Yenişehir Wiki
Register
Advertisement

Vücut Vücûd

Vücud Varlık. Var olmak. Bulunmak.

Cesed, cisim, ten, gövde. (Vücud mertebeleri muhteliftir. Ve vücud âlemleri ayrı ayrıdır. Ayrı ayrı oldukları için, vücudda rüsuhu bulunan bir tabaka-i vücudun bir zerresi, o tabakadan daha hafif bir tabaka-i vücudun bir dağı kadardır ve o dağı istiab eder. Meselâ: Âlem-i şehadetten olan kafadaki hardal kadar kuvve-i hâfıza âlem-i mânadan bir kütübhane kadar vücudu içine alır. Ve âlem-i hâricîden olan tırnak kadar bir âyine-i vücudun, âlem-i misal tabakasından koca bir şehri içine alır. Ve o âlem-i hâricîden olan o âyine ve o hâfızanın şuurları ve kuvve-i icâdiyeleri olsaydı, bir zerrecik vücud-u hâricîleri kuvvetiyle, o vücud-u mânevide ve misâlide hadsiz tasarrufat ve tahavvülât yapabilirlerdi. Demek vücud rüsuh peyda ettikçe, kuvvet ziyadeleşir; az bir şey, çok hükmüne geçer. Hususan vücud rusuh-u tam kazandıktan sonra, maddeden mücerred ise, kayıt altına girmezse; o vakit cüz'î bir cilvesi, sair hafif tabakat-ı vücudun çok âlemlerini çevirebilir.

Gelişmiş canlıların vücudu, tek bir parça gibi inanılmaz bir uyum ve düzen içinde çalışan sayısız parçadan oluşmuş bir bütündür. Bu bütünü oluşturan hücreler, dokular, organlar ve sistemler, her canlının var olma amacına en uygun biçimde tasarımlanmıştır. En küçüğünden en büyüğüne kadar her birim kendisinden beklenen görevi yerine getirdiği sürece, bu sistem kusursuz bir makine gibi hiç aksamadan çalışır. Bütün canlıların en gelişmiş örneği insan olduğuna göre, bu eşgüdümün en çarpıcı örneği ve dünyanın en karmaşık makinesi de insan vücududur. Vücudun yapısını ve işleyişini anlamanın en iyi yolu, bu sistemin en küçük birimi olan hücreyi inceleyerek işe başlamaktır: Hücreler YBütün canlılarda olduğu gibi, insan vücudu-1 nun da temel yaşam birimi hücredir. Erişkin bir insanın vücudunda 70 trilyon kadar hücre bulunur. Bunlardan her biri bir yandan kendi yaşamını sürdürürken, bir yandan da öbür hücrelerle işbirliği yaparak vücuttaki görevlerini yerine getirir. İnsan vücudunda, belirli görevleri üstlenmek üzere özelleşmiş ve genellikle kendisine benzeyen başka hücrelerle bir araya toplanmış çok değişik tipte hücreler vardır (bak. HÜCRE). Ama yapılan, özellikleri ve işlevleri ne kadar farklı olursa olsun, bu trilyonlarca hücre, dolayısıyla bütün vücut tek bir hücreden gelişir. Döllenmiş yumurta hücresi sürekli bölünerek embriyona dönüşürken, hücrelerin yalnızca sayısı ve boyutları değil özellikleri de değişir. Böylece, kas hücresi ya da karaciğer hücresi gibi farklı yapıda ve özel işlevlere uyarlanmış değişik tipte hücreler oluşur. İnsan vücudundaki hücrelerin boyutları öylesine küçüktür ki, ortalama büyüklükteki 1.000 hücre yan yana dizildiğinde toplam uzunlukları ancak 1 santimetreyi bulur. Dokular Milyonlarca hücre, aynı işlevleri yerine getirmek üzere bir araya toplanarak dokuları oluşturur. Bu yapı, vücuttaki örgütlenmenin hücreden sonraki bir üst aşamasıdır. İnsan vücudunda başlıca üç tip doku ayırt edilir: Epitel doku, bağdoku ve sinir dokusu. Epitel doku, birbirlerine sıkıca değecek biçimde yan yana ya da üst üste dizilmiş hücrelerden oluşur. Üstderi biçiminde vücudun dış yüzeyini örten, mukoza biçiminde vücut boşluklarının, soluk borusu ve bağırsak gibi kanalların içini döşeyen ve salgıbezlerini oluşturan bu dokudur. Bağdoku terimi, aralarında hiçbir yapısal ve işlevsel benzerlik olmayan çok farklı doku tiplerini kapsar. Kas, kemik, kıkırdak, eklem bağlan, kirişler, kan ve yağ dokusu ile epitel dokuyu destekleyip biçimlendiren lifsi doku bu gruptandır. Bağdokunun hücreleri, genellikle pelte gibi çok koyu kıvamlı ve yapışkan bir sıvının içinde dağınık halde bulunur. Bu bağlayıcı madde hem dokuların sağlıklı işleyebileceği nemli bir ortam oluşturur, hem de bütün vücut hücrelerini bir arada tutarak bütünlüğü sağlar. Sinir dokusunun görevi ise, beyin ile bütün hareket ve duyu hücreleri arasındaki sinir iletisini üstlenerek vücudun eşgüdümünü sağlamaktır Organlar ve Sistemler Böbrek, kalp, mide gibi her organ, üstüne düşen görevleri yürütmesine yardımcı olan çeşitli dokulardan oluşur. Vücutta, öbür organlarla işbirliği yapmadan bir görevi tek başına yürüten organ sayısı pek azdır. Genellikle, çalışması birbiriyle yakından bağlantılı olan çeşitli organlar bir "sistem" içinde bütünleşmiştir. Örneğin ağız, mide, bağırsaklar, pankreas ve karaciğer sindirim sistemini, böbrekler, idrar kesesi ve bu organları birbirine bağlayan çeşitli kanallar da boşaltım sistemini oluşturur. Bazı sistemlerin bütün bölümleri bir aradadır; bazılarında ise organlar dağınık olarak bulunur ve aralarında bağlantı yoktur. Örneğin iç salgı sistemini oluşturan çeşitli salgıbezlerinden hipofiz kafatasının içinde, tiroit boyunda, böbreküstü bezleri de karın boşluğunda yer alır. Ama birinin salgısı öbürünün çalışmasını etkilediği ve hepsinin görevi birbiriyle yakından bağlantılı olduğu için, iç salgıbezleri bir sistem sayılır (bak. Salgı-BEZİ.) Vücudun bir bütün olarak yaşamını sürdürebilmesi için bütün sistemlerin ara vermeden görevini yapması gerekir. Ama bu çalışmanın sonuçları vücudun öbür bölümlerine iletilmedikçe, organların sürekli çalışması da yeterli olmaz. Bu nedenle bütün organlar arasında bir "iletim" sistemi kurulmuştur. Vücudun en uzak noktalarına kadar ulaşan bu yaşamsal sistem, kalp ve damarlardan oluşan dolaşım sistemidir. Atardamarlar ve kılcal damarlar aracılığıyla kanı bütün vücuda pompalayıp toplardamarlar aracılığıyla yeniden toplayan kalp, vücudun en önemli organlarından biridir. Bu organ yalnızca birkaç dakika bile dursa öbür organlar yaşayamaz. (Ayrıca bak. Kalp; Kan.) Vücudun tek yaşamsal sistemi kalp ve damarlar değildir. Ayrıca vücuttaki bütün hücreler için oksijen gereklidir; bu da solunum sistemiyle sağlanır. Havadaki oksijenin akciğerlerle alınıp dokularda birikmiş karbondioksidin gene akciğerler yoluyla dışarı atıldığı solunumun kısa bir an durması da vücuttaki bütün yaşam süreçlerini kesintiye uğratır. (Ayrıca bak. SOLUNUM.) Buna karşılık bazı sistemler daha uzun bir süre devreden çıksa bile yaşam devam eder. Bütün dokuların, etkinliklerini sürdürmek için gerekli maddeleri yapmak üzere besine gereksinimi vardır. Ama insan hiçbir şey yemeden haftalarca yaşayabilir. Çünkü bütün hücrelerde besin depolan bulunur. Dışarıdan besin alınmadığı zaman bu depolar kullanıldığı için hücreler küçülür, organlar büzülür, ama bütün depolanmış besinler tükeninceye kadar vücut yaşamını sürdürebilir. Bütün bu değişik sistemler birlikte hareket ettiklerinden, vücuttaki eşgüdümü sağlamak üzere kan dolaşımından başka bir sisteme daha gereksinim vardır. Alman bütün bilgileri anında ayırıp değerlendirebilecek bir "yönetim merkezi" ve bu merkezden çıkan emirleri hızla vücuda ulaştırabilecek bir iletişim sistemi gereklidir. İşte bu görevi beyin, omurilik ve sinirlerden oluşan sinir sistemi üstlenir. Bütün dokuları birbirine bağlayan sinirler, organlardan topladıkları bilgileri beyne taşır, beyin de bu bilgileri değerlendirerek vücudun hareket ve duyularını yönetir. Örneğin beyinden kaslara giden bir komutla kol yukarı doğru kalkar ya da akciğerler daha hızlı soluk alıp vermeye başlar. Beynin yönettiği bazı hareketler önceden düşünülüp planlanmıştır. Bazı sinir iletileri ise bilinç düzeyine ulaşmadığı için, biz ne olup bittiğini bile fark etmeden irademiz dışında sürüp gider. Vücutta her an gerçekleşen birçok etkinlik, örneğin kan dolaşımı ya da solunum irademiz dışında, hatta uykudayken bile düzenli olarak yinelenir. (Ayrıca bak. BEYİN; SİNİRLER VE SİNİR SİSTEMİ.)

Vücut Nedir? İnsan Vücudu, çeşitli kimyasal ve fiziksel olaylarla canlılığını sürdüren sistemler ve bu sistemleri meydana getiren organ ve dokulardan oluşan canlı bir organizmadır.

Vücudumuzdaki bütün organ ve sistemler bir uyum içerisinde çalışır ve insan vücudunun canlı ve sağlıklı kalması için görev yaparlar. Bütün organlar; kan damarları ve sinirlerle birbirlerine bağlıdır. Bu nedenle, insan vücudunu meydana getiren organ, sistem ya da dokularda meydana gelen her hangi bir sorun bütün vucudu etkileyebilir. İnsan vücudunun temel yapı birimi hücredir ve yetişkin bir insanda yaklaşık olarak 100 trilyon hücre vardır. Hücreler, oluşturdukları dokuya göre farklı özellikler gösterebilirler. Doku, bitki, hayvan ve insan organlarını meydana getiren, şekil ve yapı bakımından benzer olup, aynı vazifeyi gören, birbirleriyle sıkı alakaları olan aynı kökten gelen hücreler topluluğudur. Dokular da biçimsel ve işlevsel birimler olan organları oluştururlar. Fizyolojik olarak aynı işlevi gören yapısal organ birlikleri de vücudun sistemlerini meydana getirmektedir.

İşte, vücudumuzun sağlıklı ve olağan bir büyüme ve gelişme gösterebilmesi, vücudumuzdaki sistemler ve organlarımız görevlerini eksiksiz olarak yerine getirirlerse mümkün olabilir.

İnsan Vücutu, birbirinden ayrı kabul edilmesi mümkün olmayan iki kısımdan meydana gelmiştir " Düşünce Bedeni" ve "Fiziki Beden". Bu iki beden çok karmaşık bir şekilde tamamen iç içe girmiş durumdadır. İnsanın her iki bedeni birbiriyle devamlı etkileşim durumundadır. Ancak; "Hangisi diğeri üzerinde komuta kullanmaktadır?" diye sorulursa cevabı çok kesindir; kesinlikle düşünce bedenimiz, fiziki bedenimize amirdir. Bioenerji ilmine göre, sadece fiziki bedenin onarılmasıyla insanın tedavi edilmiş sayılması kabul edilemez.

Şimdi bedenin bu iki kısmını kısaca açıklam Aya çalışalım Düşünce Bedeni Düşünce bedeni kişinin kendine göre olan kanunları, kabulleri, istekleri, korkuları, tabuları, hevesleri, hasretleri, alışkanlıkları, evham ve tedirginlikleri, sevinç, güven ve mutluluklarından oluşan psikolojik bir yapıdır. Çok değişkenlidir. En kısa zaman dilimi içerisinde bile şekilden şekle, bir renkten diğer bir renge, karanlıktan aydınlığa geçebilmesi kolaylıkla mümkündür. Düşünce bedenine KİŞİLİK (şahsiyet) de diyebiliriz.

Fiziki Beden Fiziki beden bir mineraller topluluğudur. Yüzde yetmişi sudan oluşmaktadır. Kendi yaratılış programına tabi, otomatik Sistem ayarları, çok hassas sigorta unsurları, koruma sistemleri, refleksleri, toleransları olan muhteşem bir yapıdır. Ucu bucağı olmayan, sonsuz olduğu zannedilen kainat, dürülüp insan bedeninde gizlenmiştir. Başka bir ifadeyle; İnsan ; Kainatın Küçültülmüş Bir Modelidir.

Kişiden, kişilikten bağımsız olarak hiç durmadan işleyen, çok karmaşık, kompleks, kendisi tedbir alma yeteneğine sahip, rezerv tutma bilincine malik, akıl almaz bir sistemler topluluğudur. Görünüşte kaslar, kemikler, sinirler, damarlar vs..den teşekkül etmiştir. Fakat asla bunlardan ibaret değildir.

Bugün bilim dünyasının insan Vücutunu ne derece tanıdığını, ne kadar bir isabetle kavradığını itiraf etmek gerekirse dürüstçe ve bilim adamı terbiyesiyle söylemek mecburiyetindeyiz ki; "ancak kainatı tanıdığımız ölçüde". İşte bu kavrayış, gerçek bilim adamlarına araştırma şevki vermekte, çok ölçülü konuşma inceliğini kazandırmakta ve insana karşı hürmet ve hayranlıklarını en yüksek seviyeye çıkartmaktadır.

Kişi (kişilik), fiziki bedenin (taşıyıcı beden) içinde hayat yolculuğu yapmasına izin verilen bir şahıstır. Yüce tanrı kişiye fiziki bir beden bahşederek düny aya göndermiş ve O’ na insanlık yolunu fark ederek bu yolda yürüyüşe başlamak ve böylece şeref kazanabilmek fırsatını tanımıştır. Kişinin, içinde yol aldığı bedenini kendisi olarak kabul etmesi (“ işte bu benim “ demesi) bir yanılgıdan ibarettir. “ Benim “ diyebileceği şey sadece düşünce bedeni yani kişiliğidir. Fiziki beden o kadar insanın kendisi değildir ki ; dikkat edilirse insan bir yiyeceği ancak çiğneyip yutuyor. Ondan sonra yutulan şeye ne yapıldığını bilmiyor, yani bu işlemlerin kumandası kendi elinde değildir. Yuttuktan sonrasını artık fiziki beden biliyor ve idare ediyor.

Keza kişi, kalbinin çarpmasını, kanın büyük bir hızla dolaşmasını, karaciğerinin faaliyetlerini, s Algı bezlerinin işlevlerini, tırnağının uzamasını, ağzında tükürük sıvısının üretildiğini, Böbreklerinin görevini, Göz kapaklarının otomatik olarak açılıp-kapanmasını, nasıl Uyku su gelip nasıl uyandığını, bir şeyi tutarken parmaklarının kaç aşamalı bir hareketle o cismi kavradığını, ağzından çıkan sesin üretimini, akciğerlerinin devamlı hareketini.bunların hiçbirini bilinçli olarak komuta edemiyor, etmiyor. Çünkü bunları fiziki beden kendi kanunlarına göre otomatik olarak yapıyor. İşte bu anlamda kişinin kendisine lütfedilmiş olan fiziki bedene çok yüksek bir bilinçle büyük bir hürmet göstermesi gerekir. Bu hürmeti idrak edebilmek, yüksek ilimlerdendir.

VAHDET-İ VÜCUD NEDİR?

Vahdeti vücud bir tasavvuf terimidir ve onun felsefesi Allah'tan başka varlık olmadığına, mevcud olan tek varlığın Allah olduğuna, var gibi gözüken ne varsa Allah'ın parçaları olduğuna inanmaktır. Bu inanış tasavvufun amentüsünün ilk şartıdır. Bu felsefenin künhüne vakıf olan mutasavvıflar Lâ ilâhe illallah demeyi terk edip la mevcude illallah diyerek bu amentüyü ikrar ederler.

Allah'tan başka mevcud, varlık olmadığına inanmayı gerektirecek ne bir ayet, ne bir hadis vardır. Allah'ın isimlerinden bahsettiği, bütün varlıkları yok saymak, her nasılsa -inançlarına göre- varlık olmayan şeylerin yaşadığını ve öldüğünü söylemek, meleklere iman ettim demek fakat onlar varlık değildir, Allah'ın parçalarıdır diyerek her parçayı ilah saymak, cennete ve cehenneme iman ettim demek, sonra onların varlık olmadığını, Allah'ın parçaları olduğunu söylemek, önünde secde edilen putun bile Allah'ın bir parçası olduğu bu sebeple zahirde tapılan put olsa da aslında o secdenin Allah'a yapıldığı gibi saçma ve delilsiz iddialarda bulunanların asıl gayesi İslam dinini tahrif etmek ve müntesiplerini yoldan çıkarmaktır. İşte bu inanışa göre bir tasavvuf şeyhi Allah'ın bir parçası olduğu gibi yolda duran taş, ağaçtaki kuş, kovalanan kedi ve kovalayan köpek ve o köpeği vuran bir zabıta eri dahi (haşa) onlara göre Allah'ın parçasıdır ve dolayısıyla onlara Allah demek doğru bir sözdür. İsmi tasavvufçular tarafından veliler listesine alınan müşriklerin "Ben Allah'ım" demeleri ve benzeri sözleri sarfetmeleri bu sapık inanışlarından kaynaklanmaktadır. Bu sapkın söylem ve inanışlar üzerinde tevhid ehli olanlar için te'vil edecek yol aramaya ve hatta düşünmeye bile gerek yoktur. Çünkü bir Müslüman kabul veya red etmek için Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) in böyle bir şeyi öğretip öğretmediğine bakması yeterlidir. Hiç akletmezler ki durum onların dediği gibi olsa, inanan kimdir, inanılan kim? Yaratan kimdir, yaratılan kim? Hüküm koyan kimdir, mükellef kim, mükafat ve ceza veren kimdir, ödüllendirilen veya cezalandırılan kim? Ateşe koyan kimdir, ateşte yanan kim?

İşte vahdeti vücut gibi bir iddiayı ortaya atan kafirler, İslam ümmetini yüzyıllarca oyalayacak bir işi başarmışlar ve maalesef gözlerinden yaş gelesiye, karınları ağrıyasıya halimize gülmekteler.

Birilerinin aslında küfür olduğunu bildikleri, fakat o bunu söylemişse bir hikmeti vardır kabilinden te'vil etmeye çalıştığı, bu cümleler nasıl söylenmişse kastedilen mana odur, çünkü inanç öyledir. Sizin taptığınız benim ayağımın altında diyen adam toprağı kastetmiştir, çünkü ona göre çiğnenen, o toprak Allah'tır (haşa). Böyle olunca birinin çıkıp ben Allah'ım demesi onlara göre gayet tabi bir durumdur, sırf o değil onlara göre kafir biri dahi bu sözü söylese doğru söylemiş olur çünkü o da Allah'tan bir parçadır! Bu cümleleri vecde, aşka gelince, kendinden geçince söylemenin sebebi nedir derseniz, can pazarı bu kolay değil. Müslümanlar bu sözden pek hoşlanmazlar ve insanın başına kötü şeyler gelebilir. Nitekim tarih bu müşriklerin nasıl taşkınlık ettiğini ve nasıl öldürüldüklerini zaptetmiştir.

VAHDET-İ VÜCÛD

Vücudun birliği anlamına gelen Vahdet-i Vücûd, tasavvufî bir terim olarak, bütün varlıkları Cenab-ı Hakk'ın isim ve sıfatlarının zuhur mahalli kabul edip gerçek vücud olarak Allah'ı bilme ve tanıma esasına dayanan bir düşünce anlayışının adıdır. Vahdet-i Vücûd, bu âlemde gerçek varlık olarak sadece Hakkı kabul edip, öteki varlıkların vücudunu, O'na nispetle bir takım hayal ve gölgelerden ibaret görmektedir.

Tasavvuf anlayışına göre Vahdet-i Vücûd mertebesine ancak hal ile ulaşılabilir. Hal ile ulaşmak, nefs ile mücâhede, sâlih amellere devam, dünyaya karşı meyil ve muhabbeti azaltmak, zikre devam etmek, gönlü mâsivâ kirinden temizlemek ve bu suretle kalbi Allah'ın isim ve sıfatlarının nurlarına ayna olacak bir duruma getirmekle mümkün olur. Vahdet-i Vücûd derecesine ulaşan kimse; kalbî keşiflere ve manevî olgunluklara nail olsa bile bunları Hakk'tan bilir ve kendisinde bir varlık görmez. Bu düşünce tarzı bütün tasavvuf erbabınca kabul edilmiştir. (F.K.)

Vahdet-i Vücûd fikirinden ilk defa, Bâyezıd-i Bestâmî, Cüneyd-i Bağdâdî ve Hallac-ı Mansûr söz etmiş ise de, bu anlayışı ilk kez sistemleştiren İbn-i Arâbî olmuştur. İbn Arabî'ye göre, varlık bir tek hakîkatten ibaretti. Çeşitlenme ve çoğalma dış duyuların oluşturduğu zâhiri bir şeydir. Allah, mutlak varlıktır. Varlığının sebebi yoktur. O kendi zatıyla vardır. O'nu bilmek varlığını bilmektir. Zatının hakîkatini bilmek mümkün değildir. Allah ezelde vardı ve kendisiyle birlikte hiçbir şey yoktu. Allah bizi bu şeklimizle yaratacağını biliyordu. Eğer bilmeseydi yaratamazdı. Bu şekli başka yerden de almadı. Çünkü kendisinden başka bir varlık yoktu. Demek ki Allah'ın bilgisinde bizim şeklimiz vardı. O halde biz bilkuvve O'nda vardık. Düşünce halindeki varlığımız, yani Allah'ın bizim hakkımızdaki bilgisi kendi kıdemiyle kadimdir. Çünkü bilgi O'nun sıfatıdır. Kendisi gibi sıfatı da ezelîdir. Allah bizi yaratacağını ve şeklimizi sonradan bilmiş olamaz. Allah âlemi yaratmak isteyince kendisinden heba denilen bir hakîkat tecelli etti, göründü, taştı. Sonra Allah kendi nuru ile bu heba'ya tecelli etti. Bütün âlem bilkuvve bu heba'da vardı. Hebâ'da bulunan her şey Allah'ın tecelli nurunu yeteneği nispetinde aldı. Bu nuru en çok alan akıl oldu. Bu suretle Allah'ın nurunun tecellisinden heba, heba'nın tecellisinden âlem meydana geldi. İbn Arabî'ye göre kâinat işte bu şekilde Allah'tan sudur etmiştir. Fakat Allah ile aynı mâhiyette değildir. Mümkün varlıklar önce yok iken sonradan Allah'tan sadır olmuştur. İbn A'rabî'ye göre âlem beş mertebede meydana gelmiştir: Alem-i lâhut, âlem-i ceberût, âlem-i melekût, âlem-i şuhûd ve insan-ı kâmil. Allah'ın isim ve sıfatlarının sonu olmadığı için âlemin de sonu yoktur. Kainat Allah'ın isim ve sıfatlarının yekunu olduğu gibi insan da kâinatın küçük bir örneği olarak Allah'ın isim ve sıfatlarının yekunudur. Allah mutlak gizlilik derecesinden mertebe mertebe inerek varlıkları meydana getirmiştir. Bazı kelâmcılar Vahdet-i Vücûd anlayışına karşı çıkmışlardır. (İ.K.)

[]

[]

Ico libri Anlamlar

[1] Varlık. Var olmak. Bulunmak.

Cesed, cisim, ten, gövde.

Advertisement