YALAN
Kur'anda kizb(yalan) kavramı ve ayetler Devlet başkanının yalancılığı - “Above all, don't lie to yourself. The man who lies to himself and listens to his own lie comes to a point that he cannot distinguish the truth within him, or around him, and so loses all respect for himself and for others. And having no respect he ceases to love.” ― Fyodor Dostoevsky, The Brothers Karamazov (Everyman's Library) Üç şey hadisi ve Harras ; Yalan söylemek, zan ve tahmin üzere söz söylemek, kesin olmayan, yanlış olan bir görüş ile iş yapmak demektir. İlim kelimesinin zıddıdır. Kur'ân'da dört âyette geçmiş ve saçmalamak, yalan söylemek, hakka uymayan söz, fiil ve davranışlarda bulunmak anlamında kullanılmıştır (En'âm, 6/116 , 148; Yûnus, 10/66 ). Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.)'e; büyücü, yalancı ve şair diyen müşrikler için "yalancılar, saçmalayanlar, gerçeği söylemeyenler" anlamında "harrâsûn " denilmiştir (Zâriyât, 51/10 ). (İ.K.) YALAN SÖYLEMENIN CAIZ OLDUGU YERLER VAR MIDIR?
Anlamlar
Deyimler
Atasözler
Türki diller Çeviriler yalan jalqa |
---|
Yalan söylemek, zan ve tahmin üzere söz söylemek, kesin olmayan, yanlış olan bir görüş ile iş yapmak demektir. İlim kelimesinin zıddıdır. Kur'ân'da dört âyette geçmiş ve saçmalamak, yalan söylemek, hakka uymayan söz, fiil ve davranışlarda bulunmak anlamında kullanılmıştır (En'âm, 6/116 , 148; Yûnus, 10/66 ).
Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.)'e; büyücü, yalancı ve şair diyen müşrikler için "yalancılar, saçmalayanlar, gerçeği söylemeyenler" anlamında "harrâsûn " denilmiştir (Zâriyât, 51/10 ). (İ.K.)
YALAN SÖYLEMENIN CAIZ OLDUGU YERLER VAR MIDIR?[]
- Müslim'deki bir hadiste "Insanların arasını bulan ve hayır söz taşıyan yalancı değildir" buyurulur. Hemen bunun yanı başında Ibn Sihab şöyle der: "Insanların söylediklerinden hiç birinde yalana ruhsat verildiğini duymadım. Ancak üç şey müstesna: Harpte, insanların arasını bulmakta, kocanın karısına, karının kocasına söylediklerinde".(Müslim, Birr 27)
- Tirmizî'de de Müslim'dekine benzer şu hadisler vardır: "Yalan sadece üç yerde helâl olur: Kişinin karısını memnun etmesi konusunda, harpte, insanların arasını bulmakta", "Insanların arasını bulmak için hayır söyleyen ya da hayır söz taşıyan yalancı değildir".(Tirmizî, Birr 26)
- Bu hadislere dayanarak Kâdi Iyâd gibi alimler, bu üç yerde yalan söylemenin caiz olduğunda ihtilaf olmadığını söylemişlerdir. Ancak bu yerlerde söylenilebilecek yalanın nasıl olduğu konusunda görüş ayrılığı vardır.
- Bazı alimler; bu üç yerde her türlü yalan caizdir. Bunların dışında da bir maslahâta binaen caiz olabilir. Meselâ yanında saklanan birisini öldürmek isteyen bir zalime, sorduğunda bilmiyorum demesi ittifakla vaciptir. Mezmum yalan, zararlı olan yalandır. Hz. Ibrahim (as) putlar için "Onları büyükleri kırdı, ben hastayım" demişti (21/63). Karısını elinden almak isteyen zalimlere de onun kızkardeşi olduğunu söylemiş (içinden de dinde kardeşi olduğunu kastetmiş)'ti (Buhari, Enbiya 8; Müsned, NI/244) derler.
- Diğer bazı alimler de: Yalan hiç bir yerde caiz olmaz. Bu üç yerde de ancak tevriyeli , yani Hz. Ibrahim (as)'in sözünde olduğu gibi doğruya da ihtimalı olacak şekilde caiz olabilir. Meselâ koca, karısına elbise, mobilya vs. sözü verir, içinden de, imkân bulursam günün birinde alabilirim de" diye düşünür veya sevdigine, dünyada bir tane olduğunu söyler ve bununla içinden bu sözün doğruluk yönünü düşünür. Harpte ise düşmana meselâ, baskomutanınız öldü, der, bununla daha önce ölen komutanlarını kasteder vs... derler (Krs. E1-Mubarekfûrî, Tuhfetü'1-Ahvezi, VI/69; Davudoğlu, X/564; Tecrid, IX/112 vd.) ki, Taberi bunlardandır. Ama sözkonusu hadiselerde bir ayırım yapılmamıştır.
- Kizb Yalan.
- Yalan söyleme. (Sıdkın zıddı)
(Kizb, küfrün esasıdır. Kizb, nifâkın birinci alâmetidir. Kizb, Kudret-i İlâhiyyeye bir iftiradır. Kizb, Hikmet-i Rabbaniyyeye zıddır. Ahlâk-ı âliyeyi tahrib eden kizbtir. Âlem-i İslâmı zehirlendiren, ancak kizbtir. Âlem-i beşerin ahvalini fesada veren, kizbtir. Nev-i beşeri kemalâttan geri bırakan, kizbtir. Müseylime-i kezzab ile emsalini âlemde rezil ve rüsva eden, kizbdir. İşte bu sebeblerden dolayıdır ki; bütün cinayetler içinde tel'ine, tehdide tahsis edilen, kizbdir...Sual: Bir maslahata binaen kizbin câiz olduğu söylenilmektedir... Öyle midir? Cevab: Evet, kat'i ve zaruri bir maslahat için bir mesağ-ı şer'i vardır. Fakat hakikate bakılırsa, maslahat dedikleri şey bâtıl bir özürdür. Zira usul-ü şeriatta tekarrur ettiği vechile, mazbut ve miktarı muayyen olmıyan bir şey hükümlere illet ve medar olamaz; çünki, mikdarı bir had altına alınmadığından su-i istimale uğrar. Maahâza, bir şeyin zararı menfaatına galebe ederse, o şey mensuh ve gayr-i muteber olur. Maslahat, o şeyi terk etmekte olur. Evet, âlemde görünen bu kadar inkılâblar ve karışıklıklar, zararın özür telâkki edilen maslahata galebe etmesine bir şâhiddir. Fakat kinaye veya ta'riz suretiyle yani gayr-i sarih bir kelime ile söylenilen yalan, kizbden sayılmaz. İ.İ.)
Doğruluğun Zıddı; Kizb/Yalancılık.[]
Doğruluğun Zıddı
Doğruluğun Zıddı; Kizb/Yalancılık Yalan; Doğru olanın veya doğru bildiğinin aksini söylemektir. Dürüstlükle uyuşmayan, dolayısıyla insan onurunu aşındıran kötülüklerin başında yalan gelir. Kur’an ve hadislere göre yalan, bir münâfıklık alâmetidir (4/Nisâ, 145; 63/Münâfıkun, 1; Buhârî, İman 24; Müslim, İman 107). İslâm dini, prensip olarak insanın ruhsal gelişmesine, toplum düzenine ve barışına zarar veren her türlü kötülüğü yasaklamakla birlikte, gerek âyetlerde ve gerekse hadislerde yalan konusunda oldukça ağır ifadelerin kullanıldığı görülmektedir. Bunun sebebi, ahlâk kültüründeki veciz ifadesiyle yalanın “bütün kötülüklerin anası (ümmü’l-habâis)” olmasıdır. İslâm ahlâk anlayışına göre doğruluk, bütün iyiliklerin temeli, yalan ise bütün kötülüklerin anası kabul edilmiştir. Riyâ ve dalkavukluk gibi davranışlar da doğruluk ve dürüstlüğe aykırı, Kur’an’ın azîz saydığı (63/Münâfıkun, 8) mü’minin onurunu zedeleyen, dolayısıyla kişinin kendisini özenle koruması gereken kötülüklerdir. Çünkü dalkavukların ve riyâkârların en büyük sermâyeleri yalandır. Onların asılsız veya abartılı, böyle olduğu için de dürüstlükle bağdaşmayan övgüleri hem kendi kişiliklerini lekelemekte, hem de övülen kişilerin boş ve temelsiz bir gurura kapılarak kusurlarını görmelerine engel olmaktadır. Bu yüzden Hz. Peygamber, bu kişileri insanların en kötüleri arasında saymış (Buhârî, Edeb 52; Müslim, Birr 100); “Dalkavuklarla/meddahlarla karşılaştığınızda yüzlerine toprak savurun!” (Müslim, Zühd 14) buyurarak onlara yüz verilmemesini öğütlemiştir.
Dinde, ıslah amaçlı, harp esnâsında ve karı-koca arasında maslahat için yalana ruhsat verilmişse de, yalan gibi izâfî olan şeylerin miktarları, ölçü altına alınıp tâyin edilememekte, hatta bu gibi olgular için; "sınırları belli olmayan ve muayyen olmayan bir şey sûistimâle sebep olabileceği gerekçesiyle hükümlere illet ve mahal olamaz" denilmektedir. Bundan dolayı yalana teşebbüs edecek olan bir kimsenin, hukuk nezdinde söyleyeceği yalanı doğru söylemeye tercih edecek sebeplerin mukayesesini büyük bir ictihad dairesinde yapması lâzımdır ki, yalanı kullanabilmeye ruhsatı olabilsin; bu ise, çoğu kimse için mümkün değildir. İslâm hukukunda "lian" (eşler arası zinâ isnâdından ötürü karşılıklı yemin etmeleri) meselesinde şâhitlerin temin edilmemesi durumunda, dört sefer doğru söylediklerini, beşincide mürâcaat ettikleri lian tarzları, yalan isnâdı üzerine cereyan ederek eşlerden her biri bu âyeti okur:
"Eğer yalancılardan ise Allah'ın lâneti üzerine olsun!" (24/Nûr, 24/7).
Lian gibi ağır bir işte yalanın böyle değerlendirilesinin nedeni, onun küfür ve nifak göstergesi olup yüksek ahlâkî değerleri tahrip etmesinden ötürüdür.
Yalan, Kur'an nazarında büyük cürümlerden biridir. Hatta Kur'an, münâfıkların sayısız cürümleri içinde yalanlarıyla azaba müstahak olduklarına dikkat çekmektedir: "Onların kalplerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalığını çoğaltmıştır. Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle de onlar için acıklı bir azap vardır." (2/Bakara, 2/10)
Bu veriler ışığında konuşma hususunda yalnızca iki yol kalmaktadır: "Ya sükût etmek ya da doğruluk."
Sâdi-i Şirâzî'nin dediği gibi "ya akıllılar, dürüstler gibi doğru söz söylemeli, ya da hayvanlar gibi suskun oturmalıdır." Kur'an'ın en fazla hücuma tâbi tuttuğu yalan, Allah'ı, âyetlerini, âhiret gününü, peygamberlerini, nimetlerini yalanlama hususundadır. Geçmiş ümmetlerden Nûh kavmi, Âd, Semûd, Lût, Ress ve Firavun kavimlerinin bu hususları yalanladıkları (26/Şuarâ, 26/105, 123, 141, 160; 38/Sâd, 12; 50/Kaf, 12), bu yüzden de Kur'an bunların çetin azaba müstahak olduklarını belirtmektedir:
"... Bu şekilde onlardan öncekiler de (peygamberleri) yalanladılar da sonunda azâbımızı tattılar..." (6/En'âm, 148). Kur'an, buna şâhit olmak üzere muhâtapların yeryüzünde gezip dolaşarak yalanlayanların hallerini görüp ibret almaya teşvik etmektedir: "De ki: Yeryüzünde dolaşın, sonra yalanlayanların sonunun nasıl olduğunu düşünüp araştırın." (6/En'âm, 11)
Kur'an, Allah ve âyetlerini yalanlama hususunda, genellikle zâlim kelimesinin ism-i tafdîl (üstünlük karşılaştırma kipi) formunu kullanmaktadır. Bundan dolayı yukarıda sayılan yalanların içinde de, en buğz edilen yalan da, Allah'a ve âyetlere karşı olan iftira ve yalan olduğunu söyleyebiliriz: "Allah'a karşı yalan uyduran veya O'nun âyetlerini yalanlayandan daha zâlim kim vardır?" (7/A'râf, 7/37).
Âhiret gününü ve peygamberleri yalanlama hususu da, Kur'an'da sık sık işlenen temalardan biridir. Bu hususları yalanlamanın, eskilerin tarzı olduğu belirtilmektedir: "(Rasûlüm!) Eğer seni yalancılıkla itham ettilerse (yadırgama); gerçekten, senden önce apaçık mûcizeler, sahîfeler ve aydınlatıcı kitap getiren nice peygamberler de yalanlandı/yalancılıkla itham edildi." (3/Âl-i İmrân, 184). Allah'ın nimetlerini yalanlama konusu ise, Rahmân sûresinde yoğun bir tema halinde işlenmiş olup birer ikişer âyet aralıklarıyla; "Öyleyken Rabbınızın hangi nimetlerini yalanlarsınız?" şeklindeki bir ifâde, toplam 31 sefer tekrar edilmiştir. Yalanın birer çeşidi olarak kabul edilen zaaflar ise yalan şâhitlik, iftirâ ve koğuculuktur. KİZB-SIDK
KİZB: Yalan söyleme,yalan,sıdkın zıddı.
SIDK: Doğru söz, Hakikata muvafık olan *Bir şeyin her hususu tam ve kâmil olması. *Ahdinde sabit olmak. *Peygamberlere mahsus en mühim beş hasletten birisi. *Kalb temizliği
Cenab-ı Hakk tarafından , Hazret-i Peygamber ASM’ ın insanlara gönderilme hikmeti; güzel ahlakın tamamlanması ve kemale erdirilmesi olduğu hakikatının zikredildiği bir hadis-i şerifi nazar-ı dikkate arz eden Bediüzzaman Hazretleri Hutbe-i Şamiye adlı eserinde şöyle der;
...hadsiz salât ü selâm ol Peygamberimiz Muhammed Mustafa (A.S.M.) üzerine olsun ki, demiş: جِئْتُ ِلاُتَمِّمَ مَكَارِمَ اْلاَخْلاَقِ Yani; benim insanlara Cenab-ı Hak tarafından bi'setim ve gelmemin ehemmiyetli bir hikmeti, ahlâk-ı haseneyi ve güzel hasletleri tekmil etmek ve beşeri ahlâksızlıktan kurtarmaktır. Hutbe-i Şamiye 18
Evet , Kur'anın beyan ettiği mehasin-i ahlâkın timsali Muhammedi Arabi Aleyhissalatü Vesselam olduğu Lemalar adlı eserde şöyle dile getirilmiştir.
...Cenab-ı Hak Kur'an-ı Hakîm'de: وَاِنَّكَ لَعَلَى خُلُقٍ عَظِيمٍ ferman eder. Rivayat-ı sahiha ile Hazret-i Âişe-i Sıddıka (R.A.) gibi sahabe-i güzin, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ı tarif ettikleri zaman "Hulukuhu-l Kur'an" diye tarif ediyorlardı. Yani: "Kur'anın beyan ettiği mehasin-i ahlâkın misali, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'dır. Ve o mehasini en ziyade imtisal eden ve fıtraten o mehasin üstünde yaratılan odur." Lemalar 59 p son
Evet Resul-i Ekrem ASM da içtima eden ahlak-ı aliyenin yalan ve hile gibi alçak hallere müsaade etmediğini ifade eden Bediüzzaman Hazretleri diyor ki;
Malûmdur ki, bir zâtta içtima eden ahlâk-ı âliyenin imtizacından izzet-i nefis, haysiyet, şeref, vakar gibi; hasis, alçak şeylere tenezzül etmeğe müsaade etmeyen yüksek haller husule gelir. Evet melaike ulüvv-ü şanlarından, şeytanları reddeder, kabul etmezler. Kezalik bir zâtta içtima eden ahlâk-ı âliye; kizb, hile gibi alçak halleri reddeder. Evet yalnız şecaatle iştihar eden bir zât, kolay kolay yalana tenezzül etmez... İşarat-ul İ’caz 107
Siyer-i seniyesi tedkik edildiğinde Efendimiz ASM’ ın çocukluk devresinden ta nübüvvet vazifesi aldığı kırk yaşına kadar tek bir yalanına rastlanmadığı hem o yaştan sonra kişide bulunan ahlakın değişmeyeceğini Bediüzzaman Hazretleri İşarat-ül İ’caz tefsirinde şöyle dile getirir;
...O zâtın (A.S.M.) dört yaşından kırk yaşına kadar geçirmiş olduğu gençlik devresinde bir hilesi, bir hıyaneti görülmemiş ve bir yalanı işitilmemiştir. Eğer o zâtın yaradılışında, tabiatında bir fenalık, bir kötülük hissi ve meyli olmuş olsaydı; behemehal gençlik saikasıyla dışarıya verecekti. Halbuki bütün yaşını, ömrünü kemal-i istikametle, metanetle, iffetle, bir ıttırad ve intizam üzerine geçirmiş, düşmanları bile hileye işaret eden bir halini görmemişlerdir. Ve keza yaş kırka baliğ olduğunda iyi olsun, kötü olsun ve nasıl bir ahlâk olursa olsun rüsuh peyda eder, meleke haline gelir, daha terki mümkün olmaz. Bu zâtın tam kırk yaşının başında iken yaptığı o inkılab-ı azîmi, âleme kabul ve tasdik ettiren ve âlemi celb ve cezbettiren, o zâtın (A.S.M.) evvel ve âhir herkesçe malûm olan sıdk u emaneti idi. İşarat-ul İ’caz 107 p son
Resul-i Ekrem ASM’ ın ulvi ahlakının kaynağını teşkil eden Kur’an ayetleri aynı zamanda Müslümanlığın ahlaki kaidelerini de ortaya koymaktadır. Kur’an ayetleri tarafından şiddetle takbih edilen bir kısım ahlak-ı seyyie İşarat-ül İ’caz da şöyle zikredilmiştir;
İslâm Peygamberinin seciyesini aydınlatan Kur'an âyetleri, son derece mükemmel ve son derece müessirdir. Bu kısım âyetler, Müslümanlığın ahlâkî kaidelerini ifade eder. Fakat bu kaideler, bir-iki sureye münhasır değildir.
Bu âyetler, İslâmiyetin muhteşem bünyasında, altundan bir kordon gibi işlenmiştir. İnsafsızlık, yalancılık, hırs, israf, fuhuş, hıyanet, gıybet; bunların hepsi Kur'an tarafından en şiddetli surette takbih olunmuş ve bunlar, reziletin tâ kendisi tanınmıştı. Diğer taraftan hüsn-ü niyet sahibi olmak, başkalarına iyilik etmek, iffet, hayâ, müsamaha, sabır ve tahammül, iktisad, doğruluk, istikamet, sulhperverlik, hakperestlik, herşeyden fazla Cenab-ı Hakk'a itimad ve tevekkül, Allah'a itaat... Müslümanlık nazarında hakikî iman esasları ve hakikî bir mü'minin başlıca sıfatları olarak gösterilmiştir. İşarat-ul İ’caz 222 p5
Ahlak-ı aliyeyi insanda daimi kılan hasletler ise ancak ciddiyet ve doğruluktur.
Ahlâk-ı âliyeyi ve yüksek huyları hakikata yapıştıran ve o ahlâkı daima yaşattıran, ciddiyet ile sıdktır. Eğer sıdk kalkıp araya kizb girerse, rüzgârlara oyuncak olan yapraklar gibi, o adam da insanlara oyuncak olur. İşarat-ül İ’caz 107 p1
İşarat-ül İ’caz adlı eserde Bakara suresinin 8. Ayeti tefsir edilirken yalanın bazı hasiyetleri şöyle ifade edilir;
...kizb küfrün esasıdır. Kizb nifakın birinci alâmetidir. Kizb kudret-i İlahiyeye bir iftiradır. Kizb hikmet-i Rabbaniyeye zıddır. Ahlâk-ı âliyeyi tahrib eden kizbdir. Âlem-i İslâmı zehirlendiren ancak kizbdir. Âlem-i beşerin ahvalini fesada veren kizbdir. Nev-i beşeri kemalâttan geri bırakan kizbdir. Müseylime-i Kezzab ile emsalini âlemde rezil ü rüsva eden kizbdir. İşte bu sebeblerden dolayıdır ki; bütün cinayetler içinde tel'ine, tehdide tahsis edilen kizbdir. İşarat-ül İ’caz 82 p1
Oysa kizbin zıddı olan sıdk, İslamiyetin esası ve imanın hassasıdır.
İslâmiyetin esası, sıdktır. İmanın hassası, sıdktır. Bütün kemalâta îsal edici, sıdktır. Ahlâk-ı âliyenin hayatı, sıdktır. Terakkiyatın mihveri sıdktır. Âlem-i İslâm'ın nizamı, sıdktır. Nev'-i beşeri kâ'be-i kemalâta îsal eden, sıdktır. Ashab-ı Kiram'ı bütün insanlara tefevvuk ettiren sıdktır. Muhammed-i Hâşimî Aleyhissalâtü Vesselâm'ı meratib-i beşeriyenin en yükseğine çıkaran, sıdktır. İşarat-ül İ’caz 82 p son
Evet, Sıdkın bir tanesi bile binler batman hayalata tercih edilir.
Yalan, Bir Lafz-ı Kâfirdir[]
- Bir dane sıdk, yakar milyonla yalanı.
- Bir dane-i hakikat, yıkar kasr-ı hayali.
- Sıdk büyük esastır, bir cevher-i ziyalı.
- Yeri verir sükûta, eğer çıksa zararlı...
- Yalana yer hiç yoktur, çendan olsa faydalı.
- Her sözün doğru olsun, her hükmün hak olmalı.
- Lâkin hakkın olamaz, her doğruyu söz etmek. Bunu iyi bilmeli.
- خُذْ مَا صَفَا دَعْ مَا كَدَرْ kendine düstur etmeli…Sözler 711 p5
- Kizb hem çirkin bir haslet hem büyük bir kusurdur.
- ...hulf-ül va'd ve hilaf ve kizb ve aldatmak, en çirkin bir haslet ve naks u kusurdur. Mekbubat 228 p1
- Hakiki bir Müslüman hayatı pahasına da olsa yalana tenezzül etmemelidir.
- ...Biz ki hakiki müslümanız, aldanırız fakat aldatmayız. Bir hayat için yalana tenezzül etmeyiz!.. Tarihçe-i Hayat 72 p son
- Şarktaki aşiretleri dolaşıp onları irşad eden Bediüzzaman Hazretleri bir Müslümanda en evvel bulunması gereken şeyin Doğruluk olduğuna dikkat çeker ve der ki;
Münazaratta yalan[]
S- Herşeyden evvel bize lâzım olan nedir?
C- Doğruluk.
S- Daha.
C- Yalan söylememek.
S- Sonra.
C- Sıdk, sadakat, ihlâs, sebat, tesanüddür.
S- Neden?
C- Küfrün mahiyeti yalandır, imanın mahiyeti sıdktır. Şu bürhan kâfi değil midir ki; hayatımızın bekası, imanın ve sıdkın ve tesanüdün devamiyledir. Tarihçe-i Hayat 87 p2
Kizb ve sıdk nar ve nur gibi birbirinden ayrı olması gerektiği halde gaddar siyaset ve zalim propaganda vasıtasıyla içi içe girip beşerin kemalatını dahi karıştırmıştır.
Hutbe-i Şamiye[]
ÜÇÜNCÜ KELİME ki; bütün hayatımdaki tahkikatımla ve hayat-ı içtimaiyenin çalkamasıyla hülâsa ve zübdesi bana kat'î bildirmiş ki: Sıdk, İslâmiyetin üss-ül esasıdır ve ulvî seciyelerinin rabıtasıdır ve hissiyat-ı ulviyesinin mizacıdır. Öyle ise, hayat-ı içtimaiyemizin esası olan sıdkı, doğruluğu içimizde ihya edip onunla manevî hastalıklarımızı tedavi etmeliyiz.
Evet sıdk ve doğruluk, İslâmiyetin hayat-ı içtimaiyesinde ukde-i hayatiyesidir. Riyakârlık, fiilî bir nevi yalancılıktır. Dalkavukluk ve tasannu, alçakça bir yalancılıktır. Nifak ve münafıklık, muzır bir yalancılıktır. Yalancılık ise, Sâni'-i Zülcelal'in kudretine iftira etmektir.
Küfür, bütün enva'ıyla kizbdir, yalancılıktır. İman sıdktır, doğruluktur. Bu sırra binaen kizb ve sıdkın ortasında hadsiz bir mesafe var; şark ve garb kadar birbirinden uzak olmak lâzım geliyor. Nar ve nur gibi birbirine girmemek lâzım. Hâlbuki gaddar siyaset ve zalim propaganda birbirini karıştırmış, beşerin kemalâtını da karıştırmış. Tarihçe-i Hayat 95 p son
Yalanın bütün çirkinliği ve sıdkın bütün güzelliği ile tezahür ettiği asr-ı saadette, sıdk ve kizb birbirinden iman ve küfür kadar uzak olduğu halde, zamanla bu iki haslet birbirine yakınlaşıp ikisi bir dükkanda satılır hale gelmiştir. Asr-ı hazır-ı Siyaset ise yalana ziyade revaç vererek yalancılığın umumileşmesine vesile olmuştur.
Bu sıdk ve kizb, küfür ve iman kadar birbirinden uzak. Asr-ı Saadette sıdk vasıtasıyla Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın a'lâ-yı illiyyîne çıkması ve o sıdk anahtarıyla hakaik-i imaniye ve hakaik-i kâinat hazinesi açılması sırrıyla, içtimaiyat-ı beşeriye çarşısında sıdk en revaçlı bir mal ve satın alınacak en kıymetli bir meta hükmüne geçmiş.
Ve kizb vasıtasıyla Müseylime-i Kezzab'ın emsali, esfel-i safilîne sukut etmiş. Ve kizb o zamanda küfriyat ve hurafatın anahtarı olduğunu o inkılab-ı azîm gösterdiğinden, kâinat çarşısında en fena, en pis bir mal olup, o malı satın almak değil; herkes nefret etmesi hükmüne geçen kizb ve yalana, elbette o inkılab-ı azîmin saff-ı evveli olan ve fıtratlarında en revaçlı ve medar-ı iftihar şeyleri almak ve en kıymetli ve revaçlı mallara müşteri olmak fıtratında bulunan sahabeler; elbette şübhesiz bilerek ellerini yalana uzatmazlar. Kizb ile kendilerini mülevves etmezler. Müseylime-i Kezzab'a kendilerini benzetemezler. Belki bütün kuvvetleriyle ve meyl-i fıtrîleriyle en revaçlı mal ve en kıymettar meta ve hakikatların anahtarı Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın a'lâ-yı illiyyîne çıkmasının basamağı olan sıdk ve doğruluğa müşteri olup, mümkün olduğu kadar sıdktan ayrılmamağa çalıştıklarından, ilm-i hadîsçe ve ülema-i şeriat içinde bir kaide-i mukarrere olan "Sahabeler, daima doğru söylerler. Onlardaki rivayet tezkiyeye muhtaç değil. Peygamber'den (Aleyhissalâtü Vesselâm) rivayet ettikleri hadîsler, bütün sahihtir" diye ehl-i şeriat ve ehl-i hadîsin ittifakına kat'î hüccet, bu mezkûr hakikattır.
İşte Asr-ı Saadetteki inkılab-ı azîm, sıdk ile kizb, iman ile küfür kadar birbirinden uzak iken zaman geçtikçe gele gele birbirine yakınlaştı. Ve siyaset propagandası bazan yalana ziyade revaç verdi. Fenalık ve yalancılık bir derece meydan aldı. İşte bu hakikat içindir ki, sahabelere kimse yetişemez. Yirmiyedinci Söz'ün zeyli olan sahabeler hakkındaki risaleye havale edip kısa kesiyoruz.
Ey bu Câmi-i Emevî'deki kardeşlerim! Ve kırk-elli sene sonra âlem-i İslâm mescid-i kebirindeki dörtyüz milyon ehl-i iman olan ihvanımız! Necat yalnız sıdkla, doğrulukla olur. "Urvet-ül vüska" sıdktır. Yani, en muhkem ve onunla bağlanacak zincir doğruluktur.
Amma maslahat için kizb ise, zaman onu neshetmiş. Maslahat ve zaruret için bazı âlim "muvakkat" fetvası vermişler. Bu zamanda o fetva verilmez. Çünki o kadar sû'-i istimal edilmiş ki, yüz zararı içinde bir menfaatı olabilir. Onun için hüküm maslahata bina edilmez.
Meselâ: Seferde namazı kasretmenin sebebi, meşakkattır. Fakat illet olamaz. Çünki muayyen bir haddi yok. Sû'-i istimale düşebilir. Belki illet, yalnız sefer olabilir. Aynen öyle de, maslahat dahi yalan söylemeğe illet olamaz. Çünki muayyen bir haddi yok, sû'-i istimale müsaid bir bataklıktır. Hükm-ü fetva ona bina edilmez. Öyle ise
اِمَّا الصِّدْقُ وَاِمَّا السُّكُوتُ Yani yol ikidir, üç değildir. Ya doğru, ya yalan, ya sükût değildir.
İşte şimdi beşerin ortadaki dehşetli yalancılığıyla ve tezviratlarıyla emniyet-i umumiyenin ve rûy-i zemin asayişlerinin zîr ü zeber olması kizble ve maslahatın sû'-i istimali ile olmasından, elbette o üçüncü yolu kapatmağa beşeri mecbur ediyor ve kat'î emir veriyor. Yoksa bu yarım asırda gördükleri umumî harbler ve dehşetli inkılablar ve sukutlar ve tahribatlar, başlarına bir kıyameti koparacak.
Evet her söylediğin doğru olmalı, fakat her doğruyu söylemek doğru değil. Bazan zarar verse sükût etmek.. yoksa yalana hiç fetva yok. Her söylediğin hak olmalı, fakat her hakkı söylemeğe senin hakkın yok. Çünki hâlis olmazsa sû'-i tesir eder; hak, haksızlıkta sarfolur. Hutbe-i Şamiye 48 p1
Maslahat için kizbin caiz olup olmadığıyla alakalı sorulan bir suale verdiği cevapta; maslahat denilen şeyin aslında batıl bir özür olduğunu, miktarı muayyen olmayan bir şeyin hükümlere illet ve medar olamayacağını ve had altına alınmadığından çok su-i istimallere medar olacağını ve böyle bir fetvayla amel edilemeyeceğini dile getiren Bediüzzaman Hazretleri ; yalnız kinaye ve ta’riz suretiyle yani gayr-i sarih bir kelime ile söylenilen yalanın kizb olmadığını şöyle ifade eder;
Sual: Bir maslahata binaen kizbin caiz olduğu söylenilmektedir. Öyle midir?
Cevab: Evet, kat'î ve zarurî bir maslahat için bir mesağ-ı şer'î vardır. Fakat hakikata bakılırsa, maslahat dedikleri şey bâtıl bir özürdür. Zira usûl-i şeriatta takarrur ettiği vechile, mazbut ve miktarı muayyen olmayan bir şey, hükümlere illet ve medar olamaz. Çünki mikdarı bir hadd altına alınmadığından sû'-i istimale uğrar. Maahaza bir şeyin zararı menfaatına galebe ederse, o şey mensuh ve gayr-ı muteber olur. Maslahat, o şeyi terketmekte olur. Evet âlemde görünen bu kadar inkılablar ve karışıklıklar, zararın özür telakki edilen maslahata galebe etmesine bir şahiddir. Fakat kinaye veya ta'riz suretiyle yani gayr-ı sarih bir kelime ile söylenilen yalan, kizbden sayılmaz.
Hülâsa: Yol ikidir: Ya sükût etmektir. Çünki söylenilen her sözün doğru olması lâzımdır. Veya sıdktır. Çünki İslâmiyetin esası, sıdktır. İmanın hassası, sıdktır. Bütün kemalâta îsal edici, sıdktır. Ahlâk-ı âliyenin hayatı, sıdktır. Terakkiyatın mihveri sıdktır. Âlem-i İslâm'ın nizamı, sıdktır. Nev'-i beşeri kâ'be-i kemalâta îsal eden, sıdktır. Ashab-ı Kiram'ı bütün insanlara tefevvuk ettiren sıdktır. Muhammed-i Hâşimî Aleyhissalâtü Vesselâm'ı meratib-i beşeriyenin en yükseğine çıkaran, sıdktır. İşarat-ül İ’caz 82 p5
İlm-i belagata ait ilm-i beyandan bahsederken, sıdk ve kizbin yahut tasdik ve tekzibin kinayet ve emsallerinde "maânî-i ûlâ" tabir olunan kendilerinden evvelki tabirlerin manasına bakmadığını belki "maânî-i sânevî" ile tabir olunan ve asıl kasdedilen manaya baktığını söyleyen Bediüzzaman Hazretleri, böyle sözlerin birinci manalarının doğru olmaması durumunda da yalan sayılmayacağını güzel bir örnekle şöyle izah eder;
Hem de usûl-i mukarreredendir: Sıdk ve kizb yahut tasdik ve tekzib; kinayat ve emsallerinde, fenn-i Beyan'da "maânî-i ûlâ" tabir olunan suret-i manaya raci' değildirler. Ancak "maânî-i sânevî" ile tabir olunan maksad ve garaza teveccüh ederler. Meselâ: "Filanın kılıncının bendi uzundur" denilse; kılıncı olmazsa da, fakat kameti uzun olursa, yine hüküm doğrudur, yalan değildir… Muhakemat 15 p3
Kendi mezhebinde hiçbir cihetle yalana cevaz verilmediği için aleyhine dahi olsa hak ve hakikati söyleme mecburiyetinde olduğunu dile getiren Bediüzzaman Hazretleri der ki;
En ziyade bizi gayet hayretle, nihayet bir me'yusiyete düşüren şudur ki: Ispartada habbeyi kubbe yapıp, hiçbir hakikata istinad etmiyen evham ve ihbarata binaen hakkımda verdikleri karara karşı, mezhebimizde yalana hiçbir cihetle cevaz verilmediğinden, aleyhimde de olsa, hak ve doğru söylemek mecburiyetiyle, yüzyirmi sahife kuvvetli ve mantıkî delillerle kendimi müdafaa ettiğim ve bu kanunla hiçbir cihetle temasım olmadığını isbat ettiğim halde; bu müdafaatımı ve isbatımı hiç nazara almayarak,… Tarihçe-i Hayat 256 p2
Söylenen en büyük yalanın Allah ve O’nun Resulü namına söylenen yalanlar olduğu Mektubat adlı eserde şöyle ifade edilmiştir;
...Allah namına iftira eden, yalan söyleyen en edna bir dereceye düşer... Mektubat 373 p1 sonu
..."Benden bilerek yalan birşey haber veren, Cehennem ateşinden yerini hazırlasın!" mealindeki hadîs-i şerifin tehdidine karşı, yalana mukabil sükût etmeleri mümkün değildir.... Mektubat 121 p3
Ekber-ül kebair denilen en büyük kebairlerden biri ise yalancı şahitlik oluğu Barla Lahikasında şöyle haber verilmiştir;
Hem mektubunuzda "yedi kebair"i soruyorsunuz. Kebair çoktur, fakat ekber-ül kebair ve mubikat-ı seb'a tabir edilen günahlar yedidir: "Katl, zina, şarab, ukuk-u vâlideyn (yani kat'-ı sıla-yı rahm), kumar, yalancı şehadetlik, dine zarar verecek bid'alara tarafdar olmak"tır. Barla Lahikası 335 p4
Bediüzzaman Hazretlerinden “Bir hayat için yalana tenezzül etmeyiz!..” dersini alan Nur talebeleri mahkemelerde dahi kendilerini muhafaza ederken yalana tenezzül etmemişlerdir.
...hakikî Nur Şâkirdleri çekinmeyerek, Kur'ân hakikatlerine karşı kudsî alâkalarını ve uhrevî kardeşlerine karşı sarsılmaz irtibatlarını izhar ediyorlar. O uhuvvet sebebiyle gelen her cezayı memnuniyetle kabul ettiklerinden, mahkemenizde hakikat-ı hâli olduğu gibi itiraf ediyorlar. Hile ile, dalkavukluk ile ve yalanlarla kendilerini müdafaaya tenezzül etmiyorlar. Tarihçe-i Hayat 570 p1
Hem yine Nur talebelerinden Binbaşı Asım Bey mahkemede yalan söylememek adına ölümü tercih etmiş İstikamet şehidi olmuştur.
Binbaşı Merhum Asım Bey isticvab edildi; eğer doğru dese, Üstadına zarar gelir ve eğer yalan dese, kırk senelik namuskârane ve müstakimane askerliğinin haysiyetine çok ağır gelir diye düşünüp, "Ya Rab, canımı al!" diyerek on dakikada teslim-i ruh eyledi. İstikamet şehidi oldu. Tarihçe-i Hayat 222 p1
YALAN SÖYLEMENIN CAIZ OLDUGU YERLER VAR MIDIR.
Müslim'deki bir hadiste "Insanların arasını bulan ve hayır söz taşıyan yalancı değildir" buyurulur. Hemen bunun yanı başında Ibn Sihab şöyle der: "Insanların söylediklerinden hiç birinde yalana ruhsat verildiğini duymadım. Ancak üç şey müstesna: Harpte, insanların arasını bulmakta, kocanın karısına, karının kocasına söylediklerinde".(Müslim, Birr 27) Tirmizî'de de Müslim'dekine benzer şu hadisler vardır: "Yalan sadece üç yerde helâl olur: Kişinin karısını memnun etmesi konusunda, harpte, insanların arasını bulmakta", "Insanların arasını bulmak için hayır söyleyen ya da hayır söz taşıyan yalancı değildir".(Tirmizî, Birr 26)
Bu hadislere dayanarak Kâdi Iyâd gibi alimler, bu üç yerde yalan söylemenin caiz olduğunda ihtilaf olmadığını söylemişlerdir. Ancak bu yerlerde söylenilebilecek yalanın nasıl olduğu konusunda görüş ayrılığı vardır. Bazı alimler; bu üç yerde her türlü yalan caizdir. Bunların dışında da bir maslahâta binaen caiz olabilir. Meselâ yanında saklanan birisini öldürmek isteyen bir zalime, sorduğunda bilmiyorum demesi ittifakla vaciptir. Mezmum yalan, zararlı olan yalandır. Hz. Ibrahim (as) putlar için "Onları büyükleri kırdı, ben hastayım" demişti (21/63). Karısını elinden almak isteyen zalimlere de onun kızkardeşi olduğunu söylemiş (içinden de dinde kardeşi olduğunu kastetmiş)'ti(Buhari, Enbiya 8; Müsned, NI/244) derler. Diğer bazı alimler de: Yalan hiç bir yerde caiz olmaz. Bu üç yerde de ancak tevriyeli, yani Hz. Ibrahim (as)'in sözünde olduğu gibi doğruya da ihtimalı olacak şekilde caiz olabilir. Meselâ koca, karısına elbise, mobilya vs. sözü verir, içinden de, imkân bulursam günün birinde alabilirim de" diye düşünür veya sevdigine, dünyada bir tane olduğunu söyler ve bununla içinden bu sözün doğruluk yönünü düşünür. Harpte ise düşmana meselâ, baskomutanınız öldü, der, bununla daha önce ölen komutanlarını kasteder vs... derler (Krs. E1-Mubarekfûrî, Tuhfetü'1-Ahvezi, VI/69; Davudoğlu, X/564; Tecrid, IX/112 vd.) ki, Taberi bunlardandır. Ama sözkonusu hadiselerde bir ayırım yapılmamıştır. Yalan Söylemek ve Yalan Yere Yemin Etmek
Bu, günahların en çirkinlerinden, ayıpların en fâhişlerindendir.
Hadîsler
İsmail b. Vâsıt şöyle anlatıyor: Ebubekir Sıddîk Hz. Peygamber´in ölümünden sonra hutbe okurken şöyle dedi: Bir sene önce Hz. Peygamber şimdi bulunduğum yerde durdu -sonra Ebubekir ağladı- ve şöyle dedi:
Yalandan sakınınız. Çünkü yalan, fısk ve fücurla beraberdir. Bunların ikisi de cehennemdedir.151
Muhakkak ki yalan, ateşin kapılarından bir kapıdır.152
Hasan Basrî şöyle demiştir: Daha önce şöyle deniliyordu: ´Gizli ile açığın, söz ile fiilin, çıkış ile girişin değişik olması münâfıklıktandır. Üzerinde münâfıklık binâsının yükselmiş olduğu temel yalancılıktır´. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
En büyük hiyanet, din kardeşine haber verdiğin bir sözde o sana inandığı halde senin ona yalan söylemendir.153
Kul yalan söylemek ve yalancılıkla meşgul olmak sebebiyle Allah katında yalancılardan sayılır.154
Hz. Peygamber, bir koyunun pazarlığını yapıp ´Allah´a yemin ederim, sana şu şu fiattan eksik vermem´, ´Allah´a yemin ederim, ben de sana şu şu fiattan fazla vermem´ diye yemin eden iki kişinin yanından geçti. Sonra oradan geçerken onlardan birinin koyunu satın aldığını gördü ve şöyle dedi: ´O iki kişiden biri hem günahı, hem de yeminin kefaretini yüklenmiş oldu´.155
Yalan, rızkı eksiltir.156
Muhakkak tüccarlar fâsık ve fâcirlerin ta kendisidirler. ´Ey Allah´ın Rasûlü! Allah, alışverişi helâl kılmamış mıdır ´ dediler. Hz. Peygamber ´Evet! Alış-verişi helâl kılmıştır. Fakat tüccarlar alışverişte yemin ederler, günahkâr olurlar, konuşurlar, yalan söylerler´ dedi.157
Üç sınıf vardır. Kıyamet gününde Allah onlarla konuşmaz ve onlara (rahmetle) bakmaz:
1.Sadakasıyla minnet eden (başa kakan)
2.Yalan yemin ile malını satan
3.Kibir ve gururdan ötürü eteğini yerlerde sürükleyen.158
Allah´a yemin eden bir kimse, yeminine bir sivrisinek kanadı kadar yalan katarsa, o yemin kıyamete kadar onun kalbinde bir (siyah) nokta teşkil eder.159
Üç sınıf vardır. Allah Teâlâ onları sever:
1.Bir grup arkadaşının içinde bulunup, (düşmana karşı)göğsünü, ölünceye kadar veya Allah kendisine ve arkadaşlarına bir yol açmcaya kadar geren kimseyi,
2.Kendisine eziyet veren kötü bir komşusu olduğu halde ölünceye veya göç edinceye kadar sabredip onun eziyetine göğüs geren kimseyi,
3.Arkadaşları ile yolculuğa veya düşman üzerine giden, yolculuğun kendilerini yorduğu, herkesin yatıp dinlenmeyi arzuladığı bir zamanda, arkadaşları yatarken bir kenara çekilip namaz kılan, arkadaşları uyanmcaya kadar ibadetle meşgul olan kimseyi Allah Teâlâ sever.
Üç grup da vardır ki Allah Teâlâ onlara buğzeder:
1.Fazla yemin eden tüccar,
2.Gururlu olan fakir,
3 Verdiğini başa kakan cimri.160 Yine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Başkalarını güldürmek için yalan söyleyen kimseye cehennem vardır. Azap ona olsun, azap ona olsun!161
Rüyamda bir kişi bana geldi ve ´Kalk!´ dedi. Onunla birlikte kalktım. Bir de gördüm ki iki kişinin yanındayım. Onlardan biri ayakta, diğeri oturmuş... Ayakta olanın elinde çengeller vardı. O çengelleri oturan kişinin ağız boşluğundan geçiriyor, dudakları omuzlarına yetişinceye kadar çengelleri çekip uzatıyordu. Sonra tekrar çekiyordu. Sonra çengeli çıkarıp ağzının öbür tarafına takıyor, onu çektiği zaman, öbür tarafı eskisi gibi oluyordu. Beni kaldırana ´Bu manzara nedir dedim. Bana dedi ki: ´Şu oturan kişi yalancıdır. Kıyamete kadar kabrinde bu şekilde azap görecektir.162
Abdullah b. Cürad163 şöyle anlatıyor: ´Ey Allah´ın Rasûlü! Mü´min bir kimse zinâ eder mi ´ dedim. Hz. Peygamber ´Bu bazen olur´ dedi. ´Ey Allah´ın Peygamberi! Mü´min bir kimse yalan söyler mi ´ deyince Hz. Peygamber ´Hayır!´ dedikten sonra hemen şu ayet-i celîleyi okudu: ´Yalanı ancak Allah´ın ayetlerine inanmayanlar uydurur. İşte bunlar asıl yalancı olanlardır´. (Nahl/105)164
Ebu Said el-Hudrî Hz. Peygamber´den şöyle rivayet ediyor:
Ey Allahım! Kalbimi münâfıklıktan, tenâsül uzvumu zinâdan ve dilimi yalandan temizle.165
Üç sınıf vardır ki, Allah onlarla ne konuşur, ne de onlara iltifat eder ve ne de onları över veya kalplerini temizler. Onlar için elem verici bir azap vardır:
1.Zina eden evli veya yaşlı bir kimse
2.Yalan söyleyen padişah
3.Gururlu olan bir fakir.166
Abdullah b. Amr167 şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber evimize geldi. Küçük bir çocuktum. Oynamak için dışarıya çıkmıştım. Annem ´Ey Abdullah! Gel sana bir şey vereceğim´ dedi. Hz. Peygamber anneme dedi ki:
-Sen ona ne verecektin
-Hurma verecektim.
-Dikkat et! Eğer ona hurma vermeyecek olsaydın,bu söylediğin defterine yalan olarak geçecekti.168
Yine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Eğer Allah bana şu kum taneleri kadar nimet verseydi muhakkak onu aranızda taksim ederdim. Taksim ettikten sonra beni ne cimri, ne yalancı ve ne de korkak olarak görmezdiniz.169
Hz. Peygamber bunu söylerken yaslanmış bulunuyordu. Sonra şöyle devam etti:
´Size büyük günahların en büyüğünü haber vereyim mi O, Allah´a şirk koşmak ve anne ve babaya isyan etmektir´. Sonra kalkıp oturdu ve şöyle dedi: ´Dikkat ediniz! Büyük günahların en büyüğü yalancılıktır´.170
İbn Ömer Hz. Peygamber´den şöyle rivayet eder: ´Kul, yalan söylediğinde melek kendisinden bir mil uzaklaşır. Uzaklaşması kişinin söylediğinin pis kokusu nedeniyledir´.171
Enes, Hz, Peygamber´in şöyle dediğini rivayet eder: ´Bana altı hasletle kefil olunuz, ben de size cennetle kefil olayım. Ashâb-ı kirâm ´O altı haslet nedir ´ diye sorunca şöyle dedi:
1.Sizden birisi konuştuğu zaman yalan söylemesin.
2.Söz verdiği zaman sözünden dönmesin.
3.Emin sayıldığı zaman hıyânet etmesin.
4.Gözünü haram bakıştan korusun.
5.Tenâsül uzvunu zinâdan korusun.
6.Ellerini zulümden uzak tutsun.172
Yine şöyle buyurmuştur: ´Muhakkak şeytanın sürmesi, enfiyesi ve çerezi vardır. Çerezi yalan, enfiyesi öfke, sürmesi ise uykudur´.173
Hz. Ömer birgün hutbe okurken şöyle dedi: ´Ey insanlar! Sizin içinizden buraya çıktığım gibi, Hz. Peygamber de bizim içimizden bu makama çıkıp şöyle buyurmuştur:
Benim ashabıma iyi davranın. Sonra onları tâkip eden tâbiîne de iyi davranın. Sonra yalan yayılacaktır. Hatta kişi, yemine dâvet edilmediği halde kendiliğinden yemin edecektir. Kendisinden şahidlik istenilmediği halde şahidlik yapacaktır.174
Kim yalan olduğunu bildiği halde benden hadîs rivayet ederse, o yalancının biridir.175
Kim yalan yere yemin eder, müslüman bir kişinin malını o yalan yeminiyle haksız olarak elde ederse, böyle bir kimse, Allah´ın huzuruna, Allah kendisine kızgın olduğu halde gelir.176 Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber bir kişinin şahidliğini -uydurduğu bir yalan yüzünden- reddetmiştir.177
Yalan ve hâinlik dışında müslümanda her haslet bulunabilir.178
Aişe validemiz dedi ki: ´Hz. Peygamber´in ashabına, yalandan daha ağır ve zor gelen bir huy yoktu. Hz. Peygamber ashâbından bir kişinin yalan söylediğine muttali olursa, onun göğsünden menfi tesiri silinmezdi. Ta ki o kişinin söylediği yalandan tevbe ettiğini bilinceye kadar../
Hz. Musa (as) dedi ki: ´Yarab! Amel yönünden kullarından hangisi daha hayırlıdır ´ Allah Teâlâ ´Yalan söylemeyen, kalbi fısk ve fücur taşımayan ve zinâ etmeyen kul´ dedi.179
Lokman Hakîm oğluna şöyle dedi: ´Ey oğul! Yalandan sakın! Çünkü yalan serçenin eti gibi tatlıdır; Fakat pek kısa bir zamanda sahibi kendisinden bıkar!´
Hz. Peygamber, doğruluk konusunda şöyle buyurmuştur:
Dört haslet vardır. Bunlar sende bulunursa, senin dilinden ne çıkarsa çıksın sana zarar vermez. O dört haslet şunlardır:
1.Doğru konuşmak
2.Emâneti korumak
3.Güzel ahlâk
4.Yemekte afiftik.180
Ebubekir Sıddîk, Hz. Peygamber benim şu makamımda durarak Ebubekir bunu söyledikten sonra ağladı- şöyle dedi:
Doğruluktan ayrılmayınız. Çünkü doğruluk, sevapla beraberdir. Onların ikisi cennettedir.181 Hz. Muaz Hz. Peygamber´in kendisine şöyle dediğini naklediyor:
Sana Allah´tan sakınmayı, doğru konuşmayı, emaneti yerine getirmeyi, sözüne sahip çıkmayı, selâm vermeyi ve mütevazi olmayı tavsiye ediyorum.182
Ashab´ın ve Âlimlerin Sözleri
Hz. Ali (r.a) şöyle demiştir: ´Allah nezdinde hatalıların en büyüğü yalancı dildir. Pişmanlığın en kötüsü kıyamet günündeki pişmanlıktır´.
Ömer b. Abdülaziz şöyle demiştir: ´Ben uçkurumu bağladıktan bu yana bir defa olsa dahi yalan söylemiş değilim´.
Hz. Ömer şöyle demiştir: ´Sizin bizce en sevimliniz, sizi görmediğimiz zamanda ismen güzel olanınızdır. Sizi gördüğümüz zaman bizce en sevimliniz, ahlâkça en güzel olanmızdır. Sizi denediğimiz zaman bizce en sevimliniz, sözü en doğrunuz ve eminlikte en büyüğünüzdür´.
Meymun b. Ebî Şebib´den183 şöyle rivayet edildi: ´Bir mektup yazmak için oturdum. Bir kelimeye geldim. Eğer o kelimeyi yazarsam mektubu güzelleştirmiş ve fakat bunun yanında yalan söylemiş olacaktım. Bu bakımdan terketmeye karar verdim. Sonra Kâbe cihetinden şöyle çağırıldım:
Allah, iman edenleri dünya hayatında da, ahiret hayatında da sağlam sözle tesbit eder. (İbrahim/27)
Şa´bî der ki: ´Ben hangisinin cehennemde daha derine dalacağını bilmiyorum; yalancı mı, cimri mi ´184
Bağdadlı İbn Semmak şöyle demiştir: ´Zannetmem ki yalanı terkettiğimden dolayı sevap kazanmış olayım. Çünkü ben yalanı şerefime yediremediğimden terkediyorum.185
Halid b. Sabih´e ´Acaba bir tek yalan söylediği için kişiye yalancı denilir mi ´ diye soruldu. ´Evet denilir´ diye cevap verdi.
Mâlik b. Dinar şöyle demiştir: "Birtakım kitaplarda okudum. ´Hiçbir hatip yoktur ki hutbesi ameliyle karşılaştırılmasın. Eğer ameli sözüne uygunsa tasdik edilir. Eğer yalancı ise, dudakları ateşten yapılmış makaslarla -bizim bağlarımızı kestiğimiz gibi-kesilecektir´ diye yazılıdır".
Yine Mâlik b. Dinar şöyle demiştir: ´Doğruluk ile yalancılık, kalpte şiddetli bir kavgaya tutuşurlar. Ta ki biri diğerini kalpten çıkarıp kovuncaya kadar kavgaları devam eder!´ Ömer b. Abdülaziz, Abdülmelik´in oğlu Velid ile birşey hakkında konuşuyordu. Velid, Ömer´e ´Sen yalan söylüyorsun!´ dedi. Ömer, Velid´e cevap olarak şunları söyledi: ´Yemin ederim ki yalanın, söyleyeni rezil ettiğini bildiğim günden beri yalan söylemedim´.
150) Ebu Dâvud, Tirmizî 151)İbn Mâce, Nesâî 152)İbn Adîy, (Ebu Umame´den) 153)Buhârî 154)Müslim, Buhârî, (İbn Mes´ud´dan) 155)Ebu Feth el-Ezdî 156)Ebu Şeyh 157)İmam Ahmed, Hâkim 158)Müslim 159)Tirmizî, Hâkim 160)İmam Ahmed, (Ebu Zer el-Gıfarî´den) 161)Ebu Dâvud, Tirmizî 162)Buhârî 163)Âmirî boyunun el-Ukaylî s oyundandır. Buhârî, bu zatın sahabî olduğunu söyler. 164)İbn Abdilberr 165)Hatib 166) Müslim 167)Adı Abdullah b. Amir b. Rebî b. Mâlik el-Enzî´dir. Babası Âmir sahabe- nin büyüklerindendir. Hicrî 80´den sonra vefat etmiştir. 168)Ebu Dâvud 169)Müslim 170)Müslim, Buhârî 171)Tirmizî 172)Hâkim, Harâitî 173)Taberânî, Ebu Nuayın 174)Tirmizî 175)Müslim 176)Müslim, Buhârî 177)İbn Ebî Şeybe , İbn Adîy 178)İbn Ebî Şeybe 179)İbn Ebî Dünya 180)Hâkim, Harâitî 181)Ebu Nuaym 182)Ebu Nuaym 183)Bu zat Kûfelidir, künyesi Ebu Nasr´dır. Hicrî 33´te Cemacim vakâsında vefat etmiştir. 184)İbn Ebî Dünya 185)İbn Ebî Dünya
[]
Sıfat[]
- [1] Doğru söylemeyen.
- [1] Yalancı kim? İşittiğini söyleyen
- yalancı pehlivan
- Türkmence: [[ýalançy#Türkmence|ýalançy]] (tk)
- {{{1}}}: [[aldaqçı#{{{1}}}|aldaqçı]] (tt)
|} | width=1% | |bgcolor="#FFFFE0" valign=top width=48%|
|}
|}
- Şablon:Fi: valehtelija (fi)
- (İngilizce): [[liar#(İngilizce)|liar]] (en)
|} | width=1% | |bgcolor="#FFFFE0" valign=top width=48%|
- Şablon:Ku: derewker (ku)
|}
|}
en:yalancı
hu:yalancı
nl:yalancı
Şablon:Genişlet
[]
Ad[]
Durum | Tekil | Çoğul |
---|---|---|
Yalın | yalan | yalanlar |
Belirtme (-i) | yalanı | yalanları |
Yönelme (-e) | yalana | yalanlara |
Bulunma (-de) | yalanda | yalanlarda |
Çıkma (-den) | yalandan | yalanlardan |
Tamlayan | yalanın | yalanların |
- [1] Asılsız.
- [2] Gerçeğe uymayan.
- [3] Doğru olmayan.
- [4] Kandırmak için söylenen söz.
- [5] Uydurma söz.
- ne yalan söyleyeyim?
- sen ağa ben ağa koyunları kim sağa
- yalan ağlamak
- [1] yalan dolan
- Ağlarsa anam ağlar, başkası yalan ağlar
- Ana yılan, sözü yalan, karı çiçek, sözü gerçek
- Arife günü yalan söyleyenin bayram günü yüzü kara çıkar
- Dünya tükenir, yalan tükenmez
- Ramazanda yalan söyleyenin bayramda yüzü kara olsun
- Ramazanda yalan söyleyenin yüzü,bayramda kara olur
- Sevda geçer yalan olur, sonra sokar yılan olur
- Türkmence: [[ýalan#Türkmence|ýalan]] (tk)
- Şablon:Krc: [[ötürük#Şablon:Krc|ötürük]] (krc)
- Şablon:Krc: [[calgan#Şablon:Krc|calgan]] (krc)
- Şablon:Krc: [[aldam#Şablon:Krc|aldam]] (krc)
- Kırım Tatarca: [[calan#Kırım Tatarca|calan]] (crh)
- Eski Türkçe: yalgan (tr)
- Eski Türkçe: ikit (tr)
|} | width=1% | |bgcolor="#FFFFE0" valign=top width=48%|
|}
|}
- Şablon:Fi: vale (fi), valhe (fi)
|} | width=1% | |bgcolor="#FFFFE0" valign=top width=48%|
|}
|}
Gagavuzca[]
Ad[]
- [1] yalan
- (İngilizce): [1] [[lie#(İngilizce)|lie]] (en)
|} | width=1% | |bgcolor="#FFFFE0" valign=top width=48%|
- Şablon:Ku: derew (ku)
|}
|}
- Şablon:Kaynak-EtymDict
[]
Ad[]
- [1] yalan
el:yalan en:yalan fa:yalan fr:yalan hu:yalan pl:yalan
Durum | Tekil | Çoğul |
---|---|---|
Yalın | yalan | yalanlar |
Belirtme (-i) | yalanı | yalanları |
Yönelme (-e) | yalana | yalanlara |
Bulunma (-de) | yalanda | yalanlarda |
Çıkma (-den) | yalandan | yalanlardan |
Tamlayan | yalanın | yalanların |
Anlamlar[]
- [1] Asılsız.
- [2] Gerçeğe uymayan.
- [3] Doğru olmayan.
- [4] Kandırmak için söylenen söz.
- [5] Uydurma söz.
Deyimler[]
- ne yalan söyleyeyim?
- sen ağa ben ağa koyunları kim sağa
- yalan ağlamak
- [1] yalan dolan