli mertebe ve makamlara ulaşan talip, mürşidinden icazet alarak halife olur Yani mürşidlik yapmaya ehil bir kimse haline gelir Bir mürşidin çok sayıda halifesi olabileceği gibi, hiç olmayabilir de

Genel olarak iki türlü hilâfet şekli vardır Birincisi işaretle verilen halifelik, ikincisi de zaruretle verilen halifeliktir İşaretle halifelik, silsiledeki meşayih-ı kiramın mana alemindeki ittifakı ve işaretleriyle verilir Tabii bu silsilenin başı Hz Peygamber sav'dir Cenab -ı Hak kimi seçtiyse, mürşid ona hilafet verir Makbul ve üstün olan hilâfet şekli budur Mürid, bu çeşit hilâfeti geri çeviremez Kâmil (yetişmiş) ve mükemmil (yetiştirebilen) mürşidlerin halifeleri ekseriyetle böyledir İstisnaları azdır

Zaruri halifelik ise, bir ihtiyaç veya maslahata binaen, müridin makamı kemale ermediği halde sadece mürşidin izniyle verilen halifeliktir Bu tip halifelerin mürşidi hayatta olduğu müddetçe insanlar ondan fayda görür Eğer kemale ermeden mürşidi vefat ederse, onun işi tehlikeli ve zordur

Yukarıda anlatılanların dışında, bir de müridler tarafından halife ilan edilen şahıslar vardır ki, bunların gerçekte mürşidlikle bir alakaları yoktur Umumiyetle herhangi bir halife bırakmayan mürşide bağlı müridler bunu yaparlar Belki seçtikleri zat çok iyi, muhterem ve hatta velî bir zat olabilir Ama yukarıda anlatıldığı gibi, mürşidlik başka bir şeydir Kâmil mürşid tarafından izin verilmedikçe irşadları muteber değildir Hz Peygamber sav'e kadar uzayan bir icazet silsilesinden de mahrumdurlar Bu gibi zatlar cemaatin önünde hayırlı hizmetler yapan bir ağabey fonksiyonundan öte geçemez Hakiki terbiye veremez Başkalarına halifelik izni veremez Verse de geçerli olmaz Fenâ ve bekâ mertebelerine ulaşamadığı için, kendilerine rabıta yapılmasına izin veremez, daha doğrusu vermemelidir Çünkü böyle bir rabıtanın faydası yoktur

Ders vermek üzere kendilerine vekâlet verilen şahıslara ise vekil denilir Bazı tasavvufî kollarda bunlara halife diyenler de vardır Fakat söz konusu zatların mürşidlikle bir alakaları yoktur Mürşidleri vefat eder ya da vekâletten azlederse, bunların vazifeleri sona erer

Mürşidlik babadan oğula geçer mi?

Mürşidlik kesinlikle babadan oğula, kardeşten kardeşe, kan bağıyla veya irsiyetle geçen bir vazife değildir Mürşidlik, ancak amel edip matlup olan mertebelere ulaşan ve ilmi olan salike Allah'ın ihsan ettiği bir görevdir Bu saadete nail olan, mürşidin oğlu da olabilir, yabancı birisi de

Fenafillâhtan bekabillâh mak----- kim döndü ise, Allah'ın izniyle ona vazife verilir Dönmeyene irşad izni verilse de, böylelerinin mürşidi hayatta değilse irşad vazifesi yapmamaları daha uygundur

Kâmil mürşidlerin dikkatle üzerinde durdukları konulardan biri de, bu makamın layık olana verilmesidir Üftade Hazretleri'nin buyurduğu gibi, yakın çevrede kâmil mürşidlik mak----- elverişli hiç kimse kalmasa, dünyanın öbür ucundan layık olan getirilip o makama oturtulur Tarih boyunca bu hassasiyete sahip olmayanlar kısa zamanda dağılıp gitmişlerdir Nitekim dergâhların çöküşünü hazırlayan önemli sebeplerden birisi de budur Geçmişte bazı tasavvufî kollarda, yetişmiş erkek evladı bulunmadığı için beşikteki şehzadeye hilâfet verenler çıkmıştır Fakat “beşik şeyhliği” diye bir kavramın tarihe geçmesine sebep olan bu kollar, çok sürmeden yok olup gitmiş, isimleri bile unutulmuştur

Elbette ki gavslık, mücedditlik gibi manevi zirvelerde dolaşan, çevresine feyz, nisbet ve nur saçan büyük imamların ailelerinden büyük zatların çıkmasından daha tabii bir şey yoktur Hatta bunlardan bazılarının kıyamete kadar devam etmesi beklenir Mesela mana gözüyle istikbale bakan Gavs-ı Kasravî Hazretleri'nin, kendi aile ocağından yedi tane gavsın çıkacağını müjdelediği rivayet edilir

Bir mürşidin evlatlarının hepsi birden nazarını Hakk'ın rızasına diker ve bu gaye uğrunda ihlâsla amel ederse, Allahu Tealâ onların sa'y u gayretlerini boşa çıkarmaz Cenab-ı Hak hem sonsuz merhamet sahibi, hem de âdil-i mutlaktır Ayet-i kerimede buyurulduğu gibi, kim zerre kadar hayır işlerse onun karşılığını, kim de zerre kadar şer işlerse onun karşılığını görür (Zilzal, 7-) Şah Abdülkadir Geylânî Hazretleri'nin amelini işleyen, onun mak----- ulaşır

Çoğu kere demircinin oğlu demirci, çiftçinin oğlu çiftçi olduğu gibi, peygamberlerin oğul ve kardeşlerinden peygamber, mürşidin yakınlarından da mürşid çıkmıştır İbrahim as'ın oğlu İsmail as; Yakup as'ın oğlu Yusuf as; Musa as'ın kardeşi Harun as bunun en güzel örneğidir Aynı şekilde mürşidlik görevi İmam-ı Rabbanî Hazretleri'nden oğlu Muhammed Masum Hazretlerine, ondan da oğlu Şeyh Seyfüddin Hazretleri'ne intikal etmiş, sonraki silsilede de bunun birçok örnekleri görülmüştür


Sahte veya yetersiz mürşidler

Hakiki ve kâmil bir mürşid, iman kurtarma noktasında adeta bir can simidi gibidir Ancak “taklidinden sakınmak” şarttır Aksi halde imanı kurtarmak bir yana, tehlikeye bile girebilir Her meslek ve meşrepte olduğu kadar, bu meslekte de akidesi, niyeti bozuk, menfaatçi, sahte veya eğitimi yetersiz, kemale ermemiş olanlar mevcuttur Fakat sahte olanları kolay ve çabuk fark edilirler Yeter ki biraz basiret ve feraset olsun

Sahte mürşidleri ele veren ipuçları genellikle şunlardır:

  • Allah'ın emirlerine ve Hz Rasulullah'ın sünnetine doğru dürüst uymamak Dinî, şer'î konularda zaaflar göstermek
  • Kur'an ve hadis-i şeriflere ulemanın verdiği manaların dışında yanlış manalar vermek, olmayacak biçimde yorumlamak
  • Kadınlarla karışık bir vaziyette oturup sohbet etmek, onlara el öptürmek veya mahremsiz teke tek görüşmek
  • Sohbet ve toplantılarında rüyaya geniş yer vermek
  • Haksız yere milletin malını yemek, girdiği menfaat ilişkilerinde muhatabına zarar vermek veya aldatmak
  • Sun'î zorlamalarla bir kısım keramet gösterilerinde bulunmak (Bu tipler bazen istidraç yoluyla insanın kalbinden geçenleri de söyleyebilirler)
  • Kendisinden başka önüne gelen herkese, hatta dindarlık ve salâhiyetiyle tanınan şahıslara bile, kâfir, münafık damgasını vurmak
  • Şeytanın vehim ve vesvesesiyle bir takım hezeyanlarda bulunmak, kendisine vahiy geldiğini vs söylemek
  • İnsanın gönlüne huzur verecek, Allah'ı hatırlatacak nuranî bir simadan mahrum bulunmak

Yolu bitirmemiş nakıs mürşide teslim olmak da İmam-ı Rabbanî Hazretleri'nin ifadesiyle öldürücü bir zehirdir Bir hasta, mütehassıs olmayan, diploması bulunmayan bir hekimin ilacını içerse iyi olmak şöyle dursun, hastalığı artar İyileşme kabiliyeti de bozulur O ilaç önce ağrıları durdurabilir Sinirleri bozduğu, zarar verdiği için ağrı duyulmaz Fakat bu hal iyilik değil, kötülüktür Bu hasta hakiki bir hekime giderse, hekim önce o ilacın zararlarını gidermeğe uğraşır Ondan sonra hastalığı tedaviye başlar


Her mürşide el verme ki yolunu sarpa uğratır

Mürşidi kâmil olanın gayet yolu âsân imiş


[]

[]

Ico libri Anlamlar

[1] Irşat

[]

[]

Ico libri Anlamlar

[1] Doğru yolu göstermek.

Write Yazılışlar

Eski Yazı:إرشاد

Nuvola apps bookcase Köken

Nuvola apps bookcase Köken

[]

[]

Ico libri Anlamlar

[1] irşat

ku:irşad

[]

[]

Ico libri Anlamlar

[1] Cami, mescit gibi yerlerde yapılan dinsel konuşma.
[2] Bir kimseye kalbini yumuşatacak, kendisini iyiliğe götürecek biçimde söz söyleme.


Nuvola Turkish flag Türk Dilleri


  • {{{1}}}: [[wägäz#{{{1}}}|wägäz]] (tt)

|} | width=1% | |bgcolor="#FFFFE0" valign=top width=48%|

|}

|}

[]

Lupa Eylem[]

Ico libri Anlamlar

[1] Dinî mes'eleler üzerinde konuşup nasihat etmek. Kalbi yumuşatacak sözlerle insanı iyiliğe sevke çalışma.
[2] Terk etme, bırakma.


Nuvola apps bookcase Köken

[1] Farsça
Advertisement